Bilgi Zihin İlişkisi
Zihinlerin nasıl bilinebileceği sorunu nasıl ele alınabilir?
Zihinlerin nasıl bilineceği sorusu iki yönlü ele alınabilecek bir sorundur. Bunlardan ilki, kendi zihnimizin içinde ne olup bittiğini, nasıl bilebildiğimiz üzerindedir. Bu sorun kendilik bilgisi sorunu olarak bilinir. Diğeriyse ise kendimiz dışında diğer insanların, hatta diğer hayvanların ve makinelerin bir zihne sahip olduğunu nasıl bilebiliriz sorusudur. Bu soru da başka zihinler sorunu olarak bilinir.
Kendilik kavramı ne anlama gelmektedir, açıklayınız?
Bir organizmanın kendilik olduğunu söylemek, aslında o organizmanın, kendisi ve diğerleri arasında ayrım yapabilme kabiliyeti olduğunu söylemektir. Hepimiz genel olarak insanın bir kendilik olduğuna inanırız. Her insan hayata zigot adı verilen tek bir hücreden tamamen fiziksel bir organizma olarak başlayıp, kendi kendisinin farkında olan ve kendine ilişkin bir kendilik kavramına sahip kişi haline gelir. Ancak her ne kadar bir makinenin bilinçli olabileceğini kabul etsek de Turing testini geçen bir bilgisayara bir robota kendilik atfetmeyiz. Bilinç sahibi olduğunu bildiğimiz hayvanlara, üst düzey memelilere de kendilik atfetmeyiz. Bir insanı diğer bilinçli varlıklardan ayıran bir kendilik olabilmesini sağlayan koşulların ne olduğunun anlaşılması, kendilik kavramımızın nelerden ve nasıl oluştuğunu anlamamız için gereklidir. Kendilik olmanın koşullarını araştırmak, ne tür bir bilinçliliğin bir kendilik olmak için özsel bir şekilde gerekli olduğunu araştırmak demektir. Bir kendilik olma kapasitemiz, kendilik bilincine sahip varlıklar olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Kendiliğin zihinsel oluşu ne anlama gelmektedir, açıklayınız?
Kendiliğin zihinsel olması da bir şey olması kadar belirsiz bir nitelemedir. Kendilik bir şey, düşünen bir ilke olarak ele alındığında, özellikle zihinsel bir olgu olan bir şey olarak tasarlanır. Yani, kendiliğin bir şey olması onun, özellikle zihinsel bir doğası olmasına dayanır. Materyalist yönelimli düşünürlere göre, kendiliğin zihinsel olmayan bir doğasının olduğu da varsayılabilir. Ancak; kendiliğin bir şey olarak tasarlanması, onun zihinsel bir şey olmasıyla temellenir. Kendilik zihinsel bir şeydir. Kendiliğin zihinsel bir şey olması, zorunlu olarak, ölümsüz bir ruh inancını da beraberinde getirmez. Burada vurgulanan husus özellikle, kendiliğin zihinsel bir şey olduğudur. Ayrıca insanlar, kendilerini, doğal olarak, özsel olarak hem zihinsel olan, hem de zihinsel olmayan niteliklere sahip, canlı varlıklar olarak görürler. Kendimizde doğal olarak var olduğunu düşündüğümüz zihinsellik kendiliğimizdir.
İnsan zihninin esasen çoğul olduğu fikri Platon'da nasıl bir temsil bulmaktadır?
Platon, Phaidros diyaloğunda, psişe’yi akıllı kısım, irade ya da tinli kısım, arzulayan kısım olarak ayırıp, beyaz at ile temsil edilen irade ve siyah at ile temsil edilen arzulayan kısmın, akıllı kısmı temsil eden sürücü tarafından sürüldüğünü söylerken insan zihninin çoğulluğuna işaret etmektedir.
Kişilik kavramını, kendilik tartışması çerçevesinde değerlendiriniz?
