YÜKSEKÖĞRETİM I:1923-1980
Osmanlı İmparatorluğunda 18. yüzyılda yükseköğretim
alanında nasıl bir yeniliğe gidilmiştir?
18. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı
Devleti’nin askeri ve ekonomik gücünü yitirmeye
başlamasına paralel olarak toplumun her alanında yaşanan
olumsuz gelişmelerin de etkisiyle medreseler daha çok dini
eğitim veren, gelenekçi, akademik niteliği olmayan
kurumlara dönüşmüşler ve işlevlerini yerine getiremez
oldukları gibi yeniliğe ve değişime karşı çıkan kurumlar
haline gelmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde, özellikle Islahat
dönemi ile başlayan ve ardından Tanzimat dönemi ile
devam eden çağdaşlaşma ya da batılılaşma yönünde
toplumsal değişimi gerçekleştirmek için eğitime önem
verilerek yeni eğitim kurumlarının açılması ve ülke
düzeyinde yaygınlaştırılması girişimleri kapsamında, dini
geleneklerden ve etkilerden uzak, çağdaş, bilimsel temellere
dayanan yüksek düzeyde eğitim vermek amacıyla,
İstanbul’da Batı’daki örneklerine uygun bir üniversitenin
(Darülfünun) kurulması için 1846 yılında bir padişah emri
(ferman) yayınlanmıştır. Ancak Darülfünunun kuruluşu
1863 yılında gerçekleşmiştir.
1923’e kadar Darülfünun’un Türk yükseköğretim
hayatındaki yeri ne olmuştur??
Darülfünun, açılışını izleyen yıllarda zaman zaman
kapatılmış ve değişik isimlerle yeniden açılmıştır. Örneğin,
1865 yılında kapanan kurum, 1869 tarihli Maarif-i
Umumiye Nizamnamesi gereğince 1870 yılında
Darülfünun-u Osmani adıyla yeniden açıldı. Ancak 1873
yılında yeniden kapanan bu kurum, 1874 yılında
Darülfünun-u Sultani adıyla yeniden açılmıştır. Fakat bu
okul da 1881 yılında tekrar kapanmış ve 1900 yılında,
Darülfünun-u fiahane (İmparatorluk Üniversitesi) adıyla
yeniden açılmıştır. Ancak, özerkliği olmadan, bilimsel bir
anlayıştan uzak ve çeşitli olanaksızlıklarla eğitim-öğretim
etkinliklerini yürütmek zorunda kalmıştır. Eylül 1908’de
yeniden Darülfünun-u Osmani adını alan kurumun
bölümleri ve programları yeniden düzenlenmiştir. 1912
yılında Darülfunun’un iyileştirilmesi ve ilimlerin ve fenlerin
yayılmasına ve ilerlemesine hizmet edecek bir eğitim
kurumu konumuna getirilmesi için çıkarılan bir yasa ile
yapısı yeniden düzenlenmiş ve Alman ve Macar profesörler
de görevlendirilerek bu kurumun niteliği arttırılmaya
çalışılmıştır. 1919 yılında yapılan bir düzenleme ile de
Darülfünun’a bilimsel özerklik verilmiştir. Bu düzenlemeler
sonucunda Darülfünun, rektörünü seçimle belirleyen,
bilimsel yönden özerk bir kurum olmuştur. Ancak tüm bu
iyileştirme çabalarına karşın Darülfünun kendisinden
beklenilen görevleri etkili biçimde yerine getirebilen bir
yükseköğretim kurumu olamamıştır
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulmasıyla birlikte
Darülfünun kurumlarının akıbeti ne olmuştur?
Darülfünun, 1923 yılında kurulan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin, çeşitli mesleki ve teknik eğitim
amaçlı programlar uygulayan yüksekokulların yanında
Osmanlı Devleti’nden devraldığı tek üniversitedir. 1923
yılındaki toplam yüksekokul ve fakülte sayısı dokuzdur. Bu
kurumlarda 2914 öğrenci ve 328 öğretim üyesi
bulunmaktadır
21 Nisan 1924 yükseköğretim Kanunundan Darülfünun
nasıl etkilenmiştir?
