Kültür Olgusunun İdeolojik Kullanımları
Sosyal bilimler literatüründe kültür kavramı nasıl tanımlanmaktadır?
Sosyal bilimler literatüründe tanımlanması en zor kavramların başında yer alan kültür sözcüğü, ekin anlamından uygarlık anlamına doğru evrilen bir sosyal değişme kuramına işaret etmektedir. Toplumların birikimi olarak uygarlık anlamında kullanılan bu sözcük, estetik alanda güzel sanatları ifade ederken eğitimle bağlantılı olarak düşünme, seçme ve eleştiri gücümüzü kapsamaktadır. Bu anlamda kültür, bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesi olarak, insan ve toplum kuramıdır.
Kültür sözcüğüne ilişkin yapılmış olan ilk bilimsel tanım nedir?
Sözcüğün ilk bilimsel tanımı 1871 yılında, antropolog Tylor tarafından, “bir toplumun üyesi olarak insanın edindiği bilgi, inanç, sanat, yasalar, ahlak, gelenekler, diğer yetenekleri ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütün” olarak ifade edilmiştir.
İdeoloji kavramı süreç içerisinde hangi anlamlarda kullanılmıştır?
İdeoloji kavramının, ilk olarak Voltaire, d’Holbach ve Condillac gibi Aydınlanma Çağı yazarları üzerine çalışan Fransız düşünür Destutt Tracey tarafından 1796’da kullanıldığı ve düşüncelerin ve fikirlerin sistematik analizi ve birleşimi anlamına geldiği kabul edilmektedir. Döneminin en önemli tarihsel olayı Fransız İhtilali sırasında, çatışmanın ana kaynağı olan görüş ayrılıklarını ifade etmede kullanılan, hemen her türlü felsefi, politik hatta dinsel düşün biçimleri ideoloji olarak değerlendirilmektedir. Düzenli bilgi ve fikir bütünü anlamında kullanılan sözcük, kısa zamanda, özellikle politik alanda, bir çatışma unsuru olarak ön plana çıkmıştır. Aydınlanma Çağı’nın pozitivist geleneğinden sonra belirginleşmeye başlasa da doğuşunu tam olarak bir tarihe sabitlemenin mümkün olmadığı ideoloji kavramı günümüzde tüm tarihselliğinin önüne geçerek, anlam ve gücün iç içe geçtiği, yeniden formüle edilmiş simgesel bir anlam taşımaktadır.
İdeoloji ve kültür arasındaki ilişki hangi perspektiflerden ele alınmaktadır?
İdeoloji ve kültür kavramları, ideal olanla gerçek olan arasındaki ilişkiyi kapsaması ve sorgulaması bakımından karşılıklı ilişki içerisindedir. Bu ilişkiyi, indirgeyici ve saflaştırıcı bakış açısıyla çoğulcu ve değişkenliği önceleyen bakış açısı olmak üzere iki ayrı perspektiften ele alıp incelemek mümkündür.
İdeolojinin sosyolojik açıdan ele alınması hangi perspektife dayanmaktadır?
İdeolojinin sosyolojik açıdan ele alınmasının en önemli yanı, fikirle toplumsal yapı ve toplumsal eylemler arasındaki bağın ortaya konulmasıdır. Bir toplumda, belirli bir sınıfın ya da belirli bir sosyal grubun davranışlarına yön veren siyasal bir öğreti olarak ideoloji, kültürel bir düşünce formunu ifade etmektedir. Bu anlamda belirli bir topluluğun ya da grubun ideolojisini tanımlayan dinamikler, çoğu kez indirgeyici bir bakış açısıyla belirli bir toplumsal düzeni tanınırlığa kavuştururlar. Bunlar yanlış bilinç üreten hegemonik idealardan oluşan, homojen ve sınırları belirli bir yapı olarak düşünülebilir.
Marx kültür ve ideoloji konusunda nasıl bir yaklaşım ortaya koymuştur?
