İnancın toplumsal işlevleri kapsamında dinin veya dinî inancın toplumsal işlevlerinin açıklığı/görünürlüğü ve kapalılığı/gizliliği hususunu hatırlamak önemlidir. Dinin herhangi bir sosyal işlevi veya işlevleri, dine bağlı toplum veya dine inanan insanlar tarafından, niyet edilmesi, bilinmesi veya açıkça görülebilmesi durumunda o işlev veya işlevler açık olmakta, niyet edilmemesi, bilinmemesi veya görülmemesi durumunda ise gizli olmaktadır. Mesela insanlar, Allah’ın emrini yerine getirmek ve huzur hissetmek için bir araya gelip topluca ibadet ederler. Burada ibadet için bir araya gelmenin görünen işlevi huzur hissi iken, görünmeyen işlevi ise sosyal bütünleşmedir. Dinlerin en önemli sosyal işlevlerinden biri, inananlarına çeşitli toplumsal durumlarda, değişik toplumsal olaylar karşısında takip edecekleri tutum ve tavırları belirleyen bir perspektif, zihniyet ve ideoloji kazandırma işlevidir. Her din temel bir bilişsel yöne sahip olup insanlara belirli bir zihniyet ve dünya görüşü sağlar. İnananlar, dinin kendilerine kazandırdığı zihniyet yapısıyla, sözgelimi dünya ve dünyevî olaylar karşısında nasıl bir tutum ve eylem içinde bulunacaklarını belirlerler. Bir inanan, dininin kendisine verdiği zihniyetle dünya karşısında olumsuz veya edilgen bir tutum içinde olurken bir başkası olumlu tutum içinde bulunabilmektedir. Şu halde insanlar, dine dayanarak, eşyaya, tabiata, sosyal olaylara karşı bir tavır ve tutum içine girerler. Dinin verdiği zihniyetle sosyal olaylara karşı içine girilen tavır ve tutumlar, aile, ekonomi, eğitim, siyaset, sanat, ahlak gibi toplumun temel kurumlarını içine alacak boyutlardadır. Dinin zihniyet kazandırma işlevi, dinî inançların topluma hizmetin en temel amillerinden olmasını anlamak bakımından önemlidir. Şöyle ki; bir dine özgü zihniyet veya bakış açısının, o dine veya dinî inanca mensup insanlar arasında yayılması ve paylaşılması sonucunda inananlar, o zihniyete göre hayatlarını sürdürür, örneğin gündelik işlerini yapar, hatta sözgelimi doğayı seyrederken dahi o zihniyetin etkisi altında kalırlar. Bunu yaparken inandıkları dinin kendilerini öyle bakmaya ittiğinin farkında olsun ya da olmasınlar, dış dünyayı daima inançlarının ışığı altında görürler. İşte bu husus, Alman sosyolog Max Weber gibi sosyal bilimcilerin ve din sosyologların da fark ettiği gibi dinî inancın, insan hayatında çevresi sınırlarla belirlenmiş kapalı bir bölge teşkil etmeyip kültür ve toplum yaşamının din dışında kalan kısımlarında da sürekli olarak varlığını hissettirmesinin başlıca nedenlerindendir (Freyer, 1964: 71). Dinî inancın en dikkat çekici işlevlerinden biri de, yukarıdaki işleviyle doğrudan bağlantılı olan anlamlandırma işlevidir. Din veya dinî inanç, insanın, var oluşu, kendisini, çevresini, çevresindeki insanları ve diğer varlıkların var olmaklığını, etrafında cereyan eden olayları anlamlandırmasını sağlar. İnsanın bu dünyada yaşamasında, bu dünya hayatını sahiplenmesinde, huzur arayışı içine girmesinde dinin bu fonksiyonu etkili olur. Dinin bir diğer toplumsal işlevi bütünleştirmedir. Bilindiği gibi bütünleşme teması, sosyolojinin merkezî temalarındandır. Toplumu toplum yapan, toplumu mümkün kılan nedir? Ayrı bireyleri veya üyeleri, toplum