aofsorular.com
İLH1006

Kur’ân’ın Manalarına Dair İlimler

8. Ünite 32 Soru
S

Muhkem kelimesinin sözlük ve terim anlamı nedir?

Muhkem, h-k-m (حكم (kökünden türemiş bir isimdir. H-k-m fiil kökü ise Arapça’da hüküm vermek, hükmetmek, sağlam ve dayanıklı olmak gibi anlamlara gelir. Hûd sûresi 1. âyet Kur’ân’I, âyetleri muhkem kılınmış bütün bir kitap olarak tanıtırken, âyetlerinin sağlam ve sâbit, nazım ve üslubunun kusursuz güzellikte olduğunu ifade etmektedir.

Terim/ıstılah manasına göre ise, delaleti açık, manası başka bir konuyla karışmayacak derecede net olan âyetlerdir. Demek ki muhkem âyetlerin manaları, başka bir konuyla karıştırılmayacak şekilde kolaylıkla anlaşılmakta, manalarını anlamak için başka bir izah veya delile ihtiyaç duyulmamaktadır.

S

Müteşâbih kelimesinin sözlük ve terim anlamı nedir?

Müteşâbih, ş-b-h (شبه (kökünden türer. Ş-b-h fiil kökü ise, benzemek, ayırt edilmesi zor olacak şekilde birbirine benzer olmak, benzediği için de şüphe uyandırmak gibi anlamları ifade eder. Zümer sûresi 23. âyet de Kur’ân’ın tüm âyetlerinin müteşâbih olduğundan söz edilirken, bütün âyetlerin doğruluk, sağlamlık, çelişkiden uzaklık, lafız ve mana bakımından eşsiz güzellik ve etkileyicilik gibi yönlerden birbirine benzediği ifade edilmektedir.

Terim/ıstılah manasına göre ise, birçok mana ihtimali olan ve bu manalardan birini tayin edebilmek için hârici bir delile ihtiyacı olan âyetlerdir. Bu tür âyetlerde muhtemel manalar çoğu zaman eşit derecede birbirine benzerler, benzedikleri için de karıştırılırlar. Türkçe’deki “şüphe” kelimesi de bu kökten gelmektedir. Zaten şüphe birbirine benzemesi sebebiyle ihtimallerin herhangi biri üzerinde yakînî olarak karar kılınamaması, karıştırılması demektir. Müteşâbih âyetler hakkında da aralarındaki benzerlikten dolayı kesin olarak hüküm vermek ve ne anlama geldiğini ortaya koymak çok zordur.

S

Muhkem ve müteşâbih ayetler hususunda önemli bir örnek teşkil eden ayet nedir?

 Âl-i İmrân sûresinin 7. âyeti bu konuda teknik içeriğe sahip merkezi önemde olan bir âyettir.

“Sana Kitabı (Kur’ân’ı) indiren O’dur. Onda bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne çıkarmak ve te’vîline yönelmek için onun müteşâbih kısmının ardına düşerler. Halbuki onun te’vîlini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde derinleşenler ise, biz ona inandık, hepsi Rabbimizden derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür” (Âl-i İmrân (3), 7).

S

Kur’ân’da Müteşâbih âyetlerin bulunmasının sebepleri nelerdir?

Müteşâbihler insanı imtihan eden araçlardan biridir. Acaba insan önünde açık ve kesin olarak duran muhkem nasslara mı uyacaktır? Yoksa muhkemleri bırakıp muhtemel anlamları olan, şüpheli işlerin arkasından mı gidecektir?

Kur’ân’da müteşâbih âyetlerin bulunmasında insanlığın ilerlemesi, medeniyetlerin kurulması açısından önemli faydalar bulunmaktadır. Bir taraftan arayış içinde olan, diğer taraftan hangi noktaya ulaşırsa ulaşsın son noktaya ulaşamadığını bilen insan zihni sürekli işlemeye devam edecek, işledikçe de Yüce Allah karşısında ne kadar aciz olduğunu itiraf ederek her seferinde çözümü “iman ettik, hepsi Rabbimizin katından” demekte bulacaktır. Bu durumda insanlar çalışmaları sonucunda ulaştıkları son noktayı, hakikatte varılabilecek son nokta olarak görmeyecek ve bunu diğer insanlara mutlak doğru olarak dayatamayacaklardır. Bu noktada ortaçağ Hıristiyan dünyasında sırf dünya dönüyor dediği için kilise tarafından ne kadar çok masum insanın giyotine gönderildiğini acı da olsa hatırlamak gerekir.   

