aofsorular.com
TAR205U

Devlet Teşkilatı Kültür ve Medeniyet

8. Ünite 20 Soru
S

Türkiye Selçuklularının Büyük Selçuklu Devleti'nden farklılaştığı iki temel olgu nedir?

Türkiye Selçukluları, devlet teşkilatında da tabiatiyle uzantısı oldukları Büyük Selçuklu Devletini esas almışlardır. Ancak onların Anadolu’da karşılaştıkları iki önemli olgunun devlet teşkilatı üzerindeki etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Bunlardan biri Selçukluların köklü ve gelişmiş bir devlet yapısına sahip olan Bizans toprakları üzerinde kurulmuş olmasıdır. Gerçi Bizans devlet teşkilatının ve müesseselerinin Selçuklular üzerinde etkisinin olup olmadığı araştırılmış değildir. Bununla birlikte sınırlı da olsa, karşılıklı etkileşim mümkün görünmektedir. Diğeri ise Doğu İslam dünyasını kasıp kavuran Moğol istilasının siyasi etkileriyle birlikte devlet teşkilatı üzerindeki fiilî müdahaleleridir.

S

Türkiye Selçuklularının devlet teşkilatı hakkında başvurulabilecek kaynaklar nelerdir?

Genel olarak bütün Selçuklu şubeleri için olduğu gibi Türkiye Selçuklularının devlet teşkilatı hakkında da o dönemde yazılmış müstakil bir kaynak yoktur. Bu devletin teşkilatı için de başvurabileceğimiz kaynaklar inşa ve münşeat mecmuaları, siyasi tarih kaynakları, sikkeler, kitabeler ile temlikname ve vakfiye gibi belgelerdir.

S

Sultanın başlıca sembolleri nelerdir?

Sultana ait olan her şey zamanla onun alâmeti olmuştur. Taht ve taç doğal olarak sadece sultana mahsustur. Diğer semboller belli sınırlandırmalarla, tâbiler veya diğer devlet adamları tarafından da kullanılmaktaydı. Fakat sultana ait olanlar diğerlerinden daha farklı, haşmetli ve emsaliz idiler. Unvan-lakap-künye, hutbede adını okutturma, sikke bastırma, nevbet vurdurma, tuğra ve tevki’, saray ve otağ, tırazhil’at, çetr, gâşiye bunların başlıcalarıdır.

S

Sultanın sembollerinden hutbe nedir?

Hutbe: İslam dininde Cuma ve bayram namazlarının bir rüknü olan hutbe, aynı zamanda otoritenin ve siyasî iktidarın kendini ifade ettiği bir sembol olmuştur. İktidarın toplumla iletişim kurabileceği, kendini ifade edebileceği doğal ve etkili bir fırsat olan hutbeyi, halife ve hükümdarlar gayet iyi değerlendirmişlerdir. Tahta çıkan şehzadenin ilk yapacağı iş hutbede, sultan unvanıyla adını okutturmaktı. Hanedan mensubu ve diğer tâbiler ise kendi bölgelerinde okunan hutbelerde sultanın adından sonra kendi isimlerini okutabilirlerdi. Aksi takdirde isyan etmiş kabul edilirlerdi. Abbasi halifesi ise sultanlığının tanınması için kendisine başvuran şehzadenin talebini uygun görürse Bağdat ve civar şehirlerdeki hutbelerde onun adının okunmasını sağlardı. Böylece iktidarın meşruiyeti sağlanmış olurdu. Keza bazı sultanlar veliaht olarak seçtikleri oğullarının adını da hutbelerde okuttururlar, halifenin ve vassallarının da okutmasını talep ederlerdi.

I. Süleymanşah’ın Tarsus’u fethettikten sonra Trablusşam hakimi fiîî Kadı İbn Ammâr’dan kadı ve hatip istediği ifade edilmişti. Ancak daha sonra Antakya’nın fethi dolayısıyla Sultan Melikşah (ve Abbasi halifesi)’ın adını hutbede okuttuğu ve para kestirdiği rivayet edilmektedir. Bununla birlikte söz konusu rivayet tarihi vakıaya uymamaktadır. I. Kılıç Arslan’dan itibaren bütün Türkiye Selçuklu sultanları kendi adlarına hutbe okutmuşlardır. Türkiye Selçukluları Güneydoğu Anadolu, Suriye ile el-Cezire’de gücünü hissettirdiği zamanlarda bazı Artuklu ve Eyyubi melikleri ile Erbil beyi de tâbiyet alâmeti olarak hutbelerde Selçuklu sultanlarının adlarını zikretmişlerdir.

