İLH2007
Kelâmın Konumu ve Kelâm Eleştirisi
10. Ünite
•
45 Soru
S
Kelâmın konusu ve eleştiriş kaç ana başlık altında
incelenebilir?
3 başlıkta incelenebilir:
• Geleneksel ilim anlayışında kelâmın yeri
• Kelâmın diğer ilimlerle ilişkisi
• Kelâma yönelik eleştiriler.
S
İslâm felsefecileri, ilimleri sınıflandırırken, kaç ana
ölçüte başvurmuşlardır ve bu ölçütler nelerdir?
İslâm felsefecileri, ilimleri sınıflandırırken, üç ana
ölçüte başvurmuşlardır. Birinci ölçüt, ilmin ele aldığı
varlık sahasıdır. İkincisi, ilimlerde kullanılan yöntemdir.
Üçüncüsü ise, gaye ölçütüdür ve buna göre ilimlerin
varmak istediği sonuç esas alınır.
S
İslâm kültüründe ilimlere yönelik en erken sınıflama
kime aittir?
İslâm kültüründe ilimlere yönelik en erken
sınıflamalardan birisini meşhur İslâm felsefecisi Fârâbî (ö.
339/950) yapar.
S
İslâm felsefecisi Fârâbî, ilimleri hangi başlıklar altında
inceler?
Fârâbî, ilimleri;
• Dil ilmi
• Mantık ilmi
• Matematik
• Geometri
• Astronomi
• Musikî
• Fizik ve metafizik
• Medenî ilimler, yani siyaset
• Fıkıh ve kelâm gibi başlıklar altında inceler.
S
Fârâbî, kelâma nasıl bir gözle bakar?
Allah Teâlâ’nın açıkça anlattığı belli düşünce ve
fikirleri, dinî hükümleri destekleme ve güçlendirmeye,
bunlara aykırı olan her şeyin de söz vasıtasıyla yanlışlığını
göstermeye imkân sağlayan bir ilim olarak takdim eder.
Dolayısıyla kelâmı sadece dini savunma sanatı, yani bir
araç derecesine indirdiği anlaşılmaktadır.
S
Âmirî’nin ilimlere karşı bakış açısı nasıldır?
filozof olan Âmirî (ö. 381/992) ise ilimleri dinî
ilimler ve felsefî ilimler diye iki başlık altında toplar. Ona
göre genel olarak dinî ilimler felsefî ilimlerden üstündür,
çünkü dinî ilimlerin kaynağı peygamberler, felsefî
ilimlerin kaynağı ise filozoflardır. O, kelâmı dinî
ilimlerden birisi olarak gösterir. Dinî ilimlerin
üstünlüğünü anlatırken, kelâmın yerilmesinin,
kelâmcıların bid’atçilik ve sapıklıkla suçlanmasının
yanlışlığını gösteren pek çok aklî ve naklî delil sayar.
S
Felsefeciler ve kelâmcıların ilim tasnifleri
karşılaştırıldığı zaman ortaya nasıl bir tablo çıkar?
Felsefeciler dışında kalan isimler tarafından
yapılan tasniflerde kelâm ilmine dinî ilimler içerisinde
daima önemli bir konum verilmiştir. Kelâmcıların yaptığı
sınıflandırmalarda ise, felsefecilerde olduğunun aksine en
yüksek paye kelâm ilmine verilir. Mesela Gazzâlî önce
ilimleri aklî ve naklî şeklinde ikiye ayırır, sonra da
bunların her birinin kendi içinde cüz’î ve küllî kısımlarına
ayrıldığını belirtir.
S
Gazzâlî’ye göre dinî ilimler içinde küllî olan ilim
hangisidir?
Ona göre dinî ilimler içinde küllî olan kelâmdır.
Çünkü kelâm ilmi, en genel olan şeyle, yani varlık ile
ilgilenmektedir. Fıkıh, hadis, tefsir gibi ilimler, kelâma
göre cüz’î kalmaktadır. Dolayısıyla dinî ilimler arasında
rütbesi en yüksek olan ilim kelâmdır.
