aofsorular.com
SOS312U

Mehmet İzzet ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

2. Ünite 29 Soru
S

Mehmet İzzet hangi yıllar arasında yaşadı?

Mehmet İzzet 1891 yılında doğdu ve 1930 yılında öldü.

S

Mehmet İzzet kimdir?

İzzet, birkaç arkadaşıyla beraber felsefe düşüncesini Darülfûnuna sokan bir müderristir. Batı tarzında, Batının bugünkü yöntemleriyle çalışan ve Batı zihniyetini öğrencisine telkin eden bir darülfünun hocasıdır. Bu tutum onun Doğululuktan kurtulup Batılılaşma yolunda ileri adımlarla yürüyenlerden biri olmasını sağladığı gibi, bu yoldaki çalışmaları felsefe alanında ilerleme faaliyetlerini de hızlandırmıştır.

S

Mehmet İzzet'in düşünce yapısı nedir?

Mehmet İzzet, çalışmalarına felsefe tarihi ile başlamış daha sonra ahlaka yönelmiştir. Düşünce yapısı onu, sosyolojiden felsefi idealizme ve özellikle de Alman romantiklerinin idealizmine götürmüştür. Hareket noktası, Gökalp’in koyduğu problemlerdir ve bu problemlerin başında da birey-toplum ilişkisi gelir. Ona göre toplum içinde yaşayan insanın eylemleri topluma bağlıdır, bireyin hayatı toplumdan ayrı incelenemez. Öyle ise bütün manevi değerlerimizi bu toplumda aramalıyız.

S

Mehmed İzzet "Milliyet Nazariyeleri" eserinde milliyeti nasıl tanımlamıştır?

“Milliyet Nazariyeleri” eserinde milliyetin bir şuurlaşma, hürriyete dair bir şuur olmasından hareketle, milliyeti, toplumsal hürriyeti sağlayacak bir ideal olarak tespit eder. Milliyeti açıklamak için müracaat edilen olgulardan hiçbiri ne ırk, ne toprak, ne lisan bu görevi üstlenebilir. Her ne kadar maddi ve manevi bazı temellerin milliyetin ortaya çıkmasında etkisi varsa da ne bunlardan biri ne de hepsi milliyetin aslını ifade edebilir ve etmesine imkân yoktur, çünkü milliyet bir olgu olmaktan ziyade ülküdür.

S

Mehmed İzzet milliyet hakkındaki toplumsal ilerleme ve dinamikleri ile ilgili ne demiştir?

İzzet, milliyet hakkındaki toplumsal ilerleme ve dinamikleri şu şekilde dile getirir: İlkel insan için tabiat ve tabiatla renklenmiş cemiyet doğrudan doğruya bir veridir. Orada cemiyet bir olgudur. Çağdaş insan için ise cemiyet daima ıslaha ihtiyaç gösterir. Edebiyatla, ilimle, sanayiyle, adalet ile olgunlaşmaya muhtaçtır. Bu açıdan milliyet bir olgu olmaktan ziyade bir ülküdür. Veri olmaktan çok yapıdır. İradenin ürünüdür, siyasi sahada demokrasi ile müttefiktir. İzzet “Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat” da milliyetin manasını ve önemini siyasi menfaatlere göre değil, toplumsal değerler açısından değerlendirmeye çalışır.

S

Mehmet İzzet "millet" kavramını nasıl açıklamaktadır?

Mehmet İzzet millet kavramını kavrayabilmek için tarihe bakmak gerektiğini ifade eder. İzzet’e göre “bugünkü vatan, millî vatandır, dünkü vatan her şeyden önce bir hanedanın malı sayılırdı”, der. Vatan, millet ve demokrasi kavramları ile çağdaş bir toplum yapısına gönderme yapmıştır. Böyle bir toplumda hakimiyet milletindir. Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”.

S

Mehmet İzzet "devlet" kavramını nasıl açıklamaktadır?

Millî devlette kabul olunan ilke şudur: “Devletin kullandığı nüfuz ve velayet ancak milletten çıkıp, milletin iradesi ile kendisine intikal ederse meşru olur”. Devlet, bir milletin hukuksal oluşumudur.

S

Mehmed İzzet medeniyet kavramının manalarını nasıl açıklamaktadır?

medeniyet, insanı hayvandan ayıran yaşayış şekilleri anlamına gelir. İkinci manada ise şehir hayatı manasına gelen medeniyet milliyete daha yakındır. Bu manada medeni olan göçebe veya çiftçi değil demektir. Bugünkü yüzyıl milliyetlerin yüzyılı, bugünkü medeniyet de şehir medeniyetidir. Batı tarihinde özellikle 19. yüzyılda köylerden şehirlere doğru bir göç olduğu bilinir. Demek ki şehirlerde nüfusun yoğunlaşması ile millî hayatın önem kazanması tarihin aynı döneminde görünen iki olaydır.

