aofsorular.com
TAR120U

SOĞUK SAVAŞ'IN SONA ERMESİ

7. Ünite 20 Soru
S

Avrupa Tek Senedi ile gelen kurumsal değişiklikler nelerdir?

Oy birliğinden, nitelikli oy çokluğuna geçilmiştir; karar alma süreçlerinde reforma gidilmesi, iş birliği sürecinin öngörülmesi ve parlamentonun etkin kullanımı amaçlanmıştır. Avrupa Parlamentosu yeni üye kabulü ve ortaklık antlaşmalarının onaylanması konusunda yetkilendirilmiş ve ilk derece mahkemesinin kurulması kabul edilmiştir. Değişiklikler sadece kurumsal alanda da kalmamıştır. Avrupa Tek Senedi ile siyasi birtakım değişiklikler de gündeme gelmiştir. En geç 1992 sonunda “Avrupa Tek Pazarı”nın kurulması kararlaştırılmıştır. Sosyal politikalar, sosyal ve ekonomik uyum, teknolojik AR-GE faaliyetleri ve çevre gibi yeni politika alanları topluluk yetkisine verilmiş ve Avrupa siyasi birliğinin oluşturulması karara bağlanmıştır.

S

Avrupa bütünleşme sürecinde yaşanılan sorunlar nelerdir?

1960’lı ve 1970’li yıllarda Avrupa bütünleşmesi süreci önemli sorunlarla karşı karşıya kalmıştı. Genişlemeyle birlikte bu sorunlar daha da artmış, 1973 Petrol Krizi’ni takiben yaşanan ekonomik durgunluk ve daralma üye ülkeleri zor durumda bırakmıştı. Gümrük Birliği 1968’de tamamlanmış olmasına rağmen, henüz “ortak pazar” aşamasına bu sorunlar nedeniyle geçilememişti. Bu sorunları aşmak için 1983’te, Avrupa Parlamentosu üyesi Spinelli, Avrupa Birliği’nin kurulmasına ilişkin bir antlaşma taslağı sundu. “Spinelli Taslağı” 14 Şubat 1984’te, Avrupa Parlamentosu’nda, büyük çoğunlukla kabul edildi ve “Tek Avrupa Senedi”nin temelini oluşturdu. Avrupa Komisyonu da 1985’te bir dizi öneri sıraladığı Beyaz Kitap’ı yayınladı. Böylece, Roma Antlaşması’nın 236. maddesine dayanılarak kurucu antlaşmada değişikliklere gidildi ve bu çerçevede imzalanan Avrupa Tek Senedi, 1 Temmuz 1987’de yürürlüğe girdi. Avrupa bütünleşmesinin ve derinleşmenin en önemli noktalarından biri Tek Avrupa Senedi’dir.

S

Batılı güçlerin Almanya'nın birleşmesini engelleyici bir tavır almamalarının nedeni nedir?

Doğu Avrupa’daki çözülme sürecini destekleyen Batılı güçlerin Almanya’nın birleşmesine karşı tavır almaları zaten izledikleri politikayla ters düşmeleri anlamına gelecekti. Bu yüzden, Alman birliğini engelleyici bir tutum almadılar. Birleşme sürecinde Alman hükûmetinin “aşırı milliyetçi” olarak anlaşılamayacak bir politika izlemesi de bunu kolaylaştırıcı bir etkide bulundu. İkinci Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle çıkan ve işgal altında tutulan Batı Almanya’nın çok kısa bir sürede kendisini toparlaması ve Avrupa’nın siyasal olmasa da ekonomik olarak en büyük gücü hâline gelmesi de Bonn hükûmetinin elini güçlendirmişti.

S

Büyük güçlerin Almanya'nın birleşmesine ikna edilmelerinde etkili olan faktörler nelerdir?

