aofsorular.com
ADY112U

Afet ve Acil Durum Yönetiminde Örnek Vak’alar

8. Ünite 23 Soru
S

1999 Marmara depreminin bilançosu ne olmuştur?

1999 Marmara depremleri 17000’i aşkın insanın hayatını kaybettiği, 250 binden fazla insanın evsiz kaldığı, yıkılan ev ve işletme binaları ile birlikte maliyeti Birleşmiş Milletler Teşkilatı İnsani İşler Koordinasyon Bürosu (OCHA) bünyesindeki BM Türkiye Ofisi’nin açıklamalarına göre ortalama 10 milyar doları bulan, çok büyük bir afet ve Türkiye’nin en önemli afet yönetimi sınavlarından biri olarak tarihe geçmiştir (Yılmaz, 2003: 84; Ünlu vd., 2010: 162). 1999 Marmara depremi Karamürsel, Gölcük, Değirmendere, Yalova, Adapazarı, Kocaeli, Düzce, Bolu, İstanbul, Bursa, Zonguldak ve Eskişehir’i kapsayan çok geniş bir alanı etkilemiştir. Nüfus yoğunluğunun çok fazla olduğu ve ülkenin endüstriyel kuruluşlarının da çoğunluğunun bulunduğu bu bölgede ağır hasarlar meydana gelmiştir. Bu yerleşmelerin bir kısmı bu depremde meydana gelen kırığın tam üzerinde bulunmakta olup, bir kısmı da faydan 10 km.ye kadar bir uzaklık içinde bulunmaktadır (Meclis Araştırması Komisyonu Raporu: 1). Kasım 1999’da yayınlanan yabancı bir yayın organı depremi okurlarına şu satırlarla duyurmuştur (“Planet Watch”,1999: 30): “Ülkenin en yoğun nüfusa sahip kuzeybatı bölgesinde meydana gelen Richter ölçeğine göre 7.4 şiddetindeki deprem sonrasında 15.000’den fazla insan yaşamını yitirmiş, yüzlerce apartman bloğu yerle bir olmuştur.” Birleşmiş Milletler Teşkilatı İnsani İşler Koordinasyon Bürosu (OCHA) ise depremi, son 60 yılın en büyük felaketi olarak nitelendirmiştir (“On Milyar Dolarlık Sarsıntı”:. 27).

S

1999 Marmara depreminin ekonomik sonuçları ne olmuştur?

Depremin etkilediği 7 ilin GSMH içindeki payı %34.7, sanayi katma değeri içindeki payı ise % 46.7 seviyesindedir. Deprem bölgesinde fert başına düşen gelir düzeyi de Türkiye ortalaması ile karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Afetin hemen sonrasında mevcut verilere dayanılarak yapılan ilk tahminlere göre depremin sermaye birikimi ve milli hasıla üzerindeki etkisi 9-13 milyar dolar aralığında hesaplanmıştır. Yine ilk verilere göre depremin ülke büyümesine etkisi 1999 yılı için % -1, kamu finansmanı üzerindeki yükü ise 6.2 milyar dolar olarak hesaplanmıştır (Depremin Kamu Finansmanı Yükü 6.2 Milyar Dolar”, s. 43). Birleşmiş Milletler Teşkilatı İnsani İşler Koordinasyon Bürosu (OCHA) tarafından, BM’in Türkiye Ofisi tarafından yapılan bilgilendirme çerçevesinde yapılan açıklamada ise, depremin ortalama maliyetinin 10 milyar dolar civarında olduğu belirtilmiştir (“On Milyar Dolarlık Sarsıntı”, s. 27). Morgil’e göre “Marmara depreminin Türk ekonomisinde yol açtığı en önemli kayıp nitelikli işgücü kaybıdır” . Yine Morgil’e göre “Yıkılan veya hasara uğrayan konut, hizmet sektörü, işyeri ve sanayi tesislerinin onarım maliyetlerinin 3.5 milyar dolar olduğu yapılan incelemelerde belirlenmiştir.” (Morgil, 1999: 8-9.). Marmara depremlerinin neden olduğu finansal yük, afet ve acil durum yönetimi anlamında devletin vatandaşın gözünde aciz kalması ve siyasi istikrarsızlık 2001 ekonomik krizi ile sonuçlanmıştır. Tüm bu olumsuz koşulların birleşmesi ülkenin tamamına yansımış kamuoyu tepkisini net bir şekilde ortaya koymuştur, öyle ki 2002 Genel Seçimlerinde dönemin 3 iktidar partisi %10 barajının altında kalarak seçmen tarafından Meclis dışında bırakılırken ülkenin siyasi görünümünü kökten değiştiren bir sürece girilmiştir.

S

1999 Marmara depreminde ne gibi olumsuz durumlar yaşanmıştır?

Bu depremlerde yıkılan binalar ve bunların sebep olduğu çok sayıda can kaybı gerek kurbanlar ve yakınları gerekse ülke kamuoyu için ciddi travmaya neden olmuştur. Depremin akabinde ülke çapında yaşanan büyük korku ve derin üzüntü kısa sürede yerini geciken müdahale ve yardımlar ile ilgili öfke ve olumsuz eleştirilere bırakmıştır. Özellikle 17 Ağustos 1999’da saat 03:02’de gerçekleşen depreme ilk müdahale ekibi olarak gelen Sivil Savunma ekiplerinin saat 05:30’da olay yerine ulaşmaları ve kurtarma operasyonları esnasında görev ve yetki paylaşımı konusunda yaşanan belirsizlik ve karmaşa eleştirilere sebep olmuştur. Bunun yanı sıra gelen ekiplerin gerekli iletişim ve haberleşme donanımından yoksun olmaları, yetkili kurumlara gerekli olan doğru bilgilerin ulaşmasını geciktirmiş ve bu durum bölgeye gerekli yardımın geç ulaşması ile sonuçlanmıştır. Sonuç olarak depremin ardından afete ilk müdahale çalışmaları yetersiz kalmış ve yaşanan karmaşanın çözülme süreci uzamıştır (Ünlü vd., 2010: 162). Daha sonra yetkili kişilerin de yaptıkları açıklamalar bu depremde kurtarma faaliyetleri esnasında yaşanan sıkıntıları ortaya koymaktadır.