Felsefede Platon'dan Augustin'e uzanan bir hatta ve hatta daha fazlasında görebildiğimiz çeşitli örneklerher ne kadar insan zihninin çoğulluğuna işaret etse de normal şartlarda, karşımızda tek bir kişiliğin olduğunu varsayarız. Kişilik kavramı, çok genel olarak, bir kişiyi başkalarından farklı kılan düşünsel, duygusal, ruhsal ve bedensel özelliklerin tümüne karşılık gelmek üzere kullanılır. Bu ayırt edici özelikler içine, karşımızdaki kişiyi kendine özgü kılan alışkanlıkları, algılama ve davranış tarzları, olaylara ve çevreye bakış açıları girer. Burada belirleyici olan kavram, “kendine özgü kılma”dır. Bunlar öyle özelliklerdir ki birisi için bir durum söz konusu olduğunda “ah, bu tam da X’in yapacağı bir şey” ya da “tam senlik bir şey” dememizin altında yatarlar. Ancak; bir bedende birden fazla kişinin bulunduğu çoklu kişilik hastalığı (olgusu), bir kişi (ya da birey) olmak nasıl bir şeydir sorusunu paradoksal hale getirerek anlamamızı, üzerinde düşünmemizi güçleştirmektedir. Çünkü; çoklu kişilik, bir bedende, bir bireyin ne zaman bittiği ve bir başka bireyin ne zaman ortaya çıktığı konusunda şüphe uyandıran bir durumdur. Çoklu kişilik hastalarında kişisel özdeşlik ve kendiliğin sürekliliği, parçalanmış görünmektedir.
Dennet kendiliği nasıl tanımlamaktadır, açıklayınız?
Merkezi ve bütünlüklü bir kendilik fikrini reddeden, buna karşın hikaye kuramı adı verilen bir görüş geliştiren Dennett, tam da bu anlamda kendiliği, kendimize ilişkin hikayelerimizin odaklandığı merkez (center of gravity) olarak tanımlamaktadır (Dennett, 1992: 104). Doğaya baktığımızda, her biri genler aracılığıyla kendine çizilen görevi yerine getiren bağımsız alt sistemlerden oluştuğu halde, bütün olarak ele alındığında, sanki belli bir amaç doğrultusunda ve merkezi bir kontrol mekanizması tarafından yönlendiriliyormuş gibi davranan sistemler mevcuttur. Bunlara en güzel örnek, termit karıncalarıdır. Termitlerin genler aracılığıyla çizilen görevleri, gelişmiş bir sosyal yapı görünümü veren bir koloni oluşturuyorsa insanlarında genler aracılığıyla çizilen görevlerini çeşitli ve çoklu algılarını, hatıralarını, yaşantılarını anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde hikayeleştirmektir. Bu hikayeler, aynı kendiliğin parçaları halinde bir araya geldiklerinde, anlamlı bir bütün oluşturmaktadır.
David Hume'un yığın kuramında kendilik nasıl açıklanmaktadır?
David Hume’un “yığın” (bundle) kuramına göre, kendilik, zihnin içinde bilinçli olarak olan bitenlerden varlıksal olarak ayrı değildir, aksine eğer var olduğu söylenebilirse zihinde olup bitenler serisinden başka bir şey değildir.
Kendiliğin bir eyleyici oluşu mefhumunu açıklayınız?
Kendiliğin çift kutupluluğu bilinen bir özelliğidir. Bir yandan edilgin bir bağlı olma anlamı vardır; deneyimin özneleri deneyime bağlıdırlar, onu yaşarlar. Öte yandan, etkin bir anlamı da vardır; deneyimin veya bilincin öznesi, her zaman için, özsel olarak etkin bir şey, bir amacı olan bir eyleyici olarak düşünülür ve bu eyleyicilik fikri kesinlikle bizim alışıldık zihinsel kendilik anlayışımızın bir parçasıdır.
William James, özelikle kendiliğin, bu eyleyicilik niteliğini vurgular. James Zihinsel kendilik, “bütün bilinçteki etkin öğedir... dikkat ve çabanın kaynağıdır, irademizin, kararlarının kaynaklandığı yerdir; bu ‘bütün zihinsel etkinliğin merkezindeki etkin kendilik’tir” (James, 1950: 297-98). James’e göre, “kendiliğimizin çekirdeği ve merkezi, bizim bildiğimiz şekliyle yaşamımızın mabedidir, belli içsel durumların yaptıkları eylemlerin anlamıdır. Bu içsel eylemlerin anlamı, Ruh’umuzun yaşayan tözünün doğrudan doğruya kendini göstermesidir” (James, 1984: 163). Kendiliğin bir eyleyici olması, kesinlikle günlük hayatta kendimizi kendi eylemlerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız üzerinde yönlendirici ve düzenleyici bir aktör olarak hissetmemize koşuttur. Bu anlamda kendilik, çevreden sürekli etkin bir şekilde çevreden bilgiler alan, düzenleyen, bununla bağlantılı olarak da deneyimlerimizi yapılandıran bir şeydir.