Beklentilerin aksine Kohl hükûmetinin izlediği başarılı diplomasi sayesinde büyük güçlerin birleşme konusunda ikna edilmeleri hayli çabuk ve kolay oldu. Nisan 1990’da başlayan ve “4+2 Görüşmeleri” olarak adlandırılan iki Almanya ve İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa arasındaki görüşmelerde anlaşma yolunda önemli adımlar atıldı. Bu çerçevede, mayıs ve haziranda atılan adımlarla iki Almanya arasında parasal ve sosyal birlik kuruldu. 4+2 Görüşmeleri’nin olumlu bir biçimde sonuçlandırılmasıyla imzalanan antlaşmayla iki Almanya’nın birleşmesi yolundaki son engel de kalkmış oldu. Sonuçta 2 Ekim gecesi birleşik Almanya doğmuş oldu.
Birleşik Almanya konusunda büyük güçlerin ikna edilmesinde, Alman hükûmetinin başarılı diplomasisinin yanı sıra, Almanya’nın özellikle doğu sınırlarının değişmezliği hususunda verdiği garantinin de etkisi büyük oldu. Bu sayede Polonya ve özellikle SSCB’nin endişeleri giderilmekte ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sınırların değişmezliği teyit edilmekteydi. Tabi, Almanya’nın SSCB’ye milyarlarca dolarlık hibe ve kredi vermeyi kabul etmesi de süreci daha da kolaylaştıracaktı. Zaten Gorbaçov yönetimi Doğu Avrupa’daki askerî varlığını ortadan kaldırmaya ve Doğu Avrupa ülkelerinin kendi geleceklerini belirleme hakkına dayalı politikasını 1989 sonunda belirginleştirmişti. Almanya’nın birleştirilmesi de bu politikanın doğal sonucuydu.

S

Mihail Gorbaçov önceki SSCB liderlerinden ne gibi farklılıklar göstermektedir?

Aslında Gorbaçov göreve ilk geldiğinde kendinden önceki SSCB liderlerinden çok da farklı bir çizgide olmayan Ortodoks bir Marksist olduğu izlenimi vermişti. Fakat bunun yanıltıcı olduğu çok kısa bir sürede anlaşıldı. Gorbaçov, hızla yeni bir siyasal üslup benimseyerek, sosyalizmin yeniden yorumlanması gerekliliği üzerinde durmaya başladı. Bu çerçevede özellikle “açıklık” (glasnost) ve “yeniden yapılanma” (perestroyka) kavramlarını söyleminin merkezine yerleştirdi.

S

Açıklık (glasnost) politikası ne anlama gelmektedir?

Açıklık, Sovyet yönetimindeki aksaklıkların giderilmesi, yönetim kadrolarında gençleştirilmeye gidilmesi, basın ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi, rejim karşıtlarının salıverilmesi, insan hakları ihlallerinin önlenmesi gibi Sovyet halkının siyasal temsil kanallarının açılmasına dayanmaktaydı. Gorbaçov bu politikayı uygulamaya sokarak girişeceği reformlar için halk desteğini almayı ve bu desteği Komünist Parti içindeki muhafazakâr kanada karşı da kullanmayı amaçlamaktaydı.

S

Yeniden yapılanma (perestroyka) kavramı ne ifade etmektedir?

Yeniden yapılanma, Gorbaçov’un Sovyet sisteminde yapacağı radikal değişikliği, yani komünist ekonominin yeniden yapılandırılmasını ifade etmekteydi. Sovyet ekonomisi hızla modernleştirilmeli ve böylece ekonomik durum düzeltilmeliydi.

S

Gorbaçov döneminde SSCB-ABD ilişkilerinde nasıl değişiklikler olmuştur?

