Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Sosyolojisi
Erken Cumhuriyet dönemi aydınlarından Celal Nuri, Türk Devrimi’ni nasıl anlamlandırmaktadır?
Celal Nuri “Türk İnkılabı” adlı eserinde Cumhuriyetin ilanından üç yıl
sonra ve devrimlerin bütün hızı ile gerçekleştirildiği bir zaman diliminde
devrimi manalandırmaya, Avrupa/Batı ve Asya/Doğu uygarlıkları arasındaki
farklılıkları formüle etmeye, Batılılaşmanın nasıl gerçekleştirileceğine dair
yollar önermeye, neden geri kaldığımızı açıklamaya çabalamaktadır. Tüm bu çabalar neticede devrimin kaçınılmazlığını ve Batılılaşmanın Türk milleti için hayatta kalmanın tek şartı olarak gösterilerek, meşrulaştırılmasını sağlamaktadır.
Taine’nin üçlü şemasını takip eden Celal Nuri, zamanın (müttefikler
arasında bir uyumun olmaması), coğrafyanın (Doğu ile Batı arasında Batıya
yakın Türkiye coğrafyası) ve Türk milletinin özelliklerinin (efendi/egemen
olan, başka milletlerin tebaası olamayan) etkisi ile devrimin gerçekleştirildiğini
söylemektedir. Devrim, Osmanlı ve Doğu geçmişimizden kopuş ve Avrupa
medeniyet dairesine girişimizdir. Devrim, yıkmaktır ancak bundan sonra
evrimsel bir şekilde kültür, dil, eğitim yolu ile Batılılaşma sürecimizin devam
edeceğini, bu şekilde Batılılaşa bilineceğini önermektedir.
Türklerin geri kalmasının nedeni Osmanlının bilgisizliği, İslam’ın durağanlaşması ve çağdaş Batı uygarlığına yol açan üç devrime (Rönesans, reform ve coğrafi keşifler) yabancı kalınmasıdır. Türkiye bazen bin yıl bazen altı yüzyıl bazen de üç yüzyıl geri kalmış, denilmektedir (2002: 346). Gecikilen Batıyı yakalamak Türkler
için hayatta kalabilmenin tek şartıdır. Celal Nuri’nin devrim sonrası evrim
düşüncesi, onu, hızla Batıyı yakalamaya çalışan, devletin sıkı dokulu bir organik
aydını olmaktan uzak tutmuştur, denebilir.
Erken Cumhuriyet dönemi seçkin-aydın grubunun ideolojik rolünü formüle eden Şevket Süreyya Aydemir’in Türk devrimi algısı nedir?
Türk Devrimi’ni anti-emperyal bir millî kurtuluş savaşı biçiminde ve iktisadi
boyutu öne çıkararak anlamlandırmıştır. Devrimin ideolojisini Millî Kurtuluş hareketlerinin prensipleri olarak belirlemiştir (1986: 16). Aydemir, devrimin ideolojik-fikirsel sisteminin olmadığını ifşa edebilen önemli bir ideologdur. Ona göre, bu aydınların vazifesi idi ve Türk aydınları bu vazifelerini ifa edememiştir (1986: 12-13). Aydemir’e göre Türk Devrimi sadece yeni bir devletin kuruluşu değildir. Devrim hem anti-emperyalist bir mücadele hem de içerde yeni ve sınıfsız bir millet yapısının tohumlarının atılmasıdır (1986: 14). Kurtuluş savaşımız, yarı sömürge olarak kabul edilen Osmanlı geçmişimize (1986: 19) karşı verilmiş bir mücadele idi. Batılılaşırken kapitalist emperyal Batıyı direkt hedef göstermekten kaçınılarak hedef Osmanlı olarak belirlenmektedir. Dönemin sınıfsız, imtiyazsız millet tasarımı Aydemir’de Marksist-sosyalist bir toplum idealinden ilham alınarak ideolojik zeminde meşrulaştırılmaktadır.
Aydemir’in bakışı, askerlerin yaptığı kurtuluş savaşı sonrasında artık devrimlerin sivil aydınların işi olduğu ve bu aydınların devlete ve devrimlere artık tek başlarına yön verme/ sahip olma hedefinde oldukları bakımından değerlendirilebilir.