S
Kapsamı bakımından bakıldığında kelâm neden en
üstün ilimdir?
Kelâmın geniş bir konuyu ele alması ve Allah’ın
zatı, sıfatları ve fiilleri gibi şerefli meselelerle ilgilenmesi
bakımından en üstün ilimdir.
S
Uhrevî açıdan bakıldığında kelâm neden en üstün
ilimdir?
Dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek gibi en
üstün bir gayeyi hedeflemesi bakımından en üstün ilimdir.
S
Aklı gözetmesi bakımından kelâm neden en üstün
ilimdir?
Kullandığı delillerin hem doğru düşünebilen akıl
tarafından kabul görecek, hem de ayet ve sahih hadislere
uygun deliller olması bakımından en üstün ilim ilimdir.
S
Hakikî ilim özelliğini kazanmış olması bakımından
kelâm neden en üstün ilimdir?
Bütün peygamberler inanç konularında ittifak
ettikleri ve bu ilmin meselelerini oluşturan iman esasları
ilk peygamberden günümüze kadar hiçbir değişikliğe
uğramadan geldiği için kelâmın hakikî ilim özelliğini
kazanmış olduğundan, kelâm en üstün ilimdir.
S
Diğer dinî ilimlerin kelâm ilmine dayanması
bakımından kelam neden en üstün ilimdir?
Âlemin yaratıcısı, her şeyi bilen, her şeye güç
yetiren, peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle
insan ile irtibat kuran ve onu yükümlü tutan Allah’ın
varlığı ispat edilmedikçe tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlerin
varlığından söz edilemeyeceği için diğer dinî ilimlerin
kelâm ilmine dayanması bakımından kelâm en üstün
ilimdir.
S
Söz hakkı vermesi bakımından kelâm neden en üstün
ilimdir?
Mantık ilminin felsefî konularda kişiye söz
söyleme yeteneği kazandırdığı gibi, kelâm ilminin de dinî
ilimleri araştırma ve inanç esaslarını ispat ve savunmada söz söyleme imkânı vermesi kelâm ilmini en üstün ilim
kılar.
S
Kelâmın konumu ve gerekliliği konusunda Gazzâlî’nin
görüşleri nelerdir?
Gazzâlî’ye göre kelâm ilmi, insanların karşılaştığı
inançla ilgili problemleri tek başına çözmeye belki yeterli
olamaz. Ayrıca avamın onunla ilgilenmesi sakıncalı da
olabilir; dolayısıyla sadece bu kültürü almış kimseler
onunla ilgilenmelidir. Ancak sonuç olarak herkes kelâm
ilmini öğrenmeye mecbur değilse de bu ilimle ilgilenmek
farz-ı kifayedir. Onun ifadesiyle “her beldede bid’atçilere
karşı koyacak, haktan ayrılanları geri çevirecek, Ehl-i
sünnet’in kalplerini şüphenin etkilerinden temizleyecek ve
bu ilimle meşgul olarak hakkı koruyacak bir kimsenin
bulunması zorunludur. Fakihsiz ve doktorsuz kalan bir
memleket gibi, böyle bir âlimden, yani kelâmcıdan yoksun
olan memleketin bütün ahalisi sorumludur.” (Gazzâlî,
2003, s. 21).
S
Kelâm ilminin diğer ilimlerle ilişkisi hangi
veçheleriyle ortaya çıkar?
Kelâm ilminin diğer ilimlerle ilişkisi, metot veya
muhteva açısından benzerlik, belli konuların birbirinden
alınması, konuların işlenmesinde kullanılacak malzeme
açısından birbirinden faydalanma gibi çeşitli şekillerde
ortaya çıkabilir. Muhteva benzerliği açısından
bakıldığında, kelâmın en yakından ilişkili olduğu ilim
felsefedir.
S
Kelâm ve felsefenin benzer yönleri nelerdir?
Kelâm da felsefe de Allah’ın zatından ve
sıfatlarından, başlangıç ve son itibariyle yaratılmış
varlıkların durumlarından bahseder.
