Eğitim Kurumları
Küttab nedir?
İslâmiyet öncesi dönemden itibaren okuma yazma eğitiminin verildiği, bir çeşit
sıbyan mektebi niteliği taşıyan kurumlara küttâb adı verilmiştir.
Küttablar Kuran dışında ne tür konulara ilişkin eğitim verilirdi?
Küttâblarda Kur’an’a dayalı okuma ve yazma eğitiminin dışında gündelik hayatı
pratik hale getirecek bazı alanlarda da eğitim verilirdi. Basit hesap işlemleri, şiir,
edebiyat vs verilen derslerden bazılarıydı. Hz. Ömer eyalet yöneticilerine göndermiş
olduğu bir genelgede çocuklara yazı ve biniciliğin yanı sıra, yüzme ve halk
arasında yaygın olan darbımesellerin öğretilmesini de istemişti. Zamanla, İslâm
devletinin sınırlarının genişlemesiyle birlikte, diğer uygarlıkların dilleri, yani Farsça,
Urduca, Türkçe gibi diller de müfredata dahil edilmişti.
Mescit ile caminin farkını, İslam medeniyetindeki önemini açıklayınız.
Mescit ile cami arasındaki terminoloji farkının temelinde ise, ilkinin daha ziyade gündelik ibadetlerin gerçekleştirmek amacıyla kullanılması, caminin ise Cuma Namazı kılınmak amacıyla içinde bir minberin yer aldığı ve kitleleri bir araya getirme amacının güdüldüğü bir yapı olması yatar. Bununla birlikte, ister mescit olsun, ister cami olsun, her ikisi de İslâm kültürünün topluma aktarılmasında ve eğitim öğretim faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde önemli roller oynamışlardır. Yukarıda da belirtildiği üzere, küttâblarda eğitim gören çocukların bir sonraki eğitim merkezi mescit ve camilerdi. Yine, okuma-yazma, İslâmi ilimler yahut İslâm dini hakkında bilgi edinmek isteyen yetişkin insanlar da mescit ve camilerde eğitim görebilirlerdi.
Mescid-i Nebevinin kısımlarını açıklayınız.
Mescid-i Nebevi adı verilen bu yapı üç bölüme ayrılarak, birinci bölümü Hz. Peygamber’in ailesine, ikinci bölümü ibadet, üçüncü bölümü de eğitim ve öğretim faaliyetlerine tahsis edildi.
Suffe ne demektir?
Mescid-i Nebevi içerisinde eğitim ve öğretim faaliyetleri için ayrılan kısıma suffe
adı verildi. Suffe daha sonraki dönemlerde İslâm dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olarak kabul edilmiştir. Mescid-i Nebevi’nin yapıldığı dönemde,
Medine’de evleri yahut kalacak yakınları olmayan sahabelerin barınabilmeleri
amacıyla da kullanılan suffe, kısa süre sonra bu sahabelerin eğitim faaliyetlerinin
gerçekleştirildiği bir yer haline geldi.
Suffede verilen dersleri açıklayınız.
Suffe’de okuma-yazma, Kur’an ilimleri, akaid ve kıraat gibi konular öğretilirdi.
Hz. Peygamber ashâb-ı suffe adı da verilen bu sahabelerin eğitimi için kendilerinin dışında bazı hocalar da görevlendirilmişti.
Suffe’de kalan öğrencilere, genellikle Kur’an tedris ettikleri için kurra denilmekteydi. Kur’an-ı Kerim dersleri, ibadetler yerine getirilirken kullanılmak üzere bazı surelerin ezberlenmesi ve bu surelerin belirli ve ahenkli seslerle okunup tilâvet edilmesi şeklindeydi. Yine, Kur’an-ı Kerim’de yer alan hukuk kuralları ve ahlak esasları, gündelik hayatta tatbik edilecek buyrukların açıklanması da bu dersler içerisinde yapılıyordu.
Kuba mescidinin önemini açıklayınız.
