Avrupa’da Ortaçağ Kültürü
Avrupa tarihinde ortaçağ olarak adlandırılmış olan dönem hangi tarihleri kapsamaktadır?
Avrupa tarihinde 5. ve 15. yüzyıllar arasını kapsayan uzun dönem, ya da Roma İmparatorluğu’nun çöküşü ile İstanbul’un Osmanlılarca fethi arasında yaşanan bin yıllık süreç, genel bir tanımla ortaçağ olarak adlandırılmıştır.
Ortaçağ Avrupa kültürünü besleyen kaynaklar arasında, Roma kültürünün etkisi nedir?
Ortaçağ Avrupa kültürünü besleyen kaynaklar arasında, özellikle Roma kültürünün
etkisinden bahsetmek gerekir. Yıkılan Roma İmparatorluğu’nun mirası üzerinde
şekillenen ortaçağ Avrupası, başta dil olmak üzere Roma kültürünün pek
çok unsurunu benimsemişti. Bu anlamda, Roma’dan miras kalan ve Roma Katolik
Kilisesi’nin de resmi dili olan Latincenin, tüm Batı ve Orta Avrupa için en azından
10. yüzyıla kadar lingua franca olduğu söylenebilir. Ortaçağın sonlarına doğru yerel
dillerin kullanımı yaygınlaşmış; buna rağmen özellikle teoloji ve bilim literatüründe,
bir üst dil olarak Latince kullanılmaya devam etmiştir. Diğer yandan, daha
geç dönemlerde şekillenecek olan Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca gibi Avrupa
dillerinin oluşumunda Latincenin köken etkisini de vurgulamak gerekir.
Yunan kültürünün ortaçağ Avrupasının oluşumunda nasıl bir rol oynadığı söylenebilir?
Yunan kültürünün Batı üzerindeki etkisi bu dönemde sınırlı kalmıştır. Batı’nın Yunan
klasiklerine ortaçağ sonlarına kadar uzak kalışı, antik Yunan mirasının etkilerine
daha açık olan Doğu dünyasından farklılaşan özgün bir kültürün oluşmasını sağlamıştır.
Ortaçağ Avrupasında Yunan kültürüne ve özellikle edebiyatına hayranlık duyulmasına rağmen, birçok yazarın birer efsane olarak sadece adları bilinmektedir. Söz gelişi, Yunan edebiyatının en önemli isimlerinden Homeros’un eserleri, 15. yüzyıla kadar sadece aktarımlar aracılığıyla Batı’ya ulaşmıştır.
Skolastik felsefenin temel dayanaklarından olan Platon ve Aristoteles dahi,
ortaçağ boyunca Batı dünyasına İslam kültür çevresinin aracılığıyla nüfuz etmiştir.
Bu bağlamda, Yunan kültürünün ortaçağ Avrupasının oluşumunda sınırlı ve dolaylı
bir rol oynadığı söylenebilir.
Kavimler Göçü nedir?
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına ve “ortaçağ” adı verilen tarihsel ayrımın başlamasına zemin hazırlayan istilalar ve göçler dizisi, M.S. 4. yüzyılın ortalarında, sebebi bilinmeyen bir kaynaşma sonucu Hunların batıya doğru göç etmeleri ve bu hareket sırasında önlerine çıkan çoğu Cermen kökenli pek çok kavmin yer değiştirmesine yol açmaları ile başlamıştır. Kavimler Göçü (Völkerwanderung) olarak adlandırılan bu süreçte, Romalıların “barbar” olarak nitelendirdiği Hunlar, Avarlar ve Slavların yanı sıra, Gotlar, Franklar, Vandallar gibi Cermen kökenli kavimler de Avrupa içlerine doğru hareket halindedir. Bu göçebe kavimlerin istilalarından sonra Avrupa, çok sayıda dağınık ve zayıf devletin hâkimiyeti altında, parçalı bir görünüme bürünmüştür.
Kavimler Göçü nün ilk göç dalgasının sonunda, göçebe kavimler Avrupa’nın hangi bölgelerine yerleşmiştir?
Kavimler Göçü nün ilk göç dalgasının sonunda, göçebe kavimler Avrupa’nın muhtelif
bölgelerine yerleşerek, eski Roma şehirlerinin yerinde kırsal nitelikli küçük
devletçikler kurmuşlardır; örneğin Anglo-Saksonlar bugünkü İngiltere’de, Ostrogotlar
İtalya’da, Vizigotlar İspanya’da, Franklar Almanya çevrelerinde yerleşik hale
gelirler.
Erken ortaçağda Avrupa’nın düşünsel iklimi hakkında ne söylenebilir?