S

Mehmed İzzet kültür ve medeniyet arasındaki farkı nasıl açıklamaktadır?

Kültür (milliyete has olan) ile medeniyet, (milletler arasında müşterek olan) arasında gözetilen fark bir muhteva farkıdır. Vicdan ile akıl, yahut kültür ile medeniyet. Birincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“Ülkü için”» cevabını verir. İkincisi «“Nasıl yaşamalı?”» sorusuna «“makul bir şekilde”» diye karşılık verir. Birincisi bize amaçlarımızı, ikincisi araçlarımızı gösterir

S

Mehmed İzzet'in millet tarifi nerdir?

Irk, lisan, toprak gibi özellikler ayrı ayrı milliyetin temeli olmadığı gibi bunların toplanmasından da bir millet çıkmaz. İnsanlar daima toprak üzerinde yaşamışlar, daima anlaşılabilecek farklar göstermişlerdir. Alet icadıyla ve iktisadi faaliyetle ilerlemişler, lisanla isteklerini anlatmışlardır. Oluşturdukları toplulukların ortak özellikleri ve tarihleri olmuştur. Buna rağmen milliyet mefkûresi her yerde ve her zaman mevcuttur, diyemiyoruz. O hâlde milliyeti bu unsurlarda yan yana aramak doğru olmadığı gibi bütününde de farz etmek doğru değildir. Çünkü hayat, ruh ve cemiyet olaylarında herhangi bir bütün parçaların toplamından ibaret değildir.

S

Mehmed İzzet sosyoloji hakkında ne düşünmektedir?

İzzet, sosyolojiyi toplumsal olaylara ait şüphelerini, belirsiz endişelerini bir derece azaltan son çare, bir ilaç gibi kullanır. İzzet yazılarında ilmî ve sosyolojik gözlem yaptıktan sonra lehte ve aleyhte her şeye, her kaynağa müracaat ettikten sonra yeni bir soruya, yeni bir bilinmeyene doğru yönelir. Ona göre kafanın asıl fonksiyonu hâlletmek değil, yeni düşünceler ortaya koyabilmektir. İzzet sosyolojiden olgusal bir şey olarak bahseder. Fakat amaç bir ispata ulaşmak değil, bu olumlu şeyin, olumsuz sorunlarını göstermektir. İzzet Durkheim gibi düşünerek “sosyoloji kuramsal ilim olmalı, siyaset onun uygulamasını teşkil etmelidir”der. Sosyolojinin siyaset üzerinde etkili olması için toplumun o döneme ait sorunlarıyla daha fazla meşgul olması gerekliliğinin altını çizer. Çünkü ona göre halk, eski zamanlara ait hikâyeler değil, bugünkü siyasi sorunlarına çözümler beklemektedir.

S

Mehmet İzzet'in cemiyet konusundaki düşünceleri nedir?

İzzet, “muasır cemiyet”, “cemiyet ve fert”, “cemiyet ve büyük adam”, “milliyet” gibi sorunlarla ilgilenmiştir. Hepsinde önemli olan cemiyettir. Teknoloji sayesinde cemiyetin ilerleyeceğini belirtir. Teknoloji ilerlemezse cemiyet ve medeniyet hakkındaki bilgimiz ister istemez noksan, hatta çürük temellere dayanır. Cemiyet onun için bir araç bir çeşit felsefeye giriştir.

S

Sosyolojinin konusu olan cemiyetin anlamı nedir?

Türkçede cemiyet toplanma manasına gelir. Örneğin halk lisanında düğüne de cemiyet denilir. Fakat sosyolojinin konusu olan cemiyet herhangi bir toplanmadan ibaret değildir. Eğer etrafımıza bakarsak çeşitli şekillerde toplanmaların, kümelerin meydana gelmiş olduklarını görebiliriz. Fakat bunların hepsine cemiyet demek mümkün değildir. Çünkü cemiyet olmak için “yan yana” gelmek yetmez. Bundan başka yan yana gelmiş olan bireylerin birlikte işlemeleri, çalışmaları ve birbirlerine etki etmeleri şarttır. Birey cemiyete tabiidir ama bu esir demek değildir. Manası, derecesi ve kıymeti iyi anlaşılmak şartı ile bireyin cemiyete tabi olduğunu kabul etmekte bir sakınca yoktur. Lisan sayesinde bireyin şuuru inzivadan kurtulur, ilim sayesinde gerçek olmayanın hâkimiyetinden kurtulur. Medeniyetin mümkün olması, cemiyetin mevcut olmasına bağlıdır. Medeniyeti muhafaza eden ve onu bireylere ileten cemiyettir. Dolayısıyla medeni insanın ait olduğu cemiyetler ile faaliyet amaçları çeşitli olduğundan, sosyolojinin ilk amacı cemiyetlerin tasnifidir.

