İKİNCİ SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ
1960’larda ortaya çıkan ve çok kutupluluğa geçiş olarak adlandırılabilecek yumuşama olgusunun bir süre sonra geçici olduğunun anlaşılmasına neden olan gelişmeler nelerdir?
1960’ların başlarında ortaya çıkan yumuşama olgusu, 1970’lerin sonlarına kadar uluslararası sistemin yeniden şekillenmesinde çok belirleyici olmuştu. Kendini en çok iki süper güç arasındaki ilişkilerde gösteren bu dönem, aynı zamanda blok içi ülkelerin özerkliklerinin de artışını sağlamıştı. Üçüncü Dünya hareketinin de en güçlü ve iddialı olduğu bu dönemde uluslararası sistemde bir "çok kutupluluğa geçiş sanrısı" bile ortaya çıktığı iddia edilebilecekti. Fakat bu durumun geçici olduğu bir süre sonra anlaşılacaktır. Çünkü yumuşamayı ortaya çıkaran ve güçlendiren dinamikler bir süre sonra etkilerini kaybedeceklerdir. 1970’lerin ortalarından itibaren kendini göstermeye başlayan siyasal ve ekonomik dinamikler, 1980’lerin ilk yarısının "İkinci Soğuk Savaş" ya da "Soğuk Barış Dönemi" olarak adlandırılmasını sağlayacaktır. 1980’lerin ikinci yarısında ise bazı açılardan yumuşama (détente) döneminin bile önüne geçen çok hızlı bir geçiş süreci yaşanacaktır. ABD ve SSCB arasında yeniden yakınlaşma süreci ortaya çıkacak, süreç önce Doğu Bloku’nun, sonrasında ise SSCB’nin yıkılmasıyla sonuçlanacaktır.
1973 petrol ambargosuyla başlayan ekonomik krizin, aslında Batı ekonomilerinin krizden maksimum fayda sağlamalarıyla sonuçlandığını gösteren gelişmeler nelerdir?
1973’te petrol ambargosuyla başlayan ekonomik kriz Batı ekonomileri için başta ciddi zorluklara neden olsa da petrol üreten ülkelere akan kaynakların bu ülkeler tarafından kullanım biçimi, Batı ekonomilerinin krizden maksimum faydayı sağlamalarıyla sonuçlandı. Öncelikle kriz sonucu büyük gelirler elde eden İran, Irak, Venezuela, Cezayir gibi ülkeler elde ettikleri büyük fonları ulusal kal kınma programlarının finansmanında kullandılar. Bu da Batı ekonomilerinin bu ülkelerin artan ara, tüketim ve yatırım malları talebi karşısında, petrol fiyatlarındaki artıştan kaynaklanan maliyetleri fiyatlara yansıtarak, maliyetleri tekrar bu ülkelere ödetmelerine neden oldu. Özellikle Arap ülkelerinin artan lüks mal talepleri ve silah alımları, Batı ekonomilerinden petrol ihraç eden ülkelere yönelen artıdeğerin tekrar Batılı ekonomilerine dönüşünü sağladı. Petrol ihracatçısı olmayan az gelişmiş ülkeler açısından çok daha önemli olan sonuç ise petrol ihracatından kazanılan fonların Batı banka sistematiğine sokulması oldu.
1980'li yıllarda ABD'nin hangi politikaları, borç sarmalına girmiş ülkelerin borçlanma maliyetlerinde artış ve az gelişmiş ülkelerin az sayıda maldan oluşan ihracatlarında düşüş yaşanmasına sebep olmuştur?