Bu yasa ile Darülfünun, İstanbul Darülfünunu adını
almış ve tüzel kişiliğe sahip olmuştur. 7 Ekim 1925’ te
yapılan bir yasal düzenlemeyle de bu kuruma bilimsel,
yönetsel ve mali özerklik verilmiş, bölümleri fakülte
statüsüne kavuşturulmuştur. İstanbul Darülfünunu’nun yeni
Türkiye’nin bilim merkezi olması ve Batı üniversiteleri
düzeyinde eğitim-öğretim verebilmesi amacıyla hem bütçesi
arttırılmış hem de 1924-1926 yılları arasında yabancı
öğretim üyeleri görevlendirilmiştir. Dönemin Milli Türk
Eğitim Tarihi Darülfünun fermanı, kimi görüşlere göre laik
yükseköğretimin başlangıcı olarak da kabul edilmektedir.
1930’larda Darülfünun’a yönelik ne tür eleştiriler
yapılmıştır?
Cumhuriyet hükümetinin benimsediği kültür
politikası gereğince gerçekleştirilmesi planlanan dil ve tarih
hareketlerine destek vermemesi, Atatürk devrimlerine ayak
uyduramaması, karşı çıkması ve direnç göstermesi, bilimsel
çalışmaların yetersizliği ve yayınların azlığı, öğretim
elemanlarının üniversiteye yeterince zaman ayırmamaları,
birimler arasında işbirliği ve iletişim kopukluğu olduğuna
ilişkin eleştiriler getirilmiştir.
Darülfünun eğitim sisteminin iyileştirilmesine yönelik
yapılan düzenlemeler nelerdir?
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan
Darülfünun Komisyonu’nun hazırladığı rapordaki öneriler
doğrultusunda, yapılacak düzenlemeler için görüşlerine
başvurulmak üzere İsviçre’den Profesör Albert Malche 1932
yılında Türkiye’ye davet edilmiştir. Malche, Darülfünunu
Avrupa üniversitelerindeki normlara göre değerlendiren ve
yapılması gereken yasal ve yapısal düzenlemeleri içeren
kapsamlı bir rapor hazırlamıştır. Ayrıca Komisyon,
Darülfünun divanı, fakülte meclisleri ve fakülte
yöneticilerinden de reform tasarıları istemiştir. Bu
değerlendirmelerin sonucunda, 1933 yılında çıkarılan 2252
Sayılı Darülfünun Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti’nde
yükseköğretim alanında ilk kapsamlı reform çalışması
gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemenin Darülfünun Reformu
olarak adlandırılmasının temel nedeni o dönemdeki tek
akademik kurumun İstanbul Darüfünunu olmasıdır.
1933 Yükseköğretim Reformu Darülfünun kurumlarını
nasıl etkilemiştir?
Yasa gereğince 31 Temmuz 1933 tarihinde
Darülfünun’un kapatılarak yerine 1 Ağustos 1933 tarihinde,
ülkenin, ulusun, Cumhuriyetin ve devrimlerin temel
gereksinimlerini karşılayacak ve amaçlarını gerçekleşirecek,
gelecekte devlet ve ulusun hizmetinde görev alacak gençliği
yetiştirmek üzere İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Milli
Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan üniversitenin işleyiş
önetmeliği de 11 Ekim 1934 tarihinde Bakanlar
Kurulu’nda kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu
yönetmeliğe göre, tıp, hukuk, edebiyat ve fen
fakültelerinden oluşan İstanbul Üniversitesi, araştırma
yapmak, yüksek düzeyde bilgi üretmek ve yaymak, milli
kültürü yaymak, devlet ve ülkeye hizmet edecek nitelikli
elemanlar yetişmesine yardımcı olmakla görevlendirilmiştir.
İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasıyla, Darülfünunun
öğretim üyesi kadrosu büyük oranda tasfiye edilmiş, ancak
yaklaşık üçte birine üniversitede görev verilmiştir. Yeni
üniversitenin öğretim üyesi gereksiniminin karşılanması için
Nazi baskısı yüzünden Almanya’dan ve diğer Avrupa
ülkelerinden kaçan profesör ve uzmanların bir kısmı başta
olmak üzere yurtdışından çok sayıda öğretim üyesinin
istihdamı yoluna gidilmiştir. Ancak yabancı öğretim
üyelerinin Türkçe bilmemeleri nedeniyle, üniversitedeki
dersler Almanca olarak yapılmış, eşzamanlı çeviri yoluyla
Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu durum kimi çevrelerde
eleştirilere neden olmuştur. Ancak zamanla çoğu Türkçe
öğrenen bu akademisyenler sayesinde çok sayıda öğrenci ve
akademisyen yetiştirilmiş, yükseköğretim düzeyinde birçok
enstitü, klinik, laboratuvar ve kürsü gibi araştırma, inceleme
ve öğretim birimleri kurulmuş, üniversite, rektör, fakülte,
dekan gibi kavramlar Türkçe’ye yerleşmiştir.