S
Kelâm ve felsefenin farklılıkları nelerdir?
kelâmdan farklı olarak felsefenin konuları ele
alırken hareket noktası akıldır. Akla uymadığını gördüğü
konularda nakli, yani ayet ve hadisi kabul etmez. Kelâmın
hareket noktası ise vahiydir, nakildir. Kelâm her ne kadar
inanç konularının açıklanması ve ispatında akla yer verse
de, vahyi temel kabul eder, İslâmî ilkelere bağlı kalır. Bu
şekilde salt akılcı davranan ve vahyi çıkış noktası kabul
etmeyen felsefeden ayrılır.
S
Kelâm ilminin Kur’an ve hadisle olan ilişkisi
anahatlarıyla nasıldır?
Dinin temel kaynağını Kur’ân ve hadis
oluşturduğu için, kelâm ilmi açısından da temel kaynak bu
ikisidir. Bunun da ötesinde kelâmî meselelerin ortaya
konulmasında ve değerlendirilmesinde Kur’ân’ın çift
taraflı bir rolü vardır. Bir yandan Kur’ân, inanç esaslarını,
iman edilecek hususları bize bildirir ve ayrıca bu esasların
nasıl ispat edileceği noktasında temel hareket noktasıdır.
Diğer yandan da, akla dayalı birtakım çıkarımlar, ispat
şekilleri ve deliller ortaya konulmuşsa, bunların Kur’ân’a
uygunluk arz etmesi gerekir.
S
Bilgi kavramı bakımından kelâm ve hadis ilişkisi
nasıldır?
Hadis ilmi tamamen haber ve rivayete dayanır.
Kelâmcıların, yazdıkları kitapların giriş kısmında bilgi
konusuna yer vererek, buralarda haberin geçerli bir bilgi
kaynağı olduğunu savunmaları ve ispatlamaları, bir
haberin bilgi kaynağı olabilmesi için taşıması gereken
şartları ortaya koymaları, hadis ilmi için önemli bir zemin
oluşturmuştur.
S
Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe, fıkhı nasıl
tanımlar?
Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe, fıkhı
“kişinin (ebedî mutluluk açısından) lehine ve aleyhine
olan şeyleri bilmesi” olarak tanımlar. Bu şekilde inanç,
amel ve ahlâk konularını kapsamına alan geniş bir tanım
verir.
S
Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe’ye göre fıkh-ı
ekber nedir?
Ebû Hanîfe, fıkhın inançla ilgili olan kısmı için
“fıkh-ı ekber (en büyük fıkıh)” der.
S
Fârâbî’nin fıkha yaklaşımı nasıldır?
Fârâbî de Ebû Hanîfe gibi dinin bir inançla bir de
amelle ilgili boyutu olduğunu, dolayısıyla fıkhın da
inançla ve amelle ilgili iki kısma ayrıldığını söyler.
S
Birbirinden ayrıldıktan sonra da fıkıh ve fıkıh usulü
nasıl bir dönüşüm geçirmiştir?
Bu iki ilim dalı birbirinden ayrıldıktan sonra da
fıkıh ve fıkıh usulü, insana birtakım yükümlülüklerin
yüklenmesinin imkânı, adalet, fiil, yapılan fiillere karşılık
mükâfat ve cezanın varlığı, fiillerde iyilik ve kötülük
özelliğinin bulunması, irade gibi kelâmın ilgilendiği pek
çok konuda ondan veriler almış ve kullanmıştır.
S
Ahlâk sadece dar anlamda insanların birbirine karşı
doğru ve güzel davranışlarda bulunması anlamına mı
gelir?
Hayır. Kur’ân ve hadislerin bildirdiği ve kelâmın
ayrıntılı biçimde işlediği Allah ve insan anlayışı
çerçevesinde, kişinin Allah’a karşı hem iman hem de fiil
anlamında doğru davranış sergilemesi de ahlâkî tutumu
ifade eder. Dolayısıyla kelâm insan-Allah ilişkisinde
gözetilmesi gereken hususların ne olduğuna dair önemli
bir çerçeve sunar.
Ayrıca insanın mahiyeti, fiillerindeki
hürriyetinin ne ölçüde olduğu, yükümlülük, ceza gibi
konular hem kelâm hem de ahlâk ilmi tarafından müşterek
olarak ele alınır.
