aofsorular.com
EDB401U

Mahallî-Folklorik Üslup ve Temsilcileri-II

3. Ünite 40 Soru
S

Murabba ilk dörtlük

Yukarıda yer alan murabba'ın ilk dörtlüğünün doğru okunuşunu yazınız.

Yine oldum esîri âh bir şûh-ı sitemkârın
Ki dil-ber sevmemiş bilmez belâsın âşık-ı zârın
Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın
O ebrûnun o zâlim gamzenin ol çeşm-i mekkârın

S

Ne kâfirliklerin gördüm ben ol zülf-i siyehkârın

mısraında karşımıza çıkan en belirgin edebi sanat nedir? Açıklayınız.

Bu mısrada karşımıza çıkan en belirgin edebî sanat tevriyedir. Çünkü saçın sıfatı olarak kullanılan siyehkâr, aynı zamanda haksızlık ve zulmeden anlamındadır.

S

Aşağıda yer alan murabba dörtlüğünün veznini bulunuz.

Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükahhal gözlü şîrîn sözlü leylî yüzlü âhûlar
Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular
Ederlermiş du‘âsın pâdişâh-ı ma‘deletkârın

Şiirin vezni Mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün şeklinde olmalıdır. İlk mısraın işaretlemesi yapıldığı zaman vezin kolaylıkla bulunacaktır:

. - - - / . - - - / . - - - / . - - -

S

Aşağıda yer alan mısraların vezne göre takti'ini yapınız.

O tıfl-ı nâzı gördüm rûyuna hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş

O tıfl-ı nâ/zı gördüm rû/yuna hurşî/d eser etmiş
Haberdâr ol/mamışdım son/ra bildim ney/lemiş nitmiş

S

Nedim'in bir murabba'ından alınan aşağıdaki dörtlüğü günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.

Bugün bir mahrem-i esrâr yâr-ı nükte-pîrâdan
İşitdim kim sayup uşşâkını ey şûh-ı simîn-ten
Nedîm-i zâra benzer âşıkım yokdur demişsin sen
Efendim işte vardır ben esîrin ben giriftârın

Dörtlüğün günümüz Türkçesine çevirisi şu şekilde olmalıdır:

"Ey gümüş tenli uçarı güzel! Bugün gizli sırları bilen, nükteli sözleri süsleyerek anlatan bir dosttan işittim ki âşıklarını bir bir saydıktan sonra “inleyen Nedim’e benzer aşığım yoktur”
demişsin. Efendim, işte vardır; ben esirinim, ben tutsağınım!"

Dörtlük hakkında ise şunlar söylenebilir: Nedim’in şiirlerinde sık başvurduğu konuşma üslubu, daha doğrusu dedikodu tarzı bu bentte de görülmektedir. Tecrit sanatının en güzel örneklerinden biriyle karşılaşmaktayız. Şair, sevgiliye âşıklarının içinde Nedim gibisinin olmadığını söylettikten sonra kendisinin tutkun, tutsak olduğunu belirterek etkili bir söyleyiş tarzı geliştirmiştir.

S

Nedim’in bu murabbası bestelenerek şarkı formunda okunmuştur. Nedim Divanı’ndaki diğer örnekleri dikkate alarak şarkı ve murabba kavramlarını değerlendiriniz.

Nedîm’in bentlerden oluşan nazım biçimleri (musammat)
arasında en çok tercih ettiği murabbadır. Murabbaların şarkı
formunda bestelenmesinden ötürü Nedîm şarkı şairi olarak
da tanınmıştır. Oysa murabba biçimindeki şarkıların yanı
sıra gazel şeklinde de şarkı söylediğini bir gazelinin makta
beytinde bizzat belirtir:
Eş‘ârımı gördükde Nedîm eyledi tahsîn
Âfâka bu şarkıyla bir âvâze düşürdüm
Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf ve Şeref Hanım’ın da gazel
şeklinde şarkıları vardır. Zaten Nedîm Divanı’nın yazma nüshalarının büyük çoğunluğunda şarkılara ayrı bir bölüm ayrılmamış; bu şiirleri gazeller içinde alfabetik sıraya göre sıralanmıştır. Yalnız üç nüshada; Süleymaniye Kütüphanesi, Darül-mesnevi No.415, Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar No. 2334, Ankara Millî Kütüphane A.3478 kayıtlı nüshalarda şarkılara müstakil bölüm ayrılmıştır. Diğer yazma nüshalarda ise bu şiirlerin bir kısmı murabba başlığını taşımaktadır. Bu durumda şarkıyı bir nazım şekli olarak kabul etmek zordur.