denilen daha büyük bir bütünün içinde birleştiren, bir arada tutan nedir? Hiç şüphesiz toplum, belli bir zaman ve mekanı paylaşan insanların bir araya gelerek oluşturduğu birliktelikten daha öte bir şeydir. İnsanları bir araya getiren, bir arada tutan, toplum halinde birleştiren bir amaç ve bu amaç etrafında bir takım normlar, değerler, inançlar bulunmaktadır. Bireyi bu anlamda topluma bağlayan sosyal bütünleşmedir. Sosyal bütünleşmeyi sağlayan en önemli olgulardan(fenomen) biri, belki de en önemlisi ise dindir. Bundan dolayı bütünleşme, din sosyolojisinin de anahtar konularından biridir. İbn Haldun dinin bütünleştirici, kaynaştırıcı güç ve işlevi üzerinde önemle durmuştur (1996: 146-148). Emile Durkheim’in merkezî ilgisi, düzen problemine, yani toplumun sosyal istikrar ve birliği nasıl sürdürebileceği hususuna olmuştur. Durkheim’in din sosyolojisi çalışmaları, dinin insan toplumunda büyük birleştirici, bütünleştirici güç olarak yorumlanmasıyla sonuçlanır. Din, toplum içindeki dağınıklığa, düzensizliğe, bunalıma, acziyete ve ümitsizliğe karşı bütünleşmeyi, umudu, motivasyonu koyar; hem birey ile toplum ilişkisini, hem bireyle kurum ilişkisini ve hem de kurumsal ilişkileri bir bütünlük içinde düzenler. Din, bütünleştirme işleviyle toplumsal dayanışmanın güçlü bir yapı taşı niteliğine sahiptir. Dinin bir diğer başat sosyal işlevi, bütünleştirme işleviyle yakından ilgili olan organizasyon işlevidir. Peygamberlerin karizmatik liderliği etrafında inanan insanların oluşturduğu organizasyondan tutun çeşitli dinî grup, hareket, cemaat, oluşum, parti ve kurumların organizasyonları, bürokratik ve hiyerarşik yapılanmaları, siyasal ve toplumsal düzen ve düzenlemeler oluşturmaları, tarihsel ve çağdaş olarak dinin organizasyon işlevinin önemini ortaya koymaktadır. Dinin toplumsal işlevlerinden biri de sosyalizasyondur. Din, sosyo-ekonomik, dinsel vb. sisteme uygun belli karakter tiplerini öne çıkararak, destekleyerek toplumsal aktörlerin, sosyal yapıya uygun rollerini öğrenip içselleştirmelerini, sosyal hayata ayak uydurmalarını, yani sosyalleşmelerini sağlar. Sosyalleşmeyle birey, sosyal rollerini, dışsal sosyal şartların etkisinden daha büyük oranda içsel olarak benimser ve icra eder. Dinsel sosyalleşme, sisteme uygun değer, tutum ve davranışları öğreterek toplumsal aktörün sosyal yapıyı, sosyal düzenin norm ve değerlerini, toplumsal rolleri sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal statükoyu benimsemesinde rol oynar. Dinî meşrûlaştırımın içinde de değerlendirilebilecek olan dinî sosyalizasyon, toplum bireyleri katında sistemi, sosyal yapıyı, sosyal düzenin norm ve değerlerini, toplumsal rolleri kabul edilebilir göstererek bireylerin söz konusu sisteme, sistemin düzenlemelerine, sosyal hayata ayak uydurmalarında işlevsel olur. Sosyal ilişki normları, dinsel ritüeller ve sosyalizasyonla dolaylı olarak kabul edilip içselleştirilir. Birçok dinsel grup, hatta mevcut sosyal düzenlemelere karşı olan bazı dinsel sekteryan gruplar, üyelerine, onları dünyada veya o toplum içinde daha başarılı hale getirecek değer ve davranışları öğretirler. Örneğin bazı dinsel gruplar, üyelerini, gelecek mükâfatlar için mevcut zevklerden vazgeçme, ölçülü