Kendilik bilgisini tanımlayınız?
Bir organizmanın bir kendiliği olması demek, o organizmanın, kendisini diğerlerinden ayırt etme kapasitesine sahip olması, kendini ayrı bir kişi olarak bilmesi demektir. Yaşamımız boyunca kendimiz hakkında, kendimizi başkalarından farklı kılan kişilik özelliklerimiz, ilgilerimiz, tercihlerimiz hakkında bilgiler toplarız. Antik Yunan’da Delphi Tapınağındaki “kendini bil” ifadesinde de ortaya konduğu gibi, kişinin kendini bilmesi, kendi zihninden geçenlerin farkında olması, kişiye doğuştan açık olan ve kendiliğinden edinilen bir şey değildir. Aksine kişinin bilinçli bir şekilde üzerinde çalışarak edinebileceği bir bilgidir.
Kendilik bilgisinin edinilme sürecini açıklayınız?
Kendilik bilgisini edinmek iki farklı süreç olarak düşünülebilir. Bir anlamda, etkin bir eyleyici olarak, kendiliğin diğerleriyle diğer insanlarla ve nesnelerle ilişkisini değerlendirmesini içerir. Diğer yandan kişinin, kendi üzerine, kendi düşünceleri, eylemleri üzerine dönük düşünmesi kendilik bilgisinin önemli bir yanını oluşturur.
Kant'ın kendilik yaklaşımını açıklayınız?
Kant’a göre, kendilik, her düşünme, algı, duygulanım deneyimin zorunlu mantıksal öznesidir. Kendilik deneyimin bir nesnesi değildir. Aksine bütün deneyime aşkındır ve deneyim tarafından varsayılır. Kant’da kendilik, zihnin sahip olduğu dünyaya ilişkin bütün tasarımlarını önceleyen ve onların aynı “kendilik bilinci” altında sentezlenmesini, bir araya gelmesini sağlayan aşkın bir idedir. Ancak Kant’ın kendilik görüşü, kendiliğin nasıl bir tasarım olduğu, böylesi bir tasarıma nasıl sahip olduğumuz konusunda pek yardımcı olmamaktadır.
Kihlstrom ve Cantor’un kendilik yaklaşımını açıklayınız?
Kihlstrom ve Cantor’un (1984) geliştirdikleri kendilik anlayışı, bilişsel ve sosyal psikolojik bir perspektiften, kendilik tasarımının kendilik bilgisiyle bağlantısını gösterir. Onların yaklaşımına göre, nasıl kişi fikirler, nesneler, olaylar, durumlar ve onların özelliklerine ilişkin bir takım zihinsel tasarımlara sahipse aynı şekilde kendi zihinsel tasarımına da sahiptir. Kişinin kendine ilişkin zihinsel tasarımı hem kişinin kendine ait olan özelliklerin soyut bir bilgisini, yani kendilik kavramını, hem de kişinin yaşamış olduğu deneyimlerinin, eylemlerinin ve düşüncelerinin kesin bilgisini içerir. Buna göre kendilik, kişinin, kendine ilişkin zihinsel tasarımı olarak tanımlanabilir. Kendilik bir zihinsel tasarımdır ve kişinin diğer zihinsel tasarımlarından da ilkece bir farklılığı yoktur.
Ryle'ın Descartes'ın zihin ve beden ayrımı yaklaşımına yönelik ne gibi bir değerlendirmesi vardır?
Ryle, Zihin Kavramı (The Concept of Mind) adlı ünlü eserinde, Descartes’ın insanın ruhunu bedenin içinde, bedenden ayrı ve bağımsız bir töz olduğunu iddia etmekle bir kategori hatası yaptığını söyler.
Başka zihinlerin bilinçli olduğuna inanmak ile gözlemcinin epistemolojik konumu arasında ne gibi bir çelişki vardır, açıklayınız?