S

1999 Marmara depremi sonrası devlet ve sivil toplum kuruluşları ne gibi adımlar atmışlardır?

1999 depremleri, ülkemizin afet ve acil durum yönetimi yaklaşımları açısından önemli bir dönüm noktası kabul edilmektedir. Bu depremin hemen ardından 4484 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle 27.08.1999 tarihli ve 4452 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 25.11.1999 tarihinde Zorunlu Deprem Sigortası’nın düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Zorunlu Deprem Sigortası uygulamalarını desteklemek amacıyla 2000 yılında kurulan Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK), ülkemizde Zorunlu Deprem Sigortası edindirme, uygulama ve yönetimi faaliyetlerinden sorumlu tüzel kimlikli bir kamu kuruluşu olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Ayrıca, 26.6.2001 tarih, 4708 nolu Yapı Denetimi Kanunu ve benzeri düzenlemeler devreye girmiş, böylece özellikle eleştirilen ve depremlerde yıkılarak çok sayıda can ve mal kaybına sebep olan kötü yapılaşmanın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yerel yönetimler ise kendi afet yönetimi sistemlerini kurmaya başlamıştır. Örneğin İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından, her türlü doğal afetin öncesinden bitimine kadar geçen sürede, afetin en az zararla atlatılmasını sağlamak amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonun ve iş birliğinin sağlanması amacıyla Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM) kurulmuştur (Ünlü vd., 2010: 162). Ayrıca birçok resmi kurum, üniversite ve sivil toplum kuruluşu afetler konusunda çeşitli projeler gerçekleştirmişlerdir. Bunlara örnek olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Amerikan Federal Acil Durum Yönetimi Merkezi (FEMA) ile 2000 yılında ortaklaşa gerçekleştirdiği ACHIEVE projesi dâhilinde afet ve acil durumlara hazırlıklı olma bağlamında çeşitli seminerler ve eğitim programları düzenlenmiş ve bu konudaki akademik eğitim olanaklarının artırılması hedeflenmiştir (web.itu.edu.tr, 2013). Daha önce de belirtildiği gibi afetlerin vatandaş üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden biri de kurbanlarda oluşan psikolojik hasardır. Bu hasarın giderilmesine yönelik uzman destek yetkili kurumlarca derhal sağlanabilirse afetlerlerin sebep olacağı uzun vadeli sorunların büyük ölçüde önüne geçilecektir. Bu görüşten hareketle Marmara Depremleri sonrasında kurulan Afetlerde Psiko-sosyal Hizmetler Birliği (APHB), çok etkin çalışmalar yürütmektedir. APHB, 1999 depremi sonrası deprem alanında hizmet veren bazı meslek kuruluşlarının koordinasyon sağlamak amacı ile 2006 yılında imzaladıkları bir protokol ile oluşturulmuştur. APHB içerisinde Türk Kızılayı, Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türk Psikolojik Danışman Rehberlik Derneği ve Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Derneği yer almaktadır (ODTÜ Van Depremleri İnceleme Raporu, 2011: 32).

S

2011 Van depremlerinin bilançosu ne olmuştur?

Büyük maddi hasar ve çok sayıda can kaybına yol açan depremlere başka bir örnek de 2011 Van depremleridir. 23 Ekim 2011 günü yerel saat ile 13.41’de Tabanlı köyü merkez üslü 7.2 büyüklüğündeki VanErciş depremi ve 9 Kasım 2011 günü yerel saat ile 21.23’te Van’a bağlı Edremit ilçesi merkez üslü 5.6 büyüklüğündeki Van-Edremit depremleri; Van ve çevresinde çok kuvvetli bir şekilde hissedilmiştir. Bölgenin yapılaşma şekli nedeniyle yıkıcı hasar büyük olmuş ve bu da çok sayıda can kaybına yol açmıştır. 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 depremlerinde toplam 644 kişi hayatını kaybetmiş, 1.966 kişi yaralanmış, 252 kişi ise enkazlardan sağ olarak kurtarılmıştır (AFAD, Van Depremi Raporu, 2012; Bozkurt, 2012: 447).

S

Van depremlerinin Marmara depremlerinden en önemli farkı neydi?

Van depremlerinde, Marmara depremlerinin aksine önemli bir koordinasyon sorunu ve kaos yaşanmadan yetkili kurumlar derhal devreye girmiş, arama kurtarma ve yardım çalışmaları başlatılmıştır. İlk altı saat içerisinde bölgeye intikal eden arama kurtarma personeli sayısı 903, UMKE personeli ve gönüllüleri sayısı 159, sağlık ekibi sayısı ise 7’dir. Bunların yanı sıra çok miktarda yardım malzemesi, kumanya, çadır gibi ihtiyaçlar, ambulans, iş makinesi ve 9 arama köpeği yine bu süre içerisinde bölgeye ulaştırılmıştır (AFAD, Van Depremi Raporu, 2012). Bu noktada dikkat çekici bir açıklama dönemin Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Mustafa Erdik’ten gelmiştir. Erdik, 23.10.2011 tarihli Vatan Gazetesine verdiği demeçte “Çok gururluyuz ki devletimiz ani bir refleksle bölgeye intikal etti ve her türlü tedbiri aldı. Türkiye’de bu tür intikallerin bu kadar süratli olduğunu, ben 40 yıldır bu işin içindeyim, ilk defa görüyorum” (Deprem Van’ı 7.2’yle Vurdu, haber.gazetevatan. com, 23.10.2011) diyerek yetkili kurumların afet yönetimine derhal başladığının altını çizmiştir.

S

Van depremi sonrası ne gibi adımlar atılmıştır?

Depreme karşı geliştirilen Ulusal Deprem Strateji Planı “USDEP 2023”, Van’da meydana gelen depremin hemen ardından uygulamaya koyulmuş, depreme karşı acil müdahale ve koordinasyon karmaşası yaşanmaması için tüm bakanlıklar ve ilgili birimlerin izleyecekleri yol, yeni deprem stratejisine göre belirlenmiştir. Depremin hemen sonrasında, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) koordinasyonunda Sağlık Bakanlığı, Genelkurmay, Kızılay ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğü harekete geçirilmiştir. Bir yandan da AFAD acil masası, başta Van Valiliği ve çevre ilçelerle irtibata geçerek hasarın boyutu hakkında acil rapor hazırlamış, böylece bölgenin acil ihtiyaçları belirlenmiştir. İhtiyaç malzemelerinin Van’a ulaştırılması için THY ve Genelkurmay ile irtibata geçilerek üç saat içinde dört uçak Van’a ulaştırılmıştır (279 Ölü, 1300 Yaralı, hurarsiv. hurriyet.com.tr, 25.10.2011). Erciş’te incelemelerde bulunan, dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıklamalarında, iaşe konusunda herhangi bir sıkıntı olmadığını çadır kentlerin kurulduğunu belirtmesi ve: “Güvenliği jandarma ve polis sağlıyor. Vatandaşlarımızın haletiruhiyesini dikkate alarak onları incitmeden, güvenlik tedbirlerini alıyoruz…. Köylerimize de her türlü çadır ve diğer yardımlar yapılıyor. Yani gidilmesi gereken her yere gidildi.” (279 Ölü, 1300 Yaralı, hurarsiv.hurriyet. com.tr, 25.10.2011) şeklindeki ifadeleri afet yönetiminde insan faktörünün öneminin benimsendiği ve kurbanların maddi ve manevi ihtiyaçlarının pratikte göz önünde bulundurulduğu izlenimini vermektedir. Bu yöndeki uygulamaların somut bir örneği de Van depremleri sonrasında Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği-APHB ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın işbirliği içinde yürüttüğü çalışmalardır. Bakanlık, Van’da her hanenin ziyaret edilerek ihtiyaçlarının belirlenmesini sağlamış özellikle psiko-sosyal yardıma ihtiyaç duyan yetişkinler ve çocuklar için ayrı ayrı faaliyetler düzenlenmiştir. (ODTÜ Van Depremleri İnceleme Raporu, 2011: 31-32). İlk defa bu afet ile uygulamaya konan bu uygulama umut vericidir. Van merkez ve Erciş ilçesinde ilk etapta kurulan 14 çadır kentte yaklaşık 17.000 depremzede barındırılmıştır. Depremzedelerin kışı rahat ve sıcak bir ortamda geçirebilmeleri için yaklaşık 30.000 yaşam konteyneri alımı gerçekleştirilmiştir. Erciş’te 4 ve Van Merkez’de 29 olmak üzere toplam 33 bölge konteyner kent alanı olarak tespit edilmiştir. Bölgeye gönderilen 21 m2’lik yaşam konteynerlerine, 150 binden fazla depremzede yerleştirilmiştir. Ayrıca, TOKİ tarafından 23 Ekim’de Van’da meydana gelen 7.2 şiddetindeki depremin hemen akabinde ihale süreci büyük bir hızla tamamlayarak bir ay gibi kısa bir sürede afet kalıcı konutlarının yapımına başlanmıştır (Bozkurt, 2012: 447-448).