1933 Üniversite Reformunu savunanların gerekçeleri
nelerdir?
1933 Üniversite Reformu ile ilgili yapılan
tartışmalarda, bu reformun Türkiye’de modern üniversite
tarihinin başlangıcı olduğu, Türk üniversitesinin bilimsel bir
kimlik kazanmasında dönüm noktasını oluşturduğu ve
ortaya konulan üniversite modeliyle de Türk üniversitesini
gelişmiş ülkelerdeki üniversitelerle aynı düzeye taşıdığı
görüşü savunulmaktadır. Bu görüşü savunanlar, 1933
Üniversite Reformu ile gerçekleştirilen değişikliklerle
üniversitenin; kürsüleri, enstitüleri ve yönetim organlarıyla
sistematik bir modele kavuşturulmasını, üniversitenin
rektörünün Milli Eğitim Bakanı’nın önerisi üzerine üst
kararnameyle; dekanların rektörün önerisi ve Milli Eğitim
Bakanının kararıyla, profesörlerin ise fakülte kurulunun
belirleyeceği üç aday arasından Bakanın onayıyla
atanmalarını, Üniversitede görev yapan yönetici ve öğretim
üyelerinin unvanlarındaki değişiklikleri, örneğin, üniversite
emini yerine rektör; fakülte reisi yerine dekan; müderris
yerine profesör; muallim yerine doçent ve muallim muavini
yerine de asistan kavramlarının kullanılmasını olumlu
gelişmeler olarak değerlendirmektedirler. 1933 Üniversite
Reformunu savunanların dayandıkları bir diğer gerekçe de,
bu düzenleme ile Öğretim Birliği Yasasının amacı
yükseköğretim düzeyinde de gerçekleştirilmiş ve
Cumhuriyet rejiminin yapılandırılmasında önemli bir adım
daha atılmış olmasıdır
1933 Üniversite Reformu hangi yönleriyle
eleştirilmektedir?
1933 Üniversite Reformu, üniversiteyi ve
fakülteleri Milli E¤itim Bakanı’na bağlayarak yönetsel
özerkliği sınırlandırmıştır. Bu da üniversitenin özerklik
ilkesinden geri atılmış bir adımdır. Milli Eğitim Bakanlığı
Yükseköğretim Genel Müdürlüğüne bağlı bir üniversitenin
sıradan bir okuldan farkı kalmamıştır. Bu duruma ek olarak,
üniversitedeki ders programları ve yapılan araştırmalar
oldukça yoğun bir denetim altına alınmıştır. Bu durum,
Türkiye’de 1945 yılına kadar yoğunlukla süren sıkı devletçi
çizgiye ve otoriter tek parti yönetimine uygun düşmektedir.
Üniversitenin örgüt ve yönetim yapısını yeniden düzenleyen
1933 tarihli yasanın gereklerinin uygulanmasında devletin
merkeziyetçi ve baskıcı tutumu zaman içinde, özellikle
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde
(28.12.1938-05.08.1946) biraz yumuşasa da Üniversiteye
Batı üniversitelerindeki yönetsel, mali ve akademik
özerkliğin tanınmaması, bu kurumun gelişmesini
engellemiştir.
1933-1946 arasında Yükseköğretim sistemindeki yapılan
düzenlemeler nelerdir?
önemli gelişmelerden biri, 1944 yılında çıkarılan
4619 Sayılı Yasayla Avrupa’daki mühendis okullarına
benzer bir eğitim yapmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin
ikinci üniversitesi olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nin
kurulmasıdır. Bu okulun geçmişi, 1773 yılında İstanbul’da
kurulmuş olan ve izleyen yıllarda çeşitli değişikliklere
uğrayan Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’a
dayandırılmaktadır. Bu dönemdeki ikinci önemli gelişme
ise, 1940’lı yıllarda nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan
ve okuma yazma bilmez oranının en yüksek olduğu
köylerde yaşayan nüfusun eğitimi için köye uygun
niteliklere sahip öğretmelerin yetiştirilmesi amacıyla açılan
ve Türk Eğitim Sistemi içinde özgün bir model olan Köy
Enstitülerine öğretmen, bölge okullarına gezici başöğretmen
ve ilköğretim denetçisi yetiştirmek üzere Hasanoğlan Köy
Enstitüsü içinde bir Yüksek Köy Enstitüsü’nün
kurulmasıdır.
