II. Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1908) Yönetim Yapısı
II. Abdülhamid tahta çıktığında Tanzimat dolayısıyla karşılaştığı güçlükler nelerdir?
Abdülhamid 31 Ağustos 1876 tarihinde 34. Osmanlı padişahı olarak tahta otururken, Tanzimat’ın kendisine bıraktığı iki açmazla yüzleşmek zorunda kalmıştı. Bunlardan ilki, 1808 tarihinden itibaren tüm Rumeli topraklarını tehdit eden Balkan milliyetçiliği, diğeri devletin değil reform planlarını gerçekleştirmek, rutin işlerini dahi yapmaktan alıkoyan mali iflas idi (1875 moratoryumu).
Westminster modeli nedir?
Westminster modeli: İçinde kral ve parlamentoyu barındıran, İngiltere’de doğduğu için bu adla adlandırılan siyasal sistem.
İstibdât kelimesinin zaman içinde anlam değişimi nasıl gerçekleşmiştir?
İstibdâd kelimesi Arapçada “müstakil” olma hâline işaret etmesi ve devletin en önemli niteliğine, “bağımsızlığını” vurgulaması bakımından önceki devir padişahları için de kullanılmaktaydı. Ancak Abdülhamid idaresinde “müstakil” kelimesi, baskıcı uygulamalarla keyfilik anlamı kazandı ve kelime önceki anlamının dışına çıkarak, “keyfi idare”, “baskı” anlamı kazandı.
Balkanlarda bağımsızlığını kazanan ilk devlet hangisidir?
Osmanlı fütuhatı Balkanlarda başarılı bir şekilde sürdürülmüş, tüm Balkan aristokrasisi tımar sistemi içinde eritilerek başkaldırı unsurları yok edilmişti. Ancak millet sistemi çerçevesinde kültürlerini devam ettirmişler ve özellikle kilise ricalinin gayretleriyle cemaat ruhunu muhafaza edilebilmişlerdi. Fransız ‹htilali’nin kıvılcımları, Rusya’nın yayılmacı emelleriyle ilk defa Sırbistan’da alevlenmiş ve 1829’da (Edirne Barışı) içişlerinde bağımsızlık kazanmışlardı. Yunan Yarımadası’ndaki gelişmeler benzer bir süreç içerisinde ivme kazanmış ancak Kavalalı hanedanının Yunanistan’a el koyma ihtimaliyle bambaşka bir mecraya sürüklenmiştir. Öncelikle Napolyon’un tasfiyesinden beri arkasında durulan restorasyon ilkeleri çiğnenerek ulusalcı Yunan isyanı teşvik edilmiş, ardından da ilk bağımsızlığını kazanan devlet olması sağlanmıştır (1829). Balkanlardaki rahatsızlıklar 1875’e kadar Girit’in özerkliği (1868) dışında aynı çizgide devam etmiş fakat 1875’te başlayan Bosna-Hersek isyanı ile bölgede yeni bir döneme geçilmiştir.
Fransız İhtilali etkisiyle ilk isyan eden devlet hangisidir?
İstanbul’daki kamuoyu coşkuyla yeni padişahlarının tahta oturma törenlerini izlerken, diğer yan da merakla ve daha çok öfkeyle devam etmekte olan Sırbistan-Karadağ bölgesindeki savaşları takip etmekteydi. Coğrafyadaki ayrılıkçı hareketler yüzyılın dönümünde filizlenmiş ve üç çeyrek asır sonunda Osmanlı Rumeli ordularını teyakkuza geçirecek seviyeye ulaşmıştı. Aslına bakılırsa Osmanlı fütuhatı Balkanlarda başarılı bir şekilde sürdürülmüş, tüm Balkan aristokrasisi tımar sistemi içinde eritilerek başkaldırı unsurları yok edilmişti. Ancak millet sistemi çerçevesinde kültürlerini devam ettirmişler ve özellikle kilise ricalinin gayretleriyle cemaat ruhunu muhafaza edilebilmişlerdi. Fransız İhtilali’nin kıvılcımları, Rusya’nın yayılmacı emelleriyle ilk defa Sırbistan’da alevlenmiş ve 1829’da (Edirne Barışı) içişlerinde bağımsızlık kazanmışlardı.