S

Muhammed Şehrur Kur’ân’da müteşâbihlerin yer almasını nasıl açıklamıştır?

‘’Farzedelim ki ömrünün son günlerini yaşayan büyük bir âlim, sahip olduğu bütün bilgileri üç yaşındaki oğluna aktarmak istiyor. Bunun için âlimin önünde sadece şu iki seçenek bulunmaktadır: Ya bilgileri, çocuğun yaşı ve öğrenme yeteneği arttıkça tedrici olarak verecektir ki bu seçenek mümkün gözükmemektedir, çünkü âlim doksan yaşındadır, ömrü buna büyük ihtimalle yetmeyecektir. Ya da âlimimiz sahip olduğu bilgilerin mükemmel bir çekirdeğini çocuğa bir defada verecektir. Çocuk büyüyüp olgunlaşırken bu mükemmel çekirdeği her okuduğunda farklı bilgi pencereleriyle karşılaşacak, üstelik daha önce öğrendikleriyle sonradan öğrendikleri çatışmayacaktır. Bu mükemmel çekirdekte sabit nass, hareketli muhteva bulunacaktır. Beşeri planda belki de hiç mümkün olamayacak olan bu mükemmel çekirdek, Allah kelamı Kur’ân’ın müteşâbihleri sayesinde mümkün haldedir’’

S

“Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın” âyeti niçin muhkemdir?

Muhkem âyetler; anlamları açık, anlaşılmasında dışarıdan bir delile ihtiyaç duymayan, tek bir veche imkan tanıyan âyetler olduğuna göre, bu cümlenin gayet açık bir şekilde ortaya koyduğu yasakta herkes tarafından anlaşılmakta ve başka hususlarla da karıştırılmamaktadır. Ayet bu nedenle muhkemdir.

S

Râgıb İsfahânî, müteşâbih âyetleri kaç kısma ayırmıştır?

1. Bilinmesi mümkün olmayan mutlak müteşâbihlerdir ki bunları ancak Allah bilir. Meselâ kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez.

2. İnsanın sebeplere sarılarak manasını bilebileceği izâfî müteşâbihlerdir. Meselâ garib lafızlarla muğlak hükümler böyledir.

3. Bilgisi sadece ilimde derinlik kazanmış bazı kimselere tahsis edilmiş müteşâbihlerdir. Bu kısma misâl olarak Peygamberimizin “Allah’ım onu dinde âlim kıl ve ona te’vîli öğret” diye dua ettiği İbn Abbas hatırlanabilir.

S

Usûl âlimleri müteşâbih âyetleri kaç kısma ayırmıştır?

1. Muhkemlerle karşılaştırıldığında manası bilinebilenler.

2. Hakikatini bilmeye imkân bulunmayanlar.

S

Bazı kelam ve tefsîr âlimlerine göre müteşâbih kaç kısma ayrılmıştır?

Lafzî ve manevî olarak iki kısma ayırmışlardır. Müteşâbihlerin kökeninde Yüce Allah’ın muradının gizlenmesi bulunmaktadır. Bu gizlilik ve müteşâbihlik; 1. lafızda, 2. manada, 3. lafız ve mananın her ikisinde de olabilir.

S

Müteşâbihliğin lafızda olması ne demektir?

Kur’ân’daki peygamber kıssaları ile bir lafzın değişik siyaklarda farklı şekillerde gelmesi, kevnî yasalara ilişkin tespitler lafzî müteşâbih kısmına girer.