S
Kelâmın siyaset ilmiyle ve siyasî konularla
ilgilenmesinin temel sebebi nedir?
Siyaset belki asıl itibariyle kelâmın konusu
değildir. Ancak Hâricîler’in ve özellikle Şîa’nın imamet
(devlet başkanlığı) meselesi üzerinde önemle durmaları ve
Şîa’nın bunu âdetâ bir inanç esası hâline getirmesi,
kelâmın siyaset ilmiyle ve siyasî konularla bu açıdan
ilgilenmesini gerekli kılmıştır.
S
Kelâm ilminde ele alınan bilgiler, nasıl bir tasnifle
ikiye ayrılır?
Kelâm ilminde ele alınan bilgiler, ya doğrudan
doğruya dinî esasları oluşturan konulardır ki bunlara
kelâmın temel meseleleri (mesâil ve makâsıd) denilir ya
da bu temel meseleleri açıklama ve ispat etmede aracı olan
bilgilerdir. Bunlara da vesâil adı verilir.
S
Erken dönemden itibaren kelâmcılar neden pozitif
ilimleri kullanmışlardır?
Erken dönemden itibaren kelâmcılar, bazı dinî
esasları ispat yönünde deliller kurgulamak, belli konuları
açıklamak veya ayrıntılandırmak için beşerî ilimler ve
özellikle fizik, cebir, geometri, astronomi gibi bilim
dallarının verilerinden yararlanmışlardır.
S
Konu birliği bakımından pozitif bilimlerle kelâm
arasında nasıl bir benzerlik vardır?
Pozitif bilimlerle kelâm arasında belli ölçüde bir
konu birliğinden de söz edilebilir. Kelâm da fizik, kimya,
biyoloji, matematik gibi müspet (pozitif) bilimler de
varlıkların durumlarından bahsederler.
S
Pozitif ilimlerle kelâm ilminin varlığı incelerken
birbirlerinden ayrıldıkları temel noktalar nelerdir?
Pozitif ilimler varlıkları incelerken, onları
başlangıç ve son (mebde ve meâd) yönüyle ele almazlar.
Yani “Bu olaylar nereden meydana geliyor? Bunları
meydana getiren ilk sebep nedir? Yaratılışındaki gaye ve
hikmet nedir? Öldükten sonra ne olacaktır?” gibi sorulara
cevap aramazlar. Onlar, varlıkları sadece duyu
organlarının alanına giren yönleriyle ele alırlar. Kelâm ise
bu noktada pozitif bilimlerden ayrılır, olayları başlangıç
ve son, yaratılış ve ahiret açısından değerlendirir.
S
Nasları anlama ve yorumlamaya yönelik her türlü
düşünce biçimine karşı ifade edilen eleştiriler ne
zamandan başlayarak nasıl bir seyir takip etmiştir?
Nasları anlama ve yorumlamaya yönelik her türlü
düşünce biçiminin, dinî, psikolojik, sosyal, siyasî vb.
birtakım saiklerle eleştirilmesi, bu yöndeki çabaların
kendine muhalif algılama biçimlerini ortaya çıkarması her
dönem için söz konusu olmuştur. Bu bağlamda, hicrî I.
asırdan itibaren teşekkül etmeye başlayan kelâmî düşünce
de, Selef ve Selef düşüncesini benimseyenler, sufîler ve
filozoflar gibi farklı zümreler tarafından gerek metot,
gerekse muhteva açısından tenkide tâbi tutulmuştur.
S
Aklî tefekküre ve bunun İslâm toplumunda ilk tezahür
biçimi olan kelâma karşı çıkanların temel dayanak
noktaları nedir?
Aklî tefekküre ve bunun İslâm toplumunda ilk
tezahür biçimi olan kelâma karşı çıkanlar büyük ölçüde
Âl-i İmrân Suresi’nin 7. ayetinde bildirilen hususlara
dayanmışlardır. Bu ayette, “Kur’ân’ın, anlamı apaçık olan
ayetlerin (muhkem) yanı sıra nispeten anlaşılması güç ve
mecazî ifade tarzlarına sahip ayetleri de (müteşabih) içerdiği ve bu ikinci kısımdakilerin inananlar tarafından
sorgulanmadan kabul edildiği, ancak kalplerinde sapma
bulunanlar ve fitne çıkarmak isteyenlerin bu gibi ayetleri
yorumlama cihetine gittikleri” buyurulur.