Genç Osmanlıların yaptığı, anayasayı desteklemek amacına da hizmet eden eleştirilerin kendinden önce ve sonraki muhaliflerden farkı nedir?
Kanun-i Esasi’yi, Balkanlarda yaşanan sorunlar ve bunun üzerinden Avrupa devletlerinin Bâbıâli’yi sıkıştırmasına verilen bir cevap olarak görmek, sürecin sadece bir yüzünü oluşturmaktadır. Diğer yüzünde Tanzimat reformlarıyla Osmanlı aydınları arasında anayasa fikrinin 1860’lardan itibaren popülerlik kazanması yatmaktadır. Genç Osmanlılar olarak adlandırılan, içerisinde Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi bürokratları/aydınları barındıran grup, yaptıkları yayınlarla hem mevcut rejimi eleştiriyor hem de anayasanın erdemlerinden bahsediyorlardı. Kendinden önce ve sonraki muhalif akımlarda olduğu gibi padişahı hedef tahtasına koymaktansa onu yönlendiren üst düzey bürokrasiyi eleştiriyor ve bu kişilerden sultanı korumanın tek yolunun halk iradesinin somutlaşacağı parlamentonun açılışı olduğu propagandasını yapıyorlardı.
Kanun-i Esasi'ye göre yasama organı nedir?
Yasama organı, meclis-i umumi adı verilen ve “heyet-i ayan” ve “heyet-i mebusan”dan oluşan parlamentoydu.
Heyet-i Ayan üyeleri kim tarafından seçilir?
Heyet-i ayan’ın üyeleri do¤rudan padişah tarafından tayin olunurken üye sayısı mebusanın 1/3’ü olarak oranlanmıştı.
Kanun-i Esasi'ye rağmen halkın iradesinin yeteri kadar ortaya koyulamamasının sebebi nedir?
Yasama organı, meclis-i umumi adı verilen ve “heyet-i ayan” ve “heyet-i mebusan”dan oluşan parlamentoydu. Heyet-i ayan’ın üyeleri doğrudan padişah tarafından tayin olunurken üye sayısı mebusanın 1/3’ü olarak oranlanmıştı (md. 60). Mebusan üyeleri ayanın tersine dönemlik seçiliyordu ve her 50.000 Osmanlı vatandaşına bir mebus düşecek şekilde saptanmıştı (md. 65). Mebus seçimlerinin dört yılda bir yapılması, Türkçe bilmeleri, 30 yaşını tamamlamaları anayasal hükümlerdi. Yasama açısından bakıldığında da sultan merkezli yapının korunduğu görülmektedir. Taşra meclislerindeki seçim ilkelerine benzeyen genel seçim koşulları yüzünden halkın iradesi meclise yansıtılamazken, mebusan meclisinin karşısına üyeleri padişah tarafından tayin edilen ayan meclisi konulmuştur. Mebusan Meclisinin yasa teklifleri öncelikle ayan, sonrasında sultanın onayına sunulacağından zaten temelleri sorunlu olan halk iradesinin önü iyice kapatılmıştır. Ayrıca Meclis-i Vükela mebusana değil sultana karşı sorumlu tutulmuştur. Mebusan, nazırlar hakkında gensoru verebilir ama daha ötesi için bir baskıda bulunamazdı. Aynı şekilde kanun teklif ve değiştirme önerileri için de sultan onayı getirilmişti. Mebusan ile vükela arasında yaşanacak çekişmelerdeyse son söz padişaha bırakılmış ve onun rızasına göre iki taraftan birisinin yeniden seçilmesi ilkesi getirilmişti.
Vakanüvis nedir?
Devrin olaylarını kayıt altına almak amacıyla Divan-ı Hümayûn’a bağlı bir kalem olarak XVII. Yüzyılda kurulmufl ancak resmi atama Mustafa Naima Efendi’nin bu makama 1699 yılında getirilmesiyle gerçekleşmiştir.
Şehzade Hamid'in yurt dışı seyahatleri düşüncelerini nasıl etkilemiştir?