S

Van depremleri ile eksikliği ortaya çıkan hususlar nelerdir?

Van depremleri ile ilgili eleştirilebilecek bir nokta afet durumunda şehir dışından gelen ekiplere yol gösterecek ve aralarında eşgüdümü sağlayacak yerel bir ekibin eksikliğidir (ODTÜ Van Depremleri İnceleme Raporu, 2011: 17-19). Afetzedelerin psiko-sosyal desteği yönünden afet sonrası dönemin yönetimi ile ilgili eleştirilebilecek başka bir nokta ise Van’da ilk depremin ardından ön hasar tespit çalışmalarının yeterince ve vaktinde yapılamaması dolayısı ile ikinci depremle birlikte yaşanan kayıpların vatandaşta, devlete ve yetkili kurumlara karşı bir güven kaybı yaşanmasına sebep olmasıdır. Bu anlamda başta AFAD olmak üzere ilgili kurumların hasar tespit çalışmalarını yürütecek yeterli beceri ve materyale sahip ekipler oluşturmak yönünde çalışmalarını artırmaları gereği ortaya çıkmıştır (ODTÜ Van Depremleri İnceleme Raporu, 2011: 20-21). Van Depremleri ile eksikliği ortaya çıkan başka bir husus da “Yardım Yönetimi” kavramıdır. Deprem sonrasında yardımların dağıtımı iyi yönetilememiş, bu yöndeki eksiklikler gerek yetkili kurumlar tarafından temin edilen yardım materyalinin ve gerek yurt içi gerekse yurt dışı kaynaklı bağışların mağdur vatandaşa etkili bir şekilde ulaştırılamaması ile sonuçlanmıştır (Kadıoğlu, 2011). Vatandaşın bu durum neticesinde yaşadığı güvensizlik ve dışlanmışlık duygusu vatandaşlar arasında huzursuzluk ve gerginliklere yol açarken devlete duyulan güveni de önemli ölçüde sarsmıştır (ODTÜ Van Depremleri İnceleme Raporu, 2011: 40-41). Doğal afet kurbanlarının yaşadıkları travmada büyük rolü olan insan faktörünün önemi böylece bir kez daha yardım safhasında ortaya çıkmıştır. Yardımların mağdurlara ulaştırılmasındaki gecikmeler ile ayrımcılık ve çifte standart yapıldığı yönündeki şüpheler mağdurların yaşadığı travmayı derinleştirirken onların diğer insanlara ve devlete duyduğu güvenin eksilmesi ile sonuçlanan bir süreç başlamıştır. Bu bağlamda afet öncesi dönemin yönetiminde vatandaşın da psikolojik yönden afetlere hazırlanması ve bu ortamda ne yapması gerektiği, nereye gitmesi ve ihtiyaçlarını nasıl karşılaması gerektiği yönünde bilgilendirilmeleri gereği kendini belli etmektedir. Ayrıca, yardımların doğru şekilde vatandaşa ulaşabilmesi için yeterli planlamanın önceden yapılması ve afet yönetimi çalışmalarına yardım yönetimi uygulamalarının da dâhil edilmesi bu tür problemlerin bir daha yaşanmaması için ikinci önemli nokta olarak kabul edilmelidir. Yardımların barınma ile ilgili yönüne bakıldığında depremler sonrasında afetzedelere geçici barınma imkanlarının ulaştırılmasında zaman zaman aksaklıklar yaşandığı bir gerçektir. Marmara depremlerinde çadır kentler için hatalı yer seçimi yapılması ve altyapı çalışmalarının kışa bırakılması nedeni ile oradaki vatandaşın yaşadığı sıkıntılara benzer olarak Van depremleri sonrasında kurulan çadır kentlerde yaşanan yangın olaylarının önüne geçilememesi geçici barınma konusunda ülkemiz için henüz katedilecek yol olduğunu göstermektedir. Öte yandan kalıcı konutların yapılmasındaki hız ve kararlılık umut vericidir (Bozkurt, 2012: 448). Van depremleri vesilesi ile ortaya çıkan afet öncesi dönem afet yönetimi pratiği ile ilgili başka bir eksiklik de yerel afet yönetimi kurumlarının yeterince hazırlıklı olmadıkları gerçeğidir. İl Afet Müdürlüğü çalışanlarının tecrübesizlikleri ve yeterli tatbikatın yapılmamış olmasının yanı sıra afet yönetim planlarının kâğıt üzerinde kalmış olduğu afet sonrası yapılan çalışmalardaki aksaklıklar neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu vakada ortaya çıkan çok önemli bir sorun da iller bazındaki yerel örgütlenmenin kendi arasındaki iletişim ve eşgüdüm eksikliğidir. Kadıoğlu’na göre Van depreminde komşu illerden yeterli destek gelmemesi afet öncesinde birlikte tatbikat yapmamış olduklarının göstergesidir. Hatta böyle vakalarda bir komşu ilin ilk aşamada afet yönetimini ele alması yaşanan pek çok olumsuzluğun da önüne geçebilecektir (Kadıoğlu, 2011).

S

Van depremlerinin medyadaki yansımaları nasıl olmuştur?

Bu büyük felaketin medyadaki yansımalarına bakınca yine eleştirilerin yıkılan binalar ve müteahhitleri üzerine odaklandığı ancak bu kez devletin yetkili kurumlarının etkili ve hızlı müdahalesinin takdir ile karşılandığı görülmektedir. 25.10.2011 tarihli Hürriyet gazetesinde “Orada Neler Gördük” başlıklı haberde (hurarsiv.hurriyet.com.tr, 25.02.2013) Ahmet Hakan: “Enkaz üstünde yapılan kurtarma çalışmaları çok etkileyici... Jandarma dikkatli ve atak... Sağlık Bakanlığı’na bağlı ekipler görevinin başında... Deprem bölgesinde ilk hedef: Enkaz altında kalanları kurtarmak... Herkes mucize bekliyor. Gölcük’le kıyaslanamaz. Acı büyük tabii... Ama yine de çok şükür... Depremin en fazla vurduğu Erciş’te bile yıkılan binaların sayısı, sağlam kalan binaların çok altında... Yine çok şükür ki kayıpların sayısının artmayacağı tahmin ediliyor... Kısacası Erciş’teki durum bile, 1999’un Gölcük’ü ile kıyaslanamaz...” şeklinde bir yorum yaparken Enis Berberoğlu: “…Resmi adı Dağ Apartmanı, ama halk arasında Tedaş diye biliniyor. Bina dipten gelen dalgayla kuzeyden güneye savrulup devrilmiş, … Altı katlı Ömür Apartmanı ismine yakışır halde, komşu enkaza inat dimdik ayakta. Peki nasıl oluyor, bu üç adımlık mesafeye sığan mucize? Biraz soruşturuyorum, yıkılan binaya belediye uzun zaman ruhsat vermemiş. Ama sonunda vermiş…” şeklindeki yorumuyla can ve mal kaybına sebep olan bu tür binalar ve afet öncesi dönemde yapılması gerekenler arasında temel güvenlik önlemleri alınması yönündeki eksiklere dair eleştirilerin devam ettiğini ortaya koymaktadır.