S
İlk iki halife döneminde Kur’an’ın kelâmî olarak
yorumlanmasında nasıl bir tutum takınılmıştır?
İlk iki halife döneminde Kur’ân’ın yorumuna
dalmadan ve üzerinde derin araştırmalara girişilmeden
naslar olduğu şekliyle kabul edilmiştir. Kur’ân’da Allah
hakkında zikredilen sıfatlar hiçbir şekilde yaratılmışların
özellikleriyle kıyaslanmamış ve eksikliklerden münezzeh
bir Allah inancına sahip olmak için son derece özen
gösterilmiştir. Allah’a insanlarınkine benzeyen herhangi
bir şey izafe etmeye yol açabilecek naslar hakkında görüş
belirtilmeyip susulmuş, Kur’ân’da müteşabih olarak
görülen lafızların zahirinden farklı bir anlama sahip
olduğuna inanılmıştır. Bununla birlikte bu anlamın ne
olduğunun araştırılması cihetine gidilmeyip, bu gibi
ifadeleri içeren ayet ve hadislerin nasıl gelmişse öylece
okunması ve sadece iman edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
S
İlk dönem Müslümanlar ile başlayan, ilk mezhep
imamları ve sonrasında Selef’in yolunu takip eden
Hanbelî âlimleri ile devam eden kelâm karşıtlığını temsil
eden ilk eserler nelerdir?
Bu akımın müstakil eser olarak bilinen ilk örneği,
Ebû İsmail Hâce Abdullah b. Muhammed el-Herevî’nin
(ö. 481/1088) Zemmü’l-kelâm ve ehlihî isimli eseridir. İbn
Kudâme’nin (ö. 620/1223) Tahrîmü’n-nazar fî kütübi
ehli’lkelâm ve Zemmü’t-te’vîl, İbnü’l-Vezîr’in (ö.
840/1436) Tercîhu esâlîbi’l-Kur’ân alâ esâlîbi’l-Yûnân
gibi eserleri konuya tahsis edilmiş diğer örneklerdir.
Bunların yanı sıra, İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve onun
öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye’nin (ö. 751/1350)
hemen hemen tüm eserlerinde kelâma ve kelâmcılara
yönelik keskin eleştiriler yer almaktadır.
S
Sufîler ilm-i kelâma karşı nasıl bir bakış açısı
sergilerler?
Sufîler, nazar ve istidlâle dayanarak açıklamalar
yapma ve hüküm vermeye karşı çıkmaları açısından kelâm
eleştirilerinde Selef ile paralel bir çizgide yer alırlar. Her
ne kadar onlar maddî âlemde ve dünyevî işlerde akıl ve
tecrübenin rehberliğini kabul etseler de, kelâmcıların akla
dayanarak Allah, Allah’ın isimleri, sıfatları, fiilleri, ruh
vb. hususlar üzerine konuşmalarını, bu gibi konularda aklî
istidlâller ve mantıkî kıyaslara dayanarak fikir beyan
etmelerini ilmî ve dinî açıdan tamamen değersiz görürler.
Onlara göre dinî ve ilâhî hakikatler aklî istidlâl ve
kıyaslarla idrak edilemeyecek kadar ince ve gizlidir. Bu
şekilde onlar, bu âlemin ötesine ait hükümler verme ve
ilâhî hakikati idrak etme iddiasındaki nazarî akla karşı
çıkarlar.
S
Sufîlere göre hakikate ulaşmanın en güvenilir yolu
nedir?
Sufîlere göre akıl ve nakil belli ölçülerde dinî
bilgilerin kaynağı olabilirse de, duyu bilgileri yanıltıcı, aklî bilgi ise sınırlıdır ve dolayısıyla bunların verilerine
güvenilemez. Bunların alternatifi, insanı hakikate
ulaştıracak, Allah ve sıfatları hakkında bilgi verecek
vasıtasız bilgi kaynağı olarak keşf ve ilham yöntemidir.