Roma birliğinin dağılmasından sonra göçlerle parçalanan Avrupa’da, her türlü kültür belirtisi hızlı bir çöküş ve yok oluş sürecine girmiştir. Ekonomik, idari, siyasi ve ticari ilişkilerde net olarak izlenebilen bu sürecin kültürel alandaki en somut göstergesi, okur-yazarlığın yönetici tabaka arasında
dahi yaygın olmayışıdır.
Dolayısıyla, erken ortaçağda Avrupa’nın okuma-yazma
bilen “elit” tabakası, manastır çevrelerinde yetişen din adamlarından ibarettir. Bu
da eğitimin neredeyse tümüyle İncil çalışmaları ekseninde yürütülmesi sonucunu
doğurmuştur; dolayısıyla dönemin düşünsel iklimi, teolojik düşünceye ve yegâne
mutlak gerçeklik olarak Tanrı kavramına dayanır.
Hıristiyanlığın yayılması, erken ortaçağ kültürüne nasıl etki etmiştir?
Hıristiyanlığın yayılması, erken ortaçağ kültürünü belirleyen ve çok-parçalılığı
düzenleyerek homojen hale getiren en önemli faktördür.
Hıristiyanlığın yayılması, idari ve toplumsal düzende de bazı değişimlere yol
açmıştır. Toprakların bölündüğü idarî birimleri, dinsel misyonlarının yanı sıra
idari görevler de üstlenen piskoposlar ve başpiskoposlar yönetmeye başlar. Ayrıca,
yeni din ile birlikte, şehirlerin dışındaki ıssız manastırlarda yaşayan keşişler ve
isimlerinin etrafında çeşitli efsaneler oluşturulan “azizler” belirmiştir.
Hıristiyanlığın kökleşmesi, kültsel nitelik atfedilen figürlerden başka, yeni kült
mekânları da yaratmıştır. Azizlerin kutsal emanetlerinin saklandığı mekânlar, erken
dönemlerden itibaren birer hac mekânı niteliği kazanmaya başlar; ilerleyen
dönemlerde, bu mekânlara yapılan hac yolculukları sayesinde yeni yol ve ulaşım
ağları oluşacaktır.
hayvan üslubu olarak adlandırılan bezeme tarzı hangi toplumlara aittir?
Farklı kökenlerden gelmekle birlikte benzer kültür belirtileri gösteren göçler çağı toplumlarının sanatlarını belirleyen ana eksen,
hayvan üslubu olarak adlandırılan bezeme türüdür. Asya steplerinin göçebe
halkları arasında yaygın olan bu üslupta hayvan tasvirleri, birbiri içine geçen soyutlaştırılmış
formlar halinde ele alınır; insan tasvirlerine ise nadiren yer verilir.
İran, Orta Asya ve özellikle İskit kültür çevrelerinde yaygın olan hayvan üslubu,
zaman içinde Çin’den Kuzey Avrupa’ya kadar uzanan engin coğrafyanın göçebe
halklarının ortak bezeme dili haline gelmiş ve göçlerle Avrupa’ya ulaşan Kelt ve
Cermen halkları aracılığıyla, erken ortaçağ sanatının da temel bileşeni olmuştur.
Hıristiyanlaşan kavimlerin ürettiği ilk sanat formları nelerdir?
Münzevi keşişlerin İngiltere’nin kuzeyinde kurdukları ilk manastırlar, sadece bu bölgenin değil, Avrupa’nın geri kalanının da Hıristiyanlaşmasında etkin rol oynayan misyonerlik faaliyetlerinin merkezi haline gelmiştir. Dinsel faaliyetlerinin yanında canlı birer kültür-sanat merkezi olan bu manastırlarda yetişen keşişler, Avrupa’ya yayılarak yeni manastırlar kurmuş ve sadece Hıristiyanlığın yayılmasına değil, manastırlarda biçimlenen ortaçağ kültürünün ve yeni sanat formlarının belirmesine de zemin hazırlamışlardır. Hıristiyanlığı yaymak amacındaki bu manastırların başlıca üretimi, el yazması İncil kopyaları ve diğer dinsel metinlerdir; kutsal konuları görsel zenginlikle bütünleştirerek aktaran bu yazmalar, Hıristiyanlaşan kavimlerin ürettiği ilk sanat formlarıdır.
Erken ortaçağda tüm Avrupa'yı sarsan ve korku salan Viking akınları hangi tarihsel süreci kapsar?
8. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar, yaklaşık 300 yıl boyunca Avrupa’yı tehdit eden
Vikingler, Hıristiyanlığın tüm kıtada yayılarak kökleşmesi ve bağımsız Hıristiyan
krallıklarının güçlenmesiyle birlikte güç kaybetmeye başlarlar.
