aofsorular.com
TAR222U

ANTİK YUNAN: YURTTAŞ VE İKTİDAR

1. Ünite 21 Soru
S

Batı siyasal düşüncesinin tarihi söz konusu olduğunda ilk akla gelen uygarlık hangisidir?

Batı siyasal düşüncesinin tarihi söz konusu olduğunda başlangıç noktası olarak Antik Yunan uygarlığı akla gelir.

S

"polis" sözcüğünün farklı dillerdeki tanımlarıyla birlikte Antik Yunan'daki asıl anlamını açıklayınız.

Polis sözcüğü “polis’e ait işler, güçler” anlamında politika sözcüğünün kaynağında yer alır. Ancak sözcük farklı dillerde farklı biçimlerde karşılanmıştır. Örneğin Latincede polis için site ya da civitas terimleri kullanılmaktadır. Türkçe’de ise polis için kent devleti ya da şehir devleti terimleri kullanılır. Yani polis yalnızca bir yerleşim birimini, bir coğrafya parçasını ifade etmemektedir. Polis apaçık bir siyasal varlıktır. Ancak polis’i tek başına devlet sözcüğüyle de karşılamamak gerekir. Çünkü bir siyasal örgütlenme biçimi olarak bizim modern anlamda kavradığımız devlet ile polis birbirleriyle ilişkili olsa da bir ve aynı şey değildir. Polis’in varlığı, orada yaşayan yurttaş için onu gerçek anlamda insan hâline getiren doğal ya da kutsal bir varlıktır. Öyle ki polis’i doğal ya da kutsal bir varlık olarak görmeyen, onu insan yapısı bir ürün gibi kabul eden düşünürler bile, polis’in varlığını insanın varlığından ayrı düşünmezler. Oysa biz bugün, bir devletin yurttaşı olsak da, kendi varlığımızı devletten ayrı düşünebiliyoruz ve devleti sorgulayabiliyoruz. O hâlde başlı başına siyasal bir kavram olarak polis’in anlaşılması, aynı zamanda siyasal düşüncenin temel kavramlarının anlaşılması için giriş mahiyetindedir. Bu merkezî önemi ve özgünlüğü nedeniyle, başka sözcüklerle karıştırılmasın diye bu kitapta polis sözcüğü, hep italik olarak yer alacaktır. Oysa polis sözcüğü polis’lerin tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerde yalnızca “yüksek kent” ya da “tepedeki kent”i ifade ederdi. Yüksek kent, kimi polis’lerde görülen, kentin tapınma merkezlerinin bulunduğu yerdi.

S

Aristokrasi nedir?

Birden fazla soyun bulunduğu bir toplulukta belirli bir soyun, doğuştan, diğer soylara
göre üstün kabul edildiği, bu nedenle bu soyun iyilik, yetenek, bilgi, beceri, erdem, cesaret vb. bakımlardan ayrıcalıklı sayılmasıyla yönetme hakkının da bu soy tarafından üstlenildiği azınlığın yönetimi.

S

Polis'lerin temel özelliklerini sıralayınız.

  • İlk polis’ler az gelişmiş yerleşim yerleriydi. Küçük köylere dağılmış, tarım yerleşimleri olmaktan öteye gitmiyorlardı. Ama gelişme düzeyleri de birbirinden farklıydı. Buna en iyi örnek Antik Yunan dünyasının en önemli polislerinden biri olan Sparta ve Atina’dır.
  • Bu küçük ölçekli yerleşimler siyasal işlevler bakımından çeşitli avantajlar da sağlıyordu.
  • Polis’lerin yurttaşların varlığından ve dininden ayrı bir dini, yurttaşların savaş
    zamanı silahlanarak oluşturduğu ordudan başka bir ordusu, aynı şekilde yurttaşların sahip olduğu siyasal anlam ve varlığı dışında bir siyasal anlam ve varlığı yoktur.
  • Polis’lerin her biri, diğerlerinden ayrı özerk bir varlığa sahiptir. Bu nedenle tümü için geçerli ortak, aynı, somut özelliklerin varlığını ileri sürmek zordur. Ancak, kesinlikle kabul edilen şey, her bir polis’in özgün siyasal bir varlık oluşu dışında, aynı zamanda özgün bir askerî, dinî, mimari bütünlüğe de sahip olmasıdır. Bu bakımdan en ünlü örnek Atina polisidir.
S

Demokrasi mücadeleleri ve polis bağlamında Atina örneğini açıklayınız.