Lafızda müteşâbihliğe şu örnekleri vermek mümkündür: Abese sûresinin 31. âyetinde geçen ve hayvanların otladığı mera manasına gelen “ebben’’ lafzı çok az kullanıldığından garib bir kelimedir ve manası herkes tarafından çok iyi bilinmemektedir. Üzerlerine yürüdü ve onlara sağ eliyle vurdu” (Saffat (37), 93) âyetindeki “yemîn” kelimesi ise “sağ el, kuvvet ve kasem” manalarına gelen müşterek bir lafızdır. Acaba bu âyette bu üç anlamın hangisi kastedilmiştir sorusu lafızda müteşâbihliğe misâldir.

S

Müteşâbihliğin manada olması ne demektir?

Allah’ın zât ve sıfatlarının mahiyeti, ölüm sonrası hayata ait tasvirler, hurûf-ı mukatta’a ve melek, cin, şeytan gibi gaybî varlıklar manevî müteşâbih kısmına girmektedir. Müteşâbihliğin manada olmasına; Allah’ın sıfatlarını, kıyamet hallerini, cennet nimetlerini, cehennem azabı gibi hususları misâl vermek mümkündür. Çünkü insan aklı Allah’ın sıfatlarının mâhiyet ve hakikatini kavrayamadığı gibi âhiret hallerine ilişkin durumları da bilemez.

S

”İyilik ve erdem evlere arkalarından girmeniz değildir” (Bakara (2), 189) ayeti müteşâbihliğin hangi kısmına örnektir?

Acaba “eve arkadan girmek” ne demektir?  Arapların câhiliye dönemindeki âdet ve uygulamaları bilinmezse bu âyet tam olarak anlaşılamaz. Nitekim cahiliye devrinde Araplar ihrama girdiklerinde evlerine kapılarından girmezler, duvardan ya da çatıdan/üstten bir delik açıp oradan girip çıkar, bunu da bir iyilik ve erdem olarak görürlerdi. Bu âyet onların bu algılarını eleştirmekte ve asıl iyiliğin Hz. Peygamber’in getirdiği vahye iman edip gereğini yerine getirmek olduğunu vurgulamaktadır.

Ayet müteşâbihliğin hem lafız hem de manada olmasına misâl olarak verilebilir.

S

Müteşâbih sıfatlar hakkında ulemâ’nın ayrıldığı mezheplerin yaklaşımları nasıldır?

Ulemâ bu konuda selef ve halef olarak iki mezhebe ayrılmıştır.

Selef mezhebine göre, Allah’ın müteşâbih sıfatları bilinir gibi görünse de, bu sıfatların Allah’a isnadı beşer açısından imkansızdır. Bu sıfatlara sadece olduğu gibi inanmak ve mahiyetine ilişkin bir yorumda bulunmamak gerekir. Bu yaklaşıma sahip âlimlere misâl olarak Evzâî, Süfyân-ı Sevrî, Mâlik b. Enes, İmam Şafiî gibi isimleri saymak mümkündür.

Halef mezhebi ise, manaları sadece Allah tarafından bilinenler hariç, müteşâbihlerin belli usul ve kurallar çerçevesinde te’vîl edilebileceğini, Allah’ın zâtına yakışır bir manaya hamledilebileceğini kabul eder. Hasan-ı Basrî’den itibaren bazı mütekaddim âlimlerle hemen hemen tüm kelamcıların benimsedikleri bu yaklaşım içinde Allah’ın gelmesi, emrinin gelmesi; Allah’ın yüzü (vech) zâtı; gözü (ayn) yardım ve inâyeti; eli (yed) kudreti olarak te’vîl edilmiş, Allah’ın fevkiyyeti de cihet olarak değil yücelik yönünden anlamlandırılmıştır.

S

El-Hurûfu’l-Mukatta’a ne demektir?

Kur’ân’da bazı sûrelerin başında bazen bir, bazen de bir kaç harfin birleşmesinden meydana gelen rumuzlar bulunmaktadır. Bu harflere kesik harfler manasında “elhurûfu’l-mukatta’a” adı verilmektedir. Söz konusu harfler şunlardır: Elif lâm mîm, Elif lâm râ, Elif lâm mîm râ, Elif lâm mîm sâd, Kâf hâ yâ ayn sâd, Tâ sîn mîm, Tâ sîn, Yâ sîn, Tâ hâ, Hâ mîm, Sâd, Nûn, Kâf.