S

11 Eylül 2001 saldırıları nasıl gerçekleşti?

11 Eylül 2001’de yerel saatle 08:46’da bir yolcu uçağı New York’un simgeleri olan ikiz kulelerin kuzey kulesine çarparak infilak etti. İlk anda kaza sanılan olaydan 17 dakika sonra saat 09:03’te ikinci bir uçağın güney kulesine çarpmasıyla koordineli bir terörist eylemin söz konusu olduğu anlaşıldı. Bundan 34 dakika sonra, üçüncü bir uçak Pentagon’un batı yüzüne düştü. Pentagon olayından 34 dakika sonra ise asıl hedefi ABD Kongre Binası olduğu daha sonra anlaşılan başka bir uçağın Washington’un 240 km. kuzey doğusuna düştüğü öğrenildi. ABD toplam birbuçuk saat içinde tarihinde görülmedik bir saldırıya maruz kaldı. Saldırıda New York’ta Dünya Ticaret Merkezi kompleksinin yedi binasının tamamı ile birlikte toplam 25 bina artık kullanılamaz hale gelirken Pentagon’un beş kanadından biri ağır hasara uğradı. Olaylarda ölen insan sayısı uçak yolcuları, o sırada Dünya Ticaret Örgütü binalarında bulunan kişiler ve acil durum müdahale ekipleri dâhil olmak üzere toplam 2985 kişiydi. Amerikan tarihinde tek bir günde en fazla sivil vatandaşın hayatını kaybettiği tek olay olarak tarihe geçen bu vaka aynı zamanda tek bir bina kompleksinin yıkılmasıyla en çok can kaybına yol açan olay olarak da kayıtlara geçmiştir. Saldırının faili olarak olaydan hemen sonra ABD tarafından el Kaide örgütü suçlandı. Usame Bin Ladin, bir süre “eylemi onaylamasına rağmen” olayın kendisiyle bir ilgisi olmadığını iddia etse de, daha sonra yaptığı açıklamalarla eylemin bizzat kendisi tarafından yönlendirildiğini beyan etmiştir (Fredrickson et. al, 2003: 365; FEMA 9/11 Report, 2002: 4-5).

S

11 Eylül saldırılarında ABD yönetiminin kriz yönetimi nasıl olmuştur?

ABD Savunma Bakanlığı’nı (Department of Defence-DOD) bu krizin yönetiminde oynadığı kriz lideri rolü ile değerlendiren Swanson ve Tritz (2002), çalışmalarında kriz yönetimine dair literatürde kabul görmüş iyi kriz yönetimi prensiplerini ortaya koymuş ve 11 Eylül Krizinin dönemin federal hükümeti ve özellikle Savunma Bakanlığı tarafından iyi yönetilmiş olduğu sonucuna varmışlardır. Değerlendirme kriterleri şöyle özetlenebilir: Her afetde olduğu gibi olaya mümkün olan en hızlı şekilde müdahale etme prensibini yerine getiren dönemin hükümeti derhal ilk müdahale ekiplerinin olay yerine ulaşmasını sağlamış ve dönemin Başkanı G. W. Bush Başkomutan olarak derhal boy göstemiştir. Yine temel prensiplerden etkili ve doğru bilgi akışı devreye girmiş, dedikodu ve spekülesyonlara meydan verilmeden düzenli aralıklarla medyaya bilgi verilirken ilgili kurumlar arasında da iletişim iyi bir şekilde sağlanmıştır. Saldırılardan dokuz saat sonra merkezi kriz sözcüsü rolünü üstlenen dönemin Savunma Bakanı D. Rumsfeld gerek ABD vatandaşlarının endişelerini azaltmak gerekse tüm dünyaya ülkenin güçlü ve sağlam bir şekilde ayakta durduğunu göstermek amacıyla federal hükümetin olayı kontrol altına aldığı mesajını veren açıklamalarda bulunmuştur (Swanson ve Tritz, 2002: 88). Terör saldırılarının birinci dereceden kurbanlarına özel ilgi gösterilmiş, her biri ile günlük şahsi görüşmeler yapılarak gelişmeler ile ilgili bilgilendirilmeleri sağlanmıştır. Ayrıca yaşadıkları travma ile krizin dolaylı kurbanları olan diğer tüm vatandaşların doğru bilgiye kaynağından ulaşabilmelerine olanak sağlayan doğrudan Savunma Bakanlığı’na bağlı bir e-mail, web sitesi ve telefon sistemi temin edilmiştir. Devletin vatandaşına değer verdiği ve onların yanında olduğu imajını pekiştirmek amacı ile kurbanlara ve yakınlarına yönelik duygusal mesajlar başta D. Rumsfeld ve Başkan G.W. Bush olmak üzere tüm görevli makamların temsilcileri tarafından medya aracılığı ile sistematik bir şekilde halka ulaştırılırken vatandaşın acılarının paylaşılmasının yanısıra “kahramanlık” ve “vatanseverlik” gibi kavramlar ön plana çıkarılmış ve bu krize müdahalede görevli ve gönüllü olarak çalışan herkese, kan bağışı yapan sade vatandaşlar da dâhil olmak üzere övgüler yağdırılmıştır. Bu vesile ile vatandaşlar arasında dayanışma ve vatandaş ile devlet arasında işbirliği ve bağlılık duyguları da pekiştirilmiştir (Swanson ve Tritz, 2002: 88-91). Vatandaşın kayıplarından kaynaklanan derin üzüntü tepkisine karşılık olarak duygusal paylaşım stratejisinin uygulanmasının yanısıra, endişe yönündeki tepkilerine karşılık düzenli aralıklarla kriz sözcüsü ve yardımcıları tarafından ordu ve istihbarat örgütlerinin teyakkuzda oldukları ve olayın kontolünü ele almış bulundukları mesajları verilmiş (Swanson ve Tritz, 2002: 90), öfke tepkilerine karşılık olarak ise açık ve net mesajlarla bu olayın faillerinden ve bu teröristlere yataklık eden ülkelerden intikam alınacağı vatandaşlara duyurulmuştur (Swanson ve Tritz, 2002: 91).

S

11 Eylül saldırılarının uzun vadede etkileri nasıl olmuştur?

Siyasi açıdan bu krizin uzun vadede iyi yönetilemediği yönünde görüşler mevcuttur. 11 Eylül saldırılarının El Kaide açısından en önemli hedefinin, bundan önceki ABD hedeflerine yönelik saldırılarda olduğu gibi Amerika’yı dünya çapında prestij kaybına uğratmak olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de mükemmel bir sisteme sahip bir süper güç olarak algılanan ABD, bu büyük saldırıyı önleyememiş dolayısıyla dünya kamuoyunun gözünde imajının zedelenmesine mani olamamıştır. Ayrıca ABD vatandaşlarına, uzun yıllar kurtulamayacakları bir travma yaşatılarak halk arasında terör korkusunun tırmanmasına neden olunmuştur. Terör örgütünün ikinci amacının ABD’yi Müslüman ülkelerde sonuç alamayacağı savaşlara sürükleyerek hem maddi kayba uğratmak hem de dünya çapında ABD karşıtı propagandalarını desteklemek olduğu belirtilmiştir. Gerçekten de ABD hükümetinin saldırıların hemen sonrasında başlattığı “Terörle Global Savaş Harekatı” dahilinde önce savaş açtığı Afganistan daha sonra da Irak, ülkenin uzun yıllar süren ancak hedefine bir türlü ulaşamayan adeta bir kaos ortamına dönüşen cepheleri haline gelmiştir. Bu savaşlarda ABD hükümeti ve dönemin Başkanı G.W. Bush yaşanan can kayıpları ve maddi kayıplar nedeni ile hem ülke kamuoyu hem de dünya kamuoyu nezdinde sürekli olarak prestij ve destek kaybetmiştir. Bu noktada kötü kriz yönetiminin dikkat çekici bir örneği olarak Başkan G. W. Bush’un başlattığı mücadeleyi “haçlı seferleri” ne benzetmesi Müslüman halklar arasında tepkilere yol açmıştır (2001 11 Eylül Saldırıları, www.terortakvimi.wordpress. com, 11.09.2001). Dolayısı ile afet sonrası dönemin yönetiminde izlenen bu yol her ne kadar kendi vatandaşlarına terörün kökünün kazınacağı vaadedilerek öfke ve endişe duygularının yatıştırılmasına yönelik kısa vadede etkili olmuş bir yöntem gibi görünse de krizin yurt dışı ayağının yönetilmesinde hem hükümetin imajının bozulmasına ve dünya çapında destek kaybetmesine sebep olmuş, hem de uzun vadede hükümeti uygulanan politikaların savunulmasını zorlaştıran bir çıkmaza sokmuştur. Bu açıdan bakıldığında bu büyük krizin yönetimi dönemin ABD Başkanı G. W. Bush ve hükümetinin başarısız görünmesine sebep olarak siyasi arenadaki güvenilirliklerini olumsuz yönde etkilemiştir.