S

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

Yukarıda yer alan beytin veznini bulunuz.

İlk mısraın işaretlemeleri şu şekildedir:

- . - - / - . - - / - . - - / - . -

Bu işaretleme bize fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün veznini verir.

S

Yukarıdaki beytin okuyunuz ve günümüz Türkçesine çevirisini yapınız.

Yok bu şehr içre senin vasf etdiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

Senin anlattığın güzel bu şehirde yok, Nedim! Sen bir hayal görmüşsün, sana peri yüzlü (bir güzel) görünmüş.

S

Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

Yukarıda beyitte yer alan bûy/ hoy, işlenmiş/dest-mâl sözcükleri arasında yapılan sanat nedir?

Anlam bakımından birbirini çağrıştıran bûy ile hoy, işlenmiş ile dest-mâl sözcükleri bu beyitte paralel bir biçimde sıralanarak mürettep leff ü neşr sanatı yapılmıştır.

S

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana
Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı âl olmuş sana

Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.

"Nezaket haddeden geçmiş, sana boy bos olmuş; şarap şişeden süzülmüş sana kırmızı yanak olmuş." şeklinde günümüz Türkçesine çevrilen beytin açıklaması şöyledir:

Madenler haddeden geçirilerek inceltilir. Nezaket soyut bir kavram ve davranış biçimi olduğu hâlde daha da incelmek için haddeden geçerek güzelin boyu bosu olmuş. Şarap da
süzüle süzüle güzelin yanağına yakışacak kırmızılık düzeyine erişmiş. Fiillerin kullanımına bakılırsa her iki işlem de kendiliğinden olmuş izlenimi vermektedir. Bu çeşit hayaller
hiç şüphesiz Hint üslubunun ürünüdür. Nedim, Hint üslubunun üslup özelliklerini başarılı bir şekilde şiirde uygulamıştır.

S

Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır

Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.

İlk mısraın işaretlemeleri şöyledir:

. - - - / . - - - / . - - - / . - - -

Bu işaretleme bize beytin mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün vezninde olduğunu gösterir.

S

Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır

Yukarıdaki beyitte âlim-ârif kıyaslaması yapılmaktadır. Bu konuyla ilgili Osmanlı şiirindeki düşünce yapısını açıklayınız.

Âşık her zaman irfan sahibidir. Şairler de arifliği, âlimliğe tercih ederler. Onun için zaman zaman medreselilere sataşırlar. Nedim de bu beytinde medreseli tutumunu alaya almak için onların ağzıyla konuşur, ‘belî söz bilmezüz’ ifadesini bu yüzden kullanır. İlim medresede, irfan tekkede öğrenilir. İrfan, sezgi yoluyla kazanılan terbiyedir. İrfan sahibi olmak her divan şairi için arzu edilen bir özelliktir.

S

Münâsibdir sana ey tıfl-ı nâzım hüccetin al gel
Beşiktaşa yakın bir hâne-i vîrânımız vardır

Mahalli özelliklerin baskın olduğu yukarıdaki beyti açıklayınız.

Divan şairleri, kabullendikleri estetik anlayışın bir gereği olarak şahsi yaşantıları, kendileriyle ilgili ayrıntıları doğrudan söylemezler. Dolaylı bir aktarımı tercih ederler. Bu beyitte Nedim Beşiktaş’a yakın, eski, yıkık dökük bir evinin olduğunu söylemektedir. Bir murabbasında da sevgilisine; “efendim semtimizden geçersen, yolun Beşiktaş’a uğrarsa” diyerek âdeta evinin adresini verir. Ancak, bu noktada kalır ve ayrıntıya inmez. Şairin biyografisiyle ilgili belgelerle buradaki ifadeler örtüşür. Şair, hüccet kelimesinin farklı anlamlarını çağrıştıracak bir biçimde kullanmıştır (iham). Evine davet ettiği küçük sevgilinin izin alıp gelmesini söylemiş olabileceği gibi gel bu evin tapusunu al, bu ev senin olsun da demiş olabilir.

S

Kocup her şeb miyânın cânına can katmada âğyâr
Behey zâlim sen insâf et bizim de cânımız vardır

Yukarıdaki mısraı günümüz Türkçesine çeviriniz.

"Her gece başkaları belini kucaklayıp canlarına can katmakta… Behey zalim! Sen insaf et, bizim de canımız vardır."

