İlk dönem Müslümanlar ile başlayan, ilk mezhep imamları ve sonrasında Selef’in yolunu takip eden Hanbelî âlimleri ile devam eden kelâm karşıtlığı, gelenek içerisinde özel bir literatür oluşması noktasına kadar gitmiştir.
Selef ve Selef çizgisinde yer alanların eleştirileri şu başlıklar altında toplanabilir:
1. Aslında “Bugün size dininizi tamamladım” (Mâide 5/3) mealindeki ayet, dinin kaynağının Kur’ân ile Hz. Peygamber’in hadisleri ve bir ölçüde de
sahabenin sözlerinden ibaret olduğunu açık biçimde ortaya koyar. Dolayısıyla dini anlama ve yorumlama noktasında nakil denilen bu kaynak dışında geliştirilen her yöntem dinde aslı olmayan ve değer ifade etmeyen bir bid’attir. Son tahlilde kelâm da bu kapsamda değerlendirilmelidir.
2. Kelâm, özünde dinî akideleri aklî delillerle ispat ve savunma yönünde ortaya çıkan bir faaliyet olabilir; ancak sonradan, hakikatin ortaya çıkmasından ziyade, hasmı susturma ve mağlup etmeye yönelik kısır bir tartışma biçimi hâline gelmiştir. Fırkalar kendi görüşlerini vazgeçilmez ve
tek doğru olarak görmüşler, nasları bu çerçevede değerlendirme çabası içine girmişlerdir. Dolayısıyla kelâm bir hakikat araştırması olmaktan
çıkıp, yanlış görüşleri yayma, şüpheleri çoğaltma, toplum içinde husumet ve fitneyi körüklemeye yönelik bir kisveye bürünmüştür. Bu şekliyle dinî
ve ahlâkî hayatın zayıflamasına, Müslümanlar’ın birbirini tekfir etmesine, insanların arzularına tâbi olarak zındıklığa kadar gitmelerine yol açmıştır.
3. İtikada ilişkin bir meselede sadece Kur’ân esas alınmalı ve bir husus anlaşılmadığı ya da şüphe arız olduğunda, Arap dilinin imkânlarından istifade ile çözüm yine Kur’ân’dan araştırılmalıdır. Yine bir sonuca ulaşılamıyorsa o noktada durup sadece nassa olduğu üzere iman etmek gereklidir. Özellikle Mu‘tezile’de görülen aklı hakem kılacak derecede her şeyde ölçü almak, araştırmalarda aklı kullanmak, akılla her şeyin
mahiyetini kavramaya çalışmak gibi bir metot kesinlikle yanlıştır.
4. Kelâm, muhaliflerin temel kabullerini dikkate alarak bunlardan yanlış bulduklarını reddetmeye yönelik, hitabet ve büyük ölçüde cedele dayalı
bir üslup benimsediğinden, Kur’ân ve Sünnet’in üslubuna uygunluk arz etmez. Bu yönüyle de sonuçta Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklaştıran bir yapısı vardır.
5. Kelâmın başlıca ilgi konusu Allah’ın zat ve sıfatlarıdır. Kelâmcılar bu gibi konularda gelen rivayetlerle yetinmemişler ve yoruma gitmişlerdir. Bu
şekilde de ya teşbihe düşerek Allah’ın sıfatlarını yaratılmışların sıfatlarına benzetmeye kalkışmışlar ya da nassı gerçek anlamından çıkaracak derecede aşırı yoruma tâbi tutmuşlardır. Her iki durumda da doğru yoldan ayrılarak sapıklığa düşmüşlerdir.
6. Kelâmcılar, herhangi bir itikadî meseleyi tartışırken, kendileri benimsemeseler bile, muhaliflerinin yanlış fikirlerini naklederler. Bu ise söz konusu fikirlerin daha geniş bir çevrede bilinmesine ve yayılmasına zemin hazırlayarak avamın zihninin bulanması ve itikadının zedelenmesine kapı aralamaktadır.
7. Kelâmcılar dinî meseleleri akıl yürüterek ve kıyasa başvurarak çözmeye çalışırken, cevher, araz, tafra, tevellüd, kemiyet, keyfiyet gibi felsefî nazariyeleri doğruluğu tartışma götürmez hakikatler, kesin ilkeler gibi görürler. Bunları desteklemek için, bu nazariyelere uymayan ayet ve hadisleri yorumlayarak hakikî anlamlarından farklı anlamlar yüklerler. Dinin esası olan nasları, aklın ortaya koyduğu ve kesinlik arz etmeyen nazariyeler doğrultusunda yorumlamak veya reddetmek ise kabul edilemez.
8. Kelâm insanın psikolojik ve duygusal yönünü ihmal ettiğinden iman hayatını besleyememiş, sadece onun soyut zihinsel yapısını dikkate alarak faaliyet yürütmüştür. Bu da halkın ihtiyacına cevap vermesini engellemiştir.
9. Kelâmî tartışmalar ve herhangi bir konuda ortaya konulan görüşler siyasî iktidara eklemlenerek muhaliflerin susturulmasına yönelik bir baskı süreci hâline getirilebilmiştir. Ortaya çıkan siyasî kargaşa, her fırka tarafından kendi menfaatleri doğrultusunda kullanılmıştır. Bununla kastedilen,
büyük ölçüde Mu‘tezile’nin Kur’ân’ın yaratılmışlığı şeklindeki düşüncesininin, Abbâsî halifeleri Me’mûn, Mu’tasım ve Vâsık zamanında bir devlet politikası hâline getirilmesi ve muhalif görüştekilerin takibata uğramasına ve hatta eziyet edilip öldürülmesine varan sonuçların ortaya çıkmasıdır.
Ancak "Kelâmda belli bir öğretiyi desteklemek için delil getirilen nas, bu yorumlanmış hâliyle mutlaklaştırılmış ve sorgulanamaz biçimde gelenek içinde nesilden nesile aktarılmıştır. Bunun devamında da aslında belli bir dönemde ve belli şartlar altında oluşturulmuş bir fikir, aşılamaz “ilk ve son söz” olarak değerlendirilmiştir. Sonuç olarak sonraki dönemlerde, geçmişte ortaya konulan eserlerin şerh edilmesi kelâmın başlıca işlevi hâline getirilmiştir." ifadesi Kelâm'a yönelik getirilen son dönem eleştirileri arasında yer alır. Geleneğin mutlaklaştırıldığı, bu anlamda Gazzâlî öncesi kuşağın Gazzâlî sonrası döneme yapacak bir şey bırakmadığı kanaatinin yerleşik hâle geldiği, bunun da kelâm alanında ortaya konulan ilmî faaliyeti sınırlayıcı rol oynadığı iddiasını, şerh ve derlemecilik dönemini hazırlayan sebepler ışığında değerlendirmek gerekir. Bu eleştiri çok haklı değildir. “Kelâm Eserleri” ünitesinin ilgili bölümünde de ifade edildiği gibi, belli bir dönemden itibaren bir yandan tabiî olarak itikadî esaslarda bir farklılaşma, nitelik veya nicelik açısından artma söz konusu olmamaktadır. Diğer yandan da düşünce dünyasında mücadele etmeyi gerektirecek yeni birtakım fikir hareketleri ortaya çıkmamıştır. Bu sebeplerle, kelâmcıların gayreti, daha önceden verilmiş eserlerin daha iyi
anlaşılması ve muhteva açısından zenginleştirilmesi noktasında yoğunlaşmıştır. Cevap A şıkkıdır.