SOSYAL İNŞACILIK (KONSTRÜKTİVİZM)
Konstrüktivizmin ortaya çıkışı ve diğer kuramlarla arasındaki ilişki nasıl açıklanabilir?
Tarihsel gelişim sürecinde, uluslararası olaylarca yönlendirilen bir ritme bağlı olarak, disiplin içerisinde bir takım kuramsal yükseliş ve alçalışların yaşandığı görülmektedir (Kahler, 1997: 41). Bu kuramsal yaklaşımlardan biri olan konstrüktivizmin ortaya çıkışı, büyük ölçüde disiplin içerisinde 1980’lerden sonra gündeme gelen ve özünde pozitivist- ler ile postpozitivistler arasında yaşandığı varsayılan ‘üçüncü büyük tartışma’ ile ilişkilendirilerek ele alınmaktadır (Lapid, 1989). Bu tartışmayla birlikte disiplin içerisinde bir taraftan bir kutuplaşma yaşanırken, diğer taraftan bu iki grup ara- sında ortak bir zemin bulunmasına yönelik yeni kurumsalcılık (neo-institutiona- list) ve konstrüktivizm gibi bazı arayışlar gündeme gelmiştir (Waever, 1996: 168). İşte bu nedenle konstrüktivizm, genel bir eğilim olarak, bu iki grup ararsında bir yere konumlandırılmaktadır. Zaten kimi konstrüktivist yazarlar da pozitivistler ile postpozitivistler arasında bir köprü kurma ve bir bakıma, bunlar arasındaki boşluğu doldurma iddiasındadır. Bu açıdan bakıldığında, konstrüktivizmi ‘üçün- cü tartışma’ içindeki ‘üçüncü yol’ olarak da nitelendirmek mümkündür.
Konstrüktivist düşüncenin en ayırt edici yönü nedir?
Konstrüktivist düşüncenin en ayırt edici yönü, sosyalliğe yapmış olduğu güçlü vurgudur. Öncelikle belirtmek gerekir ki, konstrüktivizm doğa ile sosyal dünyayı birbirinden ayıran bir bakış açısına sahiptir. Ontolojik açıdan bakıldığında, kons- trüktivizm aslında sosyal gerçekliğin inşasına dair bir kuramdır. Buna göre, somut gerçeklerin dışında salt biz onlara birtakım fonksiyonlar ve anlamlar atfediyor olduğumuz için var olan kimi gerçekler de bulunmaktadır.
Konstrüktivist düşünceye göre, kurallar ve kurumlar nasıl işlev gösterir?
Konstrüktivist düşünceye göre, süreklilik arz eden ve karşılıklı işleyen bir süreç içerisinde insanlar toplumu, toplumlar da insanı olduğu ‘şey’ yapmaktadır. Bu süreçte insanları ve toplumu birbirine bağlayan şey ise kurallardır. Hukuksal ku- ralları da içine alan sosyal kurallar, ilgili sürecin sürekli ve karşılıklı bir biçimde işlemesini sağlarlar. Doğaları gereği normatif olan kurallar, amillere neyi yapıp neyi yapmamaları gerektiğini söyleyen genel ifadeler olarak da değerlendirilebi- lirler. Buradaki ‘gereklilik’ ifadesi, davranışların mevcut standartlara uydurulması anlamına gelmektedir. Kurala uymak ya da onları ihlal etmek, kural koymak ya da onları kaldırmak gibi kurallara ilişkin her türden davranışa ise faaliyet denmek- tedir. Bir kuralın tam olarak neyi ifade ettiğini bilmesek bile, insanların faaliyet- lerine bakarak onun neye dair olduğunu anlamak mümkündür
Genel anlamda kuralları ne şekilde sınıflandırılabilir?
Genel anlamda kuralları eğitici (instruction), yönlendirici(directive) ve vaadedici (commitment) kurallar olarak sınıflandırmak mümkündür.
Felsefi manada oluşturucu (constitutive) kurallar nelerdir?
Oluşturucu kurallar tüm sosyal yaşa- mın kurumsal temelini oluştururken, düzenleyici kurallar nedensel etkilere sahiptir. Oluşturucu kurallar, uluslararası ilişkiler açısından son derece önemlidir. Öyle ki, ta- rafların üzerinde karşılıklı olarak anlaştığı bu türden kurallar olmaksızın uluslararası ilişkilerin ve aktör davranışlarının anlaşılabilmesi pek de mümkün değildir. Oluşturu- cu kurallar, etkili ya da daha az etkili olabileceği gibi, çatışma ya da işbirliği doğurucu nitelikte de olabilirler (Ruggie, 1998: 871, 879). Oluşturucu kurallar sosyal yapının, düzenleyici kurallar ise sosyal denetimin araçları olarak görülebilirler.