Şehzade Hamid devir padişahı Abdülaziz’in maiyetinde önce Mısır’a daha sonra da Avrupa’ya seyahate gider. Avrupa seyahati vesilesiyle Fransa, İngiltere, Almanya ve Avusturya saraylarına girer, çağın büyük şehirlerini dolaşır, ünlüleriyle tanışır. Gezinin kendisinde bıraktığı estetik izler, hem kendi müzik zevkinde (klasik müzik, opera tutkusu gibi) hem de Yıldız Sarayı mimarisinde açıkça görülecektir. Bundan daha önemlisi Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki uçurum, şehzadeyi dehşete düşürmüş, imparatorluğun en az yüz yıl geride kaldığını şaşkınlıkla itiraf etmişti. şehzadeyi etkileyen bir diğer hadise Prusya’nın askerî gücü olmuştur. Gezi süresince hayranlığını maiyetiyle paylaşmıştı. Hükümdarlığı döneminde dış politikadaki Almanya yakınlaşması kuşkusuz İngiliz-Rus ittifakından kaynaklanıyordu ancak gezide gördüklerinin katkısının olmadığını söylemek zordur. Gezi sonrasında Tanzimat reformları Şura-yı Devlet’in kuruluşu, Maarif Nizamnamesinin neşri ve Galatasaray Sultânîsi’nin açılışı ile devam etmişti. Ancak önce Fuad ardından Âli Paşaların ölümüyle Abdülaziz’in keyfi idaresi önündeki engeller azalmış bunun sonucunda da Rusya’yla aşırı bir yakınlaşma politikasına girişilmişti. Diğer yanda Abdülaziz’in kendisinden sonra oğlu Yusuf İzeddin’i çıkarmak istemesi, varisler arasında hoşnutsuzluğa neden olmuş, bu nedenle şehzade Abdülhamid rejime şiddetli eleştiriler yönelten Genç Osmanlılarla temasa geçerken, aynı zamanda da devlet ricalinden ağır isimlerle yakınlık kurmuştur. Kısaca genç şehzade çok da parlak olmayan eğitimiyle Tanzimat Dönemi olaylarını yakından tetkik ederken, bir bakıma sakınacağı ve yakınında bulunduracağı kişileri de tanıma şansı yakalamıştı. Yıldız’daki sarayı bu tecrübeler ışığında gürbüzleşirken, idare ilkeleri yine aynı deneyimler süzgecinden geçerek uygulamaya koymaya başlayacaktı.
1877-78 Rus Savaşı sonrasında devletin Balkanlardaki topraklarının neredeyse yarı yarıya azalması, zaten iflas kararı almış hazinenin ağır bir savaş tazminatını karşılamak zorunda bırakılması ve Rus ordusunun İstanbul’a kadar ilerlemesi Abdülhamid’in politikalarını nasıl etkilemiştir?
1877-78 Rus Savaşı sonrasında devletin Balkanlardaki topraklarının neredeyse yarı yarıya azalması, zaten iflas kararı almış hazinenin ağır bir savaş tazminatını karşılamak zorunda bırakılması ve Rus ordusunun İstanbul’a kadar ilerlemesi genç sultanı öncekilerden çok farklı politikalar izlemeye sevk etmiştir: 1) Tarafsızlık temelinde bir dış politika izlemek 2) Mali itibarın tekrar kazanılması için üretim - vergi kaynaklarını geliştirmek 3) Özellikle eğitim kanalıyla Müslüman beldelerin devlete sıkıca bağlanmasını sağlamak 4) Adalet ve güvenlik kurumlarının geliştirilmesiyle devlet ile halk arasında sağlam bir bağ oluşturmak. İlk madde, yani diplomasi konusunda sultanın iki ilkeye sıkı sıkıya sarıldığını belirtilmektedir: a) Uluslararası meselelerde mümkün olduğunca askerî güç kullanmaktan çekinmek b) Avrupa’da hatları keskinleşen bloklara karşı eşit mesafede durmak. Devletin mali itibarını yeniden kazanması söz konusu koşullar içerisinde ulaşılması en güç hedefi teşkil etmekteydi.
Sultan Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'na yerleşmesiyle gelişerek adeta paşakent olan yer neresidir?