S

2015 Ankara tren garı saldırısı nasıl gerçekleşti?

10 Ekim 2015 tarihinde saat sabah 10:00 civarında Ankara ilinin Altındağ ilçesinin Ulus semtindeki Ankara Garı kavşağında yaşanan saldırı terör gerçeğinin ülkenin doğu kesimleri ve kırsal alanları ile sınırlı olmadığını, başkentin merkezi de dâhil olmak üzere ülkenin her yanında mevcut olan bu risk karşısında her an hazır olunması gerektiğini ortaya koymuştur. Belirtilen tarihte Ankara Sıhhiye meydanında “Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış Emek Demokrasi” isimli bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleneceği ve bu mitingin toplanma yerinin Ankara tren garı olarak belirlenmiş olduğu belirtilmektedir (Ankara’daki patlamada ‘canlı bomba’ şüphesi, www.haberturk.com, 10.10.2015). Başbakanlık Koordinasyon Merkezi’nin 10 Ekim saat 23:10’da yayınlamış olduğu açıklamada saat 10:04’te Ankara Tren Garı önünde bombalı saldırıların meydana geldiği, sonrasında başlatılan soruşturma sürecinin devam etmekte olduğu bildirilmiştir. Öncelikle saldırıyı gerçekleştiren odakların tespiti ve bir an önce adalete teslim edilmesi için gerekli çalışmaların yapılmakta olduğu bildirilerek halkın içinde bulunduğu korku ve öfke haline karşılık devletin tüm gücüyle olaya müdahil olduğu ve adaletin sağlanacağı mesajı verilmeye çalışılmıştır. Bu açıklamanın yayımlandığı saat itibarı ile hayatını kaybedenlerin sayısının 95 yaralıların ise 246 kişi olduğu belirtilmiş, patlama anından itibaren 57 ambulansın harekete geçtiği, acil hasta nakli ihtiyacı ihtimaline karşı ise 5 ambulans helikopter ve 1 ambulans uçağın hazır bekletilmekte olduğu ifade edilmiştir. Bu açıklamayla hayatını kaybettiği belirlenen 52 kişinin isimleri bildirilmiş ve aynı gün içerisinde 10 cenazenin otopsilerinin tamamlanıp ailelerine teslim edildikleri bildirilmiştir (www.basbakanlik.gov.tr, 10.02.2016). Mağdurların travma sonrası desteği bağlamında tıbbi müdahalenin hızlı ve etkili yapılmış olması, ölen vatandaşların kimliklerinin hızla tespit edilmeye ve bildirilmeye başlanması ve ailelere cenazelerin bekletilmeden teslim edilmesi olumlu bir uygulamadır. İlan edilen üç günlük yas ise beklenen bir uygulamadır. Mitinge katılanların ülkenin çeşitli yörelerinden gelmiş olmaları krizin ikinci dereceden mağdurları olan aile ve yakınlarına daha fazla travma sonrası hizmet sunulmasına imkan vermemiştir.

S

2015 Ankara tren garı saldırısında devletin kriz yönetimi nasıl olmuştur?

Medyada saldırı olayı ile ilgili istihbarat ve önleme anlamında ihmal iddiaları yer bulmakla birlikte (‘Ankara’daki patlamada ihmalin babası var’, www. gercekgundem.com, 16.10.2015; Ankara katliamından 22 gün önce şok IŞİD raporu!, www.milliyet.com.tr, 22.10.2015) hükümet bu bağlamda hızla harekete geçmiş istihbarat ve güvenlik teşkilatında görevli üst düzey bazı yetkililer hakkında görevden uzaklaştırma kararı alarak (Ankara bombing: Turkey suspends top security chiefs, www. bbc.com/news/world-europe, 14.10.2015) bir anlamda günah keçisi göstermiş, böylece bu olayların neden olduğu krizi alışılagelmiş bir yöntem ile yönetmişlerdir. İki intihar bombacısının kimliklerinin de hızla belirlenerek açıklanması kitlelere adalet, devletin gücü ve güvenlik anlamında olumlu mesajlar vermek amacıyla kullanılmıştır. Afet anı ve sonrasında yapılması gereken acil tıbbi yardım konusundaki müdahaleler anlamında bir eksiklik veya ihmale işaret eden herhangi bir bilgiye ulaşılmadığı gibi devam eden süreçte başka saldırı yaşanmamış olması bu anlamda krizin eskiye göre daha iyi yönetilmiş olduğu izlenimini vermektedir. Daha önceki bombalı saldırılarda da gözlendiği gibi iki patlama meydana gelmiş ancak bu vak’ada ne yazık ki aralarında ikinci patlamanın önlenmesine olanak sağlayacak yeterince uzun bir süre geçmemiştir. Olayın miting alanına varılmadan gerçekleşmiş olması böyle olaylarda alınan meydana girişlerdeki üst araması gibi rutin önlemlerin bir şekilde etkili olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan beklenmedik bir mekanda saldırının gerçekleşmesi bir anlamda güvenlik güçlerinin alınacak önlemler konusundaki paradigmalarında değişikliğe neden olmuş, istasyon, hava alanı, alışveriş merkezi gibi insanların toplu halde bulundukları mekanlarda fazladan alınabilecek önlemler gündeme gelmiştir.

S

Ankara tren garı saldırıları seçimi nasıl etkilemiştir?

Her ne kadar olayın siyasi bağlamı uzun süre tartışılmışsa da üç hafta sonra gerçekleşen genel seçimler, olayın yaşandığı dönemde geçici hükümet olarak görev yapmakta olan siyasi partinin yeniden tek parti olarak iktidara gelmesi ile sonuçlanmıştır (İşte 1 Kasım’ın kesin sonuçları!, www.haberturk.com, 12.11.2015). Bu durum bu ve öncesindeki acil durum vakalarının yönetiminde devlet kurumlarının oynamış oldukları rol açısından kamuoyu tarafından yeterli bulunduğu ve takdir edildiği, benzer bir olayın tekrar yaşanmaması için vatandaşın bu hükümete güvendiği şekinde yorumlanabilir.

