Dürüstlük Kuralı, İyiniyet, İspat Yükü, Resmi Sicil ve Senetler
Dürüstlük kuralı ve iyiniyet ilkesinden sadece medeni hukuk alanında mı yararlanılır?
Türk Medeni Kanununda yer alan dürüstlük kuralı ve iyiniyet ilkesi tüm medeni hukuk ilişkilerinde uygulanacak genel nitelikte ilkelerdir. Anılan ilkelerden yalnızca medeni hukuk değil, özel hukukun diğer alanlarında da yararlanılır.
Dürüstlük kuralı ne demektir?
TMK. m. 2/I’e göre, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır”. Bu hükümde, bir hakkı kullanırken veya bir borcu yerine getirirken nasıl hareket edilmesi gerektiği genel olarak belirtilmektedir. Diğer bir ifade ile kişiler haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken toplum içindeki makul, orta zekâlı bir kimsenin davrandığı gibi davranmalıdır.
Dürüstlük kuralının uygulama alanı nerelerdir?
Dürüstlük kuralları genel olarak hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesinde kullanılmaktadır. Ancak bu ilkenin uygulama alanı sadece bu belirtilenlerle sınırlı olmayıp, çok daha geniştir. Gerçekten de dürüstlük kuralı aynı zamanda, kanunların yorumlanmasında, hukukî işlemlerin yapılması, yorumlanması, tamamlanması, başka işlemlere dönüştürülmesi ve yeni şartlara uyarlanmasında da kullanılmaktadır.
Hukuk kurallarının uygulanmasında dürüstlük kuralları nasıl yol gösterir?
Hukuk kuralları, genel ve soyut niteliktedir. Hâkim bu kuralları somut olaylara uygularken ve kendisine takdir hakkı tanınan durumlarda doğruluk ve dürüstlük ilkelerinden yararlanmakta ve bu kural çerçevesinde kanunları yorumlamaktadır. Örneğin, bir boşanma davası sonucunda hâkim çocuk üzerindeki velayet hakkının kime bırakılacağını takdir ederken doğruluk ve güven ilkelerinden yararlanacaktır.
Hukuki işlemlerin kurulması sırasında dürüstlük kuralı nasıl yol gösterir?
Hukukî işlemlerin kurulması sırasında da doğruluk ve dürüstlük kuralları uygulama alanı bulmaktadır. Taraflar sözleşme görüşmeleri sırasında, birbirlerine karşılıklı olarak bilgi vermek, yanılan tarafı uyarmak daha doğrusu doğruluk ve dürüstlük kurallarına uymak zorundadırlar. Bu ilkeye aykırı hareket eden taraf, diğer tarafın zararlarını karşılamakla yükümlü olacaktır.
Bir sözleşmenin yorumlanmasında dürüstlük ilkesinden nasıl yararlanılır?
Sözleşmenin yorumlanmasından kasıt taraf iradelerinden ne anlaşılması gerektiğidir. Taraf iradelerinin ne anlama geldiğini belirlemede doktrinde bazı ilkeler ortaya atılmıştır. Beyan ilkesi, irade ilkesi ve güven ilkesi olarak isimlendirilen bu üç ilkeden güven ilkesi benimsenmiştir. Güven ilkesinin işleyişi tamamen dürüstlük kuralının uygulanmasına dayanmaktadır. Bir hukuki işlemde irade açıklamasında bulunan tarafın yaptığı açıklamanın yeterince açık olmaması, kuşkuya yol açması durumunda, bu açıklamadan orta zekâlı, makul ve dürüst bir kimsenin ne anlayabileceği araştırılarak belirleme yapılması güven ilkesinin bir sonucudur.
Hukuki işlemlerde boşlukların doldurulmasında dürüstlük kuralından nasıl yararlanılır?
Bir hukuki işlemde boşluk bulunması halinde bu boşluk, hukuki işlemin tarafları önceden bu şekilde bir boşluğu öngörmüş olsalardı nasıl bir düzenleme getirecek idiyseler ona göre doldurulacaktır.
Sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasında dürüstlük kuralından nasıl yararlanılır?
Sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasında da dürüstlük kuralları önem taşımaktadır. Hukukta çok önemli bir ilke olan ahde vefa ilkesi (pacta sunt servanda) gereği kural olarak bir sözleşme akdedildikten sonra artık taraflar bu sözleşmeye uymakla yükümlüdür. Bununla birlikte sözleşme akdedildikten sonra, mevcut koşulların önceden öngörülemeyecek bir şekilde ve olağanüstü olarak değişmesi ile sözleşme taraflardan biri için artık çekilmez hale gelmişse sözleşmenin öngörülemeyen durum dikkate alınarak değiştirilmesi gerekir. Bu işlem de dürüstlük kuralının uygulanması ile gerçekleştirilecektir.