Sultan’ın Yıldız’a yerleşmesi ile çevre semtler de süratle büyümüş ve gelişmiştir. Şişli ve Nişantaşı hızlı şekilde yerleşime açılmış; konaklar, köşkler, resmî binalar, okullar yapılmıştır. Özellikle Nişantaşı, payitahtın mûtena Müslüman semti, sadrazamların, nâzırların, yüksek rütbeli subayların, yaşadığı bir tür “paşakent” olmuştur. Bazıları sultana yakın olmak amacıyla semti kendisine mesken ederken, çoğu bürokrat padişahın kendilerini yakınında bulundurmak arzusuyla emir üzerine yerleşmişlerdi. Özellikle bu emirler, sadrazam, serasker ve şeyhülislam için geçerlidir.
Mabeyn-i Hümayun Mübaşirliği'nin özellikleri nelerdir?
Gerek sultana yakınlığı gerek askerî nüfuzu ve gerekse Plevne kahramanı Osman Paşa gibi mareşal tarafından doldurulması bakımından ışıltılı bir makam izlenimi verse de tüm bunlar kâğıt üzerindeydi. Padişah yaverlerine olan amirliği, en az seraskerle olan ilişkileri gibi etkisizdi. Ofisi sarayın mutena bir köşesinde olmakla beraber tüm ziyaretçileri gibi kendisi de yakın bir gözetim altındaydı. Sultan tarafından kendisine hediye edilen konağı ile ofisi arasında geçen hayat güzergâhı, sadece Cuma selamlıklarında ve bayram törenlerinde padişaha eşlik etmesiyle değişirdi. Söz konusu törenlerde halk tarafından sunulan dilekçeleri (marûzat-ı rikâbiye) sonrasında sultana sunmak ve yine aynı törenlerde tebaanın öpmesi için padişah saçağını tutmak, hep onun sorumluluk alanlarıydı. Plevne kahramanının hayatı boyunca söz konusu rutini kıramayışı -Boğaziçi’nde inşa ettirdiği yalısına dahi- iktidarın kendisine karşı olan tedirginliğini de gözler önüne sermekteydi.
Büyük Mabeyn Köşkü'nün özellikleri nelerdir?
Sarayın sembol binasıydı. Saray’ın ana kapısından (koltuk kapısı) girildiğinde hemen sağda yer alan kârgîr, zarif bina, yeni dönemde imparatorluğun teşrifât yükünü üstlenmişti. Üç katlı binanın alt katı hademelere, ikinci katı mabeyn personeline ve en üst katındaysa sultana ait odalar mevcuttu. Mabeyn Dairesi; Başmabeynci ve ikinci mabeynci idaresinde teşkilatlanmış toplam 7-8 kişilik bir ofisti. Ofisin en önemli fonksiyonu isminin de çağrıştırdığı üzere padişah ve bürokratlar arasındaki ilişkiyi koordine etmekti. Söz konusu işin içeriğine bakıldığında devlet adamlarının bizatihi padişahla olan görüşmelerini sağlamaktan yazışmaların yürütülmesine kadar birtakım sorumluluklar bulunuyordu. Padişaha olan yakınlıkları yüzünden (kurenâ olarak adlandırılmaları bundan kaynaklanıyordu) kadro seçimine büyük özen gösterilir hatta sultan doğrudan iradesini koyardı. Kadro sayısı sekiz olarak belirtilmiş ancak bunların dördü gece-gündüz mesaisine ayrılmış, diğer dördü günlük işlere yönlendirilmişti. Günlük işlerden kasıt da önceden verilen emirlerin yerine getirip getirilmediğini araştırmak ve Bâbıâli’den gönderilen ihale ve satın almaları incelemekti.
Saraydaki hizmetlilerden katiplerin özellikleri nelerdir?
Saraydaki hizmetliler ordusundan devlet yıllıklarına kaydedilen tek sınıf olan kâtipler, sadece nazırlarla olan yazışmaları değil onların alt personeli, askerî personel ve dış temsilciliklerle olan tüm haberleşmeyi sağlayan sultanın beyin takımıydı. Abdülhamid’in devlet işlerini doğrudan yönetmek istemesi, dairenin mesai kavramını adeta ortadan kaldırmış, başkâtip ve personeli çoğu zaman geceyi mabeyn dairesinde kendilerine ayıran yerde geçirmişlerdi (gerektiğinde bayramlar dahil). Ofisin öneminin artmasıyla hem personel hem hizmet anlamında ayrıcalıklar kazanmışlardı. Öncelikle maaş ve çalışma şartları (yemeklerinin sultan mutfağından gelmesi gibi) iyileştirilen kâtipler, seçilme aşamasında da farklı kriterlere tabi tutulmuş, örneğin -bu dönemde yeni baştan düzenlenen- Mülkiye’den dereceyle mezun olanlara öncelik tanınmıştır.