Hz. Peygamber hicret esnasında henüz Medine’ye gelmeden Kuba denilen bölgede kendisi için bir mescit yapmışlardı. Kuba’ya geldiği zaman henüz tamamlanmamış olan bu mescide son tuğlayı Hz. Peygamber koymuştu. Bu mescid Müslümanların hür ve güvenli ortamda yaptıkları, herkese açık ilk mescid olma özelliğini taşımaktadır. Daha sonra önemli bir eğitim mekanı haline gelen bu mescitteki derslere zaman zaman Hz. Peygamber de nezaret etmiştir.
Abbasilerin Mısır'da kurduğu islam dünyasının ilk üniversitelerinden biri olarak kabul edilen yapı hangisidir?
El-Ezher Camii
İslam dünyasında cami ve mescitlerde verilen eğitimi açıklayınız.
Cami ve mescidlerde eğitim bir hocanın kurduğu ilim meclislerinin etrafında
oluşan ders halkaları şeklinde verilirdi. Bu halkalar mekân olarak kullanılan caminin büyük ya da küçük oluşuna, yahut ders veren hoca sayısına göre azalıp çoğalabilirdi. Camilerdeki halkalarda başta fıkıh, hadis, kelam olmak üzere, felsefe, matematik, tıp kimya gibi farklı alanlarda da dersler verilirdi. Mescitlerde ise, genellikle imam tarafından İslâm akaidi hakkında yüzeysel bilgilerin verildiği tek bir halka oluşturulurdu. Bir mescidin camiye dönüştürülebilmesi için halifenin onayının alınması gerekiyordu. Mescitlerdeki ders halkalarına isteyen herkes katılabilirdi. Buna karşın camilerdeki eğitim daha sistemli ve profesyoneldi.
Dârü’l-Erkam nedir?
Dârü’l-İslâm adıyla da bilinen bu evi, Mekkeli müşriklerin giderek artan zulümleri
karşısında Hz. Peygamber ikametgah olarak seçmiş bir taraftan da ashâba
İslâm dininin esaslarını öğretmiştir. Çok sayıda sahabenin bu evde Müslüman
olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber’in burada oturması ilk Müslümanların İslâmiyeti kabullerinde bir esas teşkil etmiş, sahabelerin Müslüman oluşları, Resulullah’ın Dârü’l- Erkam’a girmesinden önce veya sonra şeklinde bir ayrıma
tâbi tutulmuştur.
Mecâlisü’l-Edeb nedir?
Aristokrat ve kültürlü kimselerin evlerinde ilim meclisleri düzenleme geleneğine Mecâlisü’l-Edeb adı veriliyordu. Çoğu kez sabaha kadar devam eden bu toplantılarda fıkhi ve edebi konular üzerinde tartışma ve münakaşalar yapılılırdı.
Beytü’l-Hikme nedir?
Bilgi ve hikmet evi anlamlarını taşıyan Beytü’l-Hikme, Abbasîler dönemine ait bir
eğitim kurumu olup, 830 yılında, Halife Memun tarafından Bağdat’ta kurulmuştur. Beytü’l-Hikme, İslâm toplumunda bilhassa yüksek öğretim konusunda oldukça meşhurdur. Asıl faaliyeti tercüme sahasındadır. Fetihler sonucunda İslâm coğrafyasının sınırları bir hayli genişleyince, Hellenistik, İran, Hind ve diğer kültürlerle temas kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu bölgelerin Müslümanlar tarafından ele geçirilmesi, bilimsel faaliyetler bakımından son derece ileri olan eğitim kurumlarının da yeni hakimler tarafından kullanılması sonucunu beraberinde getirdi. Bu dönemde sadece Yukarı Mezopotamya’da bile Yunan ilminin öğretildiği elli civarında medrese bulunmaktaydı. Bunların başlıcaları İskenderiye, Antakya, Nusaybin, Ruha, Kınnesrin, Edessa, Cundişapur ve Harran medreseleriydi. Bu kültürlerin yazılı dilleri ise Pehlevice, Nebatice ve Sanskritçe idi. Ele geçirilen bu merkezler, değişik kültürleri tanımak isteyen halifelerin oldukça ilgisini çekmişti. Bu ilgi, söz konusu kültürlere ait eserlerin tercüme edilmesi zaruretini de beraberinde getirdi.
Halife Mansur'un tercüme seerberliğine verdiği desteği açıklayınız.