1980’li yılların başında Ronald Reagan başkanlığında kurulan ABD hükümetinin, o dönemde ortaya çıkan Yeni Sağ ideolojisi çerçevesinde izlemeye başladığı neo-liberal ekonomi politikaları radikal biçimde uygulamaya sokmasıyla başlayan yeni süreç, aşağıda incelenecek olan siyasal gelişmelerle birliktelik taşımaktaydı. 1979'da başlayan yeni Soğuk Savaş’ta ABD hegemonyasının her alanda yeniden tesisini isteyen ABD hükûmeti, uluslararası sermayeyi ülkesine çekerek küresel mücadelenin ekonomik boyutunda önemli bir hamle yapmayı başardı. Yükselen faiz oranları ve finansal liberalizasyon uluslararası sermayeyi ABD’ye çekerken, sıkı para politikaları ABD ekonomisinin ihraç talebinin düşmesine neden oldu. Bu iki gelişmenin sonucu, borç sarmalına girmiş ülkelerin borçlanma maliyetlerinde müthiş bir artış ve talebin azalması nedeniyle fiyatların düşmesi sonucu az gelişmiş ülkelerin zaten katma değeri düşük olan bir veya birkaç maldan oluşan ihracatlarında düşüş oldu. Bu ekonomik çöküş dünyadaki birçok az gelişmiş ülke ekonomisinin bağımlılık kıskacına daha belirgin bir biçimde girmesine yol açtı. 1970’lerde dünya üzerindeki hegemonyası aşınmış olan ABD’nin, 1980’lerin başından itibaren hegemonik konumu yeniden belirginleşti.
İkinci Soğuk Savaş döneminde uluslararası ekonomik sistemin yeniden yapılanması ile birlikte SSCB'yi çöküşe götüren gelişmeler nelerdir?
Öncelikle bu dönemde bloklararası yumuşamaya rağmen özellikle nükleer silahlarda ABD’nin gerisinde olan SSCB, dengeyi sağlamak için Brejnev döneminde askerî harcamaları sürekli olarak artırmıştır. Sofistike silah sistemlerinin geliştirilmesi ve SSCB donanmasının genişletilmesi doğrultusunda konvansiyonel silahlanmayı da içeren bu politika, askerî harcamalarda yarattığı düzenli artış ile SSCB ekonomisi için büyük bir yük oluşturmuştur. Ekonomiye binen bu yük SSCB ekonomisinin kendini yeniden üretememesi dinamiğiyle birleşince ekonomik çöküş daha da belirginleşmiştir. Üçüncü endüstriyel devrimin yakalanamamış olması, SSCB ekonomisinin uluslararası rekabet gücünü zayıflatarak ihracat gelirlerinin düşüşüne de neden olmuş; 1970 yılından itibaren Sovyet ekonomisindeki tüm göstergeler sürekli bir gerilemeyi göstermiştir. SSCB’nin dünya üzerindeki ekonomik gücü öylesine bir gerileme sürecine girmişti ki 1985 yılına gelindiğinde ihracat içinde petrol ve doğal gaz gibi enerji ürünlerinin payı % 53’e; ithalatı içinde ise sanayi ürünlerinin payı % 60’a çıkmıştı. İhracat gelirlerindeki düşüş tam da o dönemde ortaya çıkan petrol krizinin neden olduğu enerji kaynakları ihracı ile ikame edildi. Bu, ülkenin ekonomik durumundaki kötü gidişi bir süreli ğine perdelese de kaynakların askerî harcamalar için kullanılması ve bundan daha önemlisi SSCB ekonomisinin dayandığı endüstriyel sektörlerin geri dönülmez bir biçimde demode olması, SSCB ve Doğu Bloku’nun ve bir yapı ve model olarak sosyalizmin çöküşünün temel nedenlerinden birini oluşturdu.
1973 Petrol Krizi ile kısa vadede Batı ekonomik hegemonyasına darbe vuran Üçüncü Dünya ülkelerinin, orta vadede Batıya olan bağımlılıklarının artmasının başlıca nedenleri nelerdir?