S

Melikü’l-hüccâb kimdir?

Sarayın en büyük âmiridir. Maiyetinde hâcibler vardır. Sultan ile Dîvân-ı A’lâ yani hükûmet arasındaki irtibatı sağlardı. Ancak kaynaklarda onlardan daha çok komutan veya elçilik gibi geçici görevleri dolayısıyla bahsedilmektedir.

S

Merkez teşkilatında vezaret nedir?

Vezir sultanın menşûru (fermanı) ile göreve başlar. Yürütme, yasama ve yargı yetkilerini elinde bulunduran sultanın vekili sıfatıyla devletin bütün işlerini idare eder. Genel olarak vezirin görev alanı ve yetkileri Büyük Selçuklu vezirleriyle aynıdır. Ancak Moğol istilasının doğurduğu fiilî durum sonucunda vezir ve diğer üst mevkilerdeki devlet adamları artık otoritesi elinden alınan sultanın değil, İlhanlı hükümdarlarının ve onların tayin ettikleri umumî valilerinin istekleri doğrultusunda icraat yapar duruma geldiler. Hatta vezir başta olmak üzere nâib-i saltanat ve atabegler sultan tarafından değil İlhanlılar tarafından seçilmeye başlandı. Daha da ileri gidilerek sultanın vezirinden başka İlhanlılar da kendilerine bağlı ikinci bir vezir, nâib-i saltanat ve atabeg tayin etmeye başladılar. Dolayısıyla devlet adamlarının icraatları genelde Selçuklu Devletinin ve ülkesinin menfaatlerinden çok İlhanlıların menfaatleri doğrultusunda olmuştur.

S

Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanlar nasıl sıralanır?

Taşraya yönetici olarak gönderilen idarecilerin taşıdıkları unvanları şöyle sıralamak mümkündür: Melik (şehzade), melikü’s-sevâhil / reîsü’l-bahr, sâhib, sü-başı / serleşker, muktâ’, nâib.

S

Selçuklular'da Türkmenlerin askeri teşkilattan uzaklaştırılmak istemelerinin sebebi nedir?

Türkiye Selçuklularının askerî teşkilâtı da esas itibariyle Büyük Selçuklunun devamı mahiyetindedir. Bu sebeple her ikisi de, boylar birliği esasına dayanan bozkırlı Türk Devleti hüviyetleri dolayısıyla Türkmenlere dayanmaktaydılar. Ancak devletin aslî unsurunu ve büyük ölçüde askerî gücünü oluşturan Türkmenler, Selçuklu sultanlarının merkeziyetçi politikalarına direndikleri ve şehzâde isyanlarında devleti sarsıntıya uğratacak roller oynadıkları için zamanla sistemin dışına çıkarıldılar. Büyük Selçuklular’da Nizâmülmülk’ün tavsiyesiyle, boy dayanışması kırılacak şekilde, kendilerinin alternatifi olan gulâm sistemi içinde dağıtılmaya çalışılmışlardı. Buna rağmen direnen unsurlar batıya göç ederek Azerbaycan ve Anadolu’da yoğunlaştılar. Türkmenler aynı problemlerin yaşandığı Türkiye Selçuklularında ise, 1176’dan sonra daha çok uçlara itilmek suretiyle merkezden uzaklaştırılmış; fakat uç beylerinin idaresinde askerî hizmete devam etmiş, ikinci dönem beyliklerin de temelini oluşturmuşlardır.

S

Gulam askerini tanımlayınız.

Muhtelif yollarla temin edilip gulâmhanelerde ciddî bir eğitimden geçirilen gulâmlardan seçilmiş, daimî, maaşlı, profesyonel askerlerdir. Türkiye Selçuklularında Türk, Kıpçak, Hıtay, Kürt, Tâcik, Deylemli, Kazvinli, Keşmirli, Rum, Ermeni, Gürcü, Rus, Frank, hatta Çinli gibi çok farklı unsurlardan gulâmların bulunduğu bilinmektedir. Bunlar bulundukları konuma ve göreve göre muhtelif isimlerle anılmaktadırlar.
Gulâmân-ı hâss bütün saray gulâmlarını ifade eden gulâmân-ı dergâhtan seçilen ve doğrudan sultanın şahsına bağlı olan gulâmlardır. Bunlar sultanın özel hizmetini ve muhafızlığını yaparlar ve her zaman onun yanında bulunurlardı. Ancak sultanın emriyle muhtelif işlerde de görevlendirilirlerdi. Heybetli ve yiğit olanlarından seçilen mefâridelerin bir kısmı sarayın, bir kısmı da sultanın muhafızlığını yaparlardı. Mefâride-i halka-i hâssın ise bunların bir kısmına verilen isim olduğu anlaşılıyor. Gulâmân-ı hâssın diğer bir kısmı da genel olarak hizmetkârları ifade eden mülâzimândır. Bunlardan mülâzimân-ı yatak-ı hümâyûn ise sultanın muhafızlığını yapmakta ve dolayısıyla hâssa ordusunda önemli bir yer teşkil etmekteydiler.