12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan 4936 Sayılı
Üniversiteler Yasasının temel özellikleri nelerdir?
Ankara’da daha önce kurulmuş olan fakülteler ve
yüksekokullar Ankara Üniversitesi’ne bağlanmıştır.
Üniversitelerin amaçlarını gerçekleştirmeleri için yerine
getirmekle yükümlü oldukları görevler belirlenmiştir. Bu
görevler özetle, öğrencileri bilim anlayışı güçlü, sağlam
düşünceli, Türk devriminin ülkü ve ilkelerine bağlı, milli
karakter sahibi bireyler yetiştirmek, çeşitli mesleklere
nitelikli elemanlar sağlamak, bilimsel araştırmalar ve
yayınlar yapmak, ülkenin gelişmesine katkıda bulunmak,
araştırma ve inceleme sonuçlarını ve bilimsel verileri
yayınlamak, doktora yaptırmaktır. Üniversiteler özerklik ve
tüzel kişilik kazanmışlardır. Yönetim, öğretim ve mali
alanları kapsayan özerklik yasayla üniversitenin bir parçası
kılınmıştır. Üniversitelerin yürütme organı olarak; senato,
yönetim kurulu ve rektör; fakültelerin yürütme organı
olarak; genel kurul, profesörler kurulu, yönetim kurulu ve
dekan yetkili kılınmıştır. Üniversitelerin öğretim
etkinliklerinin yanı sıra araştırma etkinliklerine de yer
vermesi gerekliliğini hükme bağlamış; üniversitelerin ülke
sorunlarına da yönelmeleri sağlanmıştır. Rektörlerin ve
dekanların seçimle gelmeleri esası getirilmiş; üniversite ve
birimleriyle ilgili karar yetkileri makamlardan kurullara
kaydırılmıştır. Milli Eğitim Bakanı üniversitelerin üst düzey
yöneticisi olarak kabul edilmiş ve aynı zamanda Bakana
yükseköğretim kurumlarını denetleme yetkisi de verilmiştir.
Üniversitelerarası işbirliğini sağlamak, üniversitelerin ortak
sorunlarına çözüm bulmak üzere Üniversitelerarası
Kurul’un oluşturulması öngörülmüştür. Üniversite öğretim
elemanlarının yetiştirilmesi ve görevlendirilmelerine ilişkin
yeni esaslar getirilmiştir. Yükseköğretimin yurt düzeyinde
yaygınlaştırılmasına yol açmıştır.
Bölge Üniversiteleri Planı nedir ve ne zaman yaşama
geçirilmiştir?
1950’li yıllarda ekonomik ve kültürel kalkınma
sürecini farklı bir siyasal yaklaşım ve ekonomik
uygulamalarla hızlandırma çabasına girilmesinin de
etkisiyle, kamu ve özel sektörde oluşan daha nitelikli insan
gücü gereksinimini karşılamak ve kalkınmada bölgeler arası
farkı ve dengesizliği gidermek için bölge kalkınmasına katkı
sağlayacak “Bölge Üniversiteleri” kurulması düşüncesi
giderek siyaset, ekonomi ve bilim çevrelerinde akılcı ve
gerçekçi bir yol olarak daha çok taraftar bulmuştur. O
dönemde izlenen politikalar doğrultusunda Amerikan
üniversitelerinin kuruluş esaslarının etkili olduğu bu
düşünce, 1950’li yılların ikinci yarısında yaşama
geçirilmiştir. Bölge üniversiteleri, bölgelerinin önemli
yaşamsal sorunlarının çözümlenmesinde ve sosyal, kültürel,
ekonomik, teknik, tarımsal ve sağlık bakımından
gelişmesinde ve kalkınmasında, dolayısıyla ülke
kalkınmasına önemli katkılarda bulunmuşlar ve
bulunmaktadırlar
Bölge Üniversitelerinin amaçları nelerdir,
örneklendiriniz!