Halife Mansur devrinde Ermeni Yahya b. Batrik, İranlı Abdullah b. Mukaffa
ve Hasan b. Sehl, Nesturi Buhtişular, Hindli Sindbad ve Rahhâk el-Hindî, ünlü
gökbilimcisi Fazl b. Nevbaht, İbrahim el-Fezâri, Yahudi Maşallah ile Yahya b.
Batrik’in oğlu İsa b. Yahya gibi bilim adamları da bulunuyordu. Halife, bu şahıslara Grekçe, Süryanice, Sanskritçe ve Farsça gibi dillerden tercüme ettirdiği çok sayıda eser için sarayında Hizânetü’l-Hikme adını verdiği bir bölüm tahsis ettirmişti. Halifenin bu şekilde unutulmaya yüz tutmuş ilimlere dair son derece az sayıdaki kitapları toplatıp tercüme ettirmesi, alimlere ve ediplere karşı cömert tavrı, tıp, astronomi, mantık ve matematik ile ilgili alanları teşvik etmesi neticesinde İslâm dünyasında büyük bir fikir hareketi başlamış oldu.
Harun Reşid döneminde ilim faaliyetlerini açıklayınız.
Harun Reşid, önceki dönemlere kıyasla ilim adamlarına karşı daha cömert bir
tavır sergilemiş, bürokratlarına gönderdiği bir emirnamesinde ilim meclislerine
devam edenlerin ve edebiyatta üstad olanların ödüllendirilmesini emretmişti.
Onun döneminde vezir Yahya el-Bermeki’nin de desteğiyle ilmi faaliyetler büyük
bir hız kazandı. Bizans üzerine yapılan seferler sonucunda elde edilen pek çoğu
matematik, tıp ve felsefe ile ilgili kitaplar Bağdat’a getirtilerek Yuhanna b. Mâseveyh başkanlığında kurulan bir heyete tercüme ettirildi. Hintli Menke, Bâziyer, Sindbad, Korbulkul gibi doktorlar Bağdat’a davet edilerek Hint tıbbının İslâm alemine girmesini sağlandı. Bu arada İran’lı Ebu Sehl el-Fazl b. Nevbaht da Farsça’dan tercümeler yapmaya devam ediyordu. Tercüme edilen eserlerin sayısı hayli artıp, Hizânetü’l-Hikme’ye sığmaz hale gelince, bu eserlerin konulması için sarayda daha geniş bir yer tahsis edildi. Harun Reşid devrinde, Hizânetü’l-Hikme Beytü’l-Hikme adını aldı. Böylelikle Beytü’l-Hikme’nin temelleri onun tarafından atılmış oldu.
Dârü’l-Hikmeyi ve neden kurulduğunu açıklayınız.
Dârü’l-İlim olarak da bilinen Dârü’l-Hikme, Fâtımî Halifesi Hakim Biemrillah tarafından 1004 yılında Kahire’de kurulmuştur. Bu kurum Fâtımî Devleti’nde eğitim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği en önemli merkezlerden birisi olmuştur. Fâtımî Halifesinin bu müesseseyi kurmaktaki asıl amacı, mensubu oldukları Şii-İsmaili düşünceyi yaymak amacıyla dâiler (propagandacı) yetiştirmekti. Bu sayede, Sünni Abbasî halifeliğine karşı hilafeti temsil hak ve yetkisinin kendilerinde olduğunu ispatlamayı umuyordu. Bu sebeple Dârü’l-Hikme’nin gelişmesi için hiç bir fedakârlıktan kaçınmamış, pek çok arazinin gelirini buraya vakfetmişti.
Çöllerdeki eğitimi açıklayınız.
Çöller dayanıklılık ve fasih Arapça’nın öğrenilmesi için tercih edilen başlıca
mekânlardı. Araplar, İslâm öncesi devirden itibaren beden, güç ve kuvvet bakımdan sağlıklı bir şekilde büyümeleri için çocuklarını çöle gönderirlerdi. Çöl aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in de dili olan Kureyş lehçesinin en iyi şekilde konuşulduğu yerdi. Dolayısıyla, hali vakti yerinde olan aileler dili en düzgün bir şekilde öğrenmeleri ve hatasız konuşmaları için çocuklarını çöle gönderirlerdi. İslâmiyet’in ilk yüzyılında Arapça’yı en iyi şekilde kullanan şairler, dilciler, fakihler, müfessirler dil eğitimlerini çölde almışlardı.