Hakkın kötüye kullanılması ne demektir?
Bir hakkın amaçlarına ve dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılmasına hakkın kötüye kullanılması adı verilir.
Bir hakkın kötüye kullanıldığını nasıl belirleriz?
Hakkın kötüye kullanıldığını söyleyebilmek için bazı unsurların bir arada bulunması gerekir. Öncelikle bir hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için bir hakkın bulunması gerekmektedir. Hakkın olmadığı yerde kötüye kullanılması da düşünülemez.İkinci olarak, hakkın açıkça doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı kullanılması gerekir. Hakkın sırf başkasına zarar vermek kastıyla kullanılması, hakkın kullanılmasının sahibine sağladığı menfaat ile başkasına verdiği zarar arasında açık bir dengesizliğin olması veya hakkın sosyal amacından saptırılması hallerinde hak kötüye kullanılmış sayılır. Örneğin, bir kişinin başkasının manzarasını kapatmak için evinin önüne yüksek bir duvar örmesinde hakkın kötüye kullanılması vardır. Son olarak, bir hakkın kullanılması başkasına zarar vermeli veya zarar tehlikesi yaratmalıdır.Burada hakkı kullananın zarar verme kastının olup olmaması önemli değildir. Önemli olan bir başka kişinin hukuken korunan maddi ve/veya manevi yararlarının ihlal edilmesidir.
Hakkın kötüye kullanılması durumunda zarar görenin sahip olduğu dava hakları nelerdir?
Hakkın kötüye kullanılmasından zarar gören kişiye dava hakkı tanınır. Bu davalar hakkın kötüye kullanımını durdurma, hakkın kötüye kullanımını önleme, tespit davaları ile tazminat davasıdır. Bu davalardan tazminat davası hakkın kötüye kullanımından doğan maddi ve/ veya manevi zararın giderimi için açılır. Tazminat davasının diğer davalara ek olarak zarar doğduğu durumlarda açılması mümkündür.
İyiniyet ne demektir?
Türk Medeni Kanunu 3. maddesinde iyiniyetten söz etmekle birlikte iyiniyet kavramının tanımına yer vermemiştir. Bir olayı bilmek veya bilmemek gibi sübjektif bir esasa dayanan iyiniyet, bir hakkın kazanılmasına engel olan hukukî bir eksikliğin bilinmemesi veya bilinmesinin gerekmemesidir. Diğer bir ifadeyle iyiniyet, bir hakkın doğumuna engel olan bir durumun olaydaki varlığı veya gerekli unsurlardan birinin yokluğu hakkındaki mazur görülebilir bir bilgisizlik veya yanlış bilgidir. Bu çerçevede iyiniyet hakların kazanılmasına hizmet eder.
İyiniyetin varlığından söz edebilmek için gereken unsurlardan biri de kişinin bilgisizliğinin mazur görülmesidir. Ancak bazen kişinin bilgisizliği mazur görülemez. Bir durumu bilmemenin mazur görülmediği durumlar neler olabilir?
Bir kimsenin iyiniyetinden söz edebilmek için bilgisizliğinin veya sahip olduğu yanlış bilginin normal olarak karşılanabilmesi yani mazur görülebilir olması gerekir.Bazı durumlarda kişilere yüklenmiş “kanundan dolayı bilme yükümlülüğü” vardır. Kişinin iyiniyetinden söz edebilmek için bu bilme yükümlülüğüne aykırı davranmamış olması zorunludur. Kanundan dolayı bilme yükümlülüğü, kanun hükümleri gereğince ilan edilmesi gereken konularda ve açıklık ilkesine bağlı olarak tutulan sicillerde bulunmaktadır. Örneğin, tapu siciline kayıtlı olan bir durumun bilinmediği ileri sürülemez. Tapu kütüğündeki mevcut bir tescile rağmen, bu husus hakkındaki bilgisizlik veya yanlış bilgi mazur görülemez. Bazı durumlarda da, “durumun gereği olan bilme yükümlülüğü” söz konusudur. Kanun koyucu bu hususu şu hüküm ile açıkça ortaya koymuştur: “...durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz” (TMK. m. 3). Yani, bilgisizlik veya yanlış bilginin mazur görülebilmesi için kişinin kendisinden beklenen özeni göstermiş olması gerekir. Somut olayın mevcut koşulları gereği kişinin bilme yükümü varsa iyiniyet ile hak kazanmak mümkün olamayacaktır.
İyiniyetin ispatı bakımından kural nedir?