Gorbaçov içteki reformlara paralel olarak dışta da yeni bir dış politika açılımı yaptı. Zaten, SSCB’nin savunma harcamalarının azaltılmasını girişilecek reform sürecinin en önemli ayaklarından biri olarak gören Gorbaçov açısından bu çok ivedi bir eylemdi. Nitekim, Gorbaçov’un iktidara gelmesinden 7 ay sonra, Gorbaçov ve Reagan arasında Cenevre’de yapılan 19-21 Kasım 1985’deki ilk zirve toplantısında silahsızlanma konusu görüşme gündeminin ana maddesi oldu. Bu ilk görüşmede sonuç alınamadıysa da iki taraf arasında bir yakınlaşma sürecinin başladığı açıktı. Bu görüşmeyi 11-12 Ekim 1986’da Reykjavik’de yapılan görüşme izledi. Sonuçta 7-10 Aralık 1987’de yapılan Washington Zirvesi’nde anlaşmaya varıldı ve tarihte ilk defa nükleer silahların azaltılması yönünde bir antlaşma- Orta Menzilli Füze Antlaşması (INF) imzalandı. Orta menzilli nükleer füzelerin sınırlandırılmasına yönelik bu antlaşmayı, 1991’de Moskova’da imzalanan ve nükleer savaş başlığı sayısında yaklaşık %30’luk bir indirim sağlayan START-I izleyecekti. START-I görüşmeleri esasen 29 Mayıs-2 Haziran 1988 tarihleri arasında Moskova’da yapılan zirveyle başlamıştı. SSCB’nin iki ülke arasındaki silahsızlanma görüşmelerinde önemli bir engel teşkil eden Afganistan işgalini sona erdirmesiyle müzakere zemini daha da sağlamlaştı. Gorbaçov ve yeni ABD başkanı Bush arasında gerçekleştirilen değişik zamanlardaki görüşmeler sonucunda, 29 Haziran 1991’de imzalanan START-I antlaşmasıyla, iki ülkenin sahip olduğu uzun menzilli stratejik nükleer füzeler de silahsızlanma kapsamına girmiş oldu. Aynı dönemde, ABD ve SSCB arasındaki silah indirimi görüşmeleri daha da genel bir nitelik kazandı; sadece iki ülke arasında değil, bloklar arasında yapılan görüşmelere dayanan ve sadece nükleer silahları değil, konvansiyonel silahları da kapsayan bir çerçeveye oturdu. Böylece, 1970’lerde başlayan fakat önemli bir sonuç alınamayan Avrupa Güvenlik ve İş birliği Konferansı (AGİK) görüşmelerinde kısa zamanda önemli mesafeler alındı. 1990 Kasım’ında Yeni Avrupa İçin Paris Şartı ile birlikte imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) ile tarihin en kapsamlı silahsızlanma antlaşması ortaya çıktı.

S

Gorbaçov döneminde yapılan ekonomik reformların nasıl sonuçları olmuştur?

Gorbaçov yönetiminin Sovyet ekonomisinin liberalleştirilmesi yönünde attığı adımlar ülkede hedef­lenenin aksine ekonomik şartların daha da bozulmasına yol açtı. Bu durum, Gorbaçov’a verilen desteğin özellikle 1988’den sonra hızla azalmasına neden oldu. Artan tepkiler, 1989’da başlayan büyük madenci grevinin temel sebebiydi. SSCB ekonomisi 1990’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en kötü yılını yaşadı. Ekonomik şartlardaki kötüleşme, toplumsal barışın bozulmasına ve muhalefetin büyümesine, bu da muhalefetin kendini siyasal yolları kullanarak daha etkili biçimde ifade etmesine neden olmaktaydı. Üstelik siyasal liberalleşme bunun yolunu daha fazla açmıştı. Sovyet toplumu gittikçe daha açık bir toplum hâlini almaktaydı. Ekonomik açılımın, siyasal açılımı destekleyen değil, tam aksine köstekleyen bir nitelik aldığı bir ülke söz konusuydu artık.

S

Gorbaçov döneminde SCBB'nin yaşadığı ekonomik sorunların politik sonuçları nelerdir?