Atina polis’i Sparta’nın tersine, ticaret sayesinde zenginleşmiş bir şehirdir. Polis’in siyasal haklara sahip nüfusu, yani yurttaşları dört ana sınıfa ayrılmıştır. Bunlar eupatrides (iyi doğmuşlar, soylular), geomeres (küçük çiftçiler), demiurgos (zanaatkarlar) ve thetes’ler yani emekçiler, en yoksullardır. Ayrıca özgür olmakla birlikte
yurttaş olmadığından, herhangi bir siyasal hakka sahip olmayan, çoğunlukla ticaret ve zanaatla uğraşan yerleşik yabancılar, yani metoikos’lar ve köleler nüfusun diğer ana parçalarını oluşturmaktadır. Atina’da İÖ VII. yüzyıla gelindiğinde, krallık tümüyle tasfiye edilmiştir. Ancak topluluk hâlâ thesmoi’ye göre, yani tanrısal kökenli, kutsal olduğuna inanılan, sözlü, geleneksel yasalara göre yönetilmektedir.

S

Antik Yunan'da yurttaşlığın anlamı ve boyutları nasıldır?

Başlangıçta gerek Atina’da gerekse Sparta’da yurttaşlığın öncelikli temel koşulu, belirli bir soya (genos’a) ait olabilmekti. Ancak Atina’da soy bağlarının yerini deme bağları aldıkça bu ön koşul önemsizleşmiş, daha çok özgür olma koşulu öne çıkmıştır denebilir. Ancak burada özgürlük, köle olmamakla sınırlı değildir. Köleler, bir efendiye ait bir mal ya da canlı bir araç kabul edildiğinden, hâliyle “insan” kategorisi içinde değerlendirilmez ve özgürlük sözcüğüyle ilişkilendirilmezdi. Özgürlüğün nitelediği şeyin “insan” olması gerektiği açıktır. Yurttaş insandı, çünkü köle insan değildi. İnsanı, herhangi bir hayvandan, herhangi bir başka insandan, örneğin bir Persliden, Yunancadan başka bir dil konuştuğu için barbar olarak nitelenen bir Persliden ayıran şey, öncelikle bu zorunluluklar sisteminden özgürleşmesi, ona tabi, onun tutsağı olmaktan çıkmasıdır. Bunu mümkün kılan ise polis’in varlığıdır. O hâlde tam bir insan ancak bir yurttaştır.

S

Demokrasi nedir?

Yunanca demos (halk) ve kratia (iktidar) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olan demokratia (demokrasi) halkın yönetimi, iktidarı anlamına gelir. Ancak burada yer alan halk sözcüğü, günümüzden farklı olarak, bir polis’te yaşayan tüm insanları değil, yurttaşlık hakkına sahip olanları içermektedir. Bu bakımdan bir siyasal yönetim biçimi olarak demokrasinin özel olarak insanların eşitliğiyle bir ilgisi yoktur.

S

Düşünce tarihinin başlangıcına yerleştirilen üç doğa filozofu kimlerdir?

Düşünce tarihinin başlangıcına yerleştirilen üç doğa filozofu Thales, naksimandros  ve Anaksimenes'tir. 

S

Demokritos'un siyasal düşünceleri nasıldır?

