aofsorular.com
TAR304U

İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Ekonomisi

4. Ünite 20 Soru
S

İsmet İnönü’nün “değişmez genel başkanlık” ve “milli şef” sıfatlarını üstlenmesinin altında yeten nedenler nelerdir?

İsmet İnönü’nün “değişmez genel başkanlık” ve
“milli şef” sıfatlarını üstlenmesinin altında, hem parti
ve devlet mekanizması üzerinde otorite kurma hem
de Avrupa’daki tek partili şef düzenlerinden etkilenmiş olması yatmaktadır

S

İsmet İnönü, iç barışı sağlamak üzere neler yapmıştır?

İsmet İnönü, iç barışı sağlamak üzere Atatürk’e ve
kendisine muhalif olanlarla barışma yoluna gitmiş ve
başta Kazım Karabekir olmak üzere bazı kişilerin de
31 Aralık 1938 tarihli ara seçimlerde milletvekili olmasını sağlamıştı. İzmir Suikastı davası nedeniyle gözden düşmüş olan Dr. Rıza
Nur, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar
gibi ünlü isimler de, sürgünde bulundukları ülkelerden Türkiye’ye dönme olanağına kavuşmuşlardı.

S

Celal Bayar'ın 25 Ocak 1939’da başbakanlık görevinden istifa etme nedeni nedir?

Bu istifanın nedeni Celal Bayar’ın liberal malî ve iktisadî politikaları savunmasıydı.
Bu nedenle devletçi görüşleriyle bilinen Cumhurbaşkanı İnönü’yle ters düşüyordu.

S

Celal Bayar'dan sonra kim başbakan oldu?

Dr. Refik Saydam

S

Refik Saydam kimdir?

8 Eylül 1881 tarihinde dünyaya geldi. Balkan Savaşları ve I. Dünya
Savaşı’nda ordu bünyesinde tifo, dizanteri, veba
ve kolera hastalıklarıyla mücadele etti ve tifüse
karşı geliştirdiği aşıyla tıp literatürüne girdi. 1919
yılında 9. Kolordu Sağlık Müfettişi Muavinliği
görevi ile Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında
Samsun’a çıktı. Erzurum ve Sivas Kongrelerine
katıldı. Birinci TBMM’ne Doğubayazıt milletvekili olarak girdi, 1923 seçimlerinde de İstanbul
milletvekili olarak üyeliğini sürdürdü. Cumhuriyet döneminde sağlık alanında birçok çalışma
yaptı. 1938 yılından sonra İçişleri Bakanlığı,
CHP Genel Sekreterliği ve Kızılay Başkanlığı görevlerini yerine getirdi. 1939-1942 yılları arasında Başbakanlık yaptı. 8 Temmuz 1942 tarihinde
bir inceleme gezisi sırasında kalp krizi geçirerek
hayatını kaybetti.

S

26 Mart 1939'da yapılan seçimde seçilen milletvekilleri hakkında bilgi veriniz?

Seçimler iki dereceli seçim esasına göre yapılmış, 62
ilden 424 milletvekili seçilmişti. Bu rakamın 420’si
CHP tarafından partililere danışılarak elde edilmiş
isimlerdi. Bunlardan 4’ü müstakil, 14’ü kadın ve 4’ü de
gayr-i müslimdi. Buradaki milletvekillerinin meslekleri ise diş hekimliğinden gazeteciliğe geniş bir alana yayılmıştı.

S

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında otoritesini tahkim ettiği bir sırada ülkenin kültürel modernleşmesine de katkı sağlayacak ne gibi hamlelerde bulunmuştu?

Halkevlerinin işlevlerini
daha geniş bir tabana yaymış, Cumhuriyet ideolojisini
köylere ulaştırmak amacıyla Halkodaları oluşturmuştu. Hiç kuşkusuz bu dönemin en ünlü ve en tartışmalı
hamlelerinden biri Köy Enstitüleri’nin kurulmasıdır.
Köy Enstitüleri, köy kökenli çocukların öğretmen
olarak yetiştirilip, kırsal kesimde ilköğretim sorununu
çözmek üzere oluşturulmuştu. Ancak bunun kadar
Cumhuriyet’in değerlerini köye götürmek de bu kurumun temel işlevlerinden biri olarak düşünülmüştü.
Doğu ve Batı klasiklerinin de çevrilmesi dönemin kültürel çalışmaları arasında yer almıştı.

S

Numan Menemencioğlu kimdir?