Emeviler devrindeki müzik okullarını açıklayınız.
Daha ziyade Emevîler devrinde görülen müzik okulları ise adından da anlaşılacağı
üzere sadece müzik ağırlıklı eğitim verilen yerlerdi. Zevk ve eğlence alemlerinin
gitgide rağbet görmeye başladığı bu dönemde müziğe olan ilgi de bir hayli
artmıştı. Kısa sürede Mekke ve Medine’de müzik okulları kuruldu. Bu okullarda
müzik eğitiminin yanı sıra müzik eleştirileri de yapılıyordu. Medine’de Ma’bed’e
ait müzik okulu oldukça meşhurdu. Buraya Hakem başta olmak üzere diğer bazı
şahsiyetler giderek ders alırlardı. Müzik eğitiminde usta-çırak ilişkisi ön planda
olur, talebe hocasının kendisini yeterli bulmasına kadar onun yanından ayrılmazdı. Varlıklı aileler çocukları için özel müzik öğretmenleri tutarlardı. Beytü’l-Kıyan denilen eğlence mekanlarında çalışan cariyelerin müzik eğitimine ayrı bir önem verilirdi. Kendileri için önemli bir gelir kaynağı olan cariyelerin en iyi şarkıları öğrenmeleri için sahipleri hiç bir masraftan kaçınmazlardı.
İslam toplumu içerisinde gayrimüslimlerin eğitim kurumlarını açıklayınız.
Bu dönemin İslâm toplumu içerisinde yer alan diğer bir eğitim kurumu ise
gayrimüslimlere ait ibadet yerleriydi. Her bir dinin mensubu eğitimini kendi mabedinde gerçekleştirildi. Kiliseler ve manastırlar Hıristiyan çocuklarının eğitim
gördükleri yerler olma hususiyetlerini Müslümanların hakimiyeti altına girdikten
sonra da sürdürdüler. Doğu Anadolu coğrafyasındaki kiliselerde felsefe ve tıp eğitimi de verilirdi. Manastırlar genellikle yatılı olurdu. İslâmiyet’in ilk yıllarına rastlayan dönemde Siirt’teki Ahşiva Manastırı’nda dört yüz civarında rahibin eğitim gördüğü rivayet edilmektedir.
Saraylarda eğitim geleneği nasıl başlamıştır?
İslâm dünyasında, Emevîler devrinden itibaren inşa edilmeye başlanan saraylar,
bilhassa halifelerin ve ileri gelen devlet adamlarının çocuklarının eğitildiği başlıca
mekânlar olmuşlardır. Önceki dönemlerin aksine, halk ile aralarına ciddi mesafe
koyan Emevî halifeleri çocuklarını küttâb veya mescidlere göndermek yerine, özel hocalar vasıtasıyla saraylarda eğitmeyi tercih ediyorlardı. Bu özel hocalara müeddib adı verilirdi. Tabii olarak, gelecekte devleti yönetmeye aday olan bir çocuğun eğitimi için gösterilen özen oldukça fazlaydı. Bu nedenle, öğrencilerle daha iyi iletişim kurabilmesi için saraylarda hocalar için de birer oda tahsis edilirdi.
İslamiyette eğitimin önemini açıklayınız.
İslâmiyet, Hz. Peygamber’e risâletinin tebliğinden itibaren eğitim ve öğretime değer veren, bu yöndeki faaliyetleri ön planda tutan bir dindir. Öyle ki, bu dinin Peygamberi olan Hz. Muhammed’e inen ilk ayetlerde “okumak” emredilmiştir. Bu emir, kutsal kitabın daha pek çok ayetinde de tekrarlanmış, öğrenmenin gerekliliği vurgulanmıştır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!”, “ Ve şöyle de: Ey Rabbim! ilmimi arttır”, “O halde, siz bilmiyorsanız aranızdaki bilenlere sorunuz” gibi ayetler bunlardan bazılarıdır