S

Hurûf-ı mukatta’ayı hece harfi kabul eden görüşün ortaya koyduğu manalar nelerdir?

a. Başında bulundukları sûrelerin isimleridir.

b. Kur’ân’ın isimleridir.

c. Bu harfler iki sûreyi birbirinden ayırma işlevi görürler.

d. Bu harfler Kur’ân’a dikkat çekmektedir. Çünkü inkarcılar Kur’ân okunurken gürültü çıkarıyorlar ve insanları etkilemesine engel olmaya çalışıyorlardı. Dolayısıyla bu harfler, Kur’ân’a atıfta bulunan devamındaki âyetlere dikkat çekmek üzere nazil olmuştur.

e. Bu harfler yemin için zikredilmişlerdir ve üzerlerine yemin edilmiştir.

f. Bu harfler ebced hesabıyla bazı önemli olayların tarihine işaret ederler.

g. Bunlar münferid harflerdir. Bu harflerin amacı müşriklerin dikkatini çekmektir. Kur’ân, bunlarla meydan okumuştur. Âlimlerin çoğu tarafından tercih edilen görüş budur.

S

Hurûf-ı mukatta’ayı belli kelimelerin kısaltması veya anahtarı olarak gören görüşün ortaya koyduğu manalar nelerdir?

  1. Bunlar ilahî isim veya sıfatların kısaltmasıdır.
  2. Bu harflerden bazısı Allah’ın, bazısı da diğer varlıkların isimlerinin kısaltmasıdır.
S

Hakîm Tirmizî’nin hurûf-ı mukatta’aya yaklaşımı nasıldır?

Hakîm Tirmizî, Allah’ın kesik harflerle başlayan sûrelerde anlatılan tüm hüküm ve kıssaları bu harflere gizlediğini, sonra da bu hususları sûrede açıkladığını, fakat bu şifreleri ancak peygamber ve velilerin çözebileceğini ileri sürer. Bu düşünce, hurûf-ı mukatta’aya yüklenen tasavvufi anlamlardan birisidir.

S

Batılı oryantalist Nöldeke’nin kesik harfler hakkındaki teorisi nedir?

Nöldeke, bu harflerin Kur’ân’a ait olmadığını, Kur’ân’ın toplanması sürecinde ilgili sûrenin kendisinden temin edilen sahabînin adının sembolü olduğunu ileri sürmüştür. Buna göre elif-lam-ra Zübeyr’e, elif-lam-mim-ra Muğîre’ye, ha-mim ise Abdurrahman’a işaret etmektedir.

S

Müşkilü’l-Kur’ân ne demektir?

Kur’ân’da hiçbir çelişki yoktur, çünkü O, Allah kelamıdır. Zaten Kur’ân kendisinde çelişki ve ihtilaf bulunmamasını Yüce Allah’ın katından gönderildiğinin delili olarak ileri sürer. Gerçek bu olmakla birlikte, henüz Kur’ân’ın çeşitli özelliklerine vakıf olmayan bazıları onun birtakım âyetleri arasında ihtilaf bulunduğunu zannedebilir. Böyle bir vehme düşmüş kimseye cevap verilmesi ve vehminin giderilmesi gerekir. İşte bu tür izahları yaparak vehimleri ortadan kaldırmaya çalışan Kur’ân ilmine “Müşkilü’l-Kur’ân” denir. Müşkil kelimesi; zorluk, problem, sıkıntı gibi anlamlara gelir. Terkip halindeki Müşkilü’l-Kur’ân ifadesi ise daha çok bilgi azlığı nedeniyle uyanan vehimleri giderip tatmin edici cevaplar hazırlayan ilim dalı demektir.

S

“Size helal olan ve hoşunuza giden kadınlarla ikişer, üçer ve dörder evlenin. Şâyet adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz, o zaman bir tane kadın alın.” (Nisâ (4), 3)

“Ne kadar isteseniz kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.” (Nisâ (4), 129).

Birbirleriyle çelişkili gibi görünen bu ayetleri alimler nasıl açıklamıştır?