1893 yılında Bağdat’ta
doğmuştur. Yükseköğrenimini Lozan Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde yapmıştır. Cumhuriyet döneminde çeşitli ülkelerde diplomat olarak görevlerde bulunmuştur. 1937 yılında da milletvekili
seçilmiştir. Şükrü Saraçoğlu Hükümeti’nde Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmiştir. İkinci Dünya
Savaşı sırasında dış politikanın yürütülmesinde
kritik sorumluluklar üstlenmiştir. Bakanlık görevinin ardından Paris ve Lizbon elçilikleri görevlerini
yerine getirmiştir. 1956 yılında emekliye ayrılan
Menemencioğlu, 15 Şubat 1958’de vefat etmiştir.

S

1944 yılı iç politikada ne gibi gelişmeler olmuştur?

1944 yılı iç politikada hızlı gelişmelerin olduğu bir yıldır. Mart 1944’te CHP Meclis Grubu’nda
Saraçoğlu Hükümeti için güven oylaması yapılmış
ve 251’e karşı 57 red oyu kullanılmıştı. Red oylarının yüksek çıkması hükümetin yıprandığını ve
savaş yıllarında izlenen iktisadi politikaların hoşnutsuzluk yarattığını göstermişti. Mayıs ayı içerisinde “Irkçılık-Turancılık” davası açılmıştı. Savaşın
başlarında hükümete yakın odaklarca desteklenmiş
ve Almanya ile yakın ilişkiler kurmuş bulunan Turancılar, hükümete karşı komplo kurdukları gerekçesiyle tutuklandılar. Yayın organları kapatıldı.

S

Türkiye, 1930’larda nasıl bir dış politika izlemiştir?

Türkiye, 1930’larda yeni bir dünya savaşının
ufukta belirdiği bir sırada, ittifaklara katılmama politikasını gözden geçirerek, bölgesel ittifaklar içinde yer
almaya başlamıştı. Balkan ve Sadabad Paktları bunun
somut örnekleriydi. Özellikle İtalya’nın Arnavutluk’u
işgal etmesi (8 Nisan 1939) ve Almanya’nın Orta
Avrupa’da irredentist politikalara yönelmesi Türkiye’yi
bir hayli kaygılandırmıştı. Bunun üzerine Türkiye, 12
Mayıs’ta İngiltere ve 23 Haziran’da da Fransa ile iki
ayrı “deklarasyon imzalamıştı. İki deklarasyonda öne
çıkan nokta şu şekildedir: “Bu kesin anlaşmanın yapılmasına değin, Türkiye Hükümeti ve Büyük Britanya
Hükümeti (ve Fransa Hükümeti) Akdeniz bölgesinde
savaşa yol açacak bir saldırı ortaya çıktığında, edimsel
işbirliği yapmaya ve birbirlerine ellerinden gelen tüm
yardım ve kolaylığı göstermeye hazır bulunduklarını
açıklarlar”. Böylece Türkiye Batılı demokrasilere yanaşmış ve dış politika anlayışında
önemli değişikliklere gitmişti. Türk Dış Politikasının
Batı’ya yönelmesinde 23 Ağustos 1939’da Sovyetlerin
Nazi Almanya’sı ile yaptığı saldırmazlık antlaşmasının
yarattığı kuşku da büyük rol oynamıştı.

S

İrredantizm nedir?

İtalyanca irredantia (kayıp topraklar) kökünden
gelen bu kavram, ilk olarak 19. yüzyıl İtalyan ulusal hareketi sırasında kullanılmaya başlandı. Bir
devletin kendi sınırlarına yakın soydaşlarının bulunduğu bölgeleri ilhak etmesidir.

S

Bu dönemde, Türkiye hem İngiltere hem de Almanya açısından niçin stratejik önemde bir ülkedir?

İngiltere, Mısır’ı, Ortadoğu’yu ve dolayısıyla Hindistan’ın
ikmal yolunu koruma arzusuyla Türkiye’ye ihtiyaç
duymuştu. Almanya da, Arap petrollerine ve bölgedeki Nazi yanlısı güçlere ulaşmanın bir yolu olarak
Türkiye’yi yanında görmek istemişti.

S

İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında 19 Ekim 1939’da imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması'nın en önemli hükmü nedir?

Madde 1. “Türkiye’ye karşı bir Avrupa Devletince
girişilecek bir saldırı sonucunda, Türkiye bu Devletle
savaş durumuna girdiği taktirde, Fransa ve Birleşik
Krallık, edimsel (fiili) olarak, Türkiye ile işbirliği yapacaklar ve ona ellerinden gelen tüm yardım ve desteği göstereceklerdir”

S

Ödünç Verme ve Kiralama Yasası nedir?