Demokritos’a göre insanlar mutluluğun ve mutsuzluğun ne olduğunu bilmedikleri, arzularına gem vuramadıkları ölçüde, birbirlerine karşı hasetçe, düşmanca duygular geliştirirler. Bu yüzden toplumsal ve siyasal bir düzenlemeye gerek duyulur. Yani yasalar ve devl­et bundan ötürü vardır. Bu saptamadan çıkarılacak sonuç, devletin ve yasaların hiç de savunulduğu gibi, doğal olmadığıdır. Demokritos da bir demokrasi savunucusu değildir. “Kim yönetmeli?” sorusuna verdiği yanıt itibarıyla siyaset işini “bilme, düşüncelilik” üzerinden bir tür “ehliyet” gerektiren bir iş olarak niteler. Bu da yönetme hakkını ancak belirli bir kesime tanımasıyla sonuçlanmaktadır ki bu açıdan Demokritos’un bir tür meritokrasi (liyakata dayalı yönetim) savunusu yaptığı söylenebilir. Demokritos, Atina’da özellikle Sofistler üzerinde ciddi bir etki bırakacaktır. 

S

Sofist sözcüğünü ve sofist düşünürleri açıklayınız.

Sofist sözcüğü “bilge, bilgin, bilgi sahibi kişi; belirli bir alanda uzmanlık bilgisine sahip kişi” anlamına gelmektedir. Ancak dünden bugüne “safsatacı, demagoji yapan, kafası karışık” gibi aşağılayıcı anlamlarda kullanılmaya devam etmektedir. Sofist sözcüğü aynı zamanda bilgiyi öğreten anlamını da taşır ve Sofist düşünürler kendilerini bu anlamda öğretmen, öğreten olarak nitelerler. Bir anlamda siyaset öğretmenidirler. Siyaset sanatının bilgisi, insanın hem kendisini ve dostlarını koruyabilmesini hem de düşmanlarına zarar vermesini sağlayacak bilgi olması nedeniyle gerek kişinin kendisine gerek polis’in çıkarlarına hizmet eden bir bilgi türüdür. Polis’te güzel söz söylemek hem önemli, saygın bir sanattır hem de siyasal anlamda çok işlevseldir. Örneğin büyük jürilerden oluşan mahkemelerde, her suçlanan kişi kendini sözlü olarak savunurdu. Söylenilen şeyden çok, nasıl söylendiği jüriyi etkilediği için güzel konuşma çok önemli bir yer tutuyordu. İşte Sofistler bunu öğretiyorlardı. Fakat Sofist düşünürler özellikle Platon ve Aristoteles gibi düşünürler tarafından aşağılanırlar ve şarlatanlıkla suçlanırlar. Hatta Platon’un hocası Sokrates ve ardılları, kendilerini Sofistlerden ayırmak için, kendilerine philosophos, yani bilgiseven derler (Felsefe sözcüğü de buradan gelir.). Ancak Sofistlerin aşağılanması bile, onların Yunan düşünüşünde önemli bir yerleri ve
etkileri olduğunu göstermektedir.

S

Birinci ve ikinci kuşak sofistler kimlerdir?

Birinci kuşak sofistlerden bazıları şunlardır: Protagoras (İÖ 490-420?), Gorgias (İÖ 480-380?), V. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Prodikos ve yine aynı yüzyılla ilişkilendirilen, Hippias.

İkinci kuşak sofistler: İÖ V. yüzyılda yaşadığı düşünülen Antiphon, Kritias, Khalkedonlu
(Kadıköylü) Thrasymakhos, Lykophron, Euthydemos ve Kallikles sayılabilir.

S

Hümanizm nedir?

Bu terim, genellikle “insanseverlik” anlamında kullanılsa da bu doğru değildir. Tam
karşılığı “insancılık” diye düşünülmelidir. Hümanizm, insana ve insan değerlerine öncelik tanıma, dünyayı, insanı ve insani değerleri gelenek, din ve kutsallık dışında, insan gereksinimleri temelinde, insanı merkeze alarak açıklama girişimlerinin genel adıdır.

S

Sokrates'i sofistlerden farklı kılan düşüncelerini açıklayınız.

Sokrates de Sofistler gibi, düşüncesinin merkezine insanı ve toplumu koyar. Ama onlardan farklı olarak Sokrates, bilgiye sahip olduğunu, bilgiyi öğretebileceğini savunmaz. Sokrates, bu bağlamda Sofistleri de eleştirmektedir. Çünkü çoğu insan kendisinden bihaber bir biçimde, bildiğini sanmaktadır. Sokrates ise onlardan farkını ünlü sözüyle ortaya koyar: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” İşte Sokrates, öncelikle insanlara bildiklerini sanırken hiçbir şey bilmediklerini göstermektedir. Bu yanıyla Sokrates, aynı Sofistler gibi felsefeyi sokağa indirmiştir ama Sofistlerden farklı olarak, insanlara gündelik hayatlarının şu ya da bu gereksinimleri doğrultusunda kullanabilecekleri bilgiler ve çeşitli araçlar sunan bir felsefe değildir bu.