Öncelikle, petrol fiyatlarındaki artış, petrol üreticisi ülkelerin gelirlerinde çok büyük oranlarda artışa neden olsa da petrol üreticisi olmayan ülkelerin, 20. yüzyıl boyunca artan sanayi üretimi ve genişleyen iç pazar talebinin neden olduğu enerjiye (büyük oranda petrole) bağımlılığı bu ülkelerin petrol alımı için ödedikleri bedelin artmasına neden oldu. Ayrıca az gelişmiş ülkeler ham madde, yatırım malları ve ara mallarında, petrol fiyatlarının tetikleyicisi olduğu dünya ekonomisindeki enflasyonist eğilim nedeniyle artan maliyetleri karşılamada ciddi sıkıntılar içine girdiler. İkinci olarak, petrol fiyatlarındaki artıştan nemalanan ülkeler ile bunun bedelini ödemek zorunda kalan ülkeler arasında beliren çıkar farklılaşması Üçüncü Dünya hareketinde ciddi bir ayrışmaya neden oldu. Üçüncü olarak, dış borca ihtiyaçları ekonomik bağımsızlıklarını koruma güdülerinin önüne geçen ulusal kalkınmacı ülkelere ihracata yönelik dışa açık modelin dayatıldı ve borç sarmalına giren devletler dış borçlarını erteletmek ya da taze para bulmak amacıyla IMF ve Dünya Bankası ile anlaşarak bu iki uluslararası kuruluşun yapısal uyum ve stabilizasyon programlarını benimsemek zorunda kaldılar. Kamu harcamalarının azaltılması, gerçekçi kur politikalarının benimsenmesi, iç talebin kısılarak kaynakların ihracata yönelmesi gibi temellere oturan bu programlar, bir anlamda ekonomilerin zorla dışarı açılması anlamına geliyordu.
Richard Nixon ve Henry Kissinger tarafından 1969’da oluşturulan ve ABD’nin küresel müdahaleci retoriğini değiştiren stratejisinin temel ilkelerine bağlı kalarak, yeni stratejik açılımlara yönelen ABD başkanı kimdir?
ABD’de 1976’da yapılan seçimleri kazanan Demokrat Partili Jimmy Carter yönetimi, temelde Başkan Richard Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ikilisi tarafından 1969’da oluşturulan ve bloklararası ilişkilerde yumuşamayı ve ABD’nin küresel müdahaleci retoriğini değiştiren yeni stratejisine özellikle iktidarının ilk iki yılında büyük oranda sadık kalmıştı. Ancak Nixon-Kissinger stratejisinin özellikle Üçüncü Dünya üzerinde başarısızlığa uğradığının düşünülmesi, Carter yönetimini eski stratejinin temel ilkelerini değiştirmeden yeni stratejik açılımlara yöneltti.
Amerikan yönetimi tarafından "Kriz Yayı" olarak adlandırılan alan hangi coğrafyayı kapsamaktadır?
1975 yılından itibaren geçen dört yılda Asya ve Afrika’da yedi Sovyet yanlısı hareket askerî güçle iktidara gelmiş; kısa sürede, SSCB yanlısı olmayan bir rejim kurulsa da İran’ı da kapsayacak şe kilde genişleyen ve Kamboçya’dan Etiyopya’ya uzanan ve ABD yönetimi tarafından "Kriz Yayı" olarak adlandırılan alanda siyasi bir değişim gerçekleşmiştir.
1975'ten itibaren askeri güçle iktidara gelen yeni rejimlerin ortaya çıktığı, Kamboçya’dan Etiyopya’ya uzanan coğrafyadaki değişim hangi nedenlerle ABD'de endişeye neden olmuştur?