ABD’nin Mihver devletlerine karşı 1941-
1945 yılları arasında Müttefik ülkelere
savaş malzemesi sağlamak için geliştirdiği
destek programıdır. ABD Başkanı Roosevelt tarafından sunulan ve 11 Mart 1941
tarihinde ABD Senatosunca kabul edilen
yasa, stratejik açıdan Mihver devletlerine
karşı savaşan Müttefikleri desteklemeyi
ve ABD’nin savunulmasını amaçlamıştır.
ABD Başkanı bu yasayla, silah, hammadde, yedek parça ve teçhizat gibi stratejik
malzemenin Müttefik ülkelere satışı, ödünç
verilmesi, kiralanması ya da transferi konusunda yetkilendirilmiştir. Bu dönemde yasa
kapsamında Türkiye’ye 95 milyon dolarlık
savaş malzemesi verilmiştir

S

Türkiye İkinci Dünya Savaşı'na girmiş midir?

Baskı neticesinde Türkiye, savaşa girmeyi ilke olarak kabul etmekle birlikte, askeri
yetersizliklerini öne sürmüştür. 14 Ocak 1943 tarihli Casablanca Konferansı’nda alınan Türkiye’nin
savaşa girmesi adına gerekli baskının yapılması
kararı, Cumhurbaşkanı İnönü ile Churchill’in 30
Ocak-1 Şubat 1943’te (Deringil’e göre 30-31 Ocak)
Adana’da yapacağı görüşmeyi hazırlamıştır. Türkiye
burada Almanya’nın Sovyetlere karşı bir denge unsuru olduğunu ve Sovyetlerin savaş sonunda kazandıklarıyla yayılmacı bir politika izleyeceğini öngörmüştür. Bunun üzerine İngilizler, kurulacak güçlü
bir uluslararası örgütle Sovyetlerin olası tutumunun
engelleneceğini vaat etmiştir. Ayrıca Türkiye’ye bir yıllık savaş ihtiyaç malzemesi, uçaksavar ve tanksavar birliklerinin verilmesini de kararlaştırmıştır. Sovyetler de Türkiye’nin Almanya
ile yaptığı antlaşmaları Müttefiklerin aleyhine bulmuştur. Bu yaklaşım üzerine Türkiye ile Sovyetler
arasında bu dönemde çeşitli görüşmeler yapılmıştır.
Görüşmelerde Türkiye işbirliğinden yana olduğunu
belirtirken, Sovyetlerin tutumu Türkiye’nin savaşa
girmesi yönünde olmuştur. İngiltere ve ABD, Kuzey Afrika’daki Müttefik zaferinin ardından, 12-16 Mayıs 1943’te
Washington’da bir araya gelerek, Türkiye’yi savaşa
sokma ve Romanya’daki Alman petrol tesislerine
Türkiye üzerinden saldırı düzenleme planlarını
görüşmüşlerdir. 11-24 Ağustos 1943’te düzenlenen Quebec Konferansı’nda da Türkiye’nin hava
sahasını Müttefiklere açması ve Alman ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişinin engellenmesi istekleri kararlaştırılmıştır.

Mihver devletlerinin art arda yenilgilere uğratıldığı bir
dönemde Türkiye, savaşta taraf olmanın ötesinde,
Sovyetlerin savaş sonrası tutumunu hesaplamaya
hazırlanmıştır. Nitekim 19 Ekim 1943’te yapılan
Moskova Konferansı ile birlikte İngiltere, taahhüt
ettiği yardımda tasarruf etme düşüncesiyle artık
Türkiye’nin savaşa kendiliğinden girmesini istemiştir. İngiltere ve SSCB arasında 1 Kasım’da imzalanan protokole de, Türkiye’nin
müttefik devletler safında savaşa girmesi ve hava
üslerini açması için bir çağrıda bulunulacağı belirtildi. Bu dönemde özellikle Sovyetlerin kullandığı
dil, Türkiye’nin savaş sonrası masasına oturabilmesi için savaşa girmesi gerektiği şeklindedir. 