Şevket Süreyya Aydemir erken Cumhuriyet döneminde Türk Devrimi’ni, tarihsel
materyalizmi millileştirerek tercüme ettiği fikri zemin itibariyle değerlendirmektedir. Türk Devrimi sömürgeciliğe ve sınıf kavgalarına karşı yapılmış bir millî Kurtuluş Hareketi’dir. Aydemir, dönem içinde devrimi bir iktisadi kurtuluş hareketi biçiminde alt-yapısal olarak değerlendiren tek isimdir.
Recep Peker, Türk Devrimi'ni nasıl tanımlamaktadır?
Recep Peker’e göre, Türk Devrimi; yeryüzünün en arı ve “bay” olan Türk
milletini yokluktan varlığa, düşkünlükten üstünlüğe çıkaran evrensel bir hadisedir. Devrim ve istiklal kavramlarını birleştiren Peker’e göre, devrim bir ulus için köklü değişimler yapar istiklal ise ulusun varlığını ve hayatını korur. Bu itibarla devrim ve istiklal birbirini tamamlar. Devrim ve istiklal; iç ve dış, yaban ve yad kuvvetlere karşı koymaktır. Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi’nin ikili bir misyonu olmuştur; gericiliğe, tutuculuğa karşı ve istilaya karşı savaşmak.
Peyami Safa'nın Türk Devrimi konusundaki erken dönem ve daha sonraki dönem düşünceleri arasında nasıl bir değişim olmuştur?
1950’lerde Türk Devrimi’nin ve ideolojisinin materyalist, aşırı rasyonel tavrını
ve tek Batı anlayışını Türk Düşüncesi adlı dergisinde eleştirse dahi, erken Cumhuriyet döneminde tam tersine, Cumhuriyet öncesi yaşanan, İslam ve Hristiyan medeniyetleri arasındaki tereddüdü ve ikiciliği ortadan kaldırdığı için Türk Devrimi’ni orijinal bir tecrübe olarak eserinde değerlendiren (1999: 8) Peyami Safa’nın düşünsel serüveni rasyonaliteden mistisizme doğru giden bir akış olmuştur.
Peyami Safa ele alınan eser sahipleri içinde organik aydın tanımlamasına en uzak olanıdır, denilebilir. Oldukça samimi ve düşünsel birikimi itibariyle, özellikle modern Türk düşüncesi, önemli bir düşünürdür. Nitekim Cumhuriyet öncesi siyasi ve düşünsel birikim ile Cumhuriyet arasında bağlantılar kurabildiği eserinden, bu anlaşılmaktadır. Safa eserinde temelde iki konu üzerinde yoğunlaşır: Türk Tarih Tezlerinin ruhuna uygun olarak ancak tek farkla TTT’leri İslam’a asla vurgu yapmaz, Batı uygarlığının temellerinin İslam ve Doğu kaynaklı olduğu ve Osmanlının son dönem siyasi-fikirsel hareketleri ile Cumhuriyet’in temel umdeleri arasında kısmi süreklilik bulmak. Elbette diğer düşünürler gibi neden geri kaldığımızı da, Hıristiyan-Batı medeniyeti İslam-Doğu kaynaklı olduğu halde, sorgulamaktadır.
Safa kendinden önce Türk Devrimi’ni ele alan çalışmaların din, kültür, medeniyet
üzerinde durmadan sadece hukuki ve siyasi boyuta vurgu yaptıklarını söyleyerek
Türk Devrimi’ni anlama çabalarının eksikliğine gönderme yapmaktadır. Ve anlaşıldığı üzere onun Türk Devrimi’ni ele alışı daha bütünsel (medeniyet boyutunda) olacaktır.
Peyami Safa'ya göre Atatürk İnkılabının değişmez iki prensibi nedir ve bunları nasıl tanımlamaktadır?
Safa, Atatürk İnkılabının değişmez iki prensibinin Milliyetçilik ve Medeniyetçilik
olduğunu belirtir (1999: 92).
Türkçülükün ve Garpçılıkın adı Osmanlılıktan sıyrılınca Milliyetçilik ve Medeniyetçilik olmaktadır. Bu şekilde devrim ideolojisinde Türkçülük ve Garpçılık yeniden tanımlanarak yer almaktadır.