S
Sufîlere göre marifetin hükmü ve insana kazandırdığı
yol nedir?
İç tecrübeye ve manevî müşahedeye dayanan
vasıtasız bilgi, ki sufîler buna ilim değil, marifet ve irfan
gibi isimler verirler, nasların nakil veya rivayet edilmesine
veya aklın yaptığı kıyas ve istidlâle dayanan vasıtalı
bilgilerden, yani ilimden daha değerli ve daha önemlidir.
Onlar “kalbi arındırma” dedikleri, nazarî değil, amelî ve
tatbikî yöntemle, yani samimiyetle amel ve ibadete
yönelme sonrasında, ortaya konulan gayret, nefis
mücadelesi ve dünyevî bağlardan olabildiğince kurtulma
neticesinde, kalbin saf ve berrak hâle geleceği, bu şekilde
kalbin ilâhî âlemi ve gayba ait hususları görmesine engel
teşkil eden perdelerin aradan kalkarak Allah ve gayb
âlemine ilişkin kesin bilgiye ulaşılacağı kanaatindedirler.
S
Kelâmcılar, sufîlerin bilgi elde etmenin gerçek yolu
olarak gördükleri keşf ve ilhamı neden hakikate ulaştırıcı
bir bilgi vasıtası kabul etmezler?
Çünkü ilham herkes tarafından kullanılması ve
kontrol edilmesi mümkün olan bir bilgi elde etme yolu
değildir. Ayrıca keşf ve ilham sahibi kişi hatadan
korunmuş da değildir. Keşf ve ilham bir açıdan ictihatla
benzerlik arz eder. Nasıl ki ictihat sadece sahibini
bağlarsa, keşf ve ilham da ancak sahibini bağlar ve ictihat
gibi zan ifade eder.
S
Ebû Hanîfe söylemde ve konuların ele alınış tarzındaki
değişimin gerekçesini nasıl açıklamıştır?
“Hz. Peygamber’in ashabı kelâmla uğraşmadılar
çünkü onlar, karşılarında savaşan kimse olmadığı için
silah taşıma ihtiyacı duymayan kimseler gibiydiler. Biz
ise, bizi öldürmek isteyen ve kanımızı helâl gören
kimselerle karşı karşıyayız. Bu ortamda kimin hatalı,
kimin isabetli olduğunu araştırmamak, aile efradımızı
savunmamak gibi bir tutum içinde olamayız. Biz bugün
bir savaşla yüz yüzeyiz ve silaha muhtacız. Kaldı ki insan,
ihtilaflı konularda dilini tutsa bile düşünce olarak birini
tercih eder veya hepsine muhalefet eder.”
S
Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî kelâm ile ilgili yapılan
eleştirilere nasıl bir cevap verir?
Ona göre, öncelikle, itikadî meseleleri ele alanları
kötüleyip sapkınlıkla suçlamanın ve hareket, sükûn, cisim,
araz gibi şeyler hakkında konuşmanın bid’at olduğunu
söylemenin bir temeli yoktur. Zira Hz. Peygamber söz
konusu meseleleri araştırıp bunlar hakkında konuşanların
bid’at ehli olduğunu söylememiştir. Şu hâlde, Hz.
Peygamber’in söylemediği bir şeyi söyledikleri için asıl bu
iddia sahipleri bid’at işlemekte ve kendi prensipleri ile
çelişmektedirler. İkincisi, bu gibi meseleler Kur’ân ve
Sünnet’te müstakil ve ayrıntılı biçimde yer almamış,
sahabe bunlar hakkında fikir beyan etmemişse de, genel
prensipleri bu kaynaklarda mevcuttur.
S
Selefî tutum, nasları anlamada ve kelâmî problemleri
çözme ihtiyaçlarını karşılamada yeterli midir?