İlk âyette gerçekleştirilmesi istenen adalet, eşler arasında hukuku eşit derecede tutmaya çalışan ve mümkün olan bir adalettir. Meselâ eşlerden birisine bir bilezik alındığında diğerine de alınması bu adaletin kapsamına girmektedir. Bu, mümkün olan ve sağlanabilir bir adalettir. Bu şekilde adaleti sağlayamamaktan endişe edenlere Yüce Allah tek evliliği emretmektedir. Asla sağlanamayacağı bildirilen ikinci âyetteki adalet ise, duygusal ve kalbî boyuttaki adalettir ve insan buna kâdir değildir. Yani kişinin eşlerinden birisini diğerlerinden daha çok sevmesi halidir ki bu kontrol edilemeyen beşeri bir gönül halidir. İbn Atiyye bu durumu tam adalet diye niteler. Tam adalet noktasında gönlüne -deyim yerindeyse- söz geçiremeyen kişi, her şeye rağmen eşler arasında hukukî ve fizik planındaki adaleti yerine getirmek ve onlara eşit muamele etmekle yükümlüdür. O halde bu iki âyet arasında çelişki söz konusu değildir.

S

Âyetlerdeki zıt görünümü ortadan kaldırmak için geliştirilen kurallar nelerdir?

  1. Hüküm hususunda Medenî olanlar Mekkî olanlara tercih edilir.
  2. İki hükümden biri Mekkelilerin durumuna, diğeri Medinelilerin durumuna âit olursa, Medinelilerin ahvâli tercih edilir.
  3. İki hükümden birisinin zahir manası müstakil bir hükme, diğer âyetin ise sadece lafzı bunu iktiza ederse, müstakil hüküm ifade eden âyet tercih olunur.
  4. İki âyetten her biri zahirde bir hükme işaret ettikleri halde; âyetlerden biri umum, diğeri tahsis olarak hükme işaret ediyorsa, bu durumda tahsis içeren âyet tercih edilir.
S

Çelişki vehmi hangi nedenlerle ortaya çıkar?

Âyetler arasında, cehaletten, bir konunun çeşitli açılardan farklı şekillerde görülebileceğini algılayamamaktan doğan çelişki vehmi, ortaya çıkan hükmün çeşitli şekillerde görünmesi, konu farklılığı, fiilin farklı yönlerine işaret edilmesi, hakikat ve mecaz ayırımına dikkat edilmemesi, çeşitli vecihlerle oluşan farklılıkların anlaşılamaması gibi nedenlerden kaynaklanır.

S

“Onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü” âyeti hangi çelişki vehmine örnektir?

Fiilin farklı yönlerine işaret edilmesiyle ortaya çıkan çelişki vehmine örnek olan ayette müslümanların Bedir savaşında öldürdükleri müşrikler hakkında bir tespitte bulunulmaktadır. Acaba savaş meydanında öldürülen müşrikleri gerçekten de Müslümanlar öldürmemişler midir? Oysa bu âyette Müslümanların elleriyle gerçekleşen öldürme fiili, Allah’ın temelde izin ve imkân vermek suretiyle insanların fiillerini gerçekleştirmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Başka bir ifadeyle fiil, kazanma (kesb) ve doğrudan işleme (mübaşeret) yönüyle insana aitken; bu fiil yaratma ve tesir yönünden insana değil Allah’a aittir. Dolayısı ile burada herhangi bir çelişkili durum söz konusu değildir.

S

Siyak ilkesi nedir?

Kur’ân’ın doğru anlaşılıp tefsîr edilmesine katkı sağlayan en önemli mana ilimlerinden birisidir. Arap dilinde sürmek, salmak, sevk etmek, göndermek gibi anlamlara gelen siyak kelimesi, ıstılah olarak bir ifadenin etrafındaki birimler diye tanımlanabilir. Siyak ifadesi için Türkçe’mizde daha ziyade “bağlam” ve “ortam” ifadeleri kullanılmaktadır. Kur’ân’daki bir hükmün illeti ve ibarenin asıl maksadı nedir? İfade hakikat midir, mecaz mıdır? Çok anlamlı bir kelime bu kez hangi anlamında kullanılmıştır? Meşhur kırâatler farklılık arz ettiğinde hangisi tercih edilir? Zamirlerin mercii neresidir? Mükerrer âyetlerdeki farklılıkların sebebi nedir? Bu ve benzer pek çok Kur’ânî meselenin çözümüne siyak ilkesi önemli katkılar sağlamaktadır. Her ifade en sağlıklı şekilde kendi bağlamında, meydana geldiği bütün ortamı içinde anlaşılır. Kur’ân âyetleri de en sağlam şekilde siyakları içinde anlaşılıp yorumlanabilir.