1975 yılından itibaren geçen dört yılda Asya ve Afrika’da yedi Sovyet yanlısı hareket askerî güçle iktidara geldi. Kısa sürede, SSCB yanlısı olmayan bir rejim kurulsa da İran’ı da kapsayacak şekilde genişleyen, Kamboçya’dan Etiyopya’ya uzanan ve ABD tarafından kriz yayı olarak adlandırılan bu coğrafyada gerçekleşen bu değişim, ABD’de büyük endişeye neden olmuştur. Bunun nedenlerinden birincisi, bu kadar çok sayıda ülkenin ardı ardına SSCB’nin nüfuz alanına girmesi ABD yönetiminde ve kamuoyunda domino teorisi çağrışımını uyandırdı. İkinci olarak, 1973 Krizi ile o dönemde belki de dünyanın jeopolitik olarak en önemli yeri hâline gelen Basra Körfezi bölgesi çevresinde SSCB etkinliğinin artışı, SSCB’nin bu bölgeyi kontrol altına alma stratejisinin bir parçası olarak görüldü. Üçüncü olarak, bu gelişme Nixon-Kissinger stratejisinin en temel boyutlarından biri olan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHÇ) ile iş birliği yaparak SSCB’yi çevreleme politikasının çöküşüne neden olabilirdi. Özellikle Kamboçya, Vietnam ve Afganistan gibi ülkelerin Sovyet etkinlik alanı altına girmesi ÇHC’nin "çevreleyen ama çevrelenen" bir ülke konumuna gelmesine ve ABD-ÇHC işbirliğinin darbe yemesine yol açtı. Dördüncüsü ve küresel sistem açısından en önemlisi, SSCB’nin etkinliğindeki bu artış, ABD kamuoyunda ve politikacıları arasında Yumuşama’nın SSCB yayılmacılığını sağlayan ve ABD’nin küresel hegemonyasını sarsan bir olgu olarak görülmesi oldu.
ABD'de Carter yönetiminin SSCB ve yumuşamaya bakışı hangi politikaları beraberinde getirmiştir?
Carter yönetiminin SSCB’ye ve yumuşama’ya bakışı Nixon ve Ford yönetimlerinden önemli bir kopuşu ihtiva etmekteydi. Carter yönetimine göre Yumuşama SSCB’ye karşı askerî ve siyasal güç mücadelesinin arka plana atılması anlamına gelmemekteydi. Bu dönemde SSCB’nin Üçüncü Dünya’daki etkinliğinin genişlemesi olgusu ile tetiklenen bu bakış açısı, gerek ABD’nin gerekse NATO’nun askerî ve siyasal açıdan güçlendirilmesi ve etkinleştirilmesi politikalarının benimsenmesine yol açtı. Bu politikanın önemli bir boyutunu da Üçüncü Dünya’da Amerikan askerî varlığının güçlendirilmesi ve ABD’nin bu bölgelerde ortaya çıkabilecek bunalımlara askerî müdahale gerçekleştirebilmesi oluşturmaktaydı. 1969 yılında ilan edilen Nixon Doktrini’nin terki anlamına gelen bu politika değişikliği Reagan yönetimi döneminde oldukça keskinleştirildi.
Basra Körfezi’nde ABD’nin yaşamsal çıkarlarına karşı girişilebilecek bir harekete, ABD’nin gerekirse askerî güç kullanarak doğrudan müdahale etmesini içeren doktrin hangisidir?
Carter yönetimi 1980 Ocağı’nda İkinci Soğuk Savaş’ı resmen başlatan yeni doktrinini açıkladı. "Carter Doktrini" olarak adlandırılan bu doktrin, Basra Körfezi’nde ABD’nin yaşamsal çıkarlarına karşı girişilebilecek bir harekete, ABD’nin gerekirse askerî güç kullanarak doğrudan müdahale etmesini içermekteydi. Nixon Doktrini’nin terki ve Eisenhower Doktrini’nin restorasyonu anlamına gelen bu değişiklik, ABD’nin yeniden güç ve çatışma politikalarına döndüğünü göstermekteydi.
Yeşil Kuşak Doktrini'nin amacı nedir?
Carter yönetiminin etkin isimlerinden olan ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski tarafından geliştirilen "Yeşil Kuşak Doktrini"ne göre Orta Doğu’da İslam, komünizme ve SSCB’ye karşı kullanılabilirdi. Bunun yolu ise bölgede ABD politikalarıyla uyumlu ülkelerde İslami gelişimi kontrol ederek, uyumsuz ülkelerde ise kışkırtarak, bu bölgelere SSCB etkisinin girmesini önlemek ve SSCB’yi “Yeşil Kuşak” ile çevrelemekti.