Başka zihinlerin de bilinçli olduğuna inanmak onların davranışlarından çıkarım yapmayı gerektirir. Bu tür çıkarımlar, ancak onların yaşantılarına dayandıklarında doğrulanabilirler. Oysa böyle bir durumda, bizim genelleme yapmak için kullanabileceğimiz tek yaşantı, kendi yaşantımızdır. Başka zihinler sorununa, en yaygın olarak önerilen benzerlik argümanı, birçok eleştiriye açıktır. Sadece kendi zihnimizi örnek alarak, başkalarının da benzer zihinsel süreçlere sahip olduğuna karar vermek, yeterince güçlü ve sağlam bir çıkarım değildir. Bu yüzden, özellikle felsefi davranışçılık ekolü içinde Wittgenstein, Strawson gibi düşünürler tarafından bu probleme çeşitli çözüm yolları önerilmiştir.
Benzerlik argümanını tanımlayınız?
Başka zihinler sorununu çözmek üzere önerilen en klasik yaklaşım benzerlik argümanıdır. Bu argüman, kişinin zihinsel süreçleriyle davranışları ve bedensel durumları arasında bağlantı olduğu görüşüne dayanır. Kendi bedenimizde bir hasar olduğunda, bir yerimizi kestiğimizde ya da derimize bir şey battığında, bedenimizdeki hasar sonucunda, zihnimizde oluşan acı ve ağrı duyumunu içten, birinci şahıs bilgisiyle biliriz. Bunu sonucunda, nasıl hareketlerde bulunduğumuzu ve nasıl sesler çıkardığımızı biliriz. Özellikle Kartezyen bakış açısıyla kendi zihinsel durumlarımız hakkında yaptığımız genellemelerde yanılmış olma ihtimalimiz yoktur. Birinci şahıs bilgisi kişiye özeldir ve yanılmazdır. Eğer kendimiz hakkında yaptığımız genellemeler doğruysa, diğer bir kişi de bedeninde bir hasar olduğunda, bizim çıkardığımız gibi sesler çıkarıp aynı davranışları sergilerse, benzerliğe dayanarak, onun da bizim hissettiğimize benzer zihinsel durumlar içinde olduğunu çıkarsayabiliriz.
Benzerlik argümanının yapısına getirilen eleştirileri tanıtınız?
Benzerlik argümanının yapısına yönelik iki eleştiri getirilmiştir. Bu eleştirilerden ilkine göre, argümanın sonucunun doğruluğunu test etmek imkansızdır; diğerine göreyse argümanın geçerliliği, kişinin zihinsel bir sürece sahip olmanın ne demek olduğunu sadece kendi yaşantısına dayanarak öğrenmesi gerektiği olgusuna dayanmaktadır.
Bu eleştirilerden ilkine göre, diğer insanların, kendisi gibi bir zihne sahip olduğunu benzerlik argümanına dayanarak bildiğini iddia eden birisi, bu iddiasının sonucunu doğrudan ve dolaysız olarak test etme imkanından yoksundur. Çünkü; karşısındaki kişinin kendisi gibi bir zihne sahip olduğunu, doğrudan ve dolaysız bilebildiğinde, benzerlik argümanına dayanmak zorunluluğu ortadan kalkar. Karşıdaki kişinin, bir zihne sahip olup olmadığının test edilmesi, sadece kişinin bedensel ve sözel davranışlarının gözlenmesinden öte, o kişinin zihinsel süreçleri hakkında, farklı telepatik bilgi sahibi olmayı gerektirir ki bu da uygulamada imkansızdır.
Benzerlik argümanının geçerliğinin, kişinin zihinsel bir sürece sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu sadece kendi yaşantısına dayanarak öğrenmesi gerektiğini bildiren ikinci eleştiri bağlamında, Wittgenstein ve Strawson tarafından geliştirilen eleştiriler önemlidir.
Ludwig Wittgenstein benzerlik argümanına ne gibi bir eleştiri getirmiştir, açıklayınız?