Sosyal düzenin işleyişinin en önemli unsurları arasında yer alan amiller nelerdir?
Sosyal düzenin işleyişinin en önemli unsurları arasında yer alan amiller, aslında kurallar tarafından belirlenmektedirler. Gould (1998: 81) amilleri faaliyetleriy- le maddi anlamda dünyayı etkileyen birey ya da bireyler olarak tanımlar. Yani, sistem içindeki aktif katılımcılar konumunda bulunan amiller, genellikle gerçek insanlardır. Amillik kurumu ise statülerden, görevlerden ve rollerden meydana gelmektedir. Kurumsal bağlamına göre her amil bir statü, bir görev ve bir role sahip olmalıdır ki, çoğu durumda amiller bunların her üçüne birden sahiptirler. Amillik aslında ilgili toplum ölçeğinde ve kurallar aracılığıyla oluşan ve faaliyet gösteren bir kurumdur. Dolayısıyla hiç kimse tüm durumlar için bir amil olamaz (Onuf, 1998: 72). Kısacası insanlar ancak kuralların belirlediği durumlarda ve mensubu oldukları toplumun kapsamı ölçeğinde amil olabilmektedirler. Amilleri diğer insanlar adına hareket eden bireyler olarak da düşünmek müm- kündür.
Konstrüktivizmin sosyal mantığı açısından amiller ile kurallar arasında nasıl bir ilişki vardır?
Konstrüktivizmin sosyal mantığı açısından amiller ile kurallar arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Onuf bu durumu, “kurallar amilleri, amiller de kuralları oluşturur” biçiminde ifade etmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere, kurallar insanlara dünya üzerinde faaliyette bulunma fırsatı vererek, aralarından amiller ortaya çıkarmaktadır. Söz konusu faaliyetleri yardımıyla amiller, birer birey ola- rak, maddî dünyayı kendileri için bir sosyal gerçeklik hâline getirirler. Kısacası amiller, kendileri ve/veya başkaları yararına, bireysel olarak ya da diğerleri ile or- tak bir şekilde hareket eden insanlardır. Kurallar ise dünyanın maddi yanlarını amillerin kullanımına açık hâle getiren düzenlemeler olarak görülebilirler. Kural- lar, amillere diğer amillerin faaliyetlerini sınırlama imkânı da vermektedir (Onuf, 1998: 64-65). Kurallar, işlerlik kazanabilmek için amillere ihtiyaç duymaktadır- lar. Kurallar makro düzeyde dolaylı yollardan da olsa devletleri, mikro düzeyde ise doğrudan bireyleri amil hâline getirerek işlerliklerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla kurallar ile amiller arasındaki ilişkinin ontolojik bir durum olduğu söylenebilir.
Kurallar ile onları uygulayacak olan amiller arasında pratik bir ilişki nasıl kurulabilir?
Kurallar ile onları uygulayacak olan amiller arasında pratik bir ilişkinin ol- duğu da görülmektedir. Aslında kurallar, amillere faaliyetleri bakımından çeşitli tercihler sunmaktadırlar. Bir anlamda, kurallara ilişkin tercihleri de yine amil- lerin kendileri yapmaktadırlar. Dolayısıyla herhangi bir kurala uyup uymamak, söz konusu âmilin tercihine kalmış bir durumdur. Bununla birlikte, amillerin en temel tercihinin kurallara uymak olduğu söylenebilir. Çünkü kurallara uymanın iş görme maliyetlerini azaltmada önemli işlevleri bulunmaktadır. Ayrıca kurallara uymak, devletler açısından düşünecek olursak, uygar devletler topluluğuna ya da Avrupa’daki gibi oluşturulmaya çalışılan uluslarüstü nitelikteki birliklere katılabil- mek açısından önemli avantajlar sağlayacaktır (Wiener 2003: 265). Bununla bir- likte, kendi eylemlerinin sonuçlarını kestirebilme yeteneğine sahip olan amiller, bazen kurallara uymamayı da tercih edebilirler. Fakat kurallara uymama durumu, sıklıkla tercih edilen bir şey değildir.
