Kültürün Önemi
Bugünkü insan türü dünya tarihinin ne kadarlık zaman dilimini kapsamaktadır?
Dünya’nın yaklaşık dört buçuk milyar (4.500.000.000) yaşında olduğu, farklı disiplinlerdeki çeşitli araştırmalarla ortaya çıkmıştır. İnsan olarak ayrıştırabileceğimiz bir türün varlığıysa bu kısa tarihin içinde en geriye giden bilimsel değerlendirmelerde bile iki milyon yıldır. Bugün dünyada yedi milyara varan nüfusa sahip insan türü (Homo Sapiens), ataları olan Hominidler ve Neandertaller’den ancak 300.000 yıl kadar önce ayrışmıştır.
Uygarlık ve kent arasında nasıl bir ilişki vardır?
İnsanın yaşam biçiminin belli bir süreklilik, örgütlülük ve karmaşıklık arz ettiği durum olan uygarlığın, öncelikle ve belirleyici olarak, kent tipi bir yerleşmenin ortaya çıkışıyla yakından ilgisi olduğunu ifade edilir. Kentin birçok özelliği ve tanımı yapılabilir. Ancak önemli olan, kentin yalnızca bir barınma ve ortak yaşama ihtiyacına karşılık gelen bir mekân örgütlenmesi olarak kalmayan, bunun ötesine geçen, özel bir ortak yaşamın ruh hali olduğu belirtilmelidir.
Yazının icadının insanlık tarihindeki önemi nedir?
Yazının icadı, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Zira insanın üretimi, üretimine kattığı anlam, bu anlamlar etrafında örgütlenen toplumsal yaşam, bunların simgeler düzeyindeki soyutlamaları, hep yazı sayesinde kayda geçirilmiş, bu şekilde kuşaklar boyu taşınabilmiştir.
İnsanın başka hiçbir türde var olmayan ayırıcı özelliği nedir? Açıklayınız.
İnsanın başka hiçbir türde var olmayan ayırıcı özelliği, zekânın kullanılışına bağlı olarak simge üretme becerisidir. Örneğin bir filin bilgi birikimi, bilginin çoğalması, kuşaklar boyu taşınması, dönüşümü söz konusu olamayacağı için, bir fil uygarlığı ve tarihinden söz edilemez. Sadece insan türü, bu birikim, aktarım ve dönüşümü gerçekleştirebildiği için kültür üretir. Kültürü oluşturan bilgi ve ürünler, soyutlamalar aracılığıyla (örneğin resim, müzik, dil, yazı) insanlık belleğine aktarılırlar. Zaten bu sayede bir insanlıktan bahsetmek mümkündür.
Diğer canlılardan farklı olarak insan varoluşsal olarak nasıl bir canlıdır?
İnsanın, kendisini ‘kendisini düşünen’ bir canlı olarak düşünebilmesidir. Diğer bir deyişle insan, kendisine yabancı ya da dış göz gibi bakabilen, varlığını bu şekilde fark edebilen bir canlıdır. Bugüne kadarki bilimsel bilgilerimiz, bu yetinin, başka hiçbir türde mevcut olmadığını göstermektedir. Öyleyse insan, kendi varlığını, sadece ontolojik (kendi bedeninde biyolojik var oluş durumu ve buna bağlı olan kendini benzerlerinden ayırt etme potansiyeli; örneğin kendini besleme, tehlike karşısında savunma, vb.) düzeyde değil, aynı zamanda, bu var oluşa kendine özgü bir anlam katabilme yetisi düzeyinde de deneyimler.
René Descartes'a göre var olmanın ön koşulu nedir? Açıklayınız.
René Descartes, var olmanın ön koşulunu, var olmanın bilincine bağlamıştır. Diğer bir deyişle varoluş, var olduğunu fark edebilme yetisinin mevcudiyetiyle mümkündür. Descartes’ın ünlü deyişi “düşünüyorum öyleyse varım” (cogito ergo sum), işte bu kendi üzerine düşünebilme yetisini ifade eder. Descartes’a göre, insan, kendisini (kendi varlığını) bir dış göz gibi görebilen, kendisine dışarıdan bakabilen bir canlıdır. Diğer canlılar, örneğin hayvanlar, içgüdülerinin yönlendirmesiyle doğanın dayattığı biçim ve koşullarda yaşama etkinliklerini sürdürürler. Böyle bir varoluşta, kendi varlığını algılamak, ona anlam katma çabasıyla bütünleşmez.
Rönesans’tan itibaren insan nasıl tasavvur edilmiştir?