S

Siyak çeşitleri nelerdir?

Siyak ilkesi doğrultusunda geliştirilen Kur’ân sınıflandırmasında altı temel unsur bulunmaktadır.

  1. Âyet içi siyak münasebeti
  2. Âyetler arası siyak münasebeti
  3. Farklı konular arası siyak münasebeti
  4. Sûre içi siyak münasebeti
  5. Sûreler arası siyak münasebeti
  6. Bütün Kur’ân içi siyak münasebeti
S

İ’câz ve mucize ne demektir?

Kur’ân’ın anlam alanıyla ilgili bir önemli konu da, onun mucize oluşunu ifade eden i’caz maddesidir. Sözlükte i’caz kelimesi âciz bırakmak, kararlı ve azimli olmak, yaptığını iyi yapmak gibi manalara gelir. Bu doğrultuda, bir şeyin benzerini yapmaktan muhatabı âciz bırakan olağan üstü duruma, hârikulâde işe mucize denir.

S

Peygamber’in en büyük mucizesinin diğer peygamberlerin mucizelerinden farkı nedir?

Hz. Peygamber’in en büyük mucizesi Kur’ân’dır. Okuması yazması bile olmayan bir insanın böyle bir kitabı getirebilmiş olması, Allah’tan vahiy almasından başka hiçbir sebeple açıklanamaz. Önceki peygamberlerin mucizelerinden farklı olarak Hz. Peygamber’in Kur’ân mucizesinin tesiri kıyamete kadar sürecektir. Meselâ Hz. Musa’nın asa mucizesi veya Hz. İsa’nın körleri ve alaca hastalarını iyileştirme mucizesi, o dönem dışında yaşayanlar için tarihi bir olay olmaktan daha fazla bir anlama sahip olmayacaktır. Başka bir ifadeyle önceki peygamberlerin mucizeleri görsel, hissî ve yerel; Hz. Peygamber’in mucizesi ise aklî ve ebedîdir. Yani Kur’ân, tüm zamanlarda etkisini ve tazeliğini göstermiş; mucize oluşunu ortaya koymuştur, kıyamete kadar da onun bu i’câzı devam edecektir.

S

Sarfe teorisi nedir?

Bazı Mutezilî âlimlerin i’caz görüşü olan “sarfe” teorisine göre, Kur’ân’ın benzeri rahatlıkla ortaya konabilirdi, ancak Allah Arapları Kur’ân’a muaraza etmekten alıkoymuş; onların edebî yetenek ve kudretlerini ellerinden alarak başarıya ulaşmalarına engel olmuştur. Şâyet Allah kudretini kullanarak meseleye müdahale etmeseydi, belagat ve fesahatın altın çağını yaşayan Arap edipler, Kur’ân’ın bir benzerini, hatta ondan daha güzelini de ortaya koyabilirlerdi. İşte bu ilahi müdahale önceki peygamberlere verilen hissî mucizeler gibi bir mucizedir. Bu teori Mutezilî imam İbrahim Nazzâm’a isnat edilir. Ancak bu teori, âlimlerin büyük çoğunluğu tarafından reddedilmiştir. Sarfe teorisinin bu haliyle Yüce Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyet hikmetini zedelediği söylenebilir. Çünkü kullarının elinden mücadele güçlerini aldıktan sonra, “haydi gücünüz yetiyorsa Kur’ân’ın bir benzerini yapın” demesi rahmân ve rahîm olan Rabbimiz için mümkün gözükmemektedir. 

S

İslâm âlimlerinin sarfe teorisine karşı sundukları deliller nelerdir?