Ekonomik bozulma, siyasal istikrarsızlığı arttırması ve toplumsal barışı bozmasının yanı sıra, SSCB’nin “ulusal sorunları”nı da beslemekteydi. Doğu Avrupa’daki milliyetçi ve liberal dalgadan da etkilenen Sovyet halkları arasında milliyetçi ve buna bağlı olarak Moskova’ya karşı merkezkaç eğilimler kendini göstermeye başladı. Moskova’nın 1989 sonbaharında açık bir biçimde uygulamaya soktuğu politika çerçevesinde Doğu Avrupa halkları kendi yollarını çizmeye başlamışlardı. Benzer bir talebin Sovyet halkları tarafından da dile getirilmesi kaçınılmazdı. Üstelik, liberalleşen Sovyet siyasetinde bu çok daha meşru ve kolay olacaktı. Milliyetçi dinamiğin kendisini ilk gösterdiği yer Kaf­kasya oldu. Fakat buradaki milliyetçi hareketlenme kendini Moskova’ya karşı bir ulusal uyanıştan çok, Sovyet halkları arasındaki etnik çatışmalar şeklinde gösterecekti. Karabağ sorunu yüzünden 1988’de başlayan Azeri-Ermeni çatışması iki Sovyet cumhuriyetini bir savaşın eşiğine getirdi. Moskova yönetimi 20 Ocak 1990’da Bakü’ye askerî operasyon yaparak, 143 Azeri’nin ölümüne neden oldu. Karabağ Sorunu ise Azerbaycan ve Ermenistan arasında büyüyerek devam etti. SSCB’yi çökertecek milliyetçi dinamik ise Baltık ülkelerinde kendini gösterecekti. İkinci Dünya Savaşı sırasında zorla SSCB’ye bağlanan Baltık ülkeleri, Doğu Avrupa’daki dönüşüm sürecinden hemen etkilenerek bağımsızlık yönündeki taleplerini dile getirmeye başladılar. Mart 1990’da Litvanya Parlamentosu 1939’daki ilhak kararını geçersiz sayarak ülkenin bağımsızlığını ilan etti. Moskova’nın askerî güç kullanmaması diğer Baltık ülkeleri Estonya ve Letonya’nın da bağımsızlık ilanına yol açtı. Gorbaçov yönetimi 1990 sonlarından itibaren politikasını değiştirmeye başladı. Reform yanlıları yerine muhafazakârlar getirilirken, Ocak 1991’de Litvanya’da göstericilere karşı askerî güçler devreye sokuldu. Fakat ne Baltık cumhuriyetlerindeki ne de diğer Sovyet cumhuriyetlerindeki bağımsızlıkçı hareketlerin önü kesilemedi.

S

Sinatra Doktrini nedir?

Nitekim, Sovyet dış politikasındaki büyük dönüşümün resmen ilanı Doğu Avrupa’da ilk hareketlenmelerin başlamasından kısa bir süre sonra gelecekti. Gorbaçov, 1989 Ağustos’unda Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşmada, bir ülkede gerçekleşecek sosyal ve politik değişimlerin söz konusu ülkenin iç işi olduğunu, içişlerine yönelik bir dış müdahalenin -müdahale eden ülkenin müttefik ya da dost olması önemli olmaksızın- kabul edilemez olduğunu söyledi. Gorbaçov’a göre, Avrupa’nın bir mücadele alanı olarak görüldüğü Soğuk Savaş dönemi arşivlere kaldırılmalıydı. Ekim 1989’da Gorbaçov’un Finlandiya ziyaretinde ise son nokta konulacaktı: Ziyaret sırasında Gorbaçov’un basın sözcüsü Gerasimov basına yaptığı açıklamada; “Biliyorsunuz Frank Sinatra’nın bir şarkısı vardır: I did it my way (kendi bildiğim gibi yaptım) Macaristan ve Polonya da bildikleri gibi yapıyorlar” diyerek, Doğu Avrupa’daki dönüşüme SSCB’nin hiçbir şekilde müdahale etmeyeceğini çok açık bir biçimde ilan etti. Bu politika “Sinatra Doktrini” olarak adlandırıldı.

S

Soğuk Savaş sonrasında Macaristan'da yaşanan politik gelişmeler nelerdir?