Karl Marx’a göre, sanayi toplumlarında kültür, egemen ideoloji olarak işlemektedir. Burada yanlış bilinç olarak tezahür eden ideoloji, üretim araçlarıyla özel mülkiyet ve emek sömürüsü etrafında şekillenen üretim ilişkileri sisteminde, yönetici kapitalist sınıfın, yani burjuvazinin görüş ve çıkarlarını yansıtıp, bu otoriteyi meşrulaştırarak, devamını sağlamaya hizmet etmektedir. Marksist anlamda ideolojinin maddesel görüngülerinden biri olarak meta fetişizm kavramı, kapitalist pazar sisteminde yer alan metaların, baskın ideoloji tarafından, arzu nesneleri haline sokulması sonucu değişim değerinin, kullanım değerinin önüne geçmesiyle gerçekleşir. Tam da bu noktada Marksist ideolojinin en önemli kavramlarından biri olan yabancılaşmayla bireyin; doğal, toplumsal, kültürel çevresine olan uyumu, çevresi üzerindeki denetimin azalmasıyla ortaya çıkan çaresizlik ve yalnızlık durumu anlatılmaktadır. Bu yaklaşım, kültürün ideolojik kullanımının asıl önemini ekonomi boyutu üzerine inşa ettiğinden, saflaştırıcı bakış açısına örnek teşkil etmektedir. Marksist bakış açısıyla ideoloji, içinde sınıf mücadelesinin verildiği bir alandır. Bu bakımdan, kolektif kültürel davranışları da içeren bir tarzın temeli olarak, muhafazakârlık, liberalizm, sosyalizm başta olmak üzere, ayrı politik bakış açılarını belirten, bu anlamda saflaştırıcı bir boyutu olan, siyasi bir öğretiye işaret etmektedir.
Althusser ideoloji kavramına yönelik nasıl bir yaklaşım ortaya koymuştur?
Kültür kavramının ideolojik kullanımının en belirgin örneklerinden biri, Fransız Marksist düşünür Louis Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) kavramında ön plana çıkmaktadır. Althusser’e göre, devletin kapitalizmin yeniden üretimine olanak sağlamada kullandığı iki tür sistemi vardır. Birincisi Devletin Baskı Aygıtları (DBA); hükümet, ordu, polis, mahkemeler, hapishane gibi zorlayıcı gücü kullanan kurumları ifade eder. İkincisi Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA), eğitim, din, aile, siyaset, sendika, haberleşme, basın-yayını içerir. Bunlar ideolojik yeniden üretim kavramlarını, devletin işleyişine bağlayan kültürel aygıtlardır.
Gramsci kültür ve ideoloji arasında nasıl bir ilişki kurmuştur?
Kültürle ilişkilendirilen bir başka egemen ideoloji eleştirisiyse Antonio Gramsci ve onun hegemonya kavramında dikkat çekmektedir. Hegemonya kavramı kısaca devletin ve yönetici sınıfın, sivil toplum içinde fikirleri düzenleme yetisidir. Gramsci’nin tanımladığı hegemonya kavramını, eşitsizliği güçlendiren ve eleştirel düşünce girişimlerinin önünü kesen ideolojinin bizzat yaşadığı hâkim kültürel motifler olarak değerlendirmek mümkündür.
Ulus-devlet, kültür ve ideoloji kavramları arasında nasıl bir ilişki söz konusudur?