Wittgenstein’ın benzerlik argümanına eleştirisi, bu yaklaşımda, doğru olan ve doğru olmayan tanımlamayı, birbirinden ayırt etmeye yarayan bir ölçütün olmamasıdır. Oysa doğru ve yanlış, tanımlamanın birbirinden ayrılması ve bu ayrımın belli ilkelere bağlanması, sağlıklı bir tanımlama yapmak için son derece gereklidir. Wittgenstein’in eleştirisi, Kartezyen zihin anlayışının, zihnin ve anlamın ne olduğuna ilişkin kavrayışı üzerindedir. Descartes’a göre, bir kişinin zihin durumları, anlamlarını, kişiye özel içsel durumların isimlendirilmesinden alır. Herhangi bir zihinsel durumun doğası, onu ifade etmek üzere kullanılan ifadenin anlamını belirler. Yalnızca kişinin kendisi, kendi içsel zihinsel durumlarının farkında olabildiği için yalnızca o kişi, o zihinsel durumları ifade etmek için kullanılan çeşitli terimlerin anlamlarını bilebilir. Bir kişinin ağrı teriminden anladığıyla bir başka kişinin, ağrı teriminden anladığı anlam, birbirinden son derece farklı olabilir. Bu konuyla ilgili olarak Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar’da, herkesin kendine özel bir kutusunun olduğu ve kutunun içindeki şey yalnızca kişinin kendisinin görebildiği, kimsenin bir başkasının kutusunun içindekileri görme şansının olmadığı, bir düşünce deneyi geliştirir. Herkesin kendi kutusunda bir böcek olduğunu söylemektedir. Ama belki de bir başkasının kutusunda onun böcek dediği şeyin aslında bir örümcek olduğunu görecektik. Belki kutusunda hiçbir şey olmadığı halde, (yani nitel zihin durumlarından yoksun olduğu halde) kutusunda böcek olduğuna inanan kişiler vardır (Wittgenstein, 1998, I, 293: 146).
Wittgenstein’ın, kutudaki böcek benzerliği düşünce deneyi, bir kişinin “ağrı” terimiyle isimlendirilmiş içsel zihinsel durumuyla bir başka kişinin “ağrı” adı verilen içsel zihinsel durumunun, birbirinden son derece farklı olabileceğini gösterir. Wittgenstein’in bu deneyle vurgulamak istediği husus; kişi sadece kendi zihinsel durumlarını bilebilir, farkında olabilir, bir başkasının zihninde neler olup bittiğinin asla farkında olamaz ve bilemez. Benim, kişisel zihin durumlarımı isimlendirmek üzere kullandığım terimler, bir başkasının “ağrı”, “hayal kırıklığı” ya da “pişmanlık” gibi zihinsel durumlarına karşılık gelmeyebilir; ayrıca bu duygu ve hisler, diğer kişinin herhangi bir kişisel deneyimine karşılık bile gelmeyebilir. Bir başka deyişle nasıl kutumuzdaki böceğimiz, bir başkası için bir gizse her birimizin özel dili de bir başkası tarafından anlaşılamaz.
Locke'un benzerlik argümanının eleştirisinde yararlanılabilecek ne gibi fikirleri vardır, açıklayınız?
John Locke on sekizinci yüzyılda, Wittgenstein’e benzer bir şekilde, insanın zihnindeki mavi idesinin, bir başka insanın mavi idesinden farklı olabileceğini tartışarak, Kartezyen zihin anlayışının bu sonucunu eleştirir. Locke, menekşenin görsel duyular aracılığıyla bir kimsenin zihninde, başka bir kişinin zihninde kadife çiçeğinin ürettiğiyle aynı nitel zihinsel duyumu uyandırdığı ya da tam tersi olduğu bir durumu değerlendirir. Locke’a göre, bu durumda, her iki kişi, menekşenin mor, kadife çiçeğinin de sarı olduğunu kabul edecektir; ama biri “mor” dediğinde diğerinin “sarı” dediğini kastediyor ya da tam tersi olabilir. Bir başka deyişle bu kişilerin, menekşeye ve kadife çiçeğine baktıklarında, deneyimledikleri renk duyumları, tersine dönmüş olacaktır. Aynı şekilde, her birinin ‘mavi’ ve ‘sarı’ dediğinde kastettikleri anlamlar da tersine dönmüş olacaktır. Çünkü; ‘mavi’ ve ‘sarı’ renk deneyimlerini, her biri, kendi özel yaşantısına dayanarak elde etmiştir. Ancak Locke, bunun böyle olup olmadığının hiçbir şekilde bilinemeyeceğini, çünkü; bu kişilerden hiç birinin diğerine, o renk isimlerine karşılık gelen kendi zihinlerindeki özel deneyimlerini aktaramayacağını söyler.