olma, sıkı çalışma gibi değerler içinde yeniden sosyalize ederler. Benzer biçimde bazı yeni dinsel hareketler, dominant toplumun değerlerine göre daha mükemmel ve daha dürüst olmaları konusunda karşıt-kültür üyelerine yardımcı olarak onların sosyalize olmalarında işlev görürler. Dinin başka bir işlevi, yapılandırma olarak belirlenebilir. Geleneksel Hint kast sistemi buna örnektir. Siyasi liderlere büyük avantajlar sağlayan bu kendine özgü ve son derece karmaşık yapı büyük bir ihtimalle Brahman ruhbanlığının bir ürünüdür. Din, toplumun sosyo-kültürel yapısında etkili olan bir olgu(fenomen) olup yapılandırma işleviyle de bağlantılı olarak aynı zamanda toplumu düzenleyici kurallar sistemidir. Gerek İslam örneğinde gerek Hıristiyanlık örneğinde ve başka dinler örneğinde dinin, sosyal hayatın bütün alanları ile ilgili normlar geliştirdiği ve düzenlemelerde bulunduğu bilinmektedir. Dinin etkili sosyal işlevlerinden biri de kimlik, bir varlık bilinci, aidiyet bilinci, birlikte var ve taraf olma bilinci kazandırmadır. Din, insanın kim olduğunu ifade eden şeyi tanımlayan sosyal bir rol veya durumda o insanın benine uygun düşen bir anlamlar seti olan kimliğin bir kontrol sistemi olarak işlev görmesinde rol oynar. Dinî inanç ve uygulamalar, birey ve gruplar için kimlik kalıpları meydana getirirler. Dinin kazandırdığı kimlik, insanın hayatına anlam kazandırır. Din, kararlı ve sağlam bir insan kişiliği oluşturarak toplumsal ilişkilerin de kişilikli ve bütünlüklü olarak gerçekleşmesinde etken olur. Din, bu işleviyle insanın kimlik bunalımına düşmesini de engelleyici güçtedir. Din, hem bireyin benliğinin oluşmasında, kendisiyle barışık olmasında, hem de bireyin topluma uyumunda, toplumla, sosyal norm, değer ve inançlarla sağlıklı ilişkide bulunmasında yardımcı olur. Din, muhafazakâr ve meşrulaştırıcı özellikleriyle yakından bağlantılı olarak kültürün korunmasında, kuşaktan kuşağa aktarılmasında, kültürün süreklilik kazanmasında da işlevseldir. Din, topluma kültürün geçerliliğini kabul ettirerek, kültürü kendi şemsiyesi altına alarak korur ve kuşaktan kuşağa aktarır. Özellikle kültürün çeşitli boyutlarını izah etmek suretiyle din, insanların mevcut kültüre bağlanmasını ve onu devam ettirmesini temin eder. Denilebilir ki din, kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması suretiyle gelenekselleşmesi ve dolayısıyla kültürün dinamik bir biçimde toplumda var olmasını temin eder. İslam toplumları, Hıristiyan toplumlar ve diğer dine mensup toplumlarda bunun örnekleri bol miktarda mevcuttur. Dinin etkili işlevlerinden bir diğeri, toplumda pek çok problemin kaynağı olarak ortaya çıkabilecek değerler çatışmasını önlemektir. Din, değerlerin toplumca kabulünü sağlar, değerleri pekiştirir, değerler arasında hiyerarşik bir yapı oluşturur. Grubun ve toplum hayatının bir konsensüs içinde bulunması, değerler üzerinde anlaşmaya dayalı bir birliktelikle hayatiyetini sürdürmesi, değerler hiyerarşisinin oluşmasını gerektirir. Bunu sağlamada dinin çok büyük etkisi mevcuttur. Dinin bir diğer işlevi, devletle toplum aktörleri arasında aracı kurumluktur. Din, devletle birey arasındaki ilişkilerde ikincil yapılar, örneğin sivil toplum olarak bir tampon vazifesi