Orta çağın karmaşık ortamında, bütünleşmiş ve tek parça halindeki bir Avrupa hayal eden ve bunun için uğraşan imparator kimdir?
Siyasi ve kültürel bölünmüşlük içindeki Avrupa’da, bir yandan Viking akınları ve
yıkımlar sürerken, bir yandan da toparlanma ve yeni bir bütünlük kurma çabaları
belirmiştir. 5. yüzyılda yerleşik yaşama geçen ve 6. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul
eden Cermen kökenli bir kavim olan Franklar, 8. yüzyıldan itibaren güçlenerek,
büyük bir Hıristiyan imparatorluğu kurarlar. O çağın karmaşık ortamında, bütünleşmiş
ve tek parça halindeki bir Avrupa hayal eden Frank kralı Şarlman’ın (yaklaşık
742-814) bu girişimi, aslında, Bizans İmparatorluğu’nun başkenti ve Doğu’da
Ortodoks Hıristiyanlığın merkezi olan Konstantinopolis’e karşılık, Batı’da Roma
İmparatorluğu’nun mirasını sahiplenerek, en azından sembolik düzlemde onu
yeniden canlandırma çabası olarak yorumlanabilir.
Karolenj Rönesansı nedir?
Şarlman, hükümdarlığı boyunca, toplumsal yaşamın pek çok yönünü bütünleştiren
yeni düzenlemeler getirmiştir ve bu yönden bakıldığında Karolenj dönemi,
bütünleşik bir Avrupa fikri için prototip teşkil eder. Dönemin önde gelen entelektüellerini
sarayı çevresinde toplayarak büyük bir kültürel atılım gerçekleştiren
Şarlman’ın dönemi, “Karolenj Rönesansı” olarak adlandırılır
Şarlman'ın, kültürel birlik idealini gerçekleştirmek konusunda karşılaştığı en temel sorun nedir?
toplumda henüz okur-yazarlığın dahi yaygın olmadığı düşünüldüğünde, maddi ve manevi
kültürün her alanında belirgin olan bu hareketin son derece sınırlı bir çevreye
hitap ettiği söylenebilir. Bu ölçekte bir kültür reformunun mimarı olan Şarlman’ın
dahi Latincesinin kuvvetli olmadığı ve rahat okuyup yazamadığı bilinir. Diğer yandan,
okur-yazar çevreler arasında da dil meselesi bir sorundur; farklı diller konuşan
Avrupalı halkların ortak paydası olan Latincenin zamanla yerel diyalektlere ayrılması,
imparatorluğun farklı bölgelerinde yaşayanların birbiriyle anlaşmasını güçleştirmiştir.
Şarlman, kültürel birlik idealini gerçekleştirmek için nasıl bir yol izlemiştir?
Şarlman, kültürel birlik idealini gerçekleştirmek için öncelikle
dil ve eğitim sistemini yeniden düzenlemeye girişmiştir. Bu düzenlemenin en
önemli safhası, saray ve manastırlara bağlı yeni okulların açılmasıdır.
Tüm Avrupa halkları arasında ortak dil olarak kullanılmak üzere standart bir Latince geliştirilmiştir.
Bu “ortaçağ Latincesi”, klasik Latince temeline dayanmakla birlikte, bazı yeni
kelimelerin eklenmesiyle oluşmuştur. Dil ile birlikte yazı üslubu da tekilleştirilerek,
“Karolenj minüskülü” denilen açık, net, kolay okunan bir yazı üslubu geliştirilmiştir.
Tüm bu reformlar, bilginin herkese ulaşabilmesi ve imparatorluğun farklı bölgelerindeki
halkların aynı kültürel çatı altında birleştirilmesi amacını güder.
Karolenj İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’yı tekrar bütünleştirerek
Batı’nın yeni büyük imparatorluğunu kuran kimdir?
Karolenj İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’yı tekrar bütünleştirerek
Batı’nın yeni büyük imparatorluğunu kuran Sakson kökenli Otto hanedanının
hâkimiyeti, 962’de Roma’da Papa nezdinde imparatorluk tacını giyen I. Otto
ile başlar ve 11. yüzyılın ortalarında, imparatorluk tacının başka bir hanedana
geçmesiyle son bulur. Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu olarak adlandırılan
bu devlet, bir yandan Karolenj kültürünün varisi olarak Hıristiyan Roma mirasını
sahiplenirken, bir yandan da Cermen kimliğine vurgu yapar.
Otto hanedanın gücünü ilişkilendirdiği kaynaklar nelerdir?