S

Cemiyetleri tasnif etmek için dikkat edilmesi gereken iki nota nedir?

Cemiyetleri tasnif etmek için iki noktaya dikkat etmek gerekir: 1. Bireyler arasında ortak olan amaçlar, düşünceler. 2. Bu amaçlara, düşüncelere uygun teşkilat. Ortak amaç ve düşünceler: Bir arada bulunan insanlarda bazen amaçlar tamamen özneldir. Bu insanlar arasında ortak bir amaç vardır. Karşıdaki insana saygı gösterme arzusu. Eğer bu olmazsa cemiyet hayatı yaşanmaz olur. Cemiyet hayatına hâkim olan amaçlar, düşünceler, her cemiyette bir sınırlı (muayyen) veya sınırsız (muaddal) olabilir. Buna bağlı olarak şöyle bir sınıflandırma yapılabilir: 1. Amacı tek, sınırlı cemiyetler (toplumlar); teşkilatlı ve teşkilatsız olarak ikiye ayrılır. Teşkilatsız olanlar: ortak bir duygu (galeyan, herhangi bir ihtiras) ile harekete gelen kalabalık gibi, Teşkilatlı olanlar: her çeşit uzmanlaşmış topluluklar, şirketler gibi. 2. Amaçları birden fazla olan cemiyetler: Toplum bilimin asıl konusunu oluşturan toplumlardır. Bunlarda iki kısma ayrılır. Teşkilatsız olanlar: Farklı alanlarda bulunan fakat uzmanlaşma ve iş bölümünün olmadığı veya çok az olduğu ilkel cemiyetler. Teşkilatlı olanlar: Farklı alanlarda iş bölümünü uygulayan, uzmanlaşmanın olduğu teşkilatlar. Burada dikkate alınan kriter iş bölümüdür.

S

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu kimdir?

Türk sosyolojisinde Ziya Gökalp ve Prens Sabahaddin ile başlatılabilecek kronolojik zincirin Mehmet İzzet’ten sonra gelen halkasını teşkil eden Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1901 yılında Erzurum’un Çamlıyamaç köyünde doğmuştur. Ziya Gökalp ve Türk Aile Hukuku üzerine hazırladığı Doktora çalışmasını 1935 yılında Strazburg’da tamamlamıştır. 1934 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ile İktisat Fakültesinde görev yapmıştır. İçtimaiyata Giriş (1944), Hukuk Sosyolojisi (1944), Metodoloji (1945), İçtimaiyat Dersleri- Sosyoloji Doktrin ve Kolları (1971), İktisat Sosyolojisi Bakımından Sosyalizm I ve II (1976a ve b), onun 3000’in üzerindeki yayınından sadece birkaç adedidir.

S

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu'nun hedefi ve katkıları nedir?

Çalışmalarının “çeşitliliği” ve “çok yönlülüğü”ne dikkat edilirse onun temel hede- finin “Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmak” olduğu görülür. Bu amaca yönelik olarak çeşitli monografik çalışmalar yapmış, çeviri faaliyetlerinde bulunmuş, Türkiye’nin güncel problemleriyle ilgili temel eserler ortaya koymuş, çeşitli sivil toplum kuruluşlarını ve yayın organlarını kurarak bilimsel ve felsefi birikime katkıda bulunmuştur. Fındıkoğlu’nun Türk sosyolojisine önemli bir katkısı da çeşitli yönlerdeki uygulamalarını göstererek bütüncü yaklaşımı temellendirmeye çalışmasıdır. Bir diğer önemli katkısı, tarihî bakış açısıyla Türkiye’de çeşitli olguları, kuruluşları ve disiplinleri inceleyerek temel eserler ortaya koymak ve bilimsel birikime katkıda bulunmak olmuştur.

S

Fındıkoğlu'na göre sosyolojinin konusu nedir?

Fındıkoğlu’na göre eski ya da yeni sosyolojinin konusu “toplum (cemiyet)”dur. Sosyoloji toplum bilimidir. Sosyal realite (gerçeklik), realiteler serisi içinde ayrı bir varlığa sahiptir. Realite âlemi bir bütün olarak toptan göz önüne alındığında, onun sosyal parçası, diğer parçaları ile karmaşık ilişkiler içindedir.

