19. YÜZYIL ALMAN İDEALİZMİ VE TARİH METAFİZİĞİ-I: FİCHTE VE SCHELLİNG
19. yüzyılda ortaya çıkan ilerleme anlayışı hangi 18. yüzyıl düşünürlerinden ne biçimde etkilenmiştir?
18. yüzyılın Alman düşünürlerinden Kant ve Herder Tarih Felsefesi’nin olanağının tarihin sonuna bir erek koyulmasında olabileceğini göstermekle 19. yüzyılın erekçi tarih tasarımlarını belirlemişlerdir. Bu bağlamda ‘ilerleme’ teriminin anlamındaki kopma aslında 18. yüzyılda başlamıştır da denilebilir. Bununla birlikte Kant ve Herder’den önce ama kısmen Kant ve Herder’de de Aydınlanma’nın ilerleme tasarımı bir inanç olarak mükemmelleşme umududur.
Alman İdealizmi'nin akıl tasarımını açıklayınız.
Alman İdealizmi’nin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir. Kavramların birbirinden mantıksal türetilmesi ya da bir kavramdan diğerinin diyalektik olarak türetilmesi bir süreçtir, üstelik de diyalektik olarak ilerleyen bir süreçtir. Bu bağlamda Alman İdealizmi’nin kavramdaki bu diyalektik ilerlemeyi ya da mantıksal türetilebilirliği, gerçekliği akla indirgeyen anlayışları temelinde gerçekliğe taşıdıkları görülür. Kavramdaki bu devinim bir ilerleme olarak gerçekliğe taşınır. Gerçeklik ise ya doğa gerçekliğidir ya da tarih gerçekliğidir. Bir doğa gerçekliği olarak ele alındıkta doğal varlık alanında bu kavramsal devinim doğal süreç olarak tarihsel varlık alanında ise ilerleme olarak ortaya çıkar. Hem doğal varlık alanında hem de tarihsel varlık alanında işleyen süreç erekli bir süreç olarak tasarımlanır. Dolayısıyla Alman İdealist düşüncesinde doğa da tarih de belirli bir ereğe doğru devinen süreçler olarak tasarlanır. Bu erek de akıl sisteminin en başına konulan kavramın kendisidir.
Fichte "bir bilim sistematik bir biçime sahiptir" derken neyi kastetmiştir?
Fichte’ye göre “bir bilim sistematik bir biçime sahiptir” (Fichte 1993: 101). Bu da şu anlama gelir ki bilimin bütün önermeleri tek bir ilke içinde bir bütünü biçimlendirmek üzere birbirine bağlıdır. Bu bağlamda tek tek önermeler bilimsel olamazlar, yalnızca bütünün bağlamı içinde bilimsel olurlar, yani “bütünle olan ilişkileri ve bütün içindeki konumları sayesinde."
Fichte'ye göre insanlığın ilerleyişinde bilim adamların ne gibi sorumluluklar düşmektedir?
Fichte’nin akıl ile ilerleme arasında kurduğu ilişki insan soyunun bütün ilerlemelerinin bilimlerin ilerlemesine bağlı olduğudur; bu yüzden de “Fichte önderlik görevini bilim adamlarına yükler”. Fichte’ye göre bilim adamlarının sorumluluğu insan neslinin ilerleyişini ve bu ilerleyişin sürekliliğini sağlamaktır.
Fichte'nin tarihin dönemlendirilmesiyle ilgili görüşünü açıklayınız.