Carter yönetimi askeri harcamalar alanında nasıl bir politika izlemiştir?
Carter yönetimi askerî harcamalarda önemli artışlar yaparak konvansiyonel ve nükleer silahlanma yarışını yeniden başlattı. ABD’nin dünya çapındaki artan yükümlülüklerine paralel biçimde Amerikan askerî harcamaları önemli artışlar gösterdi. Carter’ın bu silahlanma politikası NATO’nun Avrupalı müttefiklerinin de askerî harcamalarda artışa gitmelerini içeriyordu. NATO’nun askerî ve siyasal açıdan güçlendirilerek bir anlamda 1960’ların ortalarından itibaren gerileyen NATO ittifakının yeniden tesisini hedefleyen bu politika blok politikasının eski sıkılığını yeniden kazanmasını ve NATO üyeleri arasında eş güdümün sağlanarak "bağımsız" hareketlerin engellenmesini amaçlamaktaydı.
Carter yönetimi, dış politikada insan hakları kavramını kullanma stratejisi ile neyi amaçlamaktaydı?
Carter yönetiminin ilk döneminden beri uyguladığı dış politikada insan hakları kavramını kullanma stratejisinin birincil hedefi, o dönemde Polonya’da beliren huzursuzluğun gösterdiği gibi ABD karşıtı ülkelerde, yönetimler ve halk arasındaki gerginliği arttırmak ve bu antidemokratik yönetimlerin meşruiyetine doğrudan bir darbe vurmaktı. Özellikle Polonya ve Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinde izlenen bu strateji halk gözünde meşruiyetini yitirmiş hükûmetlerin SSCB müdahalesi ile ayakta kalabilecekleri gerçeği göz önüne alındığında, SSCB imajına da indirilebilecek çok önemli bir darbe niteliği kazanacaktı. Bu da girişilen küresel mücadelede SSCB’nin gücünün zayıflamasına ve dikkatini daha çok blok içi meselelere çevirmesine neden olacaktı.
İkinci Soğuk Savaş Döneminde Batı Avrupa'yı ABD ile yakınlaşmaya iten gelişmeler nelerdir?
İkinci Soğuk Savaş Batı Avrupa’nın ABD politikalarına doğrudan eklemlenmesine neden oldu. Yumuşama sürecinde Avrupalı güçlerin Doğu Bloku ve SSCB ile geliştirdikleri siyasal ve ekonomik işbirliğinin büyük etkisi olmuştu. Avrupa’nın özerklik alanını genişleten bu olgu ilk darbeyi 1968'de SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali ile yemişti. Diğer yandan 1970’lerde ortaya çıkan iki Almanya’nın yakınlaşması sürecinin de gösterdiği gibi, Avrupa'da işbirliği ve yakınlaşma 1945’ten sonra hiç görülmediği ölçüde artsa da, bu durum, 1970’lerin sonundan itibaren değişen koşullar nedeniyle kısa bir süre olumsuz yönde değişecekti ve Batı Avrupalı güçler blok lideri olan ABD’ye daha fazla yaklaşmak zorunda kalacaklardı. Özellikle, 1979'da SSCB’nin Afganistan’ı işgali ve sonrasında Doğu Avrupa’ya, Batı Avrupa’yı hedefleyen SS20 füzeleri yerleştirmesi Avrupalı güçlerin SSCB ile ilişkilerini gözden geçirmelerine ve ABD’nin yeni çatışmacı politikalarını en azından doğrudan karşı çıkmadan benimsemelerine neden oldu.
Hangi iki temel dinamik SSCB'nin Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki hakimiyetini kaybetmeye başlamasına neden olmuştur?