S

Gül mevsiminde tevbe-i meyden benim gibi
Zannım budur ki sen de peşîmânsın ey gönül

Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.

İlk mısraın işaretlemeleri şu şekildedir:

- - . / - . - . / . - - . / - . -

Bu işaretleme bize beytin vezninin mef ‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün şeklinde olduğunu gösterir.

S

Eşkimde böyle şu‘le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül

Yukarıdaki beytin vezne göre takti'ini yapınız.

Eşkimde/ böyle şu‘le/ nedendir me/ger ki sen
Çün sûz u/ tâb girye/de pinhânsı/n ey gönül

S

Feyz âşiyânı mihr-i hüner cilvegâhısın
Subh-ı bahâr-ı şevka girîbansın ey gönül

Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirdikten sonra açıklayınız.

"Ey gönül! İrfan yuvası ve hüner güneşinin doğduğu yersin. Şevk baharının sabahına yakasın." şeklinde nesre çevrilebilecek olan beyit hakkında şunlar söylenebilir:
Feyz; soyut, anlam dünyası zengin bir kavramdır. Yuvada yani bir meskende yaşayan varlık gibi görülmektedir (teşbih). Bu mesken gönüldür. Ayrıca gönül güneşe benzetilen hünerin doğuş yeridir. Şevk, bahara benzetilmektedir (teşbih). Beyit; feyz, hüner ve şevk kavramları üzerine kurulmuştur. Bunlar gönlü tanımlayan kavramlardır.

S

Mest-i nâzım kim büyütdü böyle bî-pervâ seni
Kim yetiştirdi bu gûne servden bâlâ seni

Yukarıdaki beytin veznini bulunuz.

İlk mısraın işaretlemeleri şu şekilde olmalıdır:

- . - - / - . - - / - . - - / - . -

Bu işaretleme bize beytin vezninin fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün şeklinde olduğunu gösterir.

S

Enderunlu Fazıl'ın şairliği hakkında bilgi veriniz.

  • Klasik şiirin temel zemininden ayrılmamaya özen gösterir.
  • Coşkusunu Nedim’den ve umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışır.
  • Geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslupla hikmetli sözler söylemeye gayret eder.
  • Bütün hayat hikâyesinin de özeti sayılabilecek dağınıklık ve lakayıtlık, çoğu zaman onu basitliğe sevk ederek, hem kafiye ve redif seçiminde hem de benzetme ve ifadelerde şiirine nitelik kaybettirir.
  • Fazıl, İstanbul manzaralarını, sosyal olayları ve gerçek sevgili tipine ait güzellik unsurlarını kendine has bir yaklaşımla anlatır.
  • Divanında başta tarih ve coğrafya olmak üzere çe-
    şitli ilimlerden devşirdiği kavramlarla örülmüş şiirler vardır.
  • Özellikle geleneğin aksine feleği övdüğü bir kasidesi, Yahudilik ve Hristiyanlıkla ilgili kavramların sıklıkla geçtiği bazı şiirleri ve doğrudan bir sevgili adına (Çiçek, Âfet, Anton vb.) söylenmiş şarkıları, onu Nedim çizgisinden ayırır.
S

Müverrih Süruri'nin şairliği hakkında bilgi veriniz. 

  • Tarih düşürme sanatına düşkünlüğü, şiirin hüner tarafına ilgisi çağdaşları arasında bir konum edinmesine imkân sağlamıştır.
  • Osmanlı tarih düşürme geleneğinin en ünlü ismi olan Sürurî, bu özelliğiyle hem asrında hem de sonraki yüzyıllarda bir hayli şöhret kazanmıştır.
  • Kuburizade Hevayi’yi örnek alarak Hevayi mahlasıyla yazdığı hezelleri bayağı ve müstehcen söyleyişler taşısa da divanındaki manzumeleri ve tarihleri zekice nükteler üzerine kurulmuştur.
  • Sürurî, bunlardaki ifade gücünü, halk dilinin sadeliğine ve akıcılığına borçludur.
  • Sürurî, hayatın en acı gerçekleriyle alaycı bakış açısını ustalıkla birleştirebilmiş nadir kalemlerdendir.
  • Noktalı ya da noktasız harflerin hesaplanmasıyla düşürülen tarihlerden aynı tarihi sekiz kere veren beyitlere kadar tarih sanatının her türünde maharet gösterir.
S

O tıfl-ı nâzı gördüm rûyuna hurşîd eser etmiş
Haberdâr olmamışdım sonra bildim neylemiş nitmiş
Meğer zâlim kaçup tenhâca Sadâbâda dek gitmiş
Temâşâ eylemiş âlâyını şevketlü hünkârın

Yukarıdaki mısralarda geçen tıfl, rûy, hurşîd, eser, şevket kelimelerinin anlamlarını sözlüğe bakmadan bulmaya çalışınız.