Fichte ancak aklın amacının anlaşılmasıyla tarihin biçimlenişinin anlam kazanacağını düşünür ve tarihin çağlara bölünüşünü bu bağlamda düşünür. Böylece tarihin çağlara ayrılışını insanlığın aklın amacına uygun olarak dönemlere ayrılmasından hareketle açıklar. Fichte’ye göre tarihin böyle bir bölümlemesi, yani devirlerinin sıralanması da zorunludur. Bu bölümleme içerisinde ilk dönem “içgüdü olarak aklın egemenliği” dönemidir ki bu Fichte’ye göre insanlığın masumiyet çağıdır. Burada Rousseau’nun insanın doğa durumunda masumiyet dönemi içinde olduğu görüşüne benzerlik görülebilir. Bu özgürlük kendi karşıtını doğurarak ikinci dönemi oluşturur. Bu dönemde bireyler kendi üzerlerinde bir yetki ile kendi özgürlüklerini sınırlarlar . Son dönem ise “sanat olarak akıl devri”dir ki bu çağda hümanite kendisini aklın imgesine ve tasarımına uygun olarak geliştirmeye başlar.
Fichte’nin "tarih zorunlu olarak ilerler" düşüncesini nasıl anlamalıyız?
Fichte’ye göre felsefe tüm nesneleri genel olanın ışığı içinde kavrar, bu yüzden de birey olanla ilgilenmez, ideal kavramın kendisini ele alır. Bireysel çabalar tarihin ilerleyişini ne hızlandırabilir ne de yavaşlatabilir, yalnızca “dünyaların sonsuz Tin’inin mevcudiyeti bu ilerleyişe yardım edebilir”. O hâlde tarihe rastlantısal bir bireysellik, teklik yön veremez, evrensel, genel bir zorunluluk yön verir, tarih zorunluluğun işlediği bir alandır. Tarihin ilerlemesinin zorunlu, a priori ilkelere göre olması Fichte’nin ilerleme kavramını kendi akıl tasarımından hareketle ortaya koyduğunu göstermektedir.
Schelling'in mekanik bir tarihin var olamayacağı düşüncesini açıklayınız.
Schelling kendisini tekrarlayan şeyin tarihe ait olamayacağını ileri sürerek tarihi ilerleyen bir süreç olarak düşünür. Tarih ileri doğru yol alan bir şey olmalıdır ve “ilerlemeyen şey tarihin nesnesi değildir”. Schelling’in ilerleme tasarımına göre mekanik devinimler de ilerleyen devinimler gibi ardı ardına gelseler de ilerleyen bir devinim değildirler çünkü mekanik devinimler bir döngü içinde olan devinimlerdir, hep tekrarlanırlar. “Mekanizmin olduğu yerde tarih yoktur; aynı şekilde tarihin olduğu yerde mekanizm yoktur”.
Schelling'in tarih tasarımında, idealin birey değil yalnızca tür tarafından gerçekleştirilebileceği düşüncesi ne anlama gelmektedir?
Schelling’e göre tarihin yeni bir özelliği olarak söylenebilecek olan, yalnızca önlerinde bir ideal bulunan varlıklar için tarihin söz konusu olabileceğidir. Bu ideal de birey tarafından değil ancak tür tarafından gerçekleştirilebilir. Bu da şu anlama gelir: Yeni gelen her birey, bir öncekinin bıraktığı yerden devam etmelidir; böylelikle birbirini izleyen bireyler arasında süreklilik olur ve “tarihin ilerlemesinde gerçekleştirilmesi gereken şey yalnızca akıl ve özgürlük aracılığıyla mümkün ise gelenek ya da aktarma mümkün” olur.
Schelling teori ile tarihin birbirine karşıt olgular olduğu fikrini nasıl açıklamaktadır?
“Belli bir mekanizmaya göre meydana gelen ya da teorisi a priori olan hiçbir şey kesinlikle tarihin nesnesi olamaz”. Çünkü teori ve tarih birbirine karşıttır. “Ne yapacağı hiçbir teoriyle önceden hesaplanamadığı için insan tarihe sahiptir”. Burada Schelling tarihteki keyfilik öğesine vurgu yapmaktadır. İçgüdülerin egemenliğinden özgürlüğe doğru atılan ilk adımla, yani keyfiliğin ilk dışa vurumuyla tarih başlar.
Kant'ın ve Schelling'e göre transcendental felsefe kavramını açıklayınız.
Transcendental felsefe Kant’ta deneyim ve bilginin olanağının koşullarını ortaya koyan felsefe anlamına geliyordu. Schelling’de ise karşıtların özdeşliğinin olanağının koşulunu ortaya koyan felsefe anlamına gelir.
Schelling tarihi kaç döneme ayırmıştır ve bu dönemler nedir?
Schelling’e göre Mutlak olanın açığa vurumunun üç dönemi olduğu için tarihin de üç dönemi olmalıdır. Buna göre tarihin ilk dönemi “egemen şeyin” yazgı olarak kör bir güç olarak ortaya çıktığı ve insanlığın en yüce yaratılarını yok ettiği dönemdir. Schelling bu dönemi “trajik” olarak da adlandırır. Eski ve büyük uygarlıkların yıkılışı bu döneme aittir. Tarihin ikinci dönemi, ilk dönemde yazgı, kör bir güç olarak ortaya çıkan şeyin doğa olarak ortaya çıktığı dönemdir. İlk döneme egemen olan “karanlık yasa” bu dönemde keyfiliği bir doğa planına hizmet etmeye zorlayarak tarihte mekanik bir yasallığa neden olan bir doğa yasasına dönüşür. Büyük Roma Cumhuriyeti’nin yayılmasıyla başlayan dönem bu dönemdir. Bu dönemde doğa yasası tek tek halkları ve devletleri kendi isteklerinin tersine genel bir milletler birliği ve evrensel bir devlet oluşturması gereken bir doğa planına hizmet etmeye zorlar. “Roma İmparatorluğu’nun batışının ne trajik ne de ahlaki bir yönü vardır, aksine doğa yasalarına göre zorunludur ve aslında sadece, doğaya ödenmiş bir bedeldir”. Tarihin üçüncü dönemi ise önceki dönemlerde yazgı ve doğa olarak görünen şeyin “öngörülmüşlük” olarak gelişeceği ve ortaya çıkacağı dönem olacaktır ama bu dönemin ne zaman başlayacağı belirsizdir.
Fichte ve Schelling'in tarihin dönemlere ayrılması konusundaki fikirlerini karşılaştırınız.
Fichte’de olduğu gibi Schelling’in tarih tasarımında da tarih dönemlerinin ardı ardına içinden geçtiği aşamalar Mutlak olan kavramın mantıksal yapısı tarafından belirlenir. Schelling’in bu tarih görüşünde ortaya koyduğu temel düşünce “Mutlağın tarihte tam ve eksiksiz varlık kazandığı anlayışıdır”, oysa “Fichte ise kavramın mantıksal yapısının, tarih başlamadan ve sürecin bir sayıltısı olarak iş görmeden önce tam olduğunu düşünüyordu”. Schelling’in tarih tasarımında Mutlağın dinamik yapısı ilerlemenin temeli değildir, ilerlemenin kendisidir.
Schelling tarihte ilerleme ile akıl arasında nasıl bir ilişki kurmaktadır?
Mutlak olan kavram tarihteki dinamik öğe olan ilerlemenin kendisi olduğundan ve bu kavramın kendisini gerçekleştirmesi ilerleme demek olduğundan, Mutlak olan da hem bilinebilir olan hem de bilen akıl demek olduğundan, ilerleme bilinebilir aklın ve bilen aklın kendisini tarihte görünür kılmasından başka bir şey değildir. Böylece Schelling’in tarih tasarımında her türlü nesnelliğin ve zorunluluğun temeli olarak Mutlak olanın kavramsal devinimi aynı zamanda tarihte Mutlak olan kavramın kendi bilincini kendisine erek koyarak bu ereğe doğru ilerlemesine dönüşür
Tarih felsefecilerinin gözünde tarihte ilerleme kavramı 18. yüzyıldan 19. yüzyıla genel olarak nasıl değişmiştir?
Genel bir kavram olarak ‘ilerleme’nin 19. yüzyılda belirginleşmesi çeşitli aşamalardan sonra olanaklı olmuştur. 18. yüzyılın somut dayanağı olan tek tek ilerlemeler genel olan bir ilerlemeye yerini bırakmıştır. Böylece ilerlemenin öznesi evrenselleştirilmiştir ve ilerleme artık sanat, bilim, teknik gibi sınırlı alanlara ilişkin olmaktan çıkmıştır.
Alman idealizminin akıl tasarımında "aklın mutlaklığı" ne anlama gelmektedir?
Alman İdealizmi’nin akıl tasarımında akıl mutlak bir sistem olarak ele alınır, öyle ki bu sistemde her bir kavram ve önerme bir diğerinden mantıksal olarak türetilmelidir. Kavramların mantıksal türetimi olarak ussal bir sistem insan aklının her türlü kavrayışında bulunur ve aynı zamanda gerçeklikte de bulunur. Böylece akıl gerçekliğin temeline konulur ya da gerçeklik bir bütün olarak akla indirgenir.
Fichte'ye göre bilim sistemi içerisinde her kavramın sahip olduğu "üçlü mantıksal yapı" nedir?
Bir olgunun akla uygun olması demek onun bilim sistemi içinde bir yerinin olması ve en temel hakikate geri götürülebilir olması ya da bu en temel hakikatten türetilebilir olması demektir. Bu bilim sistemi içinde her kavramın üçlü mantıksal yapısı vardır. Bu üçlü mantıksal yapı kendisini tez, antitez ve sentez olarak gösterir.
Fichte "her çağın a priorisi" kavramıyla neyi kastetmektedir?
Fichte’nin her çağın a priorisi ile kastettiği her çağın bir ideası olduğu ve her çağın kendi ideası tarafından belirlendiğidir.
18. yüzyıl düşünürlerinden Herder'in "hümanite" kavramı 19. yüzyılda Fichte tarafında ne biçimde tekrar yorumlanmıştır?
Herder’in hümanite kavramı 19. yüzyılda Fichte ile yeniden ifade edilmiştir. Üstelik, Fichte de Herder gibi hümanite kavramını ilerleyen bir şey olarak ele alır. Aynı zamanda hümanitenin ilerlemesi kendi öz varlığını yaratmasıdır ki bu da hümanitenin dünya üzerindeki başlangıç durumuna geri dönmesi ya da bunu kavrayarak şimdiki durumunun içinde kapsaması demektir. Fichte’ye göre hümanite kendi varlığını yaratamasaydı dünyada gerçek insan yaşamı da var olamazdı, “tüm şeyler ölü, katı ve hareketsiz kalırdı.”
Schelling göre tarihte ortaya çıkan kötülükleri nasıl yorumlamıştır?
Schelling’e göre tarihte ortaya çıkan kötülükler insan türünün hümanite adına genel bir hukuk düzenine doğru gelişmesini hızlandırırlar. Dolayısıyla tarihte ortaya çıkan her şey, yani erdemli ve erdemsiz olan her şey, mutlak olanın bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Schelling "özgürlükte de zorunluluk olmalıdır" ifadesiyle neyi anlamak ister?
“Özgürlükte de zorunluluk olmalıdır” diyen Schelling’e göre bu, özgür olarak eylemde bulunmakla birlikte amaçlanmayan bir şeyin ortaya çıktığı anlamına gelir. Başka bir deyişle “özgürlüğün kısıtlanmadan dışavurumuna rağmen tamamen istençdışı, belki de eylemde bulunanın istencinin tersine, hatta istenciyle bile hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği bir şey ortaya çıkar”. Schelling’e göre bu tümce paradoks gibi görünse de özgürlüğün zorunlulukla olan ilişkisinin transcendental ifadesinden başka bir şey değildir. Buna göre insanlar özgür eylemleriyle istemedikleri bir şeyin nedeni olmak zorundadırlar. Böylece “gizli bir zorunluluk” insanın özgürlüğüne karışır.