Başkitabete gönderilen evrağın işleyiş süreci nasıl gerçekleşmektedir?
Devletle sultan arasındaki yazışmaların tümü (gayrıresmî görüşmeler, jurnaller mabeynciler vasıtasıyla) başkitabetçe düzenlenmekteydi. Örneğin mülki konular sadrazam, askerî meseleler serasker ve meşihatle ilgili mevzular şeyhülislam tarafından büyük kâğıtlara yazılarak (bu usûl sadece nezaret-sultan arasındaki yazışmalarda cari idi) başkitabete gönderilirdi. Gelen evrakın içerik özeti (hulâsa) öncelikle gelen defterine (âmed) kaydolunur, kâtiplerin son düzeltme veya eklemelerinin (hamiş) ardından diğer belgelerle beraber konuldukları torba içerisinde dezenfekte edilerek (etüv makinesinde) bir muhasib kanalıyla sultanın çalışma odasına gönderilirdi. Sultan maruzatı doğrudan okur veya mabeyncisinden okumasını isterdi. Okunan belgeye sultanın tarih koyması onayladığını, tarihin yanına (C) koyması ise çekincesi bulunduğunu gösterirdi. Bu takdirde belge, hünkârın düşünceleri doğrultusunda kâtipler tarafından düzeltilir sonrasında da onaydan geçirilirdi. Yukarıda bahsedilen torbaya iliştirilen ve içeriğindeki evrakı gösteren listeye sultan özel bir önem atfeder, bu liste kanalıyla arz olunan ve kendisinin onayladığı belgeleri bir makbuz kanalıyla doğrudan imzasını koyarak (sultan imza yerine “malûm” kelimesini yazmaktaydı) tüm yazışma sürecini kontrolü altında tutardı.
Dönemde kurulan komisyonlar neye hizmet etmektedir?
Komisyonlar nezaretleri aradan çıkarmak, idareyi doğrudan ele almak amacıyla oluşturulan saray merkezli aygıtlardı.
Memurin Mülkiye Komisyonu'nun önemi nedir?
Yıldız merkezli yapılanmayı sağlamlaştıran belki de en önemli girişim Memurin-i Mülkiye Komisyonu’nun kuruluşuydu. Memurların seçim, tayin, izin ve terfi gibi hak ve durumlarının kayıt altına alınması 1870’lerin başında kurulan ve Sadaret ile Dâhiliye Nezareti arasında gidip gelen “intihab-ı memurin-i mülkiye komisyonu” tarafından yürütülürken, söz konusu yapı 1895 yılında teşkilat açısından gözden geçirilirken doğrudan Yıldız’a bağlanmıştı. Memurin-i Mülkiye Komisyonu ile saray, hem atamalar hem de sicil sistemini yürüten merkez hâline gelmişti.
Reformlar gerçekleştirilirken kanun kavramına yapılan aşırı tepki ne anlama gelmektedir?
Osmanlı bürokratları, özellikle II. Mahmut’tan itibaren reform politikalarının radikal bir şekilde değişmesine öncülük etmiş, bu kapsamda kendi mevcudiyetlerini de sağlama alan birtakım prensip ve ilkelerin de mümkün olduğunca yerleşmesine çalışmışlardı. “Kanun” kavramına yapılan aşırı vurgu, sadece 19. yüzyıla kadar gelen gayri-resmî ilişkilere güçlü bir tepki değil aynı zamanda devletin üzerinde yükseldiği anlamlar bütününe de bir başkaldırıydı. Reşid Paşa ile beraber yönetimi ele geçiren sivil bürokrasinin kendisini sultanın kulları yerine devletin hizmetkârları olarak görmesi önce -üstü örtülü şekilde- Gülhane Fermanı’nda ardından tüm mülki ve adli reformlarda hissedilmişti. Bireylerden ziyade kurumların geliştirilmesine öncelik tanıyan bu yeni bakış açısının, bizzat uygulayıcıları tarafından yanlış şekilde işletilmesi -kul sistemi bu sefer Cağaloğlu’nda serpilecekti, Reşid Paşa’nın bendeleri (kulları) gibi- önce Genç Osmanlıların ardından da dönem hünkârı Abdülaziz’in tepkisini çekmiştir.