Dünya siyasi tarihinde imparatorlukların dağılıp ulus-devletlerin kurulma süreci, toplumun homojen bir bütünlük olduğu ya da olması gerektiği ön kabulüne dayalı siyasi modelleri gündeme getirmiştir. Ulus-devletlerde kültürel doku, hâkim ulusa göre kurulmuştur. Toplumsal örgütlenme dokusu farklılıklar üzerine kurulmadığından, kurumsal yapıda ayrımcılık içeren uygulamalar görülebilmektedir. Ulus devletin, belirli bir coğrafya üzerinde birbirine sorunsuzca eklemlenmiş bir halkı temsil ettiği düşünülmektedir. Ulus-devletlerin saflaştırıcı ve indirgeyici üniter nitelikleriyse homojen bir kültürün var olduğu kabulünde yer almaktadır. Yirminci yüzyıl dünya siyasi tarihi temel olarak iki dünya savaşıyla şekillenmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, coğrafi sınırları belirli bir kara parçası üzerinde, bayrak ve dil birliği gibi simgesel birleştirici öğelerle ortak kültür söylemine dayalı, homojen bir halk yapısıyla tanımlanan ulus-devletler, gerçek ve ideal olanla maddi ve maddi olmayan arasında mekânsal ve zamansal düzenleme ve temsillerle oluşturulmuş ideolojik yapıdır. Bununla beraber, ulusal kültür oluşumu sırasında, geçmişin belirli yönleri üzerine kendi toplumsal pratiğiyle yarattığı, ikna edici değerler kümesine vurgu yapan, bir ideolojinin varlığı kaçınılmazdır.
Ulusal kültür nedir?
Ulusal kültür kavramının da pek çok içeriği vardır. İlk olarak, bilim, teknik, edebiyat, felsefe, sanat alanlarında üretilmiş kültürel ürünler bütünüdür. İkinci olarak, ulusal ölçekte idari, ekonomik ve dinsel kurumsallıklar bütününe işaret eder. Üçüncü olaraksa bir toplumdaki bireylerin davranışları doğrudan gözlemlendiğinde açıkça görülebilen, tüm üyeler tarafından ortak paylaşılan davranışlar bütünüdür.
Asimilasyon kavramı kültür ve ideoloji açısından neyi ifade etmektedir?
Asimilasyon kültürler arası değişim ya da kültürel yayılmadan farklı olarak modern bir olgudur. Köklerini ulus-devletin ulusallaşmasından alıp, otoritesini, paylaşılan tarih, ortak ruh ve belirli bir yaşam tarzını kapsayan dilsel ve kültürel bir ideolojik birleşmeyi ifade ederek, meşruiyetini buna dayandırır. Birlik içindeki boşluklar, yabancı fikrine dayandırılarak, kurulu ve yapay kültürel ürünler üzerinden işleyen bir ideolojiyi temsil etmektedir.
Huntington’un kültür ve ideoloji kavramlarına yönelik düşünceleri nelerdir?
Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışması” kavramıyla uluslararası ittifakların kurulmasında, medeniyetlerin belirleyici olacağı, bu sebeple olası çatışmaların, medeniyetler arasında gerçekleşeceği görüşünü savunmaktadır. Huntington, 1996 yılında yayınlanan “Medeniyetler Çatışması” (Clash of Civilizations) adlı eserinde, kimlik ve medeniyet unsurlarının ön plana çıkarak, yirmi birinci yüzyıl uluslararası ilişkiler ve politika arenasında rol oynayacağını belirtir. Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Yapılanması eserinde, bu konuya haritalarla açıklamalar getirmektedir. 1920’li yılların profilini çıkardığı ilk haritada, dünya ekonomi politiğinin kolonileşmeyle şekillendiğini, Batı tarafından yönetilenler ve Batı’dan bağımsız olanlar ayrımıyla açıklarken; ikinci haritada, 1960’lı yılları Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği ile ABD çevresinde konumlanan ülkelerin oluşturduğu, iki kutuplu dünya üzerinden ideolojik farklılaşmaya işaret etmektedir. 1990’lı yılları betimleyen üçüncü haritasındaysa 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin parçalanması ve komünist bloğun çözülmesiyle Soğuk Savaş Dönemi’nin sona erdiği dönem sonrasını resmetmektedir. Huntington, özellikle bu üçüncü dönemden sonra, uluslararası ittifaklarda belirleyici unsurun politik ideoloji kavramından medeniyet kavramına kaydığını belirtir. Huntington tezini açıklamak için, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından çözülen Yugoslavya örneğini vermektedir. Bu anlamda Soğuk Savaş sonrası dönemde yapılan yeniden tanımlamalarla kimlerin, hangi medeniyete mensup olduğu tablosunda Huntington, üye ülke, yalnız ülke, merkez ülke, bölünmüş ülke ve kararsız ülke olmak üzere beş ayrı oluşum tanımlamaktadır.