P. F. Strawson’un benzerlik argümanına yönelttiği eleştiriyi açıklayınız?
P. F. Strawson’un benzerlik argümanına yönelttiği eleştiri, Wittgenstein’ın görüşleri ışığında, zihinsel terimleri nasıl edindiğimiz ve kullandığımıza ilişkin bir bakış açısı da sunar. Individuals (Bireyler) isimli eserinde “kişinin kendisine bilinç durumları, deneyimler atfetmesinin zorunlu koşulu, kişinin, aynı durumları kendisinden başka bir kişiye atfederken de aynı şekilde davranmasıdır” (Strawson, 1959; Maslin, 2001: 236) diyen Strawson, kişinin kendisine zihinsel durumlar atfetmesinin ancak başkalarına zihinsel durumlar atfetmesiyle olanaklı olduğunu vurgular. Strawson’a göre, zihinsel durumlar söz konusu olduğunda, bir bireye zihinsel durumlar atfedebilmek için, aynı niteliğin anlamlı bir şekilde atfedilebildiği diğer kişilerin varlığı zorunludur. Kişi, kendi ve öteki fikrine sahip olmadan, zihinsel bir nitelik fikrine sahip olamaz. Ancak; kendilik fikri, zihinsel ve fiziksel niteliklerin öznesi fikriyle aynı şey olduğundan, zihinsel niteliklere ilişkin bir fikri olmadan kendilik fikrine sahip olmak imkânsızdır. O halde, kişi zihinsel niteliklere sahip bir özne fikrine sahip olmadan bir kendilik fikrine sahip olamaz.
Ama, bu da kişinin, diğer öznelerin bu tür zihinsel niteliklere nasıl sahip olduğunu bilmesiyle mümkündür. Bu durumda, kişi kendi durumundan başlayamaz, önce kendine zihinsel durumlar atfedip, sonra da başkalarının aynı zihinsel durumlara sahip olup olmadıklarını düşünmek imkânsızdır. Yalnızca diğerlerinin zihinsel durumlara sahip olduklarını bildiğinde ya da onlara zihinsel durumlar atfetmeye hazır olduğunda kişi, kendine ilişkin zihinsel durumlar fikrine sahip olabilir. Oysa benzerlik argümanına göre kişi, öncelikle kendisinin ve kendi zihinsel durumlarının dolaysız bilgisine sahiptir, kendisinden hareketle başkalarının da kendisi gibi zihinsel durumlara sahip olabileceğini keşfedebilir.
Davranışçılar benzerlik argümanının sıkıntılarına nasıl bir çözüm önerisiyle cevap vermişlerdir?
Benzerlik argümanının içine düştüğü zorlukları gören davranışçılar, bütün psikolojik ifadelerin davranışlar düzeyinde anlaşılıp açıklanabileceği temeline dayanan bir çözüm üretmişlerdir. Davranışçılara göre, benzerlik argümanının temel sorunu, zihinsel durumlarla davranışlar arasında kurulan genellemelerin, deneysel gözlemle tam olarak desteklenememesidir. Buna sebep olarak da o genellemelerin, başlangıçta deneysel genellemeler olmadığını, doğruluklarının da deneysel genellemelerden değil, aksine tamamen tanımdan kaynaklandığını iddia ederler. Onlara göre, bu tür genellemeler, içerdikleri psikolojik terimlerin işlevsel tanımlarıdır ve bu şekilde ele alındıklarında deneysel olarak doğrulanmaya gereksinim duymazlar. Böylece, olması gerektiği şekilde davranan ya da davranacağına inanılan bir varlık, tanım gereği bilinçlidir.
Halk psikolojisi kuramı, davranışçı çözüme nasıl bir alternatif teşkil etmektedir?
davranışçı çözüme alternatif bir çözüm önerisi halk psikolojisi kuramından getirilebilir. Buna göre, kişilerin davranışları, en iyi biçimde arzular, inançlar, algılar, duyular ve benzeri durumlar bağlamında açıklanabilir ve yordanabilir. Bu, günlük hayatta herkes tarafından insanların davranışlarını anlamada kullanılan en iyi yol olduğuna göre, diğerlerinin de “başka zihinler” olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Dolayısıyla diğer varlıkların, hatta makinelerin bile, eğer onlara atfettiğimiz zihinsel ve psikolojik süreçler, onların genel olarak davranışlarını açıklamakta ve yordamakta başarılı oluyorsa o zaman, içsel zihinsel süreçlere sahip olduklarını kabul etmek gerekir.