Meşihat dairesinin özellikleri nelerdir?
Meşîhat hiyerarşisinin tepesinde şeyhülislam ve yardımcısı müsteşar bulunuyorken, mektubi ve muhasebe kalemi, meclis-i tedkikat-ı şer’iye, meclis-i intihabat-ı hükkam’ül-şer, meclis-i mesalih-i talebe, meclis-i imtihan-ı kur’a, meclis-i meşayih, meclis-i idare-i emval-i eytam (personelin emeklilik işlemlerinden sorumluydu) kurumun diğer birimlerini oluşturmaktaydı. Sadece fetva değil, eğitim ve yargı işlerini de yürüten meşîhat, kadrosunda cami ve medrese personelinden mahkeme kadı ve yargıçlarına değin geniş bir memurlar grubu barındırmaktaydı. II. Abdülhamid saltanatı süresince altı şeyhülislam ataması gerçekleştirmişti. Ortak yönleri, sultan tarafından dikkatli bir şekilde kontrol altında tutulmalarıydı. Örneğin döneminin son şeyhülislamı olan Cemalettin Efendi’ye saray civarında, masrafı hazineden karşılanan bir konak ihsan etmekle kalmamış, kendi maiyetinden muhafızlar tayin etmiş, ayrıca Meclis-i Vükelâ, Saray ve Meşîhat dışındaki güzergâhları hakkında rapor vermesini istemişti.
Maliye Nezaretinin Kanun-i Esasi’nin malum 40. maddesi ile kurumsal ve işlevsel boyutlarının tanımlanması be 1877 yılında yapılandırılmasıyla ne gibi değişiklikler görülmüştür?
- Mahmud tarafından ihdas edilen, Tanzimat Dönemi’nde büyüme gösteren ve Kanun-i Esasi’nin malum 40. maddesi ile kurumsal ve işlevsel boyutları tanımlanan nezaret, özellikle 1877 yılında modern bürokratik örgütlerden alınan şablonlara göre yapılandırıldığında, Osmanlı bürokrasisinin seyrine hâkim olacak kadar merkezî bir konuma yükselmişti. 1296 (1877) tarihli nizamname, Maliye teşkilatını iki ana eksen üzerinde kurgulamıştı. Bunlardan ilki merkez, ikincisi ise çevre (mülhak) teşkilatıydı. Merkez teşkilatı kendi içerisinde on departmana ayrılırken (Bu departmanlar şu şekilde sıralanmıştı; 1- Maliye Müsteşarlığı 2- Heyet-i Teftişiye-i Maliye 3- Varidat İdare-i Umumiyesi 4- Mesarıfat İdare-i Umumiyesi 5- Düyun idare-i Umumiyesi 6- Maliye Mektupçuluğu 7- Sandık Emaneti 8- Evrak Müdüriyeti 9- Tercüme ve Techizat-ı Ecnebiyye Müdüriyeti 10- Muhasebat-ı Atika Muhasebeciliği) çevre teşkilatı iki bölümle devletin merkez ve taşradaki tüm ünitelerini denetim altına almayı hedeflemişti (Bu departmanların ilki merkez teşkilatındaki nezaretlerde görev yapan tüm maliye memurlarını içerirken, ikincisi vilayet-liva-kaza ünitelerinde görev yapan maliye müdürlükleri, kaza mal müdürlükleri ve sandık emaneti personelinden oluşuyordu). 1296 (1877) teşkilatı ile müsteşarlık makamı Avrupa’daki benzerleri ile aynı seviyeye çekilirken kurumsal denetimin sağlanması adına Heyet-i Teftişiye gibi Batı bürokrasilerinin olmazsa olmaz üniteleri de mevcut yapıya dâhil edilmeye çalışılmıştı.