Bu üniversitelerin kuruluş yasalarında geleneksel
üniversite görevleri yanında özel amaçları ve işlevleri de
tanımlanmıştır. Örneğin, Orta Doğu Teknik Üniversitesinin
amacı “Orta Doğu’nun kaynaklarını geliştirmek ve
ekonomik sorunlarını çözmek, Türk ulusuna ve öteki
uluslara yarar sağlayacak uygulamalı araştırmalar yapmak
ve İngilizce olarak ileri düzeyde öğretim gerçekleştirmek”;
Atatürk Üniversitesi’nin ise, “çiftçinin, hayvan
yetiştiricisinin, inşaatçının, imalatçının, işçinin ve iş
adamının sorunları ile ilgilenmek” olarak belirlenmiştir.
Akademilerin Yükseköğretim tarihindeki yeri ve önemi
nedir?
Üniversite özerkliğinden rahatsız olmaya başlayan
ve üniversitelere karşı bir alternatif arayışında olan siyasal
otoritenin farklı bir yönetim modeline göre kurduğu
Akademiler, bu dönemdeki üniversitelerin dışındaki önemli
yükseköğretim kurumlarıdır. Bu kurumlar, başlangıçta kimi
yüksekokulların Akademi adıyla yeniden
yapılandırılmasıyla oluşmuşlardır. Örneğin, İktisadi ve
Ticari İlimler Yüksekokulu, İktisadi ve İdari İlimler
Akademisi olmuştur. Daha sonra Devlet Mühendislik ve
Mimarlık Akademileri ile Devlet Güzel Sanatlar
Akademisinin de kurulmasıyla sayıları hızla artan
akademilerle üniversiteler arasında meşru düzeyde bilimsel
bir yarışma ortamının oluşması, bunun da dolaylı olarak bir
tür denetleme sistemi olarak işlev görmesi niyeti de etkili
olmuştur. Birbirlerinden oldukça ayrı alanlarda ve
bütünüyle üniversite düzeyinde etkinlik gösteren bu
kurumların her biri ayrı yasalarla kurulmuş olmakla birlikte,
yaklaşık olarak tamamı 1946 yılında gerçekleştirilen 4936
Sayılı Üniversiteler Yasası’ndan dayanak almışlardır. Önce
yüksekokul statüsünde olan İktisat ve Ticaret Okulları, önce
4936 Sayılı Yasayla üniversiter kurumlar kapsamına
alınmış, ancak daha sonraki bir düzenlemeyle de tekrar bu
yasa kapsamı dışında tutulmuşlardır. Bu nedenle
yönetimlerinde ve işleyişlerinde önemli sorunlar yaşanmaya
başlanmıştır. Bu sorunların çözümü için harcanılan yoğun
çabalar sonucunda, 1959 yılında 4936 Sayılı Yasanın
kopyası niteliğindeki 7334 Sayılı Akademiler Yasası ile bu
kurumlar yasal olarak bütünüyle üniversiter bir kurum
olarak kabul edilmiş ve örgütlenmişlerdir. Bu dönemde,
daha önce kurulmuş olan yüksekokullardan bu yasaya göre
oluşturulan ilk akademilerden biri Ankara İktisadi ve Ticari
İlimler Akademisi (1954), diğeri de Eskişehir İktisadi ve
Ticari İlimler Akademisi’dir.
1961 Anayasası’ndaki üniversitelerle ilgili madde
hangisidir?
Bu maddede, üniversitelerin devlet eliyle ve yasayla
kurulan, kamu tüzel kişiliği olan bilimsel ve idari özerkliğe
sahip kurumlar olduğu, kendi öğretim üyelerince
oluşturulan organları tarafından yönetileceği, öğretim
üyeleri ve yardımcılarının araştırma ve yayın serbestliği
olduğu, dış makamlardan birinin hiç bir biçimde
üniversitelere müdahale edemeyeceği vurgulanmıştır.
7 Temmuz 1973 günü kabul edilen 1750 Sayılı
Üniversiteler Yasası’nın temelindeki ilkeler nelerdir?