Tıfl: Tamlamanın içinde geçen kelimenin sıfatı nazlı'dır. Tıfl çok geçen bir kelimedir. Kelimenin anlamı çocuk'tur.

Rûy: Bu kelime de divan edebiyatı metinlerinde çokça geçer. Sevgiliden bahseden şiirlerde sıklıkla kullanılır. Kelimenin anlamı yüz'dür.

Hurşîd: Kelime güneş anlamına gelir. Bu kelimenin geçtiği yerlerde aydınlık, sıcaklık gibi anlamlar geçer. Ayrıca hurşid kelimesi ile rûy kelimesi birlikte sıklıkla kullanılır.

Eser: Kelimenin asıl anlamı iz, tesir, nişan'dır. Bugün daha dar bir anlamda kullanılmaktadır.

Şevket: Büyüklük anlamına gelir. Kelime bugün özel isim olarak kullanılır.

S

Gezermiş kasrın etrâfında yer yer tâze meh-rûlar
Mükahhal gözlü şîrîn sözlü leylî yüzlü âhûlar
Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular
Ederlermiş du‘âsın pâdişâh-ı ma‘deletkârın

Yukarıda yer alan mısraların günümüz Türkçesine çevirisini yapınız.

Köşkün çevresinde yer yer yeni yetme ay yüzlü, sürmeli gözlü, tatlı dilli, Leyla yüzlü ceylanlar geziyormuş. Alkış sesini andıran çağlayan sular, adaletli padişaha dua ederlermiş.

S

Heman alkış sadâsın andırırmış çağlayan sular

mısra'ında karşımıza çıkan edebi sanat nedir? Açıklayınız.

Hüsn-i talil bulunmaktadır. Çünkü kanallarla köşke getirilen suların çağlaması, alkış sedasını andırdığından benzerlik ilişkisi kurulmuştur. Bu benzerlikle hüsn-i talil sanatı ortaya çıkmıştır.

S

Güzelsin bî-bedelsin şûhsun âlüftesin cânâ
Söz olmaz hüsnüne gelmez nazîrin âleme hakkâ
Senin her cevrine bin cân ile sabr eylerim ammâ
Beni pek öldürür ey bî-vefâ ellerle bâzârın

mısralarından tarif edilen güzelin niteliği hakkında bilgi veriniz.

Bu bendin ilk dizesinde güzelin sıfatları arasında sayılan ‘âlüfte’lik ve son dizedeki ‘bâzâr’ kelimesi, burada sözü edilen güzelin divan şiirinde yüceltilen sevgili olmadığını  sezdirmektedir. Sevgiliden gelen her türlü eziyete, belaya sabretmeye razı olan âşığın katlanamayacağı tek şey, güzelin ellerle alışveriş içinde olmasıdır. 

Mısralarda geçen güzelin niteliği yerli ve mahalli ögelerin şiirde yer almasının göstergesidir.

S

Bugün bir mahrem-i esrâr yâr-ı nükte-pîrâdan

mısra'ında geçen mahrem kelimesinin Arapça gramer kurallarına göre veznini bulunuz. Aynı kökten türetilmiş kelimeler ve anlamlarını yazınız.

mahrem: mef'al vezninde.

haram aynı köke sahiptir.

Bu kökten

ihrâm: haram olmak

tahrîm: haram kılmak

muharrem: haram kılınan 

kelimeleri türetilmiştir.

S

Bûy-ı gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu
Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana

beytini günümüz Türkçesine çeviriniz.

Gülün kokusu damıtılmış, nazın ucu işlenmiş; biri sana ter, birisi de mendil olmuş.

S

Şöyle gird olmuş Firengistan birikmiş bir yere
Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana

Yukarıdaki beyitte karşımıza çıkan en baskın edebi sanat nedir? Açıklayınız.

Beyitte mübalağa sanatı baskındır. Frengistan, kâfirlerin ülkesidir. Küfür, siyahlığı simgeler. Güzellik unsurlarından sa-
yılan ben de siyahtır. Benin koyu renkli olanı makbul sayılır. Güzelin kaşının kenarında simsiyah bir ben vardır. Şair, güzelin beninin ne kadar kara olduğunu belirtmek için bütün Frenk ülkesini bir ben hâline getirmektedir.