Rönesans’tan itibaren insan, sadece Tanrı’nın iradesine göre şekillenmiş bir varlık değil, kendi iradesiyle kendi kaderini oluşturabilme gücü olan, düşünsel bir birim olarak tasavvur edilmiştir.
Dil insan yaşamındaki hangi etkinliğin sonucunda ortaya çıkmıştır?
İnsan davranışı, her ne kadar yaşamsal işlevlere dayalı olsa da bu düzeyde kalmayıp, varlığını anlamlandırma çabasıyla çeşitlenen ve karmaşıklaşan bir ifadeye dayalıdır. Bu durum, doğal olarak insanın benzerleriyle etkileşimini önemli kılar. Zira etkileşim, insanın, kendisi gibi, kendi varlığı üzerinde düşünüp ona anlam katma etkinlikleri içinde bulunan benzerleriyle simge alış-verişine girmesine neden olur. Bu eğilimin en somut ve gündelik yaşamda en yaygın gözlemlenen hali, bir ortak dil sistemi aracılığıyla iletişim kurmaktır.
Toplumbilimsel yaklaşımlara göre toplumsallığın temeli neye dayanmaktadır?
Etkileşim konusu, toplumbilimsel kuramlarda da önemli yer bulmuştur. Max Weber (1864-1920), Georg Simmel (1857-1918) gibi Alman düşünürlerinin esin kaynağı olduğu bir grup toplumbilimsel yaklaşım, etkileşimi, toplumsalın temeli hatta yegâne varoluş durumu olarak kabul etmiştir. A.B.D.’de yirminci yüzyıl başlarından itibaren şekillenmeye başlayan bir toplumbilim anlayışı insanı, sürekli etkileşen, bu etkileşimlerden simge değişimi sağlayan, böylece toplumsal olguların oluşumunda bireysel düzeyde söz sahibi olan bir konuma yerleştirmiştir.
İnsan yaşamındaki ölümsüzlük arayışı neye dayandırılır?
Ölümsüzlük, biyolojik varlıkta değil, o varlığın yaşarken kalıcı olması arzusuyla yaptığı üretimlerde görülmeye çalışılır. Bu üretimler, ne denli simgesel güce sahiplerse o ölçüde kalıcı olabilirler. Zaten insanın, sanat ve bilim başta olmak üzere, çeşitli etkinliklerle ürün vermesinin temel anlamı da budur.
Bürokrasi ve mutlak yetkeye sahip hükümdar imgesi nasıl ortaya çıkmıştır?
Artı-ürün adı verilen "bir toplumun ihtiyacından fazlasını üretebilme durumu" onu kontrol etme sorununu beraberinde getirmiş ve böylece bürokrasi ve mutlak yetkeye sahip hükümdar imgesi ortaya çıkmıştır.
İnanç sisteminin kurumsallaşması neye dayanmaktadır?
Her toplum, kendi örgütlenme biçiminin cinsinden bir inanç sistemi geliştirir. Bu sistem, insanın temel varoluş sorularına doyurucu yanıtlar vermek zorundadır. İnsanın bu sorularına, tatmin edici yanıtları en başarılı şekilde veren inanç sistemi, en fazla kurumsallaşmayı sağlar.
Toplu yaşamların varlıklarını sürdürebilmeleri neye dayanmaktadır?
Toplu yaşam, ister tanıdıklardan oluşan küçük grup düzeyinde (aile, arkadaş, meslektaş grupları) olsun, ister karmaşık örgütlü yapılar olsun (büyük cemaatler, sanayi toplumu, küresel toplum), var kalmak ve düzen içinde varlığını sürdürebilmek için, daima doğruyu, iyiyi, güzeli tanımlayan değerlere yaslanmak zorundadır.
Toplumsal düzenin ayakta kalması neye bağlıdır?
Her ne kadar geleneğin egemen olduğu toplumlarda, geleneklerle taşınan değerler, cemaat yaşamını ayrıntılarıyla düzenleme ve bireylere kendini güçlü bir şekilde dayatma özelliğine sahiplerse de toplumsal düzen, ancak kurumsallaşmış kurallarla ayakta durabilir. Hele karmaşık ve modern toplumlarda, değerler ve gelenekler, tek başlarına baskı unsuru olamazlar. Değer ve geleneklerin somut kurallara dönüşmesi, normların belirginleşmesiyle olur.
Alman filozof Martin Heidegger’e göre teknoloji nasıl bir olgudur?