Medeniyetçilik taklitçiliğin ötesinde Avrupa, garp metoduna, düşüncesine ve muaşeretine geçiş; milliyetçilik ise Orta Asya köklerine yeniden bağlanma biçiminde tanımlanmaktadır (1999: 92). Tarihsel, reel ve siyasi zaruretler ile ayakta kalan iki düşünce içerik değiştirerek Türk Devrimi’nde devam etmektedir.
Peyami Safa'ya göre Batı medeniyetinin iki temel unsuru nedir?
Safa, Batı medeniyetinde iki temel unsur bulur: Riyazileşmek (matematikleşme) ve siteleşmek (kentleşmek). Bunun tersi Doğu ise mistisizm ve step uygarlığıdır.
Engin'in (Mehmet Saffet) millet tanımı nedir?
Sosyolojinin konusunu millet ve ulus-devlet olarak belirleyen ve sosyoloji ile siyasi ideoloji bağını açıkça kuran, Engin’in millet tanımında kültürel milliyetçiliğin izlerini görmek mümkündür. Ona göre, millet, müstakil ve siyasi bir bütün halinde (ulusdevlet), belirli bir vatanda birlikte yaşayan ve aralarında tarih, dil, adet, inanış, menfaat, ideal olan kültürel bir cemiyettir.
Fransız devrimi ile Avrupa’da milliyetçiliği inşa eden unsurlar nelerdir?
Fransız devrimi ile Avrupa’da milliyetçiliği inşa eden unsurlar; sanayi devrimi ve romantik edebiyat akımıdır. Milliyetçiliği kökleştiren unsurlar ise aydınlar, okullar ve ordudur.
Bozkurt' un (Mahmut Esat) Türk Devrimi konusunda ilk göze çarpan düşüncesi nedir?
Bozkurt’ta ilk göze çarpan Aydınlanmacı kavramların millileştirilmesidir. Örneğin
“insanlığın” mukaddes değerleri millî olan değerlerdir: vatan, hürriyet, istiklal, anayasa ve millî namus gibi. Fransız Devrimi ile gündeme gelen insanların doğuştan gelen doğal hakları birden milletin hakları olur. Örneğin ihtilal, milletin “doğal hakkı” olarak meşrulaştırılır (1940: IV). Dönemin diğer aydınları gibi insani, sosyal, iktisadi, tarihi olanı siyasi bir biçimde ele alınmaktadır.
Bozkut'un (Mahmut Esat) da üzerine vurgu yaptığı Türk Devrimi'nin prensipleri nelerdir?
Bozkurt, Türk Devrimi’ni 1918 (bazen de 1919) Türk İhtilali biçiminde adlandırır,
Fransız ihtilalinin yapıldığı yıl ile adlandırmasına mukabil. Türk ihtilalinin
prensipleri: Ulus egemenliği, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik,
Laiklik ve İnkılapçılıktır ki sembolü altı oktur (1940: 32).
1940' lı yıllardan itibaren köy monografi çalışmaları yapan ekoller hangileridir?
1940 yılından itibaren gerek İstanbul gerek Ankara kökenli sosyologların hızla
köy monografilerine yöneldikleri dikkat çekmektedir.
1940'lı yıllardaki köy monografi çalışmalarının ilk örnekleri hangileridir?
Bu örneklerin ilki DTCF hocalarından Niyazi Berkes’e ait olan ve 1942’de basılmış “Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma” adlı eserdir. Diğeri ise Hilmi Ziya Ülken’in öğrencileri ile birlikte gerçekleştirdiği ve 1943’de Sosyoloji dergisi’nde yayınlanan “Garbi Anadolu Köy Monografileri” dir.
Nedim Göknil'in hocaları Berkes ve Ülken ile gerçekleştirdiği köy monografisini diğerlerinde ayıran özellik nedir?
Onların çalışmalarını diğerlerinden farklılaştıran nitel gözlem, görüşme ve örnek olay analizi teknikleri ile nicel olmayan bir teknik bütününü seçmiş olmalarıdır.
Niyazi Berkes, Ziya Gökalp'ın başlattığı İstanbul Ekolünün sosyoloji anlayışına yönelik olarak ne konuda eleştiri getirmiştir?
Berkes, Türk sosyolojisinde, sosyolojinin daha ziyade spekülatif olduğu için
bu bilimin metodolojisinin ihmal edildiğine de dikkat çekerek Ziya Gökalp’in
İstanbul’da başlattığı ve akademi dışı örneklerini gördüğümüz dış dünyadan belirli bir metodoloji ile elde edilmiş sistemli veriye dayanmayan zihinde inşa edilen bir “Türk toplumu” ideali çerçevesinde kelam eden Durkheimcı- İçtimaiyyat ekolünü eleştirmektedir.