S

2005 Katrina kasırgası nasıl gerçekleşmiştir ve bilançosu ne olmuştur?

23 Ağustos tarihinde güneydoğu Bahamalar’da tropikal değişiklikler başlamış, 24 Ağustos sabahında bu durum Katrina tropik fırtınası haline gelmiştir. 25 Ağustos tarihinde 1. Kategori şiddetiyle Florida’daki Miami-Dade ve Broward arasındaki hatta etkili olan Kartina Kasırgası daha sonra her gün kuvvetlenerek 5. Kategoriye yükselmiş ve Florida’nın güneybatısını, Meksika Körfezi ve çevresini vurmuştur. 29 Ağustos sabahında bu kez 4. Kategori fırtınası olarak Lousiana eyaletine ulaşan kasırga New Orleans şehrinin doğusundan yoluna devam etmiştir. 3. Kategori şiddetiyle Lousiana-Missisipi sınırında etkili olan kasırganın etkisiyle 5 milyon civarında vatandaş elektrik kesintisi ile karşı karşıya kalmıştır. 30 Ağustos sabahında New Orleans’a ulaşan kasırga neden olduğu seller ile ikinci bir afete neden olmuş, tüm şehri kaplayan sular 1 milyonu aşkın vatandaşın tahliyesini zorunlu kılmıştır. Birçok otoriteye göre bu afet ülke tarihinin en yıkıcı ve yüksek maliyetli doğal felaketi olarak tarihe geçmiştir (Kapucu ve Val Wart, 2006: 282-283; Roberto et. al., 2009: 285-286). Bu felaket nedeniyle 1300 kişi hayatını kaybederken, 1900 kişi kaybolmuş, yaklaşık 77000 kişi evsiz kalmış, hükümetin harcamaları 88 milyar doları aşmıştır. Elbette ki afetin şiddeti ve büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda bu kayıpların bir kısmı kaçınılmazdır. Ancak, gerek vatandaşların gerekse yerel yönetimler ve federal hükümetin hazırlanmak için afet yerleşim yerlerini vurmadan önce yaklaşık 7 günü olmasına rağmen yeterli hazırlık yapılamamış ve bu durum afet anı ve hemen sonrasında büyük kayıplar ve kaos yaşanması ile sonuçlanmıştır. Lousiana ve Mississippi’de yaklaşık 72 saat önce acil durum ilan edilmiş, New Orleans’ta ise 48 saat öncesinde şehri boşaltma çabaları başlamış olduğu halde pek çok kişi şehri terk edememiş ya da etmeyi reddetmiştir. Bunlara ek olarak afet sonrasında afetzedelere yardım sağlanmasında da en az 3 günlük gecikmeler yaşanmıştır (Roberto et al. 2009: 286).

S

Katrina kasırgasında ABD yönetiminin kriz yönetimi nasıl olmuştur?

Bu krizin yönetiminde yaşanan aksaklıklar birçok çalışmaya konu olmuş ve kötü kriz yönetiminin bariz bir örneği olarak kayıtlara geçmiştir. Katrina Kasırgası vakasındaki kriz yönetimi zafiyetini acil durum müdahale personeli ve kamu yöneticilerinin tamamen hazırlıksız yakalanmasına bağlayan Demiröz ve Kapucu idari personelin yaşadığı bu “şaşkınlığın” afete müdahaleyi imkansız hale getirerek bir kaos ortamı ile sonuçlandığını dile getirmektedir. Bu kaos ortamına karşı planlama, hazırlık, esnek müdahale kapasitesi ve Farazmand’ın (2007) “şaşkınlık yönetimi” becerileri mevcut olsaydı yalnızca bir çok hayat kurtarılmayacak aynı zamanda milyar dolarlık kayıpların da önüne geçilebilecekti (Demiröz ve Kapucu, 2012: 95). Katrina Kasırgası vakasını sert bir dille eleştiren Farazmand, “ Katrina krizini tek bir sözle ifade etmek gerekirse o da büyük başarısızlık olurdu.” derken bu başarısızlığın yönetişimin her boyutunda ve kamu yönetiminin her kademesinde kendini göstermiş olduğundan şikâyet etmektedir. Öte yandan daha vahim olan ise bu vakanın küresel perspektiften bakıldığında dünya çapında yönetişim ve kamu yönetimi disiplinleri için teşkil etmiş olduğu ülkenin imajını da olumsuz etkileyerek pek çok araştırmaya konu olan olumsuz bir örnek oluşudur (Farazmand, 2007:153). Öncelikle afetin yerleşim yerlerine ulaşmasından çok önce buralarda yaşayan nüfusun tahliyesini gerçekleştirmesi gereken yerel yönetimlerin bu görevlerinde başarısız olarak can kayıplarına sebep olması, bu kurumların kriz yönetimi konusundaki en önemli eksiklikleri olmuştur. Bu büyük başarısızlığa neden olan liderlik zafiyetinin federal düzeyde başladığını ifade eden bu çalışmada dönemin ABD Başkanı G.W. Bush’un Ulusal Müdahale Planı çerçevesinde acil durum ilan etmeyi geciktirerek Federal hükümetin doğrudan afete müdahale etme imkânını kullanmaması ve federal silahlı kuvvetler ve sahil güvenlik güçlerinin bölgeye müdahalesinin beş gün gecikmesine sebep olması eleştirilmektedir. Öte yandan dönemin FEMA direktörü M. Brown’un acil durum ve kriz yönetimi konularındaki deneyimsizliği eleştirilmiş, kurumlar arası organizasyonu sağlamakta yetersiz kalmasının yanı sıra gönüllülerin olay yerine intikalini de geciktirecek prosedürler uyguladığı belirtilmiştir. FEMA’nın başarısızlığına sebep olan Brown’ın ayrıca krize müdahale etmek yerine medyadaki imajına odaklandığı belirtilmektedir. Liderlikteki zafiyet nedeniyle hükümetler arası koordinasyonun sağlanamamasının yanı sıra sivil toplum örgütlerinin desteği de organize edilememiş, bu liderlik eksikliğine afetzedelere ulaştırılması gereken insani yardımın gecikmesi ve kriz iletişimi ile ilgili sorunlar eşlik etmiştir (Farazmand, 2007: 154-155).

S

2012 Sandy kasırgası nasıl gerçekleşmiştir ve bilançosu ne olmuştur?

ABD tarihine ikinci en yüksek maliyetli fırtına olarak geçen Sandy Kasırgası önce 3. Kategori kasırga olarak Küba’yı vurmuş, daha sonra 2. Kategori kuvvetiyle ABD’nin kuzeydoğu kıyılarına ulaşmıştır. Kayıtlara geçen engeniş çaplı Atlantik kasırgası olan Sandy’nin maliyeti 68 milyar doları bulmuştur. Geçtiği yedi ülkede sebep olduğu can kayıpları 285’i aşmıştır. ABD’de aralarında Florida, Maine, New Jersey, New York, Michigan, Virginia ve Wisconsin’in de olduğu 24 eyalet bu kasırgadan etkilenmiştir. Caddeler, tüneller ve metro sistemleri selden etkilenmiş, bir çok ev ve bina kullanılamaz hale gelmiş, bir çok şehirde ciddi elektrik kesintileri ve doğal gaz kaçaklarından kaynaklanan yangınlar yaşanmıştır (Halverson ve Rabenhorst, 2013: 20-21; Sandy’nin Bilançosu Ağırlaşıyor, www.aa.com.tr, 30.10.2012).

S

Sandy kasırgasında ABD yönetiminin kriz yönetimi nasıl olmuştur?