Polonya’nın 1980’lerin başlarındaki değişim yönündeki öncü rolünü 1988’den itibaren Macaristan oynamaya başladı. 1980’lerin başlarından itibaren özelikle çevre sorunlarını dile getirmek ve Romanya’daki Macar azınlığa yönelik olumsuz davranışları protesto etmek amaçlı çeşitli bağımsız kuruluşlar ortaya çıktıysa da; siyasal hedef­leri belirgin bir alternatif muhalif hareketin doğması için biraz daha beklemek gerekecekti. Özellikle, 1986’dan itibaren SSCB’de Gorbaçov tarafından başlatılan reform programının uygulamaya sokulmasından sonra, Macaristan Komünist Partisi (Sosyalist İşçi Partisi) içindeki genç reformcular da hızla harekete geçtiler. Gençlerden oluşan bir ekip 1956’dan beri iktidarda bulunan Janos Kadar ve kadrosuna karşı açıkça muhalefet etmeye başladı. Reformcu kanat 1988 Mayıs’ında toplanan Komünist Parti konferansında başarıya ulaştı ve 32 yıldır iktidarını sürdüren Kadar yönetimden uzaklaştırıldı. Yönetime gelen reformistler öncelikle sınırlı bir ekonomik liberalleşmenin yolunu açtılar. 1988 Kasım’ında bağımsız siyasal partilerin kurulmasına izin verildi. 1989 başlarında çok partili siyasal yaşamın önündeki engeller resmen kaldırıldı ve siyasal faaliyetler serbest bırakıldı. Komünist Parti nisan ayında “demokratik merkeziyetçiliği” kaldırdığını açıkladı. Böylece eski rejimin en temel ekonomik ilkelerinden biri terk edildi ve komünist sistemin tasfiyesi yolunda çok önemli bir adım atılmış oldu. Macar Komünist Partisi değişimin öncülüğünü kendisi yapmaktaydı. Macar Hükûmeti 1989 Eylül’ünde sınırlarını tamamen açarak Doğu Bloku sınırlarında ilk defa çok büyük gedik açmış oldu. Sınırların açılması iki Almanya’nın birleşmesinde de çok önemli bir rol oynayacaktı. Macaristan’da rejimin tamamen tasfiyesi ise 1989 Ekim’inde olacak Komünist Parti’nin “liderlik” rolü sona erdirilerek 1990 Mart’ında serbest seçimlerin yapılması kararlaştırılacaktı. İktidarda bulunan Sosyalist İşçi Partisi adını değiştirerek Sosyalist Parti adını alacaktı. 23 Ekim'de ise çoğunluğu eski komünistlerden oluşan parlamento ülkenin adının Macaristan Cumhuriyeti olarak değiştirilmesi yönünde oy kullanacak, eski rejimin bitişi resmileştirilecektir. 

S

Soğuk Savaş sonrası Polonya'da yaşanan politik gelişim nasıldır?