S

Durkheim sosyolojinin konusunu nasıl açıklamıştır?

Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken sosyal olguların bir nesne, şey gibi ele alınması kuralını koymuş, sosyal kurumların büyük bir bölümünün bize önceki nesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını belirtmiştir.

S

Fındıkoğlu sosyolojinin konusunu nasıl açıklamıştır?

Fındıkoğlu sosyolojinin konusunu açıklamak için Altınova adlı bir Türk şehri hayal eder. Araştırmacı bu şehirde gezerken Altınovalıların Türkçesinde örf ve âdetlerinde, edebî ve estetik zevklerinde farklılık gözler. Ameleler, öğrenciler, memurlar, askerler, emekçiler gibi farklı toplum kesimleri vardır. Araştırmacı bu şehirden ayrılıp tekrar döndüğünde Altınovalıların amele hayatı, burjuva hayatı, eğlencesi, şivesi, zevkleri, örf ve âdetlerinin bu olaylara katılan fertlerin varlıklarından ayrı bir realite teşkil ettiğini görür. Bu şehrin estetik zevki, bu zevki duyan fertlerin doğup ölmelerine ve başkalaşmalarına rağmen bir süre aynı kalmaktadır. Ortada değişmeyip nesilden nesile devredilen bir şey var. Bu şey ya her çeşit gelenek gibi donmuş bir görünüş taşır ya da estetik zevk ve dinî duygularda olduğu gibi oldukça akıcı bir şekilde görülür. Bir neslin fertleri bu şeyleri hazır ve yapılmış bulurlar.

S

Durkheim'e göre 'kolektif şuur' nedir?

Durkheim, ferdî şuurlardan ayrı ve bunların dışında bulunan bir ‘kolektif şuur’ kavramını kabul eder. Ferdî şuurların dışında bulunan, kendini ferde zorla kabul ettiren sosyal olaylar, kolektif şuur denen bir varlıkta yer alırlar.

S

Fındıkoğlu 'kolektif şuur' olaylarının varlığını nasıl açıklamaktadır?

Fındıkoğlu’na göre tasarlanan uzun bir zaman içinde aynı kalan Altınova’daki sosyal realitenin bu realite havası içinde yaşayan fertlerden ve iradelerden bağımsız bir çeşit kolektif şuur olaylarının varlığını kabul etmek gerekir. Askerler değişmekte, ordu durmaktadır; dindarlar değişmekte din ve cami yaşamaktadır; ameleler değişmekte amele sınıfı durmaktadır... Tek tek askerlerin dışında bir ordu realitesi, değişen memurların dışında bir memurluk realitesi, değişen amelelerin dışında bir amelelik realitesi vs. vardır.

S

Fındıkoğlu'nun sosyoloji hakkında metodolojik görüşleri nedir?

Fındıkoğlu’nun metodolojik görüşlerini üç başlık altında incelemek mümkündür. Bunlar Determinizm ve Hürriyetçilik, trihi metot ve bütüncü görüş'tür.

S

Fındıkoğlu karmaşık yapıya sahip olan toplumsal olayların hangi görüş ile açıklanabileceğini savunur?

Fındıkoğlu karmaşık bir yapıya sahip olan toplumsal olayların Gestaltçı-Bütüncü görüş çerçevesinde açıklanmasını savunur. Şu cümlesi Fındıkoğlu’nun sosyal meselelere bakış şeklini çok net olarak göstermektedir: Sosyoloji disiplini her tek sosyal meseleyi bir “nokta” hâlinde tasarlar ve bu noktayı çerçeveleyen tarihî hava ve sosyal şartları bu noktaya kuvvetli bir projektör gibi tutar. Fındıkoğlu, “bütüncü görüş” ile hem “toplum” veya “sosyal realite” denen karmaşık yapıya bir bütün olarak bakmayı hem de sosyal olayları toplumun bütünü içinde birbirleri ile ilişkileri olan birer bütün olarak incelemeyi getirmiştir. Bu açıklamalarında tek taraflı ve tek sebepli mutlak açıklamalardan kaçınılması gerektiğini vurgulayarak sosyolojinin relativist karakterine de işaret etmiştir. Sosyal olayları ortaya çıktıkları yer ve zamanı dikkate alarak çeşitli metotlar yardımıyla ve bilimler arası bir yaklaşımla incelemek, bu inceleme ve açıklama esnasında gerektiğinde daha önce ortaya atılmış doktrinlerden de faydalanmak gerektiğini somut örnekler de vererek açıklamıştır. Bilimsel araştırmada akıl ve tecrübenin, tümevarım ve tümdengelimin birlikte kullanılması gereğini de belirtmiştir.