  1. Tahaddî (meydan okuma) zamanının geçmesiyle Kur’ân’ın icazının da ortadan kalkması gerekirdi. Halbuki Kur’ân’ın icazı halen devam etmekte ve bundan sonra da devam edecektir.
  2. Kur’ân, muarazayı men etmekle acizliğe düşerdi.
  3. Kur’ân değil, sarfenin/menetmenin bizzat kendisi muciz olurdu. 
S

Kur’ân’ın mucizevî yönleri nelerdir?

Kur’ân’ın i’câzını, sadece dil, üslup ve fesâhat gibi belli yönlere hasretmek doğru değildir. İ’caz yönleri, içinde bulunduğu ve bulunacağı zaman içerisinde değişebilecek, yenilenebilecek bir niteliğe sahip olan Kur’ân’ın şu ana kadar tespit edilen mucizevî yönleri şöyle sıralanabilir:

1. Dil ve Nazım Yönüyle İ’caz

2.İlmi İ’caz

3.Gaybî İcaz

4.Medeniyet İnşası Yönüyle İ’caz

S

Kur’ân’ın üslup özellikleri nelerdir?

Kur’ân’ın üslubu denildiğinde ise mesajlarını, hükümlerini, tespitlerini, öykülerini vs. anlatırken izlediği anlatım tarzı, ifâdey-i merâm yöntemi anlaşılır. Kur’ân’ın kendine özgü bir üslubu vardır ve bu tarz, alışılagelmiş üsluplardan farklıdır. Bu üslup Arap edebiyatının dehalarını çok etkilemiştir. Bedevî Arabın düşkün olduğu ses harmonisi en mükemmel şekliyle Kur’ân üslubunda görülmüştür. Hem de bu harmoni onların alışageldikleri şiir ve nesir tarzlarından da farklı ve onlardan çok daha yüksektir. Kur’ân’daki tekidler, hazifler, takdim-tehirler, ses dönüştürmeleri (kalbler), iltifatlar, haberî ve inşâî anlatım şekilleri, haber cümlelerinin talep makamında ihdâsı, taaccüb makamında nidâ, çokluk makamında azlık cümlesi, ibdâl, teşbîh, istiâre, tevriye, mukâbele, rahmetin azap, imanın küfür üzerine takdim edilmesi, veciz ifadeler, itnâb, tekrarlar gibi pek çok husus hep Kur’ân’ın üslûp özelliğini oluşturmuştur. Gönüllere hoş gelmesi, dış dünyayı gözleme ve tefekkür etme çağrısı yapması, insanın madde ve ruh alanlarına hitap etmesi ve onları doyurması, sözlerini yerli yerinde kullanması, tekrarlarını her seferinde bağlamsal rötuşlarla zenginleştirmesi ve muhatapları bıktırmaması, âyet sonlarındaki akustik ahenk ve doğal secileri, ilmî sırları, gaybî haberleri, bireyi, toplumu ve aileyi ayakta tutacak ahlakî ilkeleri, en güzel kıssaları, geçmiş asırların tarihi, oluş (mebde) ve varış (mead) hususundaki tespitleri, askeri talimatı, devlet ve devletler arası hukuk ilkeleri, tabii güzellikleri yanında bediî güzellikleri, soyutu somut şekilde zihinde canlandıran temsilleri, güzel hitapları, ikna sistemi, delillerinin ve mantık kurgusunun kuvveti, insanlığa her iki âlemin mutluluğunu temin eden kaide ve kurallar sunması gibi pek çok unsur Kur’ân’ın eşsiz üslubunun niteliklerindendir.

S

Kur’ân’ın irabı (İ’rabu’l-Kur’ân) ne demektir?

Kur’ân’ın gramer yapısını inceleyen ilim dalı olan  İ’rabu’l-Kur’ân, Kur’ân kelimelerini ve cümlelerini gramer yönünden incelemekte ve tahlil etmektedir. Bu sayede cümlenin fiil, fâil, meful, mübteda, haber gibi temel ögeleri yanında yardımcı unsurlar belirlenir, haziflerin olup olmadığı ortaya konur ve böylece Kur’ân’ın doğru olarak anlaşılıp tefsîr edilmesi sağlanır.