S

İkta Askeri nedir?

İktâ çok boyutlu bir sistemdir. İktâ uygulaması, mukta’lar vasıtasıyla taşranın, mukta’ların vergileri toplaması yoluyla maliyenin yönetimini sağlamakta ve buradan sağlanan askerler sayesinde ordunun temelini oluşturmaktaydı. Türkiye Selçuklu Devleti Büyük Selçuklu Devletinin uzantısı olarak onun aslî unsurlarından biri olan bu sistemi de devralmıştır. Ancak askerî iktâlar küçültülmüş ve vilayetlere sübaşı (serleşker) olarak gönderilen emirlerin yetkileri sadece toplayacağı askerlerin komutanı olmakla sınırlandırılmıştır. Bu olumlu değişiklikler merkezî otoriteyi güçlendirmiş ve en azından Moğol istilasına kadar ülkenin istikrarına ve kalkınmasına büyük katkı sağlamıştır.

S

Ücretli asker uygulaması Türkiye Selçuklularında hangi dönemden itibaren ortaya çıkar?

İhtiyaç halinde temin edilen, başta Franklar olmak üzere, Türkmenler de dâhil birçok farklı kökene mensup paralı askerlerdir. Bu uygulama Türkiye Selçuklularında XIII. yüzyılın başından itibaren görülür. Bunlar zaman zaman etkili de olmuşlardır. Nitekim Babaî İsyanının bastırılmasında Türkmenlere karşı ön saflara sürülen Frank askerlerinin etkili olduğu bilinmektedir.

S

Türkiye Selçıklularındaki yardımcı kuvvetler nelerdir?

Devlete zaman zaman tâbi olmak zorunda kalan Kilikya Ermeni Krallığı, Trabzon Rum Devleti ile Doğu, Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de hüküm süren Artuklular, Mengücekler, Eyyûbîler gibi bölge ve şehir hâkimleri ihtiyaç durumunda, tabilik ükümlülüğü gereği asker vermekteydiler.

Bunların dışında bazen zorunlu olarak, bazen isteyerek orduya katılan gaziler, şehir kuvvetleri, hatta evbâş veya ayyâr denilen başıbozuk takımı gibi düzensiz gönüllü birlikler de bulunmaktaydı.

S

Divan-ı Arız'ın görevleri nelerdir?

Ordunun idarî işleri, asker temini, gulâm askerlerin maaşları, iktâların kontrolü, ordunun teçhizatının sağlanması, sefer güzergâhının hazırlanması, askerin teftişi, ganimetlerin tespit ve taksimi, kayıtların tutulmasından bu dîvân sorumluydu.

S

Ordunun idari kadrosundaki beylerbeyinin görevleri nelerdir?

Beylerbeyi: Türk Devlet geleneğinde ordunun başkomutanı doğal olarak hakan veya sultandı. Ondan sonraki en büyük askerî makam ise beylerbeyi (emîrü’l-ümerâ)liktir. Büyük Selçuklulardaki başkumandan emîr-i sipehsâlârın karşılığı olmalıdır. Merkezdeki bu beylerbeyinden başka uçlarda sahib-i Etrâk de denen uç beylerbeyleri bulunmaktaydı. Ancak ordu komutanı olarak tayin edilen herhangi bir emir de beylerbeyi unvanını taşırdı. Keza bu unvanı taşıyanlar dışında, vezir veya saray emirlerinden biri de, sultan tarafından komutan olarak tayin edilebilirdi.

S

Meşşailik nedir?

İslâm fetihlerinden sonra Yunan felsefesiyle tanışan Müslümanların Aristo mantığı, Aristo ve Platon felsefelerinin Tanrı-Evren- İnsan ilişkisiyle ilgili görüşleriyle Kelâm ilminin konularını anlamlandırmaya çalıştıkları felsefi akıma meşşailik olarak adlandırılmaktadır.

S

İşraiklik nedir?