Kültür ve ideoloji kavramlarına yönelik postmodern yaklaşım hangi eleştiriler üzerinden biçimlenmiştir?
Postmodernizm, özellikle Batı uygarlığı ve modernizmin yarattığı sanayileşme, ilerleme, ulus-devlet, kesinlik, birlik, evrensel ahlâk görüşlerini eleştirmektedir. Postmodernizm, evrensel bütünlük yerine, her türlü çoğulculuk ve yerellikten yanadır. Postmodern yaklaşımlar çerçevesinde, her şey bir yorum, bir öznellik olarak değerlendirilmektedir. Farklı metinler ve farklı okumaların varlığının kabulü, söylem çeşitliliğine sınırsızlık getirmektedir. Bu, bir yandan da belirsizliğe meşruiyet kazandırmak anlamına gelmektedir. Sentez ve bütünleşme yerine, parçalanma ve süreksizliği benimser. Sorgulayıcı ve kuşkucu tavır ön plandadır. Modernlik olarak adlandırdığımız kavram, her türlü sınıf ve ulus sınırları bağlamında, ulaşılması gerekli hedeflerle çevrili ideolojiler bütünüdür. Oysa postmodern yaklaşım, rasyonalizm, pozitivizm gibi düşünsel anlamda ve liberalizm, kapitalizm gibi siyasal anlamda üst-anlatı niteliğindeki bütün ideolojilere karşıdır.
Küreselleşme kavramı hangi süreçleri ifade etmektedir?
Küreselleşme, özellikle 1980’lerin başından itibaren, öncelikle ekonomik boyutu ön plana çıkan, iş gücünün, sermayenin ve mal piyasalarının, çok-uluslu şirketler ile birlikte, uluslararası nitelik kazanmasını ifade etmektedir. Tomlinson’a göre bu boyut, Sanayi Devrimi’nin uzun vadeli bir sonucu olarak, fazla üretimi satacak yeni pazar arayışlarına dayanmaktadır. 15. yüzyılda, Batı’nın deniz-aşırı ülkeleri keşfiyle koloni ve sömürge imparatorlukları kurmasıyla küreselleşmenin öncü evresi gerçekleşmeye başlamıştır. Haberleşme uyduları, bilgisayar ve internet gibi teknolojik boyutlarıyla iletişim devrimi niteliğinde Enformasyon Çağı’na geçiş, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında, dünyadaki siyasal çizgiyi denetim altında tutmaya yönelik Birleşmiş Milletler gibi dev ulusal örgütler, pek çok devleti içeren NATO gibi ulus-aşırı paktlar ve günümüzde de etkin gücünü koruyan Avrupa Birliği gibi ulus-aşırı birlikler, uluslararası iş bölümü, git gide artan iş göçü olgusu, uluslararası ticareti düzenleyen anlaşmalar, GATT ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar, küreselleşmenin açılımları olarak uluslararası kültürel akımları belirleyici unsurlardır.
Kültür kavramı küreselleşme çerçevesinde hangi bağlamda ele alınmaktadır?