Bu çağrı 5 Kasım 1943’te I. Kahire Konferansı’nda da yapılmıştır (Deringil,
1994:210). Türkiye çağrıya, savaşa girmeyi ilke
olarak kabul ettiğini belirterek yanıt verecek ve
artık tarafsızlık diplomasisini askıya alıp, güçsüz
durumunu anlatmaya çalışacaktır. 28 Kasım-1
Aralık 1943 tarihleri arasında gerçekleştirilen
Tahran Konferansı’nda sadece 17 filoluk bir İngiliz yardımının taahhüt edilmesiyle, Müttefiklerin Türkiye’ye ekonomik ve askeri yardım yapma
konusunda niyetlerinin olmadığı ortaya çıkmıştır
(Aydın, 2009:461). Müttefiklere göre bu konferans, Türkiye’nin savaştan sonra yapılacak görüşmelere katılabilmesi için son fırsattır. Bununla
birlikte 4-8 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen II.
Kahire Konferansı’nda da Müttefiklerin Türkiye’yi
savaşa çekme ısrarcılığı doruk noktasına ulaşmış,
savaşa katılmaması halinde Türkiye’nin yalnızlaşacağı fikri yinelenmiştir (Aydın, 2009:462). Türkiye buna, savunmasının yeterliliğinin sağlanması
gerekliliğini belirterek cevap vermiş, ayrıca konferansta ortak bir harekât planı öneren İngiltere’nin
sadece uçak göndermesini yardım olarak görmediğini belirtmiştir. Sovyetler ise bu tarihten itibaren
Türkiye’yi artık görmezden gelmeye başlamıştır.
Bununla birlikte mevcut harekât planının görüşülmesi adına 1 Ocak 1944 tarihinde Türkiye’ye gelen Müttefik askeri heyetinin bir ay zarfında sonuç
alınamayıp aniden geri dönmesiyle İngiliz-Türk
ilişkileri gerginleşmiştir. Bunun üzerine İngiltere
ve ABD, Türkiye ile ilişkilerin dondurulduğunu ve
yapılan malzeme yardımının da durdurulduğunu
açıklamışlardır. Bu dönemde Almanlarla yapılan
krom satışı anlaşmasının yenilenmesi, bozulan ilişkileri daha da germiştir. Bu gelişme üzerine Müttefikler 4 Nisan’da stratejik hammaddelerin satışının
devamı halinde Türkiye için abluka tedbirlerinin
alınacağını bildirmişlerdir. Böylece Türkiye 21
Nisan’da krom satışını tamamen durdurduğunu
açıklamıştır. Bu açıklamayı, tüm ticaret potansiyelinin engellenmesi talebi izlemiştir. Görüşmeler
neticesinde Türkiye, oluşacak hacimsel gerilemeyi
Müttefiklerin doldurmaları taahhüdü karşılığında,
Mihver devletleriyle olan ticaret hacmini azaltmayı
kabul etmiştir. Sürecin devamında Müttefik protestolarının oluşmasıyla birlikte Türkiye, Alman
ticaret gemilerinin tamamının geçişini engelleyeceğini bildirmiştir. Aldığı bu önlemlerle, İngiltere ile
ilişkilerinde canlanma sağlayan Türkiye, Sovyetlerle de arasını düzeltmek adına içerideki Turancılara karşı bir operasyon düzenlemiş ve Mayıs ayında 23 Turancıyı tutuklamıştır. Ancak Sovyetler,
Türkiye’nin Almanlara hâlâ savaş ilan etmemesi nedeniyle Turancı tutuklamaları yetersiz görmüştür.
Türkiye süreçten endişe duymuştur. Savaşa girmek için 3 Temmuz 1944’te, Ödünç Verme ve Kiralama Yasası’ndan yeniden yararlanma, savaş sonrası Müttefik karar alma mekanizmasına katılma
hakkı elde etme, savunma için savaş malzemesi ve
uçak alma, Almanya ile ilişkilerin kesilmesi ve savaş
şartlarından doğacak mali ihtiyaçların karşılanması
gibi şartlar öne sürmüştür. İngiltere teklifleri kabul
ederek bu durumun Türklerle ittifakın teyidi olduğunu ilan etmiştir. Bunun üzerine Türkiye, Almanya ile bütün ilişkilerini keseceğini bildirmiştir.
Ancak 1945 yılına gelindiğinde İngiltere,
Türkiye’nin savaşa katılmasının bir etki yaratmayacağını düşünmeye başlamıştır. Yalta Konferansı’nda
(4-11 Şubat 1945) alınan “Birleşmiş Milletler
Konferansı’na 1 Mart 1945 tarihi itibariyle Almanya ve Japonya ile savaşta olmayan devletlerin kurucu üye olarak katılamayacakları” kararı sonrası Türkiye, 23 Şubat’ta mevcut koşulu yerine getirmek
adına bu iki devlete savaş ilan etmiştir. Sovyetler
bu durumu yine de yetersiz bulmuş ve Türkiye ile
yaptığı Dostluk ve Tarafsız Antlaşması’nı yenilemeyeceğini bildirmiştir. 7 Mayıs 1945’te Almanya’nın
ve 14 Ağustos’ta da Japonya’nın teslim olmasıyla II.
Dünya Savaşı resmen sona ermiştir. Türkiye bu büyük savaşın dışında kalmayı başararak süreci atlatabilmiştir

S

Milli Koruma Kanunu nedir?