Yükseköğretimin bütünlüğünün sağlanması ve
ortaöğretimle ilişkisinin kurulması ve toplumun
gereksinimlerine yönelmesi gerekliliği, yükseköğretimde
fırsat ve olanak eşitliğinin sağlanması ve ayrılan
kaynakların etkin bir biçimde kullanılmasının sağlanması,
yükseköğretim planlamasının örgütlenmesi, öğretim ve
öğrenim özgürlüklerinin güvence altına alınması,
yükseköğretimin yurt genelinde dengeli olarak
dağıtılmasıdır.
1750 Üniversiteler Yasası’nın temel sonuçları nelerdir?
Türk üniversitelerini tek bir çatı altında toplama ve
bütünlüğü sağlamak için bir denetleme, planlama ve
eşgüdüm organı olarak Yükseköğretim Kurulu (YÖK)
kurulmuş; ancak bu durum Anayasa Mahkemesi tarafından
1961 Anayasası’na aykırı bulunarak iptal edilmiş ve bu
kurul kaldırılmıştır. Kimi görüşlere göre de bu durum,
üniversitelerin kalkınma planlarında öngörülen eğitilmiş
insan gücünü yetiştirmek amacıyla işbirliğinin
gerçekleştirilmesini ve yükseköğretimin bir çatı altında
bütünleşmesini önlemiştir. Üniversiteleri dışarıdan
denetlemeyi sağlayacak Üniversite Denetleme Kurulu
oluşturulmuştur. Üniversiteler arasında eşgüdüm ve
işbirliğini sağlamak amacı ile Üniversitelerarası Kurul
oluşturulmuştur. Üniversite başta olmak üzere bu kurumun
her alt biriminin ayrıntılı görev tanımları yapılmıştır.
Üniversiteler kurullarla yönetilen kurumlar haline
dönüştürülmüştür. Rektörlerin, dekanların, fakülte yönetim
kurullarının seçimle iş başına gelmeleri hükme bağlanmıştır.
Fakülte kurullarına doçentlerin de katılması, fakülte
yönetim kuruluna bir asistan temsilcisinin katılması
sağlanmıştır. Yükseköğretimin aşamaları temel eğitim,
lisans, yüksek lisans, tıpta uzmanlık, uzmanlık ve doktora
biçiminde yapılandırılmış ve öğrenim süreleri karara
bağlanmıştır
1960-1973 yılları arasında hangi üniversite ve özel
okullar açılmıştır?
1960-1973 yılları arasındaki dönemde
yükseköğretim alanında yaşanan önemli gelişmelerden biri
1967 yılında Hacettepe Üniversitesi’nin, 1971 yılında da
Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulmasıdır. Diğer bir gelişme
de, büyük kent üniversitelerinin çeşitli illerde fakülteler
açarak ileride bu illerde kurulacak üniversitelerin temellerini
oluşturmalarıdır. Örneğin, 1967 yılında Ankara
Üniversitesi’ne bağlı olarak Diyarbakır’da Tıp, Adana’da
Ziraat, Elazığ’da Veteriner Fakülteleri; 1968 yılında
Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı olarak Kayseri’de Tıp
Fakültesi, 1970 yılında İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak
Bursa’da Tıp Fakültesi, yine 1970 yılında Atatürk
Üniversitesi’ne bağlı olarak Adana’da Tıp Fakültesi
kurulmuştur. Ayrıca 1967 yılında Adana’da ve 1971 yılında
da Bursa’da birer İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
kurulmuştur. 1960 yılından 1973 yılına kadar geçen süre
içinde oluşan bir diğer gelişme de, 1965 yılında çıkarılan
625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası ile özel yüksek
okullar açılmış, devlet üniversitelerine giremeyen birçok
öğrenci bu okullara girmişlerdir. Bu yıllarda yükseköğrenim
talebinin artmasına bağlı olarak bu okulların sayısı da hızla
artmıştır. Ancak 1971 yılında Anayasa Mahkemesi’nin ilgili
yasada özel yüksek okulların açılmasına ilişkin maddeyi
iptal etmesi üzerine bu okullar kapatılmıştır.
19. 1973 yılındaki 1750 Sayılı Üniversiteler Yasası’nın
çıkarılma gerekçeleri nelerdir?