Doğu Avrupa’daki değişimin ilk önemli sinyallerini veren Polonya’da da 1980’ler boyunca muhalefet kendini göstermeye devam edecekti. Bir önceki ünitede de anlatıldığı gibi, 1981’deki askerî darbe sonrasında Dayanışma Hareketi yeraltına çekilmişti. Fakat ülkedeki ekonomik durumun sürekli olarak kötüleşmesi toplumsal muhalefeti büyütmeye devam etmekteydi. Üstelik, Polonya’daki komünist rejime rağmen toplum üzerindeki etkisini korumaya devam eden Katolik Kilisesi de muhalefete açık destek vermekteydi. Dayanışma Hareketi’nin lideri olan Lech Walesa 1982’de gözaltına alınmıştı. Fakat Dayanışma yeraltına çekilmiş olmasına rağmen Polonya siyasetinin en önemli aktörü olmaya devam etmekteydi. 1986’da General Jaruzelski yönetimi ekonominin acil ihtiyaç duyduğu dış kaynaklara ulaşabilmek için Dayanışma Hareketi’nin bazı önemli isimlerini serbest bırakmak zorunda kaldı. Çünkü Batı kamuoyunda Polonya’ya insan hakları ihlalleri nedeniyle yeni krediler verilmemesi yönünde bir eğilim vardı. Polonya’nın ekonomik kaynaklara olan ihtiyacı, ülkenin IMF (Uluslararası Para Fonu) üyesi olmasına bile neden olmuştu. Bir komünist Doğu Bloku ülkesinin IMF’ye üye olmak zorunda kalması, ülke ekonomisinin ne kadar kötü bir durumda olduğunu göstermesi açısından çok dikkat çekiciydi. Ülkenin dış borçları bu dönemde 40 milyar dolar gibi bir meblağa ulaşmıştı. IMF’nin de dayatmasıyla Polonya Hükûmeti 1987’de bir ekonomik reform programını uygulamaya sokmak zorunda kaldı. Bu program çerçevesinde fiyatlar yükseltildi ve bunun sonucunda enflasyon hızla arttı. Bu da halkın yönetime karşı memnuniyetsizliğini ve dolayısıyla muhalefete verdiği desteği hızla arttıracaktı. Polonya yönetimi durumun kontrolden çıkmak üzerine olduğunu anlayarak, temel muhalif aktör olan Dayanışma ile masaya oturmak zorunda kaldı. Walesa önderliğindeki Dayanışma ile 1988 Ağustosunda başlayan gayriresmî görüşmeler, 1989 Şubat’ında Dayanışma’nın resmen tanınmasıyla yeni bir boyut kazandı. Nisan’a kadar süren taraf­lar arasındaki görüşmelerde, bağımsız işçi sendikalarının yasallaşması, ekonomik reformlar yapılması ve yeni bir meclis seçilmesi yönünde anlaşma sağlandı. Seçim sistemi ve tarihi, muhalefet için hayli olumsuz olsa da Haziran’da yapılan seçimlerde Dayanışma çok büyük bir zafer kazandı. İktidar ya seçimleri iptal edecek ya da iktidardan çekilmeyi kabul edecekti. 1981’de SSCB desteğiyle yapılan darbeyle iktidara gelen Jaruzelski yönetimi açısından Moskova’nın vereceği sinyal çok önemliydi. Gorbaçov çok açık bir biçimde Jaruzelski’ye seçim sonuçlarını kabullenme telkininde bulundu. Komünistlerin iktidarda koalisyon kurarak kalma çabalarına rağmen sonuçta, 12 Eylül 1989’da Mazowiecki’nin başbakanlığa atanmasıyla Polonya’nın II. Dünya Savaşı sonrasındaki ilk komünist olmayan başbakanı göreve başlamış oldu. Birkaç ay içinde ülke hem siyasal hem de ekonomik olarak hızla liberalleştirildi ve 1990 Ocak’ında Komünist Parti kendini feshetme kararı aldı. Böylece, Polonya’da komünist dönem tamamen sona erdirildi.

S

Çekoslavakya'nın politik gelişimi nasıl gerçekleşmiştir?