S

Sen ne câmın mestisin bi’llah kimin hayrânısın
Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hâl olmuş sana

Yukarıdaki beyti içinde geçen edebi sanatlarıyla birlikte açıklayınız.

Gönül kendini aldırmış, yani âşık olmuştur. Sarhoş gibidir. Fakat neden sarhoş olduğu sorusuna muhatap olmaktadır (istifham). Şarap sarhoşuna mest, afyon gibi  uyuşturuculardan sarhoş olana hayran denir. Hayran kelimesi tevriyeli olarak kullanılmaktadır. Câm (=kadeh) kelimesi kullanılarak mecaz-ı mürsel yoluyla içindeki şarap kastedilmektedir.

S

Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden

mısra'ında geçen mecrûh kelimesinin Arapça gramer kurallarına göre vezni nedir? Bu kelimeden türeyen başka kelimeler yazınız.

Mecrûh, mef'ûl veznindedir. Bu vezindeki kelimeler edilgen bir anlam ifade ederler. 

Kelime cerîha(yara) kelimesiyle aynı kök harflerine sahiptir. Mecrûh, yaralanmış anlamına gelir. 

Bu kökten cerrâh kelimesi türetilmiştir. Aslında daima yaralayan anlamına gelen kelime, uzmanlık alanı ameliyat yapmak olan hekim anlamında kullanılır.

S

Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır

Yukarıdaki beytin vezne göre takti'ini yapınız.

Murâdın an/larız ol gam/zenin iz‘â/nımız vardır
Belî söz bil/mezüz ammâ/ biraz irfâ/nımız vardır

S

Murâdın anlarız ol gamzenin iz‘ânımız vardır
Belî söz bilmezüz ammâ biraz irfânımız vardır

Yukarıdaki beyitte geçen "gamze" kelimesiyle anlatılan hususlar nelerdir? Gamze Osmanlı şiirinde nasıl geçmektedir?

Gamze, sözlüklerde süzgün bakış, yan bakış ibareleriyle karşılanmakla birlikte divan şiirinde gamzeyle anlatılmak istenen, mimiklerle de bütünleşen etkileyici bakıştır. Gamze bir savaşçıda bulunması gereken acımasızlık, kan dökücülük ve öldürücülük gibi özelliklere sahiptir. Bu özellikler aynı zamanda güzelin âşık karşısındaki gücünü de simgeler.
Mecazi olarak gamzeyle kastedilen, sevgilidir. 

S

O şûhun sunduğu peymâneyi redd etmezüz elbet
Anunla böylece ahd etmişiz peymânımız vardır

Yukarıdaki beyitte tasavvufi yorum yapmaya imkan tanıyan kelime nedir? Açıklayınız.

Verilen sözden dönmemek gibi erdemli bir davranışa vurgu yapan şair, bulduğu cinas etrafında oluşan birikimi değerlendirmek niyetindedir. Tasavvuf neşesi taşıyan bir şairin divanında böyle bir beyitle karşılaşsaydık pekâlâ bezm-i ezelde (ezel meclisi) gerçekleşen akitleşmeyi hatırlar ve beyti bu çerçevede açıklardık.

S

Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül
Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül

Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çevirerek açıklayınız.

"Ey gönül! Sevgilinin kâkülüne tutsak olmuşa benziyorsun; sabah rüzgârı estikçe perişan oluyorsun." şeklinde günümüz Türkçesine çevrilen beyit hakkında şunlar söylenebilir:
Sabah rüzgârı, âşığın beklentilerine uygun olarak sevgiliden bazen haber bazen de koku getirir. Bazen de sevgilinin saçlarını dağıtarak âşığın gönlünü perişan eder. Çünkü
âşığın gönlü sevgilinin zülfünün telleriyle bağlıdır.

S

Eşkimde böyle şu‘le nedendir meger ki sen
Çün sûz u tâb giryede pinhânsın ey gönül

Yukarıdaki beyti günümüz Türkçesine çeviriniz.

Gözyaşımda böyle parıltının olması nedendir? Ey gönül! Herhâlde sen ateş ve ışık gibi gözyaşında gizlisin.

S

Hac yollarında meş‘ale-i kârbân gibi
Erbâb-ı aşk içinde nümâyânsın ey gönül

Yukarıdaki beyti açıklayınız.