FEMA’nın resmi internet sitesinden gerek afet öncesi dönem gerek afet esnası ve sonrasındaki kurtarma ve yardım çalışlarına dair her türlü bilgi Sandy Kasırgası için ulaşılabilir durumdadır. Bunun en önemli faydası söylenti ve spekülasyonların yalanlanabilmesi ve medyada oluşabilecek taraflı ve olumsuz değerlendirmelerin önüne geçilebilmesi olmuştur. FEMA’nın faaliyetleriyle ilgili ayrıntılı zaman çizelgesine göre 22 Ekim pazartesi günü Ulusal Meteoroloji Hizmetleri (National Weather Service –NOAA) tropikal depresyonun resmen Sandy Tropikal Fırtınasına dönüştüğünü ilan ederek düzenli aralıklarla bilgi vermeye başlamıştır. Sonraki iki gün boyunca fırtınadan etkilenmesi beklenen bölgeler uyarılmış ve FEMA’nın ilgili bölge ofisinde hazırlıklar başlamıştır. 25 Ekim’de FEMA’nın Atlanta, Philadelphia, New York City ve Boston’da bulunan bölge ofisleri diğer yerel acil müdahale ekipleriyle işbirliği içerisinde önlemler almaya başlamış, Kızılhaç New Yorklulara akıllı telefonları aracılığı ile afete karşı bazı önlemler alma imkânı sağlamıştır. Yerel afet yönetimi prosedürleri sıkı bir disiplin içerisinde yürütülmeye devam ederken 28 Ekim tarihinde dönemin Başkanı B. Obama Connecticut, District of Columbia, Maryland, Massachusetts, New Jersey ve New York için acil durum ilanlarını imzalamış ve federal destek devreye girmiştir (www.fema.gov, 2013). Katrina Kasırgası vakasındakinin aksine Sandy Kasırgasıvakasında FEMA gerek siyasi çevreler gerekse vatandaşların takdirini kazanmayı başarmıştır. Kötü deneyimlerinden ders almasını bilen ve kendini yenileyen kurum afetzedelere hızlı bir şekilde yardım ulaştırırken New Jersey Valisi C. Christie ve bölgedeki kamu kurumlarında görevli yetkililer FEMA’nın stoklarının fazlasıyla yeterli oluşu ve yardımları zamanında yerine ulaştırması nedeniyle bu kuruma övgüler yağdırmıştır. Dönemin İç Güvenlik ve İdari İşler Komitesi (Homeland Security and Governmental Affairs Committee) Başkanı J. Lieberman’a göre FEMA ve dolayısıyla ülkenin kriz yönetimi teşkilatının imajını düzeltme imkânı bulduğu bu vakada Katrina sonrası düzenlemelerin etkinliğinin de kanıtlandığını dile getirmiştir. Afetzedelerin ihtiyaçlarını giderecek personel, gıda ve barınma materyalinin afet vurmadan önce bölgeye gönderilmiş olmasının aynı sıra Başkan B. Obama’nın geç kalmadan afet ilanını imzalaması sayesinde gerekli fonlar tam vaktinde yerlerine ulaşmıştır. FEMA Başkanı C. Fugate’nin de övgülerden payını almasında daha önce yürütmüş olduğu görevler dolayısıyla afet ve acil durum yönetimi konularında son derece deneyimli ve yetkin olmasının payı büyüktür. Başta B. Obama olmak üzere tüm yetkililerin bürokrasiyi ikinci planda bırakarak en hızlı şekilde afet sonrası toparlanma çalışmalarının tamamlanmasını hedeflemeleri dikkat çekici bir ayrıntıdır (Brian Naylor, Lessons From Katrina Boost FEMA’s Sandy Response, www.npr. org, 03.11.2012).

S

2010 Meksika Körfezi petrol sızıntısı nasıl gerçekleşmiştir?

2010 yılında yaşanan Meksika Körfezi Petrol Sızıntısı olayı ülke tarihinin gelmiş geçmiş en kötü petrol sızıntısı ve çevre faciası olarak tarihe geçmiştir. 20 Nisan tarihinde Meksika Körfezinde kurulu Deepwater Horizon isimli petrol platformu büyük bir patlama ile batmış ve 11 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu olayı Macondo kuyusundan kaynaklanan büyük çaplı bir petrol sızıntısı takip etmiştir. Denizaltı kameraları ile BP petrol borusundan petrol ve benzin kaçağı olduğu ve bu sızıntının Louisiana körfezinin 42 mil açığındaki okyanus tabanını kaplamakta olduğu tespit edilmiştir. Kuyu 15 Temmuz 2010 tarihinde kapatılmış ancak bu arada Körfeze yaklaşık 4.9 milyon varil petrol sızmıştır. Bu kriz medyada da büyük yankılar uyandırmış ve uzun süren tartışmalara konu olmuştur. Olayın akabinde dönemin ABD Başkanı H. B. Obama soruşturma başlatmış ve bu soruşturmayı yürütmek için bir Ulusal Komisyon kurulmasına karar vermiştir (Final Report, 2013).

S

2010 Meksika Körfezi petrol sızıntısı olayı yasal olarak nasıl sonuçlanmıştır?

ABD federal mahkemesi, BP’nin Meksika Körfezi’nde petrol sızıntısına neden olan kazada “büyük oranda ihmalkar” davrandığı yönünde karar verdi, BP’nin hisselerinde yüzde 6’ya varan kayıp meydana gelirken olay enerji hisselerini de aşağı çekti. ABD New Orleans Yargıcı Carl Barbier, 2010 yılındaki Meksika Körfezi’ndeki petrol sızıntısında BP’nin ve çalıştığı anlaşmalı şirketlerin (Transocean, Halliburton) “ihmalkar” davrandığı kararını verdi. Yargıç Barbier konuya ilişkin olarak BP’nin 2010 yılındaki sızıntının yüzde 67, Transocean’ın yüzde 30, Haliburton’ın da yüzde 3 oranında sorumluluğa sahip olduğunu belirtti. Meksika Körfezi’nin bazı bölgelerini çevre felaketine sürükleyen sızıntının bu zamana kadar şirkete, hukuki anlaşmalar, cezalar ve çevre temizliği gibi alanlarda toplam 43 milyar dolara mal olduğu düşünülüyor (“BP petrol sızıntısı nedeniyle ihmalkar bulundu, ağır para cezası yolda”, enerjienstitusu.org, 2018). 2015 yılı Temmuz ayında sonuçlanan davada İngiliz petrol şirketi BP’nin, Meksika Körfezi’nde 2010 yılında gerçekleşen ve tonlarca petrol sızıntısına neden olan kaza nedeniyle 18.7 milyar dolar (50 milyar lira) tazminat ödemesine karar verildi. Tekil bir olay sebebiyle ödenen en büyük miktar olarak tarihe geçecek olan tazminat konusunda enerji devi ile ABD hükümeti ve zarar gören 5 eyalet arasında anlaşmanın sağlanması olumlu bir gelişme olarak görülüyor. BP CEO’su Bob Dudley, BP olarak üzerlerine düşen sorumluluğu alcaklarını belirtti (“Sızıntı BP’ye 50 milyara patladı”, www. milliyet.com.tr, 04.07.2015).