Küreselleşmenin önemi, insanların kimlik anlayışlarını, mekân ve mekânla ilişki içerisinde olan benlik deneyimlerini nasıl etkilediği, kültürü oluşturan unsurlar etrafında gelişen ortak anlayışlar ve değerler üzerindeki etkilerini nasıl değişmeye uğrattığı incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme tartışmalarında, kültür kavramı çoğunlukla küreselleşmekte olan kültürel kavramların yayılmasında kullanılan, iletişim ve medya teknolojileri bağlamında ele alınmaktadır. Burada üzerinde durulması gereken kültürü, ideolojik küreselleşmenin bir boyutu olarak görmek, bunu sorgulamaktır.
Küresel ve yerel arasındaki ilişki nasıl ortaya çıkmaktadır?
Küreselleşme kavramı, her ne kadar bütünleştirici yapıyı ön plana çıkarır görünse de bu bütün olma durumu, görünürde kalan çoğulculuk ilkesi göz önünde bulundurulduğunda, indirgemeci ve tek tipleştirici bir boyuta da sahiptir. Bu bakımdan, ilginç bir şekilde, küreselliğin kapsayıcılığı içinde köklere ve yerele önem verilmekte, hatta saygı duyulmaktadır. Bu noktadan hareketle küresel olanın içinde, bir anlamda küresele bir tepki olarak, yerele dönüş gerçekleşmektedir. Edebiyat, müzik, sinema gibi sanat dallarında ve siyasette temsil edilen bu söylem, bir yandan postmodern küreselin temsiliyle farklılıklarla bir arada yaşamayı öngörürken öte yandan, belli bir merkezi egemen ideoloji elinden çıkan farklılıkları denetim altına almaktadır. Ancak yerel kültürün belirli bir ideal tipini çıkarmak kolay değildir. Sürgünde bulunanlar, göçmenler ya da çalışmak için süreli olarak ülke değiştirmiş kişiler, kendi yerel kültürlerinin yaşadığı ana karadan ayrılmış olmakla beraber, bulundukları yeni yerleşimde yerel kültürlerini yaşatmak için çaba göstermektedirler. Öte yandan, doğdukları topraklardan hiç ayrılmamış kişiler de küresel homojenleşme çerçevesinde küresel kültüre entegre olup, aidiyet hissi kurabilmektedirler.
Glokalizasyon kavramı neyi ifade etmektedir?
Kimlik, kültür ve ideolojilerin sorgulandığı eksende, küresel kültürle yerel kültürün etkileşimini ifade eden, Türkçe’de küyerel olarak da söylenebilen glokalizasyon kavramı, küresel olmadan yerel olamayacağı, aynı şekilde yerel olmadan da küresel olanın var olamayacağına dikkat çeker. Sosyal bilimler yazınında, İngiliz toplumbilimci Robertson tarafından kullanılan kavram, değişme, yayılım, melezlik, ulus aşırılık, kültürlerarasılık gibi, küreselleşmenin de ötesine geçen ideoloji motifleri üzerinden yükselip, küresel ve yerelin bir karışımını, harmanını ifade etmektedir. “Global düşün yerel davran” (Think global act local) sloganıyla harekete geçen küyerel eğilimler, özellikle pazarlama stratejileri olarak tezahür etmektedir.
Ritzer McDonaldlaşma kavramıyla hangi olguya işaret etmektedir?
Ritzer tarafından kullanılan kavram, Amerikan hızlı-yiyecek restoran zinciri McDonalds’ın, hazır yiyecek alanında geliştirdiği standartların tüm dünyada kullanılıyor ve tüketiliyor olmasını ifade etmektedir. Zincirin, hamburger menülerinin hazırlanışındaki düşük maliyet, sunumundaki konforlu basitlik ve tüketiminde bireylere sunduğu akılcı haz, aynı zamanda küresel bir yaşam tarzına da işaret etmektedir. Hızlılık, önceden tahmin edilebilirlik, hesaplanabilirlik, insansız teknolojiler, yalnızca restoran zincirinin değil, küresel dünyanın da belirleyici unsurlarındadır.
Kaydedilmiş kültür nedir?