S

Platon, siyaset felsefesini geliştirirken kimden etkilenmiştir ve bu felsefenin temel düşüncesi nedir, açıklayınız.

Platon, hocası Sokrates’ten felsefenin yüzünün insana dönük olması, merkezde insanın yer alması gerektiğini çok iyi öğrenmişti. Ona göre, insan öylesine küçük harf­lerle yazılmış bir kitaptır ki bu kitabın okunabilmesi için bütüne, yani hocası Sokrates’in felsefesi ve hayatıyla işaret ettiği polis’e yönelmek gerekmektedir. İyi insandan ancak iyi bir siyasal örgütlenmenin (ki bu aynı zamanda iyi bir toplum anlamına gelmektedir) varlık koşulu altında söz edilebilir; o hâlde öncelikle yapılması gereken şey, iyi bir toplumun inşası ve bunun için gereken de iyiliğin bilgisidir. Platon bu nedenle düşüncesinin merkezine polis’i koymuştur. Bu durumda öncelikle bilinmesi gereken de devlet ya da polis’in bilgisi olacaktır ki onu bilen de filozof­tur. Bu ölçüde de onun felsefesi, daha baştan itibaren bir siyaset felsefesi olarak sahneye çıkmıştır denilebilir.

S

Platon'un ideal devlet anlayışını açıklayınız.

Platon, devlet anlayışı gereği, iş bölümünden hareketle ideal devleti, üç temel işmeslek grubuna bölünmüş, sınıf­lı bir toplumsal zemine yerleştirir. Zemin üç temel iş alanıyla, üretim, koruma ve yönetim işleriyle inşa edilir ve her bir iş ayrı bir sınıfa karşılık gelir. Bu üç sınıf üreticiler, koruyucular ve yöneticilerdir. Üç ayrı sınıfı oluşturan insanların ruhsal yapılanmaları, buna bağlı olarak yetenekleri, nihayet sahip oldukları erdemler de farklı farklıdır. Hiyerarşik olarak en altta bulunan üreticiler sınıfına ait insanların ruhlarında, maddi istekler hakimdir. Bunların erdemi ölçülülüktür. İkinci ana sınıf olan koruyucular sınıfında hakim olan ruhsal kısım soylu isteklerle ilgilidir ve buna bağlı olarak bu sınıf­taki insanlar şan, onur, alkış peşinde koşan ünsever insanlardır. Bu nedenle bunlara karşılık gelen erdem, yiğitlik erdemi olacaktır. Hiyerarşik olarak en üstte yer alan sınıf yöneticiler sınıfıdır ve bunların ruhlarında akıl, başlıca hakim özellik olarak kabul edilir. Akıl, hakim olan bölüm olduğu için bu sınıf­taki insanlar bilginin peşinde koşan, dolayısıyla erdemi bilgelik olan, bilgisever insanlar, yani filozof­lar olacaktır. Bu erdemlere sahip sınıf­lardan oluşan ideal bir devlette böylece bilgelik, yiğitlik ve ölçülülük olmak üzere üç temel erdemin olduğu görülür. Ancak bu üç ayrı
sınıfın her birinin kendine özgü işlevsel alanda faaliyet yürütmesi, bunun dışına çıkmaması, birbirleri arasındaki ilişkilerin buna göre biçimlenmesiyle dördüncü bir erdem, doğruluk ya da adalet erdemi de ideal devlette cisimleşmiş olur. Bu sayededir ki ideal devlet adaletin ta kendisidir. 

S

Kral olarak filozofun ideal devlet temel yasalarının işlevi nedir?

1. Her yurttaşı toplum içinde üstleneceği işleve göre tanımlamak ve sınıflandırmak.
2. Her bir sınıfı kendi içinde ve nihayet sınıf­ları kendi aralarında bir bütün hâline getirmek üzere çeşitli biçimlerde, gerekirse zorla birleştirmek.
3. Böylece bütün toplumu mutluluğa götürmek. Tıpkı filozofun yönetimi gibi, bu yasalar da meşruluğunu (meşruiyetini) doğrudan hukuk ve yasanın bilgisinden alır.

S

Platon'a göre devlet yönetiminde ikinci ideal yol nedir, açıklayınız.

İkinci en iyi yönetim biçimi Yasalar’da karşımıza çıkar. Bu modelde yasalar, filozof-kralın yerini almıştır. Bu yanıyla, yasa aklın temsilcisidir. İyi bir yasa, ideal devlete olabildiğince yaklaşmak adına mümkün olduğunca durağan olmalı, değişime, bozulmaya karşı katı bir nitelik taşımalıdır. Öte yandan da toplumsal değişimlerin varlığı nedeniyle, belirli bir ölçüde bu dünyadaki değişimleri de soğurabilecek bir yapıya sahip olmalıdır. İkinci en iyi devletinde yasayı aklın temsilcisi olarak konumlandıran Platon, elbette yasa koyucu rolünü de geniş halk yığınlarına değil, bilge bir yasa koyucuya verecektir. İkinci modelde de Platon, ideal devletteki tutumunu hiç terk etmediğini gösterir. Bunun en iyi örneği özel mülkiyete ve aileye karşı yaklaşımını yumuşatsa da esasta değiştirmemesidir. Platon’un ikinci en iyi yönetiminde bu iki kurumun varlığı tanınır. Yumuşama buradadır ama her iki kuruma da müdahale etmekten geri durmaz. Kadınları ve erkekleri aynı katı düzenlemelerin nesnesi hâline getirir Platon. Örneğin, yine ideal devlette olduğu gibi, kimin kiminle çocuk amaçlı olarak evleneceğine-birlikte olacağına devlet karar vermelidir ki soylar ve dolayısıyla sınıfsal kompozisyon bozulmasın. Özel mülkiyet konusunda da benzer bir mantık işlemektedir. Her ne kadar varlığı tanınmaktaysa da özel mülkiyet olabildiğince denetim altına alınmıştır.

S

Platon'un ideal devlet anlayışında itaat dini gerekli görmesinin nedenlerini açıklayınız.

Platon, dine verdiği rolle, adeta bir dindarlar topluluğu oluşturmakta hiçbir sakınca görmez. Hatta, modelin en önemli kurumu olan Gece Konseyi’ne filozof­ların yanı sıra din adamlarını da doldurur. Bir anlamda, değişmezlik peşinde koşan Platon, bir yetkinlik olarak değişmezliği dinin değişmezliğinde bulmuşa benzemektedir. Bu hâliyle ikinci en iyi devlet, bir teokrasiyi andırmaktadır ama yalnızca andırmaktadır. Çünkü en başta Platon için hâlâ başat önem taşıyan şey devletin bir bütünlük olarak varlığıdır ve dinin kullanımı devleti, bir “birlik” olarak var kılabilmek içindir. Din, tümüyle kamusallaştırılmış ve özel her tür tapınma biçimi yasaklanmıştır. Bir başka ifadeyle, adeta bir devlet dini söz konusudur. Platon için, devletin dininin ve öngördüğü tapınma biçimlerinin dışında kalan dinler ve tapınma biçimleri, yurttaşların devlete bağlılığını zayıf­latıcı bir rol üstlenecektir.

S

Aristoteles'in topluma ilişkin düşüncelerini açıklayınız.

Aristoteles için siyaseti anlamanın önkoşulu öncelikle toplumun anlaşılmasıdır. Toplum ise insanlardan, bireylerden oluştuğuna göre, insanı anlamak siyaseti anlamanın anahtarı durumuna gelir. Aristoteles, başta hocası gibi düşünür. Yani insan kendine yeterli bir varlık değildir; tek başına yaşayamaz, benzerlerine gereksinim duyar. Bu demektir ki insanların birlikte yaşaması anlamına gelen toplum en başta doğal bir zorunluluktan ya da insan doğasının özelliğinden kaynaklanmaktadır. O hâlde toplum doğal bir olgudur; herhangi bir sözleşmenin ürünü olmadığına göre, yapay da değildir. İnsanların hepsi mutluluğu, yetkinliği amaçlar ama kendilerine yetemediklerine göre, bu amaç asla tek başına gerçekleşemez. O hâlde, toplumun amacı da insanın içinde olan temel ereğini (telos) gerçekleştirmek, yani mutluluk ve yetkinliği sağlamak olmalıdır.

S

Telos nedir, açıklayınız.

Her varlığın kendi varoluşuna içkin olan, onun en yetkin hâliyle olduğu şey hâline gelmesini sağlayan, var olanların nihai olarak yöneldiği hedefi içeren ve ancak bu hedef
gerçekleştiğinde kendi mahiyeti anlaşılan, ilgili şeyin varlık nedeni ya da oluşumunun nihai hedefi olan erek. Örneğin insanın ereği ancak, insanların en mükemmel birlik biçimi olan devlet ortaya çıktığında anlaşılabilir. Çünkü devlet olmaksızın insan uzun
yürüyüşünde hep eksik ve yetersizdir; tek başına kendine yetemez ve mutlu olamaz.
Bunu mümkün kılan şey devlet olduğuna göre, demek ki insanın ereği, onu insan kılan şey devlettir.

S

Aristoteles'in en iyi yönetim biçimi olarak gördüğü "politeia" fikrini açıklayınız.

Aristoteles, en iyi yönetim olarak politeia’yı seçerken, kastettiği şey, en ideal yönetimin bu olduğu değildir. Kendisi ayrıca hocası Platon gibi bir ideal devlet tasarımına girişecektir. Politeia’nın en iyi yönetim oluşu, diğer yönetim biçimlerine göre düşünülmelidir. Şöyle ki gerçek anlamda bir monarşi çok üstün, hatta tanrısal
yeteneklere sahip bir kralın varlığını gerektirir. Aynı şekilde gerçek bir aristokrasi
de mutlak anlamda erdemli yurttaşların varlığına dayanır. Ne tanrısal bir kral ne de gerçek anlamda erdemli yurttaşlar her yerde bulunabilir. Öyleyse bu tür istisnai durumları gözetmek yerine polis’lerin çoğu için geçerli en iyi yönetimi arzulamak gerekir ki işte bu da politeia’dır. Politeia karma bir siyasal yönetim biçimidir. Zenginliği ve yoksulluğu, demokrasiyle oligarşiyi bünyesinde harmanladığı için, bu iki aşırı ucun doğru ortasıdır. Bu yanıyla iktidar ne çok zengin, ne çok yoksul yurttaşlara dayanır. Bu tehlikeli yakınlaşmayı önleyecek orta sınıf, iktidarın asıl gücüdür. Orta hâlli bir mülkiyet rejimi politeia için önemlidir çünkü Aristoteles’e göre, aşırı yoksulluk ve aşırı zenginlik
erdemli bir yaşam sürmeye elverişli değildir. Yoksulluğun altında ezilenler boynu bükük, yönetmeyi bilmeyen, yalnızca hükmedilmekten anlayanlardır. Zenginler ise itaat etmeyi bilmedikleri gibi, öğrenmek bir yana, sürekli despotça hükmetmek isterler. Oysa “devlet, olabildiğince benzer ve eşit insanlardan oluşmayı amaçlar; bu koşul ise başlıca orta sınıf­ta bulunur.” Aristoteles’in orta sınıfı önemsemesi boşuna değildir çünkü ona göre bu sınıf, toplumda değişimi en az isteyen sınıf­tır. Değişimden korkar çünkü yoksulların aksine, kaybedeceği şeyler vardır. Daha fazla zenginleşmeyi kuşkusuz bu sınıf da arzular ama öbür yandan zenginleşeyim derken eldekini kaybetmek korkusu bu sınıf için önemlidir. Bu korku yüzünden kolayca baştan çıkarılamaz. Olabildiğince aşırı uçlardan uzak durmaya çalışır.