görebilmektedir. İslam toplumlarında, örneğin Osmanlı toplum yapısında bu net olarak görülebilir. Din burada ikincil yapılarda tüzel kişiliğin işlevini ifa eder. Anlam kazandırıcı bir inanç sistemi olarak dinin sosyal hayatta en dikkate değer ve kuşatıcı işlevlerinden biri de meşrulaştırmadır. Sosyal düzlemde meşrulaştırıcı bir rol sistemi olan din, toplumda ortaya konulan tutum ve fiilleri açıklar ve haklılaştırır. Din, bireysel düzlemde, yapılan davranışı bireyin meşrû olarak görmesini sağlarken, başka bir ifadeyle, bireyin yaptığı davranışı kendi zihin, bilinç ve vicdanında, kendi iç dünyasında, kendi psikolojisinde meşrû olarak görmesini temin ederken, sosyal düzlemde özneler arası ilişki ve etkileşimlerde, sosyal hayatta insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerde, kurumsal ve grupsal ilişkilerde de ortaya çıkan davranışların, sosyal eylemlerin ilişki içindekiler tarafından ve küresel (global) anlamda toplum tarafından geçerli ve haklı kılınmasını temin eder. Siyasal düzlemde ise din, yönetimin, yönetenlerin veya iktidarın, yönetilenler tarafından kabul edilmesinde işlevsel olur. Din, meşrûlaştırıcı işleviyle sosyal realiteyi yoruma tabi tutarak insanı bu realitenin içine yerleştirir ve hayat için insana bir rehber takdim eder. İnanç, meşrûlaştırma işleviyle doğrudan bağlantılı olarak kutsallaştırma işlevi de görür. İnanç ve inancın kurumsal boyutnu teşkil eden din, koyduğu farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, helal, mekruh, haram gibi davranış tanımlamalarıyla insanların gözünde bazı davranışları gerçekleştirmeyi kutsallaştıran bir yapıya sahiptir. Bu çerçevede inanç, toplumun varoluşsal boyutu olan topluma hizmeti kutsallaştıran, farz kılan bir yapısallık ve işlevsellik arz eder. Çünkü inanç, topluma hizmetin olmadığı bir toplumun yok olmaya yüz tutacağını, yıkılmasının mukadder olacağını söyler. İnanç esaslarında ve inanca dayalı yaşamda topluma hizmet asıldır. Bu bağlamda Kur’an’a ve Hadislere göre İslam inancında Allah rızası için topluma hizmetin, Müslümanlar için bir zorunluluk olduğu hatırlanabilir. Din, insan toplumuna gündelik dünyayı aşan bir referans noktası kazandırır. Din, ayrıca bireyler ve gruplar için hayata bir anlam verme duygusu sağlar; böylece insanlar, sosyal hayatta karşılaştıkları olay veya durumlar içinde bir tür güçlü destek ve barış elde ederler. Dinin izahı veya haklılaştırmasıyla toplum içinde her aktör veya üye, kendi konumunu, statüsünü anlamlandırabildiği gibi, karşılaştığı olayları, içinde bulunduğu acılı veya sevinçli durumları da kendi zihninde bir yere yerleştirebilir. Fakir olan fakirliğini, zengin olan zenginliğini, hasta olan hastalığını vb. dinsel izahlarla izah eder ve böylece zihnen rahat olabildiği gibi toplumsal ilişkilerinde de rahat olur. Görüldüğü üzere inancın toplumsal yaşam için çok hayati denilebilecek işlevleri bulunmaktadır. Burada ele alınan işlevlerin dışında da dinin pek çok işlevi olduğu muhakkaktır. Ancak konunun anlaşılması bakımından bu kadarı yeterli görülebilir. Gerek burada verilen, gerekse başka sosyal işlevleri dikkate alındığında inancın topluma hizmette temel etkenlerden biri, hatta kimi zaman, yer ve durumlarda en temel etken olduğu anlaşılır.