Kaydedilmiş kültür, basın-yayın araçlarınca ya da insan eliyle yazılmış, filme alınmış, günümüzde elektronik medyayı da kapsayan kültür olup, çağdaş toplumbilimciler tarafından enformasyon, eğlence, bilim ve teknoloji, eğitim ve sanat materyalleri olarak çalışma alanı halini almıştır.
Adorno ve Horkheimer tarafından ortaya atılan kültür endüstrisi kavramı hangi süreçlere işaret etmektedir?
Kitle kültürü eleştirisinin öne çıkardığı en önemli kavramlardan biri de Frankfurt Okulu düşünürlerinden Adorno ve Horkheimer tarafından yazına kazandırılmış bir kavram olan, kültürel ürün üretimi ve dağıtımı yapan medya şirketlerini kapsayan kültür endüstrisidir. Bu endüstride kaydedilmiş ve çoğaltılmış, sinema, müzik vb. kültürel ürünler, kültürün yeniden üretimini ideolojik olarak yukarıdan aşağıya gerçekleştirmekte, bireylere dayattığı meta fetişizmi ile onları, sahte-ihtiyaçlarını doyurma çabasına itmektedir. Dolayısıyla ihtiyaçlarının ne olduğu ve bunların nasıl giderileceğinin gösterildiği düzen içindeki birey, daha çok şeye sahip olmak, daha çok satın almak yoluyla sahte-ihtiyaçlarını doyurmak için koşullandırılmaktadır. Tüketim toplumunun tüm reklam söylemleri de bu yaratılmış ihtiyaçları doğrular niteliktedir. İdeoloji, değerler ve kanaat yaratmak, popüler kültürün mekanizmaları aracılığıyla gerçekleştirilirken gösterge ve simgelerin peşinden koşan bir tüketici davranışı modeli yaratılmakta, sözde farklılık ve ayrıcalıklara dayalı kimlik inşasıyla tüketimin, her alana yayılması sağlanmaktadır. Bu anlamda, endüstriyel kültür ürünleri, daha üretim aşamalarından itibaren, tüm irrasyonel yanlarını rasyonelleştirici güçteki süreçleri sayesinde, önceki örneklerine göre çok daha ideolojiktirler.
Kültür ve ideoloji arasındaki ilişki nasıl özetlenebilir?
Yaratıcı insan etkinliğinin bir sonucu olarak kültür, yaratıcılarının bu etkinlikleri ürettikleri, kurguladıkları ve sahip oldukları ideolojiler üzerinden yükselmektedir. Toplumsal süreçleri açıklamak için, çıkış noktası olarak, ekonomik ya da tarihsel süreçlerle yapısal oluşumlar alınmaktadır. Ancak bu yaklaşımlar, çözümlemeler için yetersiz kaldığında, kültür kavramı ön plana çıkmaktadır. Bu yapıların oluşumunda, ideal olanla gerçek olan arasındaki mesafe açıldıkça, kültür olgusunun ideolojik kullanımlarının yelpazesi de genişlemeye başlamaktadır.
Günümüzde kültür kavramı genel olarak nasıl ele alınmaktadır?
Günümüzde kültür, çoğu kez, bir ada gibi yalıtılmış kavram olmaktan ziyade, çokkültürlülük ve kültürlerarasılık kavramını barındıran, makro düzeyde farklılaşmayı içeren, modern kültürlerin karşılaşması olarak kavramsallaştırılmaktadır. Kültürel normlar ve değerler, toplumsal yapının derinlerine yerleşmiş gündelik davranış ve alışkanlıklarımızın temelinde yer alırlar. İnsan davranış pratiklerindeki çarpıcı farklılıklar, kültürel çeşitliliğe işaret etmektedir. Sonuç olarak, ortaya çıkan yeni toplumsallıklar, yeni kimlikler, gruplar, etkinlikler, özgün hatta marjinal birer ideolojik mücadele alanı oluşturmaktadır.