İmparatorluk fikrinin yeniden gündeme gelmesi, kültürel ve sanatsal faaliyetlerde
yeni bir yükselişe önayak olmuştur. Karolenj döneminde olduğu gibi saray
çevresinde gelişen sanat, dinsel ve emperyal gücün somut bir tezahürü olarak
görülmüştür; bu bağlamda, hanedanın gücünü ilişkilendirdiği kaynaklar olan Hıristiyanlık,
antikite, Karolenj kültürü ve Bizans etkisi, sanatsal faaliyetlerde açıkça
hissedilmektedir.
Otto dönemindeki kültürel ve sanatsal atılımın izlenebildiği başlıca alanlar nelerdir?
Otto dönemindeki kültürel ve sanatsal atılımın izlenebildiği başlıca alanlar,
ortaçağ sanatının başlıca belirme biçimleri olan mimari ve yazma kitaplardır.
Kendine özgü yeni formlar yaratmak yerine Karolenj üslubunu benimseyerek
geliştiren Otto dönemi sanatının, Romanesk stilin oluşumuna zemin hazırlayan
başlıca kaynak olduğu söylenebilir.
feodal sistem nedir?
Karolenj döneminde başlayan tekilleşme çabası, 11. yüzyıldan itibaren merkezi yönetimin
zayıflamasıyla birlikte kısmen sönmüştür. Parçalanan merkezi otoritenin
yerini, kralın idarî haklarının bir kısmını üzerine alarak belirli bölgelerde mutlak
hâkimiyetini ilan eden yöneticilerin oluşturduğu çok-parçalı bir düzen olan feodal
sistem alır.
Romanesk stil nedir?
İdari, yaşamsal ve dinsel amaçlı binalardan oluşan, işlevsel açıdan kendine yeten
yapı grupları olan manastırlar, ortaçağ Avrupasında her türlü toplumsal faaliyetin
odak noktasında yer alır. Sanat eğitiminin ve üretiminin yegâne merkezi konumundaki
manastırlar, mimari tasarımlarıyla da özgün ve homojen bir stil ortaya
koymaya başlarlar. Özellikle hac yolları üzerinde inşa edilen manastırlarda, bu
yeni stilin belirginleştiği söylenebilir.
Estetik yönden bir bütünlük anlayışı getiren bu stile, “Roma üslubunu anımsatan”
anlamında Romanesk denmiştir. 11. yüzyıl başlarından 12. yüzyılda Gotik
stilin belirmesine kadar tüm Batı Avrupa’da hâkim olan Romanesk stil, Roma’nın
mimarlık mirasını referans alır; bununla birlikte, Roma mimarisini belirleyen sütunlar
ve kemerlerden oluşan konstrüksiyonun yerine, Romanesk yapılarda masif
duvarlar ve ayaklar tercih edilmiştir. Bu ağır görünümün, Bizans mimarisine daha
yakın olduğu söylenebilir. Roma mimarisinin özelliklerini ortaçağ Avrupasına aktaran
Karolenj ve Otto mimarisi, biçimsel anlamda Romanesk stili besleyen en
önemli damardır; dolayısıyla, Karolenj mimarisi ile erken Hıristiyan ve Bizans geleneklerinin,
Romanesk yapılarda daha bütünleşmiş ve anıtsal bir yaklaşımla ele
alındığı söylenebilir.
Gotik Sanat nedir?
Şehirleşme ve skolastik felsefenin yükselişine paralel olarak, şehir tasarımında da
estetik kaygısı ön plana çıkmaya başlar. Öncelikle ve özellikle mimaride belirginleşen
Gotik sanat, 13. yüzyıldan itibaren Fransa’dan başlayarak tüm Avrupa’ya yayılır.
Daha kırsal nitelikli olan Romanesk üsluptan, anıtsallaşan boyutları ve yükselici
etkisiyle radikal biçimde farklılaşır. Boyutları büyüyen ve nüfusu artan 13. yüzyıl
şehirlerinde, hem daha büyük bir insan kitlesine hitap edebilecek kapasitededir,
hem de dönemin değişen estetik beklentilerine uygun olan büyük kiliseler ve katedraller
yapılmıştır. Masif ve karanlık Romanesk yapılardan farklı olarak Gotik
kiliselerde duvarlar daha fazla pencere açıklığıyla çözümlenir; bu açıklıklardan ve
renkli vitraylardan süzülerek binanın içine yansıyan ışığın yarattığı etki, bu dönemin
kilise mimarisine getirdiği en önemli yeniliklerdendir. Gotik mimarinin belirleyici
özelliği ise, yuvarlak kemer yerine sivri kemerin kullanılmaya başlanmasıdır;
sivri kemer üst yapının yükünü sütunlara ve ayaklara dik açıyla aktardığından,
eskisinden çok daha yüksek binaların
yapılabilmesi mümkün olmuştur. Yükselici
etki, dışta kulelerle de vurgulanır.