Berkes, Toplumsal Yapı ve Değişmeyi Auguste’den itibaren sosyolojinin temel
araştırma konuları olduğunu söyler. Buna göre, sosyal yapı çalışması bir kurumun
toplumsal bütünlüğe yaptığı katkı, yani işlevi itibariyle inceler. Sosyal değişme çalışması ise toplumu oluşturan sosyal kurumların bütünü, yani yapının değişimine odaklanır.
Berkes' e göre araştırmacılar köy monografi çalışmalarını niçin tercih etmişlerdir?
Berkes, Türk sosyolojisinde köy çalışmalarına olan ani ilgi artışının nedeni olarak, sosyologların Türk Devrimi’nin Türk toplumunda başlattığı değişmeleri görme isteği olduğunu söyler (Berkes, 1942: 8). Köy monografilerinde söz konusu sosyologların çalışmaları yapıdan ziyade değişmeye odaklıdır. Berkes’e göre, bunun amacı, tıpkı Batıda gelişen pozitivist sosyolojide olduğu gibi, sosyal değişmeyi idare eden nedenleri bilmek böylece sosyal değişmeye bilimsel surette hâkim olmaktır.
Berkes, köy monografi çalışmalarında nasıl bir araştırma süreci yürütmektedir?
Berkes, olduğu gibi köy topluluğunun içinde yaşadığı coğrafyayı ve köy yerleşkesinin topografisini inceleyerek çalışmasına başlar. Böylece maddi olandan
manevi olana doğru bir araştırma süreci başlatılır. Bu anlayış, köy topluluğunda
maddi özellik ve kurumların başatlığına yapılan gönderme ve Türkiye’de
Toplumsal Yapı ve Değişme çalışmalarındaki Marksist sosyolojinin etkisidir.
Bu inceleme alanlarından sonra köyün nüfusu üzerinde durulur. Ki bu kısım
Berkes’in sayısal veriye başvurduğu tek kısımdır. Berkes köyde doğurganlık ve
ekonomik birim olan hanenin nüfusu ile üretim süreci arasındaki bağ itibariyle
köy ailesinde çocuksuzluğun yadırganmasının alt yapısal çözümlemesini sunar
(1942: 32). Buna göre bebek ölümlerine köy topluluğunun göstermiş olduğu
soğukkanlılığın nüfus-beslenme dengesi ile anlamlı olduğu da belirtilir. Berkes,
bebek ölümlerini makul gösteren dinsel inanışların bu dengenin bir getirisi
olduğunu belirterek, dinsel- manevi değerler ile üretim ve ekonomik süreçler
arasında bağ kurar.
Üretim biçimi üzerinde duran Berkes, İşlevselci yaklaşım ile topluluk içinde iş
bölümünü irdeler. Ona göre, bir topluluğun üretim sistemini anlamak için o topluluğun öncelikle zamanı nasıl ölçtüğünü görmek gerekmektedir. Zamanda yapılacak işleri düzenlemek dinî olduğu kadar üretim süreci ile de ilgilidir. Berkes’e göre, bir topluluğun karmaşıklığı arttıkça zamanı daha küçük birimler halinde bölme ve ölçme de artmaktadır (1942: 58). Berkes köylerde üç takvimin kullanıldığını tespit etmiştir: İş takvimi, dinî takvim ve resmî takvim. İş takvimi güneşle toprak arasındaki ilişki önemli olduğu için güneş takvimidir. Dinî takvim ise kameridir. Resmî takvim, yani Garp takvimi ancak köye ilkokul girmiş ise bir işleve sahip olmaktadır.
Zamanın bölümlenmesi ve ölçülmesi, işlerin yapımı ile ilgili, yani üretim süreci
ile ilgilidir. Bir diğer bölümlenme karı-koca arasındaki iş bölümüdür. Karı ve
koca arasındaki iş bölümü de üretim sürecine bağlı olmakla beraber kadının ve
erkeğin işlerine etki eden dinsel ve geleneksel tabular da olabilmektedir. Berkes
aynı zamanda, köy içinde kutsal olmayan zanaatkârlık gibi işlerin köyün yerlisi
olmayanlar tarafından ifa edildiğine dikkat çeker.