Polonya ve Macaristan örneklerini izleyen Çekoslovakya’da da değişim rüzgârının esmesi gecikmeyecekti. 1987’de, 1969’dan beri ülkeyi yöneten Gustav Husak Doğu Bloku’nda esen değişim rüzgârlarının da etkisiyle Komünist Parti genel sekreterliğinden istifa ettiyse de yerine gelen Milos Jakes’in belirgin bir reform programı yoktu. Bunun da ötesinde Jakes, 1968 sonrasındaki tasfiye operasyonlarının arkasındaki en önemli isimlerden biriydi. Çekoslovakya’da toplumsal muhalefetin ortaya çıkışı, Polonya ve Macaristan’a nazaran daha geç oldu. Yazar Vaclav Havel gibi rejim karşıtlarına yönelik toplumsal destek çok sınırlıydı. Muhalefetin örgütlenmesi de hayli geç olacaktı. 1988’de Havel ve arkadaşlarının önayak olduğu Sovyet işgalinin 20. yılındaki protesto gösterileri yaygın destek bulamadı ve önder kadronun tutuklanmasıyla kısa sürede söndü. Muhalefetin güç kazanması 1989 baharında olacak, Polonya ve Macaristan’daki gelişmelerden etkilenen muhalif­ler örgütlenme çalışmalarına hız vereceklerdi. 1989 Ağustos’unda muhalefet ilk defa kitlesel olarak sokağa inme fırsatı buldu ve Prag’da binlerce kişinin katılımıyla büyük bir gösteri düzenlendi. Jakes yönetimi bu kez sert tedbirler almaktan kaçındı. Bu tarihten sonra muhalefet hızla büyümeye devam etti. Rejimin sonunu getirecek süreç ise Kasım’daki bir gösteriye polisin sert müdahalesiyle başladı. Bir öğrencinin öldürüldüğü haberi üzerine, iki gün içinde on binlerce öğrenci ayaklandı ve sokaklar protestocu kalabalıklarla dolup taştı. Yönetim yine sert tedbirler almaktan kaçındı hatta artan gerilim sonucunda Jakes önderliğindeki yönetim istifa etmek zorunda kaldı. Parti önderlerinin istifasından sonra yüz binlerce kişinin katılımıyla Prag’da büyük bir gösteri düzenlendi. Havel önderliğindeki muhalefet “Sivil Forum” adlı bir örgüt kurdu. Çekoslovakya muhalefeti böylece siyasal bir platforma kavuşmuş oluyordu. Sivil Forum bir bildiri yayınlayarak komünizmin tasfiyesi yönündeki taleplerini çok açık bir biçimde dile getirdi. Jakes ve ekibinin istifasından sonra iktidara gelen yeni yönetim, muhalefetle görüşmelere başlamak zorunda kaldı. 29 Kasım 1989’da Çekoslovakya Meclisi, Sivil Forum’un çağrılarına kulak vererek Çekoslovakya Anayasası’ndan Komünist Parti’ye liderlik rolü veren maddeyi çıkardı. Muhalefetle yapılan görüşmeler sonucunda Aralık başında çoğunluğu komünistlerden oluşmayan yeni bir kabine kuruldu. Aralık sonunda muhalefetin simge ismi Havel devlet başkanlığına seçildi. 1990 başlarında yapılan reformlarla eski rejim tamamen tasfiye edildi. 

S

Keşmir Sorunu nedir?

1947’de Hindistan’ın bölünmesinden sonra nüfusunun çok büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu Keşmir bölgesinin üçte ikisi Hindistan, üçte biri ise Pakistan’ın denetimindedir. Pakistan bölgenin tamamının kendi yönetimine bırakılmasını talep etmektedir. Bu da Keşmir’in iki ülke arasında büyük bir sorun olmasına neden olmuştur. İki ülke Keşmir Sorunu yüzünden üç kez (1947-48, 1965 ve 1971) savaşmıştır. Ayrıca 1998 ve 2002 yıllarında iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, uluslararası diplomatik çabalarla krizler sıcak savaşa gitmeden çözülmüştür.

S

Orta Amerika Barış Planı nedir?

Orta Amerika ülkeleri ekonomik istikrarı sağlamak ve gerilla hareketlerini sonlandırmak için 1987 yılında Orta Amerika Barış Planı’nı imzaladılar. Plan gerilla örgütlerine genel af­fı ve dış yardımların derhal kesilmesini öngörüyordu. Ancak bu plan uygulanmaya konulamadı. Çünkü Nikaragua başta olmak üzere, bazı Latin Amerika ülkelerinde merkezi hükûmetlere karşı mücadele veren sağcı gerilla örgütlerine 1990’lara kadar destek vermeyi sürdüren ABD, planın uygulanmasını imkânsız hâle getirdi.

S

Kuzey ve Güney Kore arasındaki ilişkilerin yumuşamaya başlaması hangi olayla gerçekleşmiştir?