Nassın anlaşılmasında tamamen zahire bağlı
kalan, yorumda bulunmayı reddeden Selefî tutumun,
nasları anlamada ve kelâmî problemleri çözmede yetersiz
kalacağını kabul etmek gerekir. Şüphesiz Allah Teâlâ,
insanlara hakikati bulabilmeleri, önlerini
aydınlatabilmeleri ve gereğince davranıp kurtuluşa
erebilmeleri için Kur’ân’ı indirmiş ve onlara peygamberi
aracılığıyla mesajını ulaştırmıştır. Bu gayelere ve
hikmetlere yönelik olarak indirilen bir kitabın bazı
yerlerinin hiçbir insan tarafından anlaşılamayacak olması,
peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek
noktasındaki ilâhî hikmetin gerçekleşmemesi, dolayısıyla
boşuna (abes) ve hikmetsiz bir şeyin tercih edilmesi
demektir.
S
Fârâbî ve İbn Sînâ’nın kelâm görüşleri nasıldır?
İslâm felsefesinin en önemli temsilcileri olan
Fârâbî ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) ilâhiyyât, nübüvvet ve
meâd (ahiret) gibi temel meseleleri de konu edinmiş
olmakla birlikte görüşleri büyük ölçüde Aristotelesçi-
Yeniplatoncu gelenek çerçevesinde şekillenmiştir. Bu
doğrultuda onlar âlemin meydana gelişini yaratma ile
değil, sudûr nazariyesi ile açıklama yönüne gitmişlerdir.
Bu şekilde onlar, âlemin belli bir zaman içerisinde
Allah’ın kudreti, iradesi ve yaratma fiiliyle yoktan
yaratıldığı tezine aykırı bir görüş ortaya koymuşlardır.
S
Fârâbî kelâmla ilgili olarak nasıl bir eleştirel ifade
sarfetmiştir?
Fârâbî’de doğrudan doğruya kelâma yönelik bir
eleştiriden belki söz edilemez. Ancak o, “kelâm ilminin
başlıca özelliği ve bir anlamda gayesinin, Şâri’in ortaya
koyduğu ilkeleri desteklemek ve bunlarla tenakuz arz eden
her türlü şeyi yanlışlamak olduğunu belirtir. Buna bağlı
olarak kelâmcıların duyular, haber veya akıl yoluyla elde
edilen her türlü veriyi inceleyerek, bunlar arasında dini
destekleyecek mahiyette ne varsa kullandıklarını, bu üç tür
bilgi arasında birbiriyle çelişenler var ise, dini destekler
tarzda olanları alıp, diğerlerinin yanlışlığını göstermeye
çalıştıklarını” söyler.
S
İbn Sînâ kelâma karşı ne ölçüde bir tenkidde
bulunmuştur?
İbn Sînâ’da da sistemli bir kelâm eleştirisi
görülmez. Ancak o, âlemi ve Allah-âlem ilişkisini
açıklama tarzındaki farklılıklara bağlı olarak çeşitli
konularda kelâm öğretilerine ilişkin tenkitler ortaya koyar.
Tabiatıyla tenkit getirdiği başlıca konulardan birisi,
Aristoteles’in de reddettiği atom teorisidir. Sonuç
itibariyle İbn Sînâ’nın temel gayesinin kelâm eleştirisi
yapmak olmadığı ve kendi sistemini kurgularken bununla
uzlaşmaz gördüğü noktalarda kelâmcıların görüşlerini ele
alarak değerlendirmeler yaptığını söylemek mümkündür.
S
İbn Rüşd’e göre felsefe ve din arasında nasıl bir bağ
vardır?
İbn Rüşd felsefesinin temel özelliklerinden birisi, felsefe ile din arasında bir uzlaşma arayışıdır. Ona göre bir
hakikat bir diğerine zıt olamayacağı için, akılla elde edilen
bilgi ve deliller ile vahiy yoluyla elde edilen bilgi ve
deliller kesinlikle birbirine ters düşmez. Bununla birlikte,
dinî olan ile felsefî olan arasında görünürde bir
uzlaşmazlık vardır. Bunu aşmanın yolu, ikisini kendi
bağlamları içerisinde ele alıp değerlendirmektir.