Cevap: 1968 yılında önce Fransa’da başlayan, sonra diğer
ülkelere de yayılan yükseköğretim düzeyindeki siyasal
nitelikli öğrenci olayları Türkiye’deki üniversite
öğrencilerini de etkilemiştir. Öğrenci olaylarının 1970’li
yılların başlarında giderek şiddetlenmesi, üniversiteleri
işleyemez konuma getirmiş, özellikle özerklik ve öğretim
üyelerine üniversite dışından dokunulmazlık ilkelerinin
tartışılmasını ve yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesini
gündeme getirmiştir. 12 Mart 1971 yılındaki askeri
müdahalenin de etkisiyle, 1961 Anayasası’nın 120. Maddesi
değiştirilerek gerekli durumlarda hükümetin üniversitelerde
koruyucu önlemler alabilmesini öngören yasal düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir. Öte yandan, 1946-1973 döneminde
kurulan üniversitelerle yükseköğretim alanında niceliksel
bir artış sağlanmış olmakla birlikte, yükseköğretimin nitelik
boyutu sorgulanır duruma gelmiştir. Bu durumun
yükseköğretimde eşgüdüm ve denetim eksikliğinden
kaynaklandığı görüşünün de etkisiyle siyasi çevrelerde
yükseköğretim alanında yeni bir yasal düzenleme yapılması
isteklerinin gündeme getirilmesi, 1973 yılında çıkarılan
1750 Sayılı Üniversiteler Yasası’nın gerekçesini
oluşturmuştur.
1973-1980 yılları arası Yükseköğretim Sisteminde ne
gibi gelişmeler olmuştur?
1973 yılında 1750 Sayılı Üniversiteler Yasası
yayımlandıktan sonra iki yıl içerisinde Diyarbakır, Adana,
Eskişehir, Sivas, Malatya, Elazığ, Samsun, Bursa ve
Konya’da dokuz yeni üniversite daha kurulmuştur. 1978
yılında da Kayseri’de bir üniversitenin kurulmasıyla
üniversite sayısı 19 olmuştur. Yine bu yıllarda Milli Eğitim
Bakanlığı, çeşitli illerde Akademiler açma yoluna gitmiştir.
Örneğin, 1979 yılında Trabzon İktisadi ve Ticari İlimler
Akademisi açılmıştır. 1973 yılındaki 1765 Sayılı Üniversite
Personel Yasası’yla da üniversite-akademi organlarının eşit
düzeyde olduklarına karar verilmiş ve akademilerin
üniversitelere eşdeğer kurumlar oldukları pekiştirilmiştir.
Zaman içerisinde bu kurumların fakülte ve enstitüler açma
hakkı elde etmeleriyle de yükseköğretim düzeyinde bir
ikilem (üniversite-akademi) ortaya çıkmıştır. 1977 yılında
çıkarılan 2095 Sayılı Yasayla akademilerin fakülteler
halinde örgütlenmelerine olanak sağlanarak üniversiteler ile
akademiler arasındaki işlevsel ve yapısal farklılıklar fiilen
ortadan kaldırılmıştır. 1973 yılında kabul edilen 1739 Sayılı
Milli Eğitim Temel Yasası ile yükseköğretimin en az iki
yıllık yüksek öğrenim veren eğitim kurumlarının tümünü
kapsadığı; üniversite, fakülte, enstitü, akademi, yüksekokul,
konservatuar, meslek yüksekokulları, uygulama ve
araştırma merkezlerinin yükseköğretim kurumu olarak
görüldüğü karara bağlanmıştır.
1973-1980 dönemi Yükseköğretim sistemine ilişkin
eleştiriler nelerdir?
Yükseköğretim kurumlarını oluşturan üniversiteler,
akademiler ve yüksekokulların amaçları, işlevleri, öğretim
düzeyleri, olanakları ve gelirleri birbirlerinden önemli
ölçüde farklılaşmaktadır, 1750 Sayılı Yasanın kimi
maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılması,
yasal boşluklar yaratmıştır, kurumlararası işbirliği ve bu
kurumların denetlenmesi konularında sorunlar
yaşanmaktadır, 750 Sayılı Yasa, üniversite-toplum ilişkisini
kurma konusunda başarılı olamamış, toplumsal kalkınmaya
yeterli desteği verememiştir. Üniversiteler, akademiler ve
yüksekokullar ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında kurulması
amaçlanan işbirliği ve eşgüdüm kurulamamıştır. Kurumsal
farklılıklar nedeniyle aynı meslek alanında yetişen insanlar
arasında üst düzeyde yeterlik farklılıkları yaşanmaktadır.