Konstrüktivistlere göre Uluslararası İlişkiler disiplini açısından da aslında tartışmalı bir kavram olan yapının temelinde yatan şey nedir?
Konstrüktivistlere göre Uluslararası İlişkiler disiplini açısından da aslında tartışmalı bir kavram olan yapının temelinde yatan şey, dışarıdan da ta- nımlanabilen bir kurallar, kurumlar ve tercihler örüntüsünün varlığıdır.
Giddens’ın yapılanma (structuration) kuramında amil yapı ilişkisi nasıl ele alınmıştır?
Sosyal kuramın temel tartışma konularından biri olan amil-yapı ilişkisine dair fark- lı yaklaşımlar arasında konumuz açısından en önemli olanı Giddens’ın yapılanma (structuration) kuramıdır. Kuramın temelinde, yapıların ikiliği (duality) varsayımı yatmaktadır. Bu kuram, sosyal kuram içerisindeki diğer temel yaklaşımlardan, yani yapıyı amile dolayısıyla onun eylemlerine önceleyen yapısalcılık ve fonksiyonalizm- den de amili ve onun eylemlerini yapıya önceleyen yorumsamacı sosyolojinin herme- neutik geleneğinden de farklıdır. Burada yapıların ve amillerin oluşumu birbirlerin- den ayrı olarak düşünülmez. Bunlar, sosyal bir süreç içerisinde birbirlerini karşılıklı olarak inşa eden unsurlardır. Karşılıklı etkileşim hâlinde gelişen bu süreçte amiller hem yapıyı etkilemekte hem de ondan etkilenmektedirler. Amiller tarafından hare- kete geçirilen kurallardan ve kaynaklardan meydana geldiği ve aslında zihinlerde var olan bir şey olduğu düşünülen yapı, amil davranışları için sınırlayıcı ve mümkün hâle getirici etkiler yaratmaktadır
konstrüktivizmin uluslararası ilişkilere dair en temel iddiası nedir?
Epistemolojik açıdan bilginin, ontolojik açıdan ise sosyal gerçekliğin inşasına odak- lanmış bir kuram olarak konstrüktivizmin uluslararası ilişkilere dair en temel iddiası ise uluslararası yaşamın doğasının maddi olmaktan ziyade, sosyal olduğudur.
Konstrüktivistlere göre uluslararası yapı hangi ögelerden oluşur?
Konstrüktivistlere göre uluslararası yapı, örneğin neorealistlerin öngördüğü gibi salt maddi kaynakların dağılımından değil, aynı zamanda sosyal ilişkilerden de oluşmaktadır. Buna göre, herhangi bir sistem maddi koşullar, çıkarlar ve fikirler olmak üzere üç unsurdan oluşur. Üstelik bunlar birbirlerinden bağımsız olmayıp iç içe geçmiş durumdadırlar.
Konstrüktivist mantığa göre anarşi neye işaret eder?
Konstrüktivist mantığa göre anarşi, aslında hiçbir devletin ya da devlet grubunun diğerleri üzerinde egemen olmadığı bir durumuna işaret etmektedir. Yani aslında anarşi bile bir kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kural, devletlerin üzerinde ve onlara egemen olacak herhangi bir kurumun bulunmadığı anlamına gelmektedir.
Materyalist kuramlar ile idealist kuramlar arasındaki fark nedir?
Materyalist kuramlar, çıkarların büyük oranda maddi koşullarca şekillendi- rildiğini düşünürken; idealist kuramlar, çıkar oluşumunda fikirlerin rolüne öncelik vermektedir.
Konstrüktivizmin kimliklerle ilgili temel varsayımı nedir?
Burada konstrüktivizmin temel varsayımı kimliklerin, çıkarların temelini oluştur- duğu yönündedir. Yani çıkarlar, kimliklere dayanmaktadır. Bunun mantıksal sonu- cu ise ne istediğimizin aslında kim olduğumuza bağlı olduğudur.
Konstrüktivizm kimlik oluşum sürecinde en önemli aktörler olarak kimi görmektedir?