S

2014 Soma maden ocağı kazasında devletin kriz yönetimi nasıl olmuştur?

Soma faciası üzerine hazırlanan bilirkişi raporunda ocakta uygulanan yönetimin, üretim zorlamasının, taşeronlaşmanın, kişisel koruyucu donanım konusundaki yetersizliklerin, havalandırma sisteminin yetersizliğinin ve denetim zafiyetinin bu vakada etkili olduğu belirtilmiştir. Öncelikle, olayın meydana geldiği ocak, iş sağlığı ve güvenliği bakımından “çok riskli” olarak tanımlanan bir bölgede bulunmaktadır. Soma havzasında, yeni çalışılan bölgelerde derinliğin artmasına bağlı olarak metan içeriğinin artacağı, kömür damarının grizulu ve yangına elverişli karakterde olması nedeniyle, yeterli araştırmalar yapılıp, uygun çözümler geliştirilmeden üretim yapılmasının bir faciaya yol açabileceği tespiti daha önceden hazırlanmış olan raporlarda açık bir şekilde yapılmıştır (Soma Raporu, 2014: 25-32). Dolayısıyla bir çok endüstriyel kazada olduğu gibi bu kazada da sorunlar önceden bilinmektedir ancak yeterli önlem alınmadığı için kaza önlenememiştir. Maden kazasına devletin müdahale şekli ile ilgili Manisa Milletvekili Muzaffer Yurttaş açıklamada bulunarak aşağıdaki noktalara dikkat çekmiştir (“Hükümet Soma için neler yaptı?”, http://www. haber7.com/guncel/haber/1174755-hukumetsoma-icin-neler-yapti 30.06.2014): “…Arama kurtarma çalışmalarında 2743 personel, 258 kara aracı, 9 hava aracının görev yaptığını anlatan Yurttaş, “Hastanelerimize sevk edilen 145 hastanın 85’i yatarak tedavi görmüş ve tüm hastalarımız taburcu edilmiştir. Madende bulunan 787 işçinin 486’sı kurtarılmış, 301’i tüm gayretlere rağmen kurtarılamamıştır”. “… Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kişilerin başvurularına bakmaksızın tek tek her ilde ailelere ulaşarak çalışma ve emeklilik bilgilerini çıkardı. 27 Mayıs 2014 tarihi itibarıyla kazada hayatını kaybeden madencilerden 234’ünün toplam 580 hak sahibine ölüm aylığı, 253’ünün toplam 630 hak sahibine ölüm geliri ve 301 madencimizin tamamı için 415 TL’lik cenaze yardımı işlemleri tamamlanmış olup aylık ve gelir bağlanamayan 67 kişinin hak sahipleri ile ilgili yasal düzenleme beklenmektedir. …” Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Kriz Masası oluşturduğunu anlatan Muzaffer Yurttaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “ailelere tek tek ulaşılarak eş ve çocuklarının durumu, okul durumları, borçları, ihtiyaçları, kira ve benzeri durumları, sosyal durumları, sorun ve talepleri çıkarılmıştır. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından gerekli kaynak planlaması yapılarak şehit ailelerine acil yardım olarak hane başına 1.000 Türk lirası ve iaşe paketi dağıtılmak üzere Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına toplam 1.300.000 Türk Lirası aktarılmıştır. Ayrıca SGK tarafından her aileye 450 TL acil yardım yapılmıştır. Sosyal ve psikolojik destek amacıyla psikiyatrist ve psikolog ve sosyal çalışmacılar gerekli desteği sağlamaktadır.”

S

1988 Çernobil nükleer kazası nasıl meydana gelmiştir ve ne gibi sonuçları ortaya çıkmıştır?

26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil nükleer reaktöründeki bir patlama sonucu meydana gelen afet reaktörün güvenliğini geliştirmek için gerçekleştirilen bir test sırasında meydana gelmiştir (Shcherbak, 1989: 24; Marples, 1998: 12). Afet, reaktörün programlanmış olan durdurulmasından önce yapılan bir test sırasında meydana gelmiştir. Söz konusu test, bir elektrik kesilmesi halinde turbo jeneratörlerden birisinin reaktörün elektrik gücü ihtiyacını sağlayıp sağlayamayacağını saptamak amacıyla planlanmıştı. Kaza meydana geldiği zaman reaktörün 70 Mwe’lık alçak güçle çalışıyor olması, afetin etkilerinin nispeten az olmasını sağlamıştır. Afet sonrasında yapılan soruşturmalar sonucunda, afetin, reaktör tasarımındaki hatalar ile güvenlik sistemlerinin devreden çıkarılmış olması, işletme kurallarının hiçe sayılması, reaktörün kararsız bir duruma getirilmesi gibi bir dizi insan hatası sonucu meydana geldiği anlaşılmıştır (ÇMO Radyasyon Komisyonu, 1993: 20). Çernobil reaktöründeki ilk patlama sonucunda reaktör ve yönetim binası tahrip olmuş, reaktörün üst kapağı yerinden fırlayarak reaktörün üstünün açık kalmasına neden olmuştur. Bu anda meydana gelen ikinci patlama ile birlikte reaktörün kızgın parçaları ile birlikte büyük miktarda radyoaktif gazlar atmosfere yayılmıştır (“Chernobyl - Ten Years On Radiological and Health Impact”, 1993: 20). Afet anında biri patlamadan, diğeri kalp krizinden dolayı iki kişi; üçüncü bir kişi ise kazadan sonraki sabahın erken saatlerinde termal yanık nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Kazadan sonraki günlerde 28 kişinin daha yaşamını yitirmesi sonucu ölü sayısı 31’e yükselmiştir . Afetten sonraki yıllarda başta tiroit kanseri olmak üzere yüksek dozda radyoaktiviteye maruz kalmadan kaynaklanan çeşitli hastalıklara yakalananlar ve ebeveynleri aracılığıyla radyoaktiviteye maruz kalmaktan dolayı sakat doğan çocuklar da hesaba katıldığında afetten etkilenenlerin sayısının binlere ulaştığını söylemek yanlış olmayacaktır. Felaketin zararları şöyle özetlenebilir (Kılıç, 2017: 161): • Çevre ve gıda maddelerinin kirlenmesi: Radyoaktif serpinti çevre ve gıda maddelerinin kirlenmesine neden olmuştur. • Sağlık ve sosyal kriz: Radyasyon kaynaklı sağlık sorunları, psikolojik etkiler ve sosyal aksaklıklar sağlık ve sosyal krizlere neden olmuştur. • Ekonomik gelişimin engellenmesi: Radyoaktif serpintiden etkilenen bölgelerin varlığı tarımda sınırlı alanlara çekilmeye neden olmuş ve tarımsal ürünlerin radyasyonlu olması endişesinin getirdiği olumsuz imaj ekonomik sorunlara yol açmıştır. Radyoaktif gazların atmosfere yayılması sonucu başta Ukrayna, Belorussia ve Rusya olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri ile bazı Batı Avrupa ülkeleri nükleer afet tehlikesi ile karşılaşmıştır. Afet sonrasında söz konusu ülkelerde toplumu oluşturan bireyler yiyecek, sağlık, çocukları koruma, vb. sorunlar ile yüz yüze kalırken; yerel ve merkezi yöneticiler ise sınırlı bir zaman dilimi içinde muhtemel yeni tehlikeleri minimize etmek, mevcut zararları ortadan kaldırmak gibi sorunları çözmek durumunda kalmışlardır (“The Sick Man Of Eurasia”, 1990: 21; König, 1991: 38). Çernobil kazası sonrasında açığa çıkan radyoaktif maddeler 1200 metreyi aşan yüksekliğe çıkmış ve oluşturduğu radyoaktif bulutlar ile atmosfere yayılmıştır. Yayılan radyasyonun % 25’i ilk anda yakın çevreyi etkilemiştir. İlk etapta santrale 4 km mesafede bulunan Pripyat kasabasından ve Çernobil’den gelen itfaiye ekipleri ve santral çalışanları çok yüksek düzeyde radyasyona maruz kalmıştır. Radyoaktif tozun hemen hemen yarısı 30 km’lik çapa sahip alanı (bu alan aynı zamanda en çok kirlenmenin olduğu bölgedir), geriye kalanı ise bulutlarla birlikte dünya çevresinde dolaşarak yağmur şeklinde suya ve toprağa karışarak çok daha geniş bir alanı kirletmiştir. Nükleer serpinti yalnızca kazanın yaşandığı bölgeyi değil, radyoaktif bulutun rüzgârla taşınmasıyla çok uzak bölgeleri de kirletmiştir (Kılıç, 2017: 156).