Hacca kervanlarla gidildiği devirlerde kervanın önünde meşale taşıyan ve böylece yolu aydınlatan görevliler bulunurdu. Meşaleci, kafilenin önünde yürürken elinde kandil yahut aydınlatıcı bir ateş taşıdığı için uzaktan bile olsa ilk bakışta görülür. Meşaleye benzetilen gönül de âşıklar arasında öyle görünmektedir (tecrit).

S

Mahallî-Folklorik üslubun temsilcileri hakkında genel olarak neler söylenebilir?

  • XVIII. yüzyılda gündelik hayatın bütün ayrıntıları manzum eserlerde yer alır.
  • Daha önceki yüzyıllarda genellikle yüceltilen aşk, sıradanlaşır.
  • Eserlere edebî değer katmak üzere ara sıra başvurulan hüner gösterileri ve söz sanatları bazı eserlerin temel niteliği hâline gelir.
  • Nedim’in şiirlerinde görülen uçarılık ve rahat söyleyiş, Enderunlu Fazıl tarafından bir adım ötesine taşınarak cinselliğin farklı biçimlerde anlatımına dönüşür.
  • Klasik dönemde daha çok, önemli olaylara ve etkinliklere ebced hesabıyla tarihler düşürülürken giderek gündelik hayatın her türlü sıradanlığı tarih manzumelerinin konusu olur.
  • Adanalı Sürurî tanık olduğu veya duyduğu her konuyla ilgili tarih düşürür.
  • Mahallîleşmenin Nedim’den sonra daha da yaygınlaştığı ve sıradanlaştığı bilinmektedir.
S

Enderunlu Fazıl'ın hayatı hakkında kısaca bilgi veriniz.

  • Asıl adı Hüseyin’dir.
  • Enderun’a verilerek eğitim görmesi sağlandı.
  • Fazıl, Enderun’daki uygunsuz davranışları ve çapkınlıkları sebebiyle buradan uzaklaştırıldı.
  • Yaklaşık on iki yıl İstanbul sokaklarında perişan bir şekilde dolaştı.
  • Devrin ileri gelenlerine yazdığı kasideleriyle çektiği sıkıntıları dile getirdi.
  • III. Selim döneminde affedilerek Rodos vakıflarıyla ilgili bir göreve getirildi.
  • Halep defterdarlığında memuriyet, Maden-i Hümayun emaneti, Erzurum ve yöresini teftiş gibi görevlerden sonra bir şikâyet üzerine Rodos’a sürüldü.
  • Kendisiyle birlikte Rodos’ta sürgün hayatı süren Ebubekir Ratip Efendi’nin idam edilmesinden veya III. Selim’in öldürülmesinden duyduğu üzüntüden ötürü uzun süre ağladığı için gözlerini kaybetti.
  • Bunun üzerine İstanbul’a dönmesine izin verildi. 1225/1810
    yılında İstanbul’da vefat etti.
S

Enderunlu Fazıl'ın sanatını Nedim, Nabi ve Sabit'in sanatıyla bir cümlede kıyaslayınız.

Coşkusunu Nedim’den ve umarsızlığını Sabit’ten gelen çizgide dillendirmeye çalışan şair, geçmişe dönük muhasebe ve pişmanlık anlarında ise Nabî’den ödünçlediği bir üslupla hikmetli sözler söylemeye gayret eder.

S

Enderunlu Fazıl'ın eserleri nelerdir?

Divan

Çenginame

Defter-i Aşk

Hubanname

Zenanname

S

Müverrih Sürurî'nin hayatı hakkında kısaca bilgi veriniz.

  • Tarih düşürme sanatındaki ustalığından ötürü “müverrih” sıfatıyla anılan Sürurî’nin asıl adı Osman’dır.
  • Adanalıdır.
  • Şairliğinin ilk beş yılında Hüznî mahlasını kullandıktan sonra hamisi Şeyhülislam Yahya Tevfik Efendi’nin tavsiyesiyle Sürurî’yi tercih eder.
  • Hiciv ve hezel türündeki şiirlerinde ise Hevayî mahlasını kullanır.
  • III. Selim’e bir kaside sunan şair, bu kaside sayesinde atandığı görevle memuriyet hayatını noktalar.
  • Sürurî, hayatı boyunca üç evlilik yapmış, üçüncü evliliğinden bir kızı olmuşsa da doğumundan kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
  • Kızının ölümünden altı yıl sonra da kendisi ölmüştür (1229/1813).