Konstrüktivizm kimlik oluşum sürecinde en önemli aktörler olarak devletleri görmektedir. Ruggie’nin (1998: 879) de belirttiği üzere, konstrüktivizm öncelikle devletlerin kimliklerini ve çıkarlarını sorusallaş- tırmaktadır ve onların sosyal bir biçimde oluştuklarını açıklamaya çalışmakta- dır. Burada, aktörlerin kimlik kazanma sürecinin, diğer aktörler ile paylaştıkları kolektif manâlara katılım yoluyla gerçekleştiği varsayılmaktadır. Yani kimlikler, konstrüktivizme göre doğaları gereği ilişkiseldirler (McSweeny 1999: 117). Elbette bu süreçte, devletler arasında işbirliğine dayalı olarak bir takım kolektif kimlikle- rin oluşması da mümkündür. ‘Öteki’ne karşı olumlu bir kimliklendirmenin oldu- ğuna işaret eden bu tip durumlarda devletler, içerisinde ‘biz’ olarak hareket ede- bilecekleri kurumlar oluşturabilmektedirler. Kısacası, konstrüktivizm açısından uluslararası işbirliği hem mümkün hem de istenilir bir durumdur. Bu tür kim- liklerin oluşumunda ise fiziksel güvenlik, istikrarlı bir sosyal kimliğe sahip olma, bir aktör olarak tanınma ve diğerleriyle daha iyi bir yaşam standardı sağlama gibi birtakım istekler etkin olabilmektedir.
Konstrüktivizmin egemenlik anlayışı nedir?
Egemenliği süjeler-arası bir kavram olarak görüyor olması konstrüktivizmin en ayırt edici yönlerinden biridir. Bu bakış açısına göre egemenlik, diğerleri olmadan herhan- gi bir anlam ifade etmez. Egemenliğin bizatihi kendisi, bir ‘egemen devlet’ yaratmaz.
Egemenlik kavramı, devletler sistemi içinde ne ifade eder?
Bilindiği üzere egemenlik kavramı, genellikle devletler sistemi içinde bir arada var olmanın temel kuralı olarak benimsenmektedir. Bu hâliyle kavram, ideolojik farklılıkları aşan bir mahiyete sahiptir. Öte yandan, egemenlikten çoğunlukla ko- runması ve savunulması gereken bir kurum olarak da bahsedilmektedir. Bunun yanı sıra, egemenliğin devlet faaliyetleri için uluslararası hukukta dayanak sağla- dığı ve ihlal edilmesi durumunun uluslararası ilişkilerde güç kullanımını meşru- laştırıcı bir neden olduğu da söylenebilir. Buradan da anlaşıldığı üzere, egemenlik aslında ‘sosyal’ bir kavramdır. Devletlerin egemenlik iddiaları, içinde ‘uluslararası devletler toplumu’ olarak etkileşimde bulunabilecekleri sosyal bir çevre oluştur- maktadır. Yani muğlak bir kavram olmakla birlikte egemenlik, tarihsel bir bağlam içerisinde sosyal olarak oluşmaktadır (Biersteker and Weber, 1996: 1-2). Sosyal bir kimlik ve kurum olarak egemenlik, anarşi tehlikesini azaltıcı bir işlev de görür. Anarşi tehlikesini azaltan bu kurum, devletlerin hayatta kalmalarını sağlar veya tam tersine yok olmalarına neden olur.
Konstrüktivistlerin güvenlik kavramına yaklaşımı nasıldır?
Konstrüktivistlerin güvenlik kavramına yaklaşımı da yine bu düşüncenin sosyal mantığının izlerini taşımaktadır. Tüm sosyal kuramlar gibi konstrüktivizm de gü- venlik kavramının özüne yönelik eleştirel bir bakış açısına sahiptir. Dolayısıyla bu husus, konstrüktivizm ile klasik pozitivist kuramlar arasındaki önemli farklardan birini oluşturmaktadır. Diğer eleştirel yaklaşımlarda olduğu gibi, konstrüktivizmde de güvenlik; savunmaya, tehdit dengesine ve saldırılara ya da bunlara benzer her- hangi bir nesnel ve maddi unsura indirgenemez bir olgu olarak görülmektedir. Bu- rada güvenlik, kimliklerle ilişkilendirilerek ele alınmaktadır.
Konstrüktivist Uluslararası İlişkiler yaklaşımları ne üzerine yoğunlaşır?
Konstrüktivist Uluslararası İlişkiler yaklaşımları, genel bir eğilim olarak, realizm ve liberalizm gibi güç ve ticaret türünden maddi ögeler yerine fikirlerin dünya siyasasındaki etkisi üzerine yoğunlaşmışlardır. Elbette bu durum, konstrüktivistlerin maddi ögeleri bütünüyle yadsıdığı anlamına gelmez.