1991’de Kuzey ve Güney Kore’nin BM’ye katılımları ile ilişkiler görece yumuşadı. İki ülke arasında üst düzey temaslar gerçekleştiyse de Kuzey Kore’nin hiçbir şekilde reform sürecini başlatmayarak, komünist rejimi sürdürme kararlılığı Soğuk Savaş’ın böldüğü bir diğer ülke olan Kore’nin birliğini sağlamasını imkânsız kıldı.

S

1980'lerde Latin Amerika'nın genel siyasi yapısı nasıldır?

1980’lerde Latin Amerika’nın siyasal yapısına bakıldığında karşımıza askerî diktatörlükler, iç savaşlar ve sosyal devrimler çıkmaktadır. Bu yıllarda Latin Amerika’da kurulmuş olan sol hükûmetler ABD desteğiyle düşürüldü. 1979 yılında Küba Devrimi’ni anımsatan bir şekilde Nikaragua’da yönetime gelen Sandinistalar öncelikle çoğulcu bir yönetim kurdular. Ardından alt ve orta sınıf­ları destekleyen ekonomik bir programı uygulamaya soktular. Reagan yönetiminin iş başına gelmesiyle beraber merkezi hükûmet karşıtlarına verilen ABD desteği arttı. ABD’nin serbest piyasa ekonomisine geçiş için verdiği ekonomik ve askerî destek Nikaragua’daki Sandinista rejiminin sonunu getirdi. Benzer biçimde ABD’nin desteklediği otoriter yönetimlerin iş başında olduğu Arjantin ve Şili’de de bu tip müdahaleler binlerce solcunun tutuklanması ve öldürülmesiyle sonuçlandı.

S

1980'lerde yaşanan ekonomik krizin Afrika ülkeleri üzerinde nasıl bir etkisi olmuştur?

1980’lerde birçok Afrika ülkesini etkileyen ekonomik kriz beraberinde dış borç ve yardım ihtiyacını ortaya çıkardı. Kırsal nüfusun artışı ile sağlık ve beslenme koşullarındaki bozulma, Afrika’daki emperyal bağların dış borç ve yardım şeklinde yeniden tesisi sonucunu doğurdu. Afrika ülkelerinin hükûmetleri yaşanan ekonomik başarısızlıklar nedeniyle hem halkın hem de IMF ve Dünya Bankası’nın baskısı altında kaldılar. Bu baskıların bir sonucu olarak, 1980’lerden itibaren baskıcı dönüşüme uğradılar. 1980’lerin sonuna gelindiğinde serbest seçimler, çok-partili sistemler ve çoğulcu demokrasi kıta genelinde yaygınlık kazandı. 1980’ler Afrika’sı tüm dünyada hızla yayılan demokrasi ve neo-liberal akımlardan etkilendi. 1980’lerin sonunda 30’dan fazla Sahra-altı Afrika ülkesi ekonomilerine neo-liberal ilkeleri başarıyla adapte ettiler. Elbette ki tüm bu politik ve ekonomik gelişmeler Afrika ülkeleri ve dünyanın geri kalanı arasındaki ekonomik uçurumu kapatmaya yetmedi. 1990’lara gelindiğinde altı yüz milyon Afrikalı hâlâ günlük 1 doların altında kazanmaya devam ediyordu. Bunun yanı sıra sağlık sorunları da Afrika halkının yüz yüze kaldığı başlıca problemlerden biriydi. Dünya’da HIV virüsü taşıdığı tespit edilen 36 milyon insanın 15 milyonu bu kıtada yaşıyordu. Ayrıca, açlık ve sıtma da özellikle Sahra altı Afrika’sı halklarını etkilemesi açısından önemliydi.

S

Apartheid rejimi kavramı neyi ifade etmektedir?

1948-1994 yılları arasında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde iktidarda bulunan Ulusal Parti tarafından uygulanan ve beyazların siyahlar üzerinde her alandaki üstünlüğüne dayanan ırk ayrımcılığı politikası ve düzenlemelerinin tamamına verilen addır.