İşrakilik, İslam düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi esas alan akılcı meşşailiğe karşı mistik sezgi ve tecrübeye dayanan düşünce sisteminin adıdır.

S

Kutbüddin Şirazî kimdir?

Kutbüddin Şirazî (ö. 1311) Felsefe, tıp, astronomi, matematik, musiki ve din ilimleri gibi birçok disiplinde uzman olup, Selçuklu Türkiye’sinde müderrislik ve kadılık yaptı.

S

Vahdet-i vücut nedir?

Vahdet-i vücut, Allah’tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmayı, gerçek varlığın tek ve bunun da Allah’ın varlığından ibaret olduğunu, Hakk’ın ve onun tecellilerinden başka hiçbir şeyin gerçek bir varlığının olmadığını ileri süren tasavvuf anlayışına denilmektedir.

S

Mevlânâ Celâleddin Rûmî kimdir?

Mevlânâ Celâleddin Rûmî: Etkileri günümüze kadar devam edegelen, dünyaca tanınmış, bu devrin diğer önemli bir siması Mevlana Celâleddin-i Rumî’dir (ö. 1273). O çocuk yaştayken babası Bahâeddin Veled ile birlikte Moğolların önünden kaçarak Belh’ten Anadolu’ya gelmiştir. Kübreviyye halifesi olan babasından, onun vefatından sonra Muhakkık-i Tirmizî’den tasavvufî eğitim almış, Şam ve Halep gibi merkezlerde medrese tahsili görmüştür. Konya’da müderrislik yaparken Kalenderî şeyhi Şems-i Tebrizî’nin de tesiriyle coşkulu bir tasavvufî anlayış geliştirmiş, ilişkileriyle, yazdığı eserlerle müslim, gayr-i müslim halkı, aydınları, yöneticileri derinden etkilemiştir. Kur’an’ın kölesi olduğunu açıkça ifade etmektedir. Onun cezbe halindeyken sema ettiği, ney ve musikiyi, hatta bazen bir anlatım dili olan müstehcen üslubu ilâhî aşka davet için sadece bir vasıta olarak kullandığı, Kuran’ın kölesi olduğunu açıkladığı aşikârdır. Moğol işbirlikçisi olduğu hakkındaki önyargılı iddianın aksine, Mevlânâ’nın Moğol yöneticilerle diyalog içinde olmasının şiddeti azalttığı bilinmektedir. O Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr, Fîhi mâ Fîh gibi bütün eserlerini zamanına hâkim olan Fars kültürü nedeniyle Farsça yazmış olmasına rağmen sadece seçkin bir zümreye değil, toplumun her tabakasına nüfuz edebilmiştir. XIV. yüzyılın Türkçe yazan büyük şairlerinden Âşık Paşa ile Yunus Emre onun görüşleri doğrultusunda yazmışlardır. Ancak Mevleviyye tarikatı onun vefatından sonra, oğlu Sultan Veled zamanında oluşturulmaya başlanmıştır.

S

Hacı Bektaş-ı Velî kimdir?

Hacı Bektaş-ı Velî: Burada Selçuklu devrinde Türkiye’de yaşayan, ancak tarihî olarak hayatı hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmadığımız, daha çok menkıbevi bilgilerle tanınan Hacı Bektaş-ı Veli’yi de anmak gerekir. Onun Moğolların önünden bir Türkmen aşiretinin başında, bir Haydarî şeyhi olarak geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasanî çevresine girerek Vefâî tarikatına bağlandığı ve merkezden uzak Sulucakarahöyük’e yerleştiği tahmin edilmektedir. Ona ait olduğu iddia edilen, Makalât, Kitâbü’l-Fevâid gibi bazı eserler mevcut ise de tartışmalıdır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin etrafında şehirlerden uzakta, yaylak-kışlak hayat tarzını devam ettiren ve Sünnî İslâm kimliğine mensup olmakla beraber coğrafî ve içtimai şartların bir sonucu olarak şehirliler kadar İslâmî bilgiye sahip olmayan Türkmenler bulunmaktaydı. Hayatta iken pek tanınmayan Hacı Bektaş-ı Velî, Türkmenler arasında asıl şöhrete XIV. yüzyılda halifesi Abdal Musa’nın faaliyetleriyle ulaşmıştır. Bu Türkmenler daha sonraları XIV. yüzyılın sonlarından itibaren onun adına izafeten Bektâşî, Safevî propagandasının tesiri altında kalınca da kırsal kesimdekiler Kızılbaş veya Alevî olarak anılmaya başlanmıştır.