Refik Saydam Hükümeti, II. Dünya Savaşı başlamadan önce savaşın yaratacağı olası ekonomik tahribatı öngörerek ülkedeki ekonomik dengelerin nasıl korunacağına ilişkin bir takım hazırlıkları başlatma
gereği duymuştur. Bu amaçla Hükümet, aralarında eski Kadro Dergisi üyelerinin de bulunduğu Sanayi
Tetkik Heyeti’ne bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor “Müdafaa Ekonomisi” adını taşımıştır. Uzmanlar grubu tarafından hazırlanan bu rapor, 1939 yılı sonunda Başbakanlık makamına sunulmuştur. Saydam Hükümeti, raporun sunulmasıyla birlikte, mevcut rapora dayanarak Meclis’ten bir yasa tasarısı hazırlanmasını
istemiştir. Aynı zamanda “Milli İktisat Kanunu” adlı bir tasarıyı da Meclis’e göndermiştir. Meclis’e gönderilen bu tasarı, emek, tasarruf, mülk edinme ve şirket kurma özgürlüklerini kısıtlayan yetkileri Hükümet’e
vermektedir. Özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu olduğundan metnin anayasaya aykırı olup olmadığı
tartışılmıştır. Hal böyle olunca Meclis içinde tasarıya karşı bir muhalefet de doğmuştur. Oluşan direnci
kırmak için Recep Peker’in başkanlığında bir komisyonun kurulması kararlaştırılmıştır. Peker’in başkanlığındaki bu komisyon, bir metin hazırlayarak “Milli Korunma Kanunu” başlığıyla Meclis’e sunmuştur.
Kanun tasarısı üzerinde yapılan tartışmaların sonucunda, 18 Ocak 1940 tarihinde Meclis’te kabul edilerek
kanunlaşmıştır

S

Salkım Hanımın Taneleri filmi neden önemlidir?

Yılmaz Karakoyunlu’nun
“Salkım Hanımın Taneleri”
adlı romanından uyarlanmış, Tomris Giritlioğlu’nun
yönettiği “Salkım Hanımın
Taneleri” adlı film, Varlık
Vergisi ve Aşkale toplama
kampını konu edinmesi bakımından izlenebilir.

S

İktisadi Buhran Vergisi nedir?

1929 dünya ekonomik krizinin etkilerini
azaltmak, azalan vergileri arttırmak için
1931 yılında yürürlüğe konulmuştur. Geçici bir vergi olan İktisadi Buhran Vergisi,
çalışanların maaşlarından kesilmiştir. Kazanç vergisi mükellefleri, ayda 30 TL ve
altında maaş alanlar, ziraatta çalışan işçiler
bu vergiden muaf tutulmuştur.

S

Salma Yöntemi nedir?

Kavram olarak salma, köy ihtiyar heyetince salınan bir aile vergisidir. Salma,
köy mahallî hizmetlerini karşılamak üzere
köyde oturan veya oturmamakla birlikte
köyde maddi ilgisi bulunanlardan alınan
dağıtmalı bir çeşit genel gelir vergisi niteliğinde ve herkesin ödeme gücüne göre aile
itibariyle koyulacak bir vergidir. Burada
alınacak vergi miktarını belirleyecek kişi
köyün muhtarıdır. Böylece kavram vergi
belirleyiciliğinde kanaat yetkisini öne çıkarmaktadır.

S

Kliring nedir?

Ülkeler arası ticarette kullanılan bir ödeme şeklidir. Burada ödeme, döviz kullanılmadan mahsup veya takas yoluyla
gerçekleştirilir. Antlaşmayı imzalayan ülkelerdeki ithalatçılar satın aldıkları malın
bedelini kendi ülkelerindeki kliring kurumuna kendi para birimleriyle öderler.
Malın bedeli ise ihracatçıya buradan aktarılır. Bu ödeme yöntemine, para biriminin
alış gücü yetersizliği bulunan ve ürününü
serbest dövizle satamayan ülkelerce başvurulur. Yöntemin sıklıkla kullanılması ülke
dış ticaretini bağımlı kılmaktadır.