Alman filozof Martin Heidegger’e göre, doğayı dönüştürme etkinliklerinin bilgisi, sadece nesnelere şekil vermek ve gündelik yaşamda işlevsel kılmak için gerekli değildir. Bu teknik düzeyin ötesinde, o nesneleri neden, nasıl, hangi toplumsal dinamiklerin gereği olarak, hangi tarihsel koşulların içinde, nasıl bir doğa-insan ilişkisi kapsamında kavramsallaştırmak gerektiğine dair fikir de teknoloji dediğimiz alana dâhildir.
Teknoloji kültür için nasıl bir öneme sahiptir?
Teknoloji, kültürün vazgeçilmez bir parçasıdır; çünkü, bizatihi kültür üretmek, doğayı belli bilgi, yordam ve araçlarla dönüştürmek demektir. Bu bilgi, yordam ve araçlarla onlara dair ideolojik tasavvurların toplamına teknoloji adı verilmektedir.
Kültürel bağlamda simgenin anlamı nedir?
Kültür sonucunda ortaya çıkan üretimler, onlara dair söylem, fikir, değer ve yargıların soyut temsillere dönüşerek, her bir somut üretimin kendisi yerine, onun yerine geçen daha evrensel ve dolaylı göndermeleri haline gelirler. İşte bu soyut temsillere simge adı verilir. Zira simge, temsil ettiği ya da çağrıştırdığı eylem, nesne, durum, kişi, etkileşim, vb.’ni dolaylı yoldan yani imâ ederek, genel bir kategori olarak temsil etme yeteneğine sahiptir.
Toplumlarda dil sistemi nasıl ortaya çıkmaktadır?
Dil, kendi başına anlamı olmayan ses birimlerinden oluşur. Zira sözcüklerin kendi başlarına ve kendileri olarak bir anlamları yoktur; hatta sözcüklerin özünde saçma oldukları söylenebilir. Sözcükler, ancak belli bir anlam bağlamında değer kazanırlar; dili konuşan bireyler arasında, sanki bir anlamları varmış gibi muamele görürler. İşte bu, aslında kendinde anlamı olmayan ses birimlerine, toplumsal olarak üzerlerinde uzlaşılmış anlamlar atfedilmesi, en yaygın simge sistemi olan dili ortaya çıkartmıştır.
Enformasyon kavramının Türkçe ve İngilizce dillerindeki anlamsal farklılığı nedir?
İngilizce veya Fransızca’da “information” olarak ifade edilen kavram, “bilgi” kavramının karşılığı değildir. Bilgi, insanın öznelliğinin süzgecinden geçerek, kendine ait kıldığı bir özel bilme durumudur. Oysa enformasyon (eski dilde “mâlumat”), herkese aynı şekilde ulaşan bir çeşit ham ve seyreltilmiş bilgidir. Okuyucu, dinleyici, kısaca etkileşen birey, enformasyonu çeşitli kaynaklardan alır; kendi düşünsel donanımı bağlamında işleyerek, ondan özel bir anlam türetir.
Bireylerin düşünme ve enformasyonu özelleştirme olanağını bulamamasının başlıca nedeni nedir?
Bireyler düşünme ve enformasyonu özelleştirme olanağını bulamamaktadırlar. Bu durumun başlıca nedeni, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren, sanayi kapitalizminin yerini, aşamalı olarak finans kapitalizmine terk etmesidir.
Finans kapitalizmi nedir?
Finans kapitalizmi, fizikî olarak üretilen malların değişimine değil, sanal değerlerin dünya ölçeğinde dolaşımına dayalıdır. Borsada menkul kıymetlerin spekülatif bir şekilde değer kazanmaları ya da kaybetmeleri, bu dolaşımın sonucudur.
Teknoloji günümüzdeki toplumsal ilişkilerde nasıl bir role sahiptir?
Toplumsal ilişki, git gide teknolojiden geçen dolaylı bir hal almaktadır. İnsanlar, daha eski dönemlere oranla çok daha fazla birbirleriyle ve genel olarak enformasyon dünyasıyla ilişki kurmakta, ancak bu, dolaylı ve temsilî bir etkileşim içinde gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle insan ilişkisi, hem çok yoğun bir hal almakta, hem fizikî temastan uzaklaşmaktadır. Bir anlamda, etkileşimsel sanal ortamların toplumsallaştırıcı işlevi arttıkça (sosyal medya), ‘toplum’ adını verdiğimiz ilişkiler sistemininde önemli ölçüde siberuzaya taşınmakta olduğu ifade edilebilir.