1980’lere girerken Doğu Avrupa ülkeleri büyük oranda SSCB tarafından dayatılan kalıplar içinde donmuş bir görüntü vermekteydiler. Diğer yandan SSCB açısından geçerli olan iki büyük dinamik; ekonomik koşullar ve milliyetçilik alttan alta kendini göstermeye başlamıştı. Komünist ekonomilerin, halkın refah düzeyini yükseltme hususundaki başarısızlığı iyiden iyiye ortaya çıkmış; merkezî planlama halkın temel ihtiyaçlarının üretiminde bile başarısız kalmaya başlamış; verimlilik azalmış; rejim içinde bir seçkinler sınıfının doğmasına tepkiler artmaya başlamıştır. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren uluslararası ekonominin yeniden yapılanmasına paralel biçimde şartlar daha da ağırlaşmıştır. Başta Polonya olmak üzere, birçok Doğu Bloku ülkesi yetersiz kaynakları finanse etmek için borçlanma sarmalına girmiştir. Buna paralel olarak, Doğu Avrupa’daki milliyetçi uyanış da kendini yeniden göstermeye başladı. Doğu Avrupa’daki milliyetçiliğin temelinde Moskova’ya ve Doğu Bloku’na karşı bağımsız ya da en azından özerk politikalar izleme isteği yatmaktaydı.
Doğu Avrupa'daki rejim karşıtı ilk hareket hangi ülkede ortaya çıkmıştır?
Doğu Avrupa’daki rejim karşıtı hareketlerin ilk ortaya çıktığı yer Polonya'dır. Polonya 18. yüzyıldan itibaren Rus etki alanına girmiş ve Rusya’nın ön ayak olmasıyla iki defa da parçalanarak bağımsızlığını yitirmişti. Bu husus Polonyalılardaki Rus karşıtlığının temelini oluşturmaktaydı. Buna paralel olarak, nüfusunun çoğunluğu Katolik olan ülkede komünist rejime rağmen dinî duygular hâlâ güçlüydü ve kilise önemli bir kurum olarak varlığını sürdürmekteydi. Ayrıca ekonomik koşulların en çok bozulduğu Doğu Avrupa ülkelerinden biri de Polonya’ydı. Özellikle dış borçlanmanın çok büyük miktara ulaşması, Polonya ekonomisinin ekonomik dalgalanmalardan çok daha fazla etkilenmesine sebep oldu.
SSCB'nin Afganistan'ı işgalinin temelinde yatan neden nedir?
Sovyet işgalinin temelinde yeni Afgan yönetimine karşı savaşan Mücahitlere karşı harekete geçme düşüncesi yatmaktaydı. Sovyet yönetimi kendi nüfuz alanına girmiş bir ülkede İslami bir yapılanmaya izin vermek istememekteydi. İran’daki İslam devriminin bölgede yarattığı İslami dalgalanmanın, kendi topraklarında da milyonlarca Müslüman’ın yaşadığı SSCB’yi de etkileyebileceği endişesi Moskova’yı böyle bir adım atmaya yönlendirdi.
İran-Irak Savaşı'nın temel nedenleri nelerdir?
İran-Irak Savaşı’nın savaşın başlıca çıkış nedenlerini, Saddam Hüseyin’in İran’daki rejim hazır çıkmaza girmişken İran’la olan sınır sorunlarını çözmek, İran’ın rejim ihracını engellemek ve kolay bir zafer kazanarak Arap dünyasında gerçek bir lider olarak belirmek isteği oluşturmaktaydı. İki ülke arasındaki tarihsel sorunları da sınır anlaşmazlıkları, ideolojik çekişme, dinsel ve mezhepsel sorunlar ile Kürt sorunu başlıkları altında toplamak mümkündür.
Irangate Skandalı olarak adlandırılan olay nedir?
1985 yılında Reagan yönetiminin İran’a gizlice silah sattığının ortaya çıkması Irangate Skandalı olarak adlandırılmaktadır.
"Asya Kaplanları" olarak adlandırılan dört ülke ülke hangisidir?
"Asya Kaplanı" kavramı, Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Güney Kore için kullanılmıştır.