İLH1008
CEZA HUKUKU
10. Ünite
•
26 Soru
S
Suçun tanımını yapınız.
Klasik İslamî kaynaklarda suç kavramı, biri geniş diğeri dar olmak üzere iki farklı biçimde tanımlanmaktadır. Suç, Allah’ın emrettiği davranışları yerine getirmemek ya da yasakladığı davranışları yapmak biçiminde tanımlandığında dinî, ahlâkî ve hukukî kurallara dönük her türlü ihlâli içine alan bir kavramı göstermektedir. Fıkhın dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü olarak tanımlandığını hatırladığımızda, olumlu ya da olumsuz kesin talep (vucûb-hurmet) içeren her bir fıkhî hükmün ihlâli suç teşkil etmektedir. Geniş anlamında suçun kapsamına, dünyevî ya da uhrevî yaptırım öngörülen bütün davranışlar girmektedir. Suç, geniş anlamda kullanıldığında zenb, ism, hatîe, ma’siyet, isyan, cerîme gibi kelimelerle ifade edilen günah kavramına denk düşmektedir.
S
İslâm Hukukuna göre suçlar kaç kısımda incelenmektedir?
İslam ceza hukukunda suçlar çeşitli açılardan tasnife tâbi tutulmuştur. Burada iki tasnif biçiminden söz edebiliriz. Onlardan biri, suçların Kitâb ve Sünnet tarafından doğrudan düzenlenmiş ve cezalarının belirtilmiş olup olmamasına göre had, kısâs ve ta’zîr suçları, diğeri de suç teşkil eden davranışın ihlâl ettiği hakkın türüne göre Allah haklarına ve kul haklarına yönelik suçlar biçimindeki tasniftir. • Had, Kısâs ve Ta’zîr Suçları • Allah Haklarına ve Kul Haklarına Yönelik Suçlar
S
Had, Kısâs ve Ta’zîr Suçları nelerdir?
Had, kısâs ve ta’zîr kelimeleri, aslında cezaların türünü göstermektedir. Had, kısâs ve ta’zîr suçları denildiğinde, cezaları had, kısâs ya da ta’zîr türünde olan suçlar kastedilmektedir. Bununla birlikte, İslam ceza hukuku kaynaklarında had, kısâs ve ta’zîr terimleri, cezaların yanı sıra, o cezaların ilgili olduğu suçları belirtmek amacıyla da kullanılmaktadır. İslam ceza hukuku doktrininde had kavramı biri geniş ve diğeri de dar kapsamlı olmak üzere iki biçimde tanımlanmaktadır. Bir yaklaşıma göre had, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmiş ve cezaları açıkça belirlenmiş suçları ifade eden bir terimdir. Had kavramının geniş kapsamlı tanımında, yalnızca bir davranışın Kitâb ve Sünnet’te suç olarak düzenlenmiş ve cezasının belirlenmiş olması ölçüt olarak alınmaktadır. Bu yaklaşımda kısâs suç ve cezası da, Kitâb ve Sünnet’te düzenlendiği için had kavramının kapsamına girmektedir. İslam hukukçularının diğer bir kısmı ise hadkavramını daha dar kapsamlı olarak tanımlamaktadır. Onlar, bir suçun had suçları arasında sayılabilmesi için, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmiş ve cezasının belirlenmiş olması yanında, Allah hakkını ihlâl eden bir suç niteliğinde olmasını da şart koşmaktadırlar. Had kavramının dar tanımına göre, kısâs bir had suçu olarak kabul edilemez. Çünkü kısâs suçunda, Allah hakkı da ihlâl edilmiş olmakla beraber, kul hakkına yönelik ihlâl daha ağırlıklıdır. Dolayısıyla İslam ceza hukukunda suçlar, had kavramını geniş kapsamlı olarak tanımlayan hukukçular tarafından had ve ta’zîr biçiminde ikili; dar kapsamlı olarak tanımlayan hukukçular tarafından ise had, kısâs ve ta’zîr biçiminde üçlü bir tasnif içinde ele alınmaktadır. Klasik doktrinde had suçları (cerâimu’l-hudûd) teriminin daha çok dar anlamında kullanıldığını da belirtmemiz gerekir. Buna göre had suçları terimi dar anlamında zina, zina iftirası (kazf), içki içme (şürb-sükr), hırsızlık (sirkat), yol kesme (hırâbe/kat’-i tarîk), isyan (bağy) ve dinden dönme (irtidâd) suçlarını ifade etmektedir. