Kendisiyle Yüzleşen Toplum: Risk Toplumu
Risk kavramı nasıl ortaya çıkmıştır?
Risk fikri ilk kez dünyanın dört bir yanına yolculuklar yapan Batılı kâşifler tarafından kullanılmıştır. İngilizcede bilinmeyen sulara yelken açmak anlamında kullanılan bu sözcük İspanyolcaya Portekizceden girmiştir. Köken açısından başlangıçta “mekân”a yönelik olan bu sözcüğün anlamı, daha sonra bankacılık ve yatırım alanlarına girmesiyle beraber “zaman” düzlemine taşınmıştır.
Dışsal risk nedir?
İki tür risk arasında ayrım yapılmalıdır: (ı) dışsal ve (ıı) imal edilmiş risk.Dışsal risk, bireyleri beklenmedik bir anda (dışarıdan) vuran olayların yarattığı risktir. Yine de bu olaylar, bütün nüfus içinde az çok öngörülebilir olmalarına ve sigorta edilebilmelerine yetecek kadar düzenli ve sık meydana gelirler. Dışsal risk son derece etkili bir şekilde hesaplanabilir; zaman ve risk çizelgelerine bakılarak insanların nasıl sigortalanacağına karar verilebilir. Sanayi toplumunun ilk iki yüzyılı dışsal riskin egemenliği altındaydı.
İmal edilmiş risk nedir?
Doğanın ve geleneğin ötesinde yaşayan bir dünyanın en temel niteliği, dışsal riskten imal edilmiş risk aşamasına geçmiş olmasıdır. İmal edilmiş risk, bizzat insanlığın gelişim sürecindeki değişimler, özelikle de bilim ve teknolojideki ilerlemeler tarafından yaratılır. İmal edilmiş risk, karşılarında tarihin bize çok az deneyim sunduğu yeni risk ortamlarına karşılık gelir, bu risklerin hesaplanması bir yana, neler olduğu bile çoğu zaman bilinememektedir. İmal edilmiş risk, kişisel ve toplumsal hayata doğrudan girmektedir ve daha kolektif bir risk çerçevesi tarafından sınırlandırılmamıştır. İmal edilmiş risk yayıldıkça, riskin yepyeni bir risklilik durumu söz konusu olmaktadır. Yeni teknolojilerin kronik biçimde etkilediği ve eskiden kabul gören şeylerin neredeyse sonsuz kere yeniden gözden geçirildiği bir toplumda, gelecek bizi daha çok meşgul etmeye başlar ve aynı zamanda bulanık bir hâl alır.
Günümüzde risk kavramı nasıl tanımlanmaktadır?
Günümüz koşullarında risk kavramı genel olarak modernizasyon sürecinin yol açtığı tehditlerle sistematik olarak karşı karşıya kalma olarak tanımlanmaktadır.
Günümüz toplumları ne tür risklerle karşı karşıyadır?
Üretim teknolojisinin yol açtığı yan etkilerin ortaya çıkardığı risk, Batılı toplumların baş etmek durumunda olduğu en önemli sorunlardan biridir. Bu riskin nasıl dağıtılacağına ilişkin çözümler aranmaktadır. Günümüz koşullarında ortaya çıkan risk olgusunun en belirleyici özelliği toplumlar arasında karşılıklı olarak ortaya çıkmasıdır. Risk, modernizasyon sürecinin yol açtığı tehditlerle sistematik olarak karşı karşıya kalma olarak tanımlanmaktadır. Hem politik, hem de bilimsel olarak giderek daha fazla bilincine vardığımız riskler arasında, radyoaktif sızıntı, toksinler ve organizmalar üzerinde kalıcı, geri döndürülemez zararlara yol açan atıklar sıralanabilir. Bu risklerin niteliği tarihin diğer dönemlerinde karşılaşılandan farklıdır. Bugünün riskleri, yelkenli gemilerle engin denizlere açılanların karşı karşıya oldukları risklere benzememektedir. (ı)İlk olarak günümüzde riskin kaynağı sanayileşmedir. (ıı) İkinci bir özellik sınaî üretim sırasında çevreye yayılan radyoaktif sızıntılar ve toksinler, duyularla anlaşılmaktadır. Artık günümüzde risk, kıtlıktan değil, aşırı üretimden kaynaklanmaktadır. Sanayileşme küresel ölçekte yayıldıkça, yol açtığı riskler de katlanarak artmaktadır. Riskler, hem politik hem de bilimsel olarak karşılıklıdır. Riskler, kendi kaynakları ile sınırlı değildir; doğaları gereği dünya üzerindeki her türlü yaşam şeklini tehdit etmektedirler. Nükleer kazalar ve asit yağmurları, zaman ve mekân sınırı tanımamaktadır. Bir kez başladığında sürekli olarak tüm dünyayı kaplamaktadırlar. Yüksek riskli sanayilerin küreselleşmesi riskin ve sonuçlarının bilimsel olarak hesaplanmasını imkânsız hâle getirmektedir
Risk toplumu kavramı nasıl ortaya çıkmıştır?
Günümüz toplumlarının bilgi, sanayi ötesi ve postmodern toplumlar olarak nitelendirilmeleri yanında, son yıllarda sıkça kullanılan bir başka kavram da “risk toplumu” kavramıdır. “Risk toplumu” kavramı ilk olarak Alman sosyolog Ulrich Beck tarafından 1986’da Almanca yayınlanan ve daha sonra 1992’de İngilizceye “Risk Society: Towards a New Modernity” ismiyle çevrilen eserinde kullanılmıştır.
Beck’e göre risk toplumu neyi ifade etmektedir?
Beck’e göre risk toplumu; “insanların bilgi ve teknolojileri yanlış ya da kötü amaçlı kullanmalarıyla bütün dünyayı tehlikeye sokmaları sonucunda ortaya çıkan yapıyı” ifade etmektedir.
Ulrich Beck ve Anthony Giddens'ın görüşlerindeki ortak yönler nelerdir?
Risk toplumu tezinin iki temel yaklaşımını ileri süren Ulrich Beck ve Anthony Giddens, risk ve geç modernite konularındaki yaklaşımlarını birbirlerinden ayrı olarak geliştirmekle birlikte, her iki kuramcının çalışmalarında ortak birtakım yönler bulunmaktadır. Örneğin, her iki kuramcı da modernleşme süreci sonunda ortaya çıkan risk kavramını günümüzde merkezî bir ilgi alanı olarak görmektedirler. Riskler, geç modernite döneminde özelliklerini değiştirerek zaman ve mekân boyutlarında büyük etkiler yaratmaktadır. Beck ve Giddens, geç modernite döneminde belirsizlik ve güvensizliğe karşı gösterilen başlıca tepki olarak düşünümsellik kavramını ön plana çıkararak, riskin daha çok politik yönü üzerinde durmuşlardır. Her iki kuramcı da, halktan kimselerin riske bakış açıları üzerinde durarak özellikle bu kimselerin uzmanlara, devlete ve sanayiye gösterdikleri tepkileri ele almaktadırlar. Giddens ve Beck, zayıf bir toplumsal yapılaşmacı yaklaşım çerçevesinde risk konusunu ele alırlarken, dikkatlerini riskin nasıl üretildiği, makro düzeyde toplumda riskin üstesinden nasıl gelindiği, riskin toplumsal ve politik alanda yaptığı etkiler üzerine yöneltmektedirler.
Düşünümsel modernleşme ne demektir?
Düşünümsel modernleşme Beck ile Giddens’ın risk ve geç modernite konularındaki yaklaşımlarında önemli bir yere sahiptir. Literatürde önemli bir etki yaratan bu kavramı Beck ve Giddens geç modernite döneminde belirsizlik ve güvensizliğe karşı gösterilen temel bir tepki olarak ele alırlar. Bir başka ifadeyle, her iki kuramcı modernitenin günümüzde küresel bir risk toplumuna dönüşümünü düşünümsel modernleşme kavramıyla tanımlamaya çalışırlar. Burada düşünümsel modernleşmeden kastedilen esas itibarıyla moderniteyi sarsan ve öngörülemeyen sonuçlarından kaynaklanan belirsizlik nedeniyle toplumun kendisiyle karşı karşıya gelmesidir.
Beck’in çalışmalarında modernleşme hangi aşamalarla açıklanmaktadır?
Beck’in çalışmalarında modernleşme (ı) basit ve (ıı) düşünümsel olmak üzere iki aşamalı bir süreç olarak belirir. Basit ve düşünümsel modernleşmeyi birbirinden ayırt etmek gerekir. Basit modernleşme eski tip, tek çizgi üzerinde ilerleyen bir modernleşme iken, düşünümsel modernleşme modern düzenin çelişkilerini ve sınırlarını kabul etmeyi ima eder. Bu çelişkiler çeşitli toplumsal hareketlerle ilişkili yeni politika alanlarında karşımıza çıkmıyor mu? Transit yolların yapımına karşı protestolarda, hayvan haklarına dair gösterilerde, yiyecek maddeleriyle ilgili yaşanan korkularda bunlar apaçık karşımızdadır. Düşünümsel modernleşme, daha genel anlamda risk için söz konusu olduğu üzere, tümden olumsuz bir beklenti değildir, hatta olumlu politik katılımlar için birçok fırsat sunmaktadır
Risk toplumunun sahip olduğu özelliklerden yerleşik norm sistemlerinin başarısızlık göstermeleri konusunu açıklayınız.
Risk toplumunun sahip olduğu özelliklerden biri yerleşik norm sistemlerinin başarısızlık göstermeleridir. Bu bağlamda, daha önceleri tekniğin egemen olduğu tartışmalarda baskın olan ögeler, yani belirli büyük teknolojik sistemlerde ya da gündelik pratiklerde kendini gösteren, kaza istatistikleri ya da senaryolarıyla belgelenebilir sözde “nesnel” tehdit biçimleri (örneğin sigara içmek veya bir nükleer santralin yakınında ikamet etmek gibi) tartışma dışı kalır.
Risk toplumunun bir özelliği olarak tehditlerin denetlenebilirliği sorunu üzerinde nasıl durulmaktadır?
Risk toplumunda tehditlerin denetlenebilirliği sorunu da üzerinde durulması gereken bir başka konudur. Tehditlere rağmen, kâr elde eden bir nükleer santralin ya da hormonlu yiyecek üreten bir şirketin üretimlerini durdurmasının sağlanıp sağlanamayacağı sorunu önem taşımaktadır. Burada, insan sağlığı ve çevrenin geleceğini ön planda tutan ekonomi-politik uygulamalara ihtiyaç vardır. Japonya’da 2011 Mart ayı başında meydana gelen afetin boyutları bir süre sonra deprem, tsunami ve nükleer sızıntı biçimde yayılarak, etkisini sadece bu afetlerin yaşandığı bölgelerde değil çevre ülkelerde de göstermeye başlamıştır.
Risk toplumunun kendi etkilerine ve tehditlerine kör ve sağır olan modernleşme sürecinin bir sonucu olarak etkileri nelerdir?
Sanayi döneminden risk dönemine geçiş modernliğin arzu edilmeyen veya öngörülemeyen bir sonucudur. Risk toplumu kendi etkilerine ve tehditlerine kör ve sağır olan modernleşme sürecinin bir sonucudur (Beck, 1994: 6). Risklerin ve tehditlerin tahmin edilemezliği sosyal bütünleşmeye zarar vermektedir. Sınıf toplumları bir dereceye kadar eşitlik fikrine dayanırken, risk toplumunda emniyet önem kazanmıştır. Eşitsiz ve adaletsiz toplum yerini emniyetli olmayan toplumun değer sistemine bırakmıştır. Eşitlik, olumlu hedefler ve çağrışımlar yaparken, risk toplumu olumsuz ve savunmacı bir temele dayanmaktadır. Artık insanlar ve devletler iyi bir şey sağlamaktan çok, en kötüyü engellemeyi hedeflemektedir. Sınıf toplumun rüyası herkese pastadan az ya da çok pay verebilmekken, risk toplumunun rüyası herkesi zehirlenmekten kurtarmaktır. Sınıf toplumunun temel dürtüsü “açlık” iken, risk toplumunun temel dürtüsü “korku”dur.
Temel toplumsal düzenleme prensibi açısından sınıf ve risk toplumunun özellikleri nedir?
Sınıf toplumu: Kolektifleşme (ailelerde, sınıflarda, işletmelerde, statü grupları ve benzerlerinde) ve gelenek
Risk toplumu: Bireyselleşme ve düşünümsellik
Odaklanılan temel tartışma konuları/ adalet konuları sınıf ve risk toplumlarında nelerdir?
Odaklanılan temel tartışma konuları/ adalet konuları sınıf toplumunda kıt kaynakların dağıtımı (zenginlik) iken risk toplumunda “Kötü”lerin dağıtımı (riskler) 'dır.
Risk toplumunun bir göstergesi olarak kişisel sigorta korumasının bulunmaması özelliğini açıklayınız.
Risk toplumunun bir göstergesi, kişisel sigorta korumasının bulunmaması, hatta sınai ve teknik-bilimsel projelerin sigortalanamaz oluşlarıdır. Risk toplumu “güvensizleştirilmiş” bir toplumdur. Sigortalamanın sağladığı koruma, bu toplumda tehlikenin büyüdüğü oranda azalır. Luhmann’ın analiziyle, risk ve tehlike arasındaki ayrım şu şekilde ifade edilebilir: Gelecekte meydana gelecek olası zararlar, eğer insanların verdiği kendi kararlarına bağlanabilirse, riskten söz edilir. Uçağa binmeyen bir kimse uçak kazası geçiremez. Tehlikelerse, buna karşıt olarak, kaynağı dışarıda olan zararlardır. Örneğin; bir uçağın düştüğü yerde bulunan insanların ölümü gibi. Önceden bilinen tehlikeler -depremler ve volkan patlamaları, yağış sonucu otoyolların kaygan hâle gelmesi ve evlilikler bu tehlikelere maruz kalmamak için, hangi kararların alınması gerektiğinin bilinmesi ölçüsünde risk kavramına girerler. Risk ve tehlike arasındaki ayrım, toplumsal düzeni böler. Kimileri için risk olan şey, başkaları için tehlikedir. Riskli bir biçimde sollama yapan sürücüler, atom santrallerinin yapımı ve işletilmesinde çalışanlar, gen teknolojisi alanında araştırma yapanlar sayısız örneklerden birkaçıdır. Neyin felaket olarak kabul edileceğini, karar verenler ve karardan etkilenenler farklı yanıtlayacaktır.
Risklerin insanın ufku üzerindeki etkisi nasıldır?
Risklere bağlı olarak ufkumuz da kararır. Çünkü riskler, neyin yapılmaması gerektiğini ifade eder. Dünyayı bir risk olarak tasarlayan kimse, sonunda eylem yeteneğini yitirir. Bu durum, paranoyak bir ruh hâlini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, “11 Eylül küresel terör sendromu”, çoğulculuk, demokrasi ve hoşgörüyü olumsuz etkilemiştir. İçine kapanma, paranoya, “biz” ve “öteki” ayrımının keskinleşmesi, kabile psikolojisi ve ben-merkeziyetçilik (etnosentrizm) artmaktadır.
Risk toplumunda temel problemlerin değişmesi konusunda nasıl bir yaklaşım vardır?
Sanayi toplumlarının karşılaştığı temel problemler de nitelik değiştirecektir. Genel olarak sanayi toplumlarının karşılaştıkları üç büyük problem, (ı) iktisadi durgunluğun yol açtığı işsizlik; (ıı) uluslararası sorunların yol açtığı savaşlar ve (ııı) her türden diktatörlükler olarak sayılır. Bilişim toplumlarını bekleyen tehlikeler ise, (ı) çok hızlı seyreden toplumsal dönüşümlere ayak uyduramamaktan kaynaklanan gelecek korkusu; (ıı) bireysel ve örgütlü terörün yaygınlaşması; (ııı) özel hayatın mahremiyetine tecavüzlerin artması ve (vı) özellikle bireylerin mahremiyetine devletin sınırsız müdahalesine imkân veren teknolojilerin yaygınlaşması gibi tehlikelerdir.
Belirsizliğin topluma etkisi nasıldır?
Teknolojik gelişmeler sonucunda gerçekleşen oluşumların ne gibi riskler taşıdığının tam olarak bilinemiyor olması tüm insanlığı tedirgin etmektedir. Bu tedirginliğin daha da artması beraberinde belirsizlik olgusunun yükselmesine neden olmuştur. “Belirsizliğin topluma geri dönüşüyle kastedilen; giderek daha çok sayıda toplumsal çatışmanın bir düzen sorunu olarak değil de bir risk sorunu olarak ele alınmasıdır. Bu türden risk sorunlarının alamet-i farikası (özel işareti), bunlar için belirli bir çözümün var olmayışıdır; belirgin özellikleri, çoğu kez olasılık hesaplarıyla dile getirilmekle birlikte böylece bertaraf edilemeyen ilkesel bir belirsizliğe sahip olmalarıdır”. Risk toplumundaki bu belirsizlik olgusu, bireylerde bir güvensizlik duygusunun oluşmasına neden olmaktadır. Söz konusu güvensizlik duygusu başlangıçta dış dünyanın karmaşasına, belirsizliğine yöneliktir. “İnsanın durumu özünde belirsiz ve tehdit edici bir şeydir, fakat gündelik amaçlarda toplum üyelerinin çoğunun yetiştirilme tarzı, başkalarına ve ‘sorgulanmayan’ yaşam tarzına duyulan ‘temel güven’in gelişmesiyle, onları derinlere kök salmış endişelerden koruyacaktır”.
Geçmiş dönemlerdeki bireylerin korkuları ve ruhsal durumları ile risk toplumu olarak tanımlanan günümüz toplumunda yaşayan bireylerin korkuları ve ruhsal durumları arasında ne gibi farklılıklar vardır?
“Histeri 19. yüzyılda ruh doktorlarının karşılaştıkları en yaygın sorundu. Bu sinirsel düzensizliklerin varlık nedeni tutucu bir dönem olan Viktoryen dönemde cinsel iffetin de ötesinde bir şeydi; bu dönemin kültürel ortamında ailenin kültürel görüntülerinin korunması yönünde büyük bir baskı vardı; öyle ki kaos içindeki toplumda ailenin kendisi başlı başına bir düzen ilkesiydi. Bu görüntüler düzenlemesinin karşısında ise duyguların irade dışı dışa vurulmasına dair korku ve inanç yer alıyordu”. 19. yüzyılın günlük yaşam ritüelinin bir yansıması olarak histeri oldukça yaygın bir durumdu. 20. yüzyıla gelindiği zaman ise histerik durumlara ilişkin veriler zayıflamıştır. Bu yüzyılda ise bireyler genel olarak, belirsiz bir ruh hâli içindedirler. Kişi bir sıkıntı içindedir, fakat bu tanımlanamayan ve somut bir niteliğe sahip olmayan bir sıkıntıdır. “Sıkıntı, kelimenin tam anlamıyla biçimsizlik hâlidir. Bir bağlantısızlık ya da dağılma, eylemlilikten kopma duygusu ki bunun aşırısı şizofrenik dili doğurur; rutin tarzında ise eylemliliğin tam ortasında bir anlamsızlık hissi vardı”. Birey dış dünya ile bağını kopararak kendisine dönmüştür, dışarıyla ilgilenmektense kendi içine kapanmıştır. Fakat kendi içine dönen birey bir doyum yaşamaz aksine kendine zarar verir, bir boşluk içindedir, ne hissettiğini anlamlandıramaz. 21. yüzyılın bireyinde ise, sürekli olarak çeşitli risklerle yaşayan birey ne yapacağını, nasıl davranacağını, ne yemesi gerektiğini bilemez. Özellikle iletişim araçlarının yönlendirdiği yaşamın her alanında, sürekli bir tehdidin var olduğu ve kişilerin tehlike altında olduğu şeklinde haberler, ilanlar bireyleri daha fazla korkut- maktadır. Bireyler bu kadar çok tehdidin var olduğu bir ortamda en iyi davranışın hiçbir şey yapmamak olduğunu düşünmekte ve geçmişte bireylerin asli görevleri olarak kabul edilen birçok konuda uzmanlardan yardım istemeye başlamaktadırlar. Risk toplumunun bireyi, daha önceden tek başına rahatlıkla yaptığı işleri artık bir uzman yardımı almadan yapmanın ciddi tehlikeleri olduğuna inanmaya başlamıştır. Çocuğunun doğumundan başlayarak; çocuğuna nasıl ve neyi yedirmesi gerektiğini, ona nasıl davranırsa onun için daha iyi olacağını, onun geleceği için ne gibi yatırım kararları alması gerektiği, hangi okula gideceği ve bunun gibi birçok konuda bir uzman yardımı almaya başlayan birey bunları tek başına ve kendi kararları çerçevesinde yapmaya cesaret edemez olmuştur. “Risk saplantısının nihai sonucu in- sanın çaresiz bir varlık olarak görülmesi ve insanın ilerleme potansiyelinin küçümsenmesidir. Sonuçta ortaya çıkan insan oldukça garip bir yaratıktır. İnsanın yaşadığı başarısızlıklar, hatalı bir kararın sonucu ya da ders alınacak birer deneyim olarak görülmez, gündelik yaşamla baş edemeyen bir yaratığın doğal durumu olarak kabul edilir. İnsanın yaşamla baş edemeyeceği şeklindeki bu varsayım risk yelpazesini daha da genişletir”. Sonunda kendine güvenen, kendi ve sorumlu olduğu kişiler adına sağlıklı kararlar alabileceğine inanan aktif birey ortadan kalkar, onun yerine birey pasif hâle gelir. Ve bu birey için önemli olan güvenliğini sağladığı bir ortamda risklerden uzak bir şekilde yaşamaktır.