Köy yaşamında meslek olarak zanaatkarlığın pek tercih edilmemesini İbrahim Yasa hangi nedene bağlamaktadır?
İbrahim Yasa’nın çalışmalarında “efendilik kompleksi” denilen Türk toplumundaki bir eğilime paralel şekilde Osmanlı’dan bu yana Türk-Müslüman nüfusun ya çiftçi ya da asker-memur olmasına paralel olarak zanaatkârlıktan uzak durma eğiliminin 1940’larda halâ Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşadığı anlaşılmaktadır.
Berkes, köy monografilerinde üretim süreci ve iş bölümü dışında hangi konuları çalışmıştır?
Üretim sürecinin bir diğer etkeni olan teknoloji Berkes’in inceleme alanıdır.
Üretim sürecinde kullanılan aletlerin oldukça eski olduğuna dikkat çekilir. Üretim
araçlarının değişimi ile sosyal değişim arasında kurulan Marksist sosyolojik
bağa köy monografilerinde rastlanır. Ev ve ev içi dekorasyonları, ev içi aletler de
incelenir. Köylülerin kıyafetleri bir şehirleşme-sosyal değişim göstergesi olarak
ele alınmaktadır. Yenilen gıdaların türü ve kullanılan malzemeler de sosyal değişimin birer göstergeleridir. 1940’da yapılan gözlem notlarına göre, Berkes bu
alanlarda bir değişimi bize bildirmez. Köyde ev, ev dekorasyonu, zaman ölçümü,
kıyafet, toplumsal iş bölümü hep üretim süreci ile açıklanmaktadır.
Daha sonra inceleme birimi aile ve evlenme gibi ailenin kuruluşuna dair veriler
ve akrabalık ilişkileridir. Berkes, köy topluluğunun sosyal ilişkilerini akrabalık
ilişkilerinin belirlediğini, bu nedenle köy topluluğunu incelerken bu konuya dikkat
edilmesini söyler. Köyde akrabalık dışı tüm sosyal ilişkiler bile “kardeşlik” bağı
ile ifade edilmektedir. Ahret kardeşliği, süt kardeşliği gibi. Bu itibarla köylüler için
tüm dünya sanki akrabalık bağı üzerine oturan sosyal ilişkilerden örülüdür.
1940-1950 arası Türk sosyolojisinin genel özellikleri nelerdir?
1. Türk sosyolojisi Fransız etkisinin yanı sıra Amerikan sosyolojisine eğilim
göstermeye başlamıştır.
2. Ankara DTCF Sosyoloji bölümünün oluşumu ile İstanbul sosyoloji ekolü
tek olma ayrıcalığını yitirmiştir
3. 1940’lı yıllarda Marksizme eğilim artmıştır.
4. Köy ve şehir araştırmaları ivme kazanmıştır.
5. Amaçlanan ise toplumsal değişme yani modernleşme/Batılılaşma yolunda
ne kadar ilerlediğimizi tespit etmektir.
6. Artık Türk sosyolojisi resmi ideoloji savunusu yapmıyor, Türk toplumuna
dair somut araştırmalar yapmaya başlamıştır (Kaçmazoğlu, 1999: 73-74).
Köy monografi çalışmalarında İstanbul Ekolü ve Ankara Ekolü arasındaki teknik farklılıklar nelerdir?
Durkheim’ın toplumu toplum yapan varlığın kollektif bilincinin nerelerde ortaya çıktığına dair görüşlerinin hem nicel hem de nitel verileri gündeme getirmesi, İstanbul ve Ankara ekollerinin toplumu nerelerde arayacaklarına dair aynı pozitivist epistemolojinin farklı tekniklerine yönelmelerine neden olmuştur.
İstanbul ekolü araştırmacıları, daha ziyade zihniyet analizlerine yönelmiştir ve nitel veriler üzerinden yorumlar yapmışlardır. Bu nedenle İstanbul ekölünün köy çalışmaları nitel veri ve yorum odaklıdır.
Ankara ekolü araştırmacıları, toplumun izdüşümlerini istatistikte aramaya ve yansıtmaya çalışmıştır. Ankara ekolünün köy çalışmalarında nicel veriler
dikkati çekmektedir.