S

Fındıkoğlu'na göre Türkiye'de kültürel hayat nasıl geliştirilebilir?

Fındıkoğlu'na göre Türkiye’de kültürel hayat, sosyal değerleri birbirinden ayırarak, aydın-toplum etkileşimini ve kültürde ademimerkeziyetin sağlanmasıyla, batı medeniyetinin bilimsel ve felsefi ortamını bir bütün olarak yaratmaya çalışarak, devletin kültürel hayatta rol almasıyla geliştirilebilir.

S

Fındıkoğlu Türkiye'deki güncel eğitim problemleri ile nasıl ilgilenmiştir?

Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak sonuna kadar Türkiye’de özellikle güncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir. O eğitimi toplumun değer ve normlarını yeni nesile aktaran, şahsiyet bütünlüğünü kazanmış ve millî mefkûre sahibi olmuş vatandaş tipini yetiştiren, hızlı değişme hâlindeki Türk toplumunu bütünleştirecek, özellikle yükseköğretim aşamasında kültür yaratarak ülke kalkınmasını sağlayacak temel faaliyetler ve kurumlar toplamı olarak ele alıp, sosyal yapıdaki değişmeler çerçevesinde değerlendirmeye ve yine bu çerçevede öneriler getirmeye çalışmıştır. En çok üzerinde durduğu eğitim kurumu üniversitelerdir.

S

Fındıkoğlu'na göre özerk üniversite nasıl olmalıdır?

Fındıkoğlu’nun en çok üzerinde durduğu konu üniversitelerin ilmi, idari ve mali açıdan özerk olmaları gerektiğidir. Fındıkoğlu’na göre özerk üniversiteden Türkiye’de şimdiye kadar anlaşıldığı gibi, öğretimin diğer kademelerinden, memleket meselelerinden, çevreden kopuk, kendi iç meselelerini çözmekten aciz, elemanları üniversite dışı işlerle meşgul bir üniversite anlaşılmamalıdır. Tam aksine özerk üniversite; eğitimin diğer kademeleri ve diğer üniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke ve çevre meselelerinden haberdar olup onlara çözüm arayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleye gerek bırakmaksızın kendi içinde kontrol altında tutabilen bir üniversitedir. Kısaca ona göre Türkiye’de “dinamik bir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak gerekir.

S

Fındıkoğlu'na göre Yükseköğretimde verimlilik nasıl sağlanır?

Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de ortaöğretimin daha çok lise düzeyi ile başarısızlık başlar ve yükseköğretime gelince başarısızlık ve verimsizlik müzmin bir dert hâline gelir. Ortaöğretim gençliğinin liselerden dil, bilgi ve kültür açısından yetersiz olarak gelmesi, meslek seçiminin aile ile okul arasında yapılan bir anlaşma sonucu değil, gelişigüzel yapılmış olması, liselerdeki dil bozukluğu, giriş sınavlarının öğrencileri kabiliyetli ve başarılı oldukları alanlara yerleştirememesi ve zorunlu olarak girilmiş bulunulan bölümün verimsizliği, eski adı sınıf yeni adı sömestre olan uygulamadaki tutarsızlık başlıca başarısızlık faktörleridir. Fındıkoğlu, yükseköğretimde verimliliğin sağlanması için yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.

S

Fındıkoğlu "Şahsi teşebbüs" ilkesinin sağlanması için Türk eğitim sisteminde nelerin değiştirilmesini önerir? 

Fındıkoğlu "Şahsi teşebbüs" ilkesinin sağlanması için Türk eğitim sisteminde şu değişikliklerin yapılmasını önerir: Öğretim sisteminde kitaptan hayata doğru yönelme, yarışma yoluyla değerli kitapların yazılmasını sağlayarak tek kitaba bağlı kalmama, öğretmenlere dil konusunda baskı yapmama, şahsiyet ve kalite esaslarına değer verme.

S

Fındıkoğlu'na göre eğitimde nitelik nası gerçekleştirilebilir?

Fındıkoğlu'na göre eğitimde nitelik davasının gerçekleşmesi için biri öğretmenlere, diğeri öğrencilere düşen iki görev vardır: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktan çıkarak okuttukları talebelerin kafaları işlenecek birer insan olduğunu düşünmeli; talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil, fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli. Yeni nitelik savaşı, ancak bu iki taraflı iş üzerinde durmak ile bir mana kazanacaktır”.