TMK. m. 3/I’e göre, “Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır”. Kanun koyucu, iyiniyet aranan hallerde asıl olan onun varlığıdır demek suretiyle, onun varlığının değil, yokluğunun ispat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Diğer bir ifade ile burada bir iyiniyet karinesi öngörülmüştür. İyiniyet karinesi bir kimseyi iyiniyetli olduğunu ispat etmekten kurtarır. Hukukumuzda çok kullanılan bu karinenin aksini iddia eden bu iddiasını ispatlamak zorundadır. Ancak iyiniyet iddiasında bulunan kimsenin de, gerekli özeni göstermiş olması gerekir.
İyiniyetin aile hukukunda korunduğu durumlardan birine örnek verebilir misiniz?
İyiniyetin aile hukukunda da korunduğu durumlar vardır. Örneğin TMK. m. 147/III’e göre, “Evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve ikinci evlenmede diğer eş iyiniyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez”. Türk Medeni Kanununda tek evlilik ilkesi, yani monogami kabul edildiği için, ikinci evliliğin yapıldığı sırada eşlerden birinin halen bir başkasıyla evli olması durumunda bu evlilik mutlak butlanla sakattır. Ancak, mutlak butlan kararı verilmeden önce ilk evlilik sona ererse ve diğer eş de iyiniyetli ise artık butlan kararı verilemez. Bu hüküm ikinci eşin mazur görülebilir bilgisizliğini, diğer bir ifade ile iyiniyetini korumaktadır.
İyiniyet hangi anda aranır?
İyiniyetin hangi anda aranacağı hususu esasen iyiniyetin kullanım alanına göre değişmekle birlikte kişinin iyiniyeti ya belli bir anda ya da belli bir süre boyunca aranır. Örneğin tapu kütüğündeki yolsuz tescile güvenerek işlem yapan kişinin ayni hak kazanabilmesi için işlem anında iyiniyetli olması gerekir. Buna karşılık bir kişinin olağan zamanaşımı gereği ayni hak kazanabilmesi için on yıl boyunca davasız ve aralıksız iyiniyetinin devam etmiş olması zorunludur.
İspat ne demektir?
İspat, bir olayın veya olgunun varlığı veya yokluğu konusunda hâkimin kanaat sahibi olmasına yönelik bir faaliyet olarak tanımlanabilir. Bir hususu ispatlamaya çalışmak, bu konu hakkında hâkimi ikna etmek anlamına gelir.
İspat yükü ne demektir?
Hukuk hayatında bir vakıanın kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği sorununa ispat yükü (beyyine külfeti) denir. TMK. m. 6’ya göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”.
İspat yüküne ilişkin olarak TMK m.6'da düzenlenen genel kuralın istisnaları nelerdir?
TMK. m. 6’da düzenlenen genel kuralı takiben ispat yükünün bazı istisnalarının olduğuna işaret edilmiştir. Bu istisnalar şu şekilde sıralanabilir:
1. Olağan durumun aksinin ispatı, bunu iddia eden tarafa düşer. Örneğin olağan olan onsekiz yaşını tamamlamış bir kişinin tam fiil ehliyetinin olmasıdır. Bu nedenle eğer söz konusu kişi bir hukuki işlem yaparsa fiil ehliyetinin var olduğu kabul edilecek, aksini iddia eden bu iddiasını ispat etmek zorunda kalacaktır.
2. Herkesçe bilinen vakıaların da ispatına gerek yoktur. Bunun aksini iddia eden ispatla yükümlüdür.
3. İspat yükünün özel olarak bir kanun hükmü ile belirlendiği hallerde, ispat yükü bu özel kanun hükmünde yazılı kimseye düşer. Örneğin, Borçlar Kanunu hükümleri gereği haksız fiilde zararı ispat etmek davacıya düşer.
4. Kanun, bazı karineler koyarak o karineye dayanan tarafı ispat yükünden kurtarmıştır. Karine, belirli bir olaydan ya da varlığı bilinen bir olgudan, belirli olmayan bir olay ya da varlığı bilinmeyen bir olgunun çıkarılması anlamına gelir.
Resmi sicil ne demektir? İspat bakımından ne gibi bir önemi vardır?
Resmî siciller, devlet memurları veya devletin görevlendirdiği başka görevliler tarafından tutulan tapu sicili, ticaret sicili gibi kütüklerdir. Bu sicillere özellikle kanun koyucu tarafından alenîleşmesi istenen bazı hukuki ilişki veya olaylar kaydedilir. Resmi sicillerde kayıtlı hususlar aksi ispat edilinceye kadar doğru kabul edilir, ancak kuşkusuz resmi sicillerin de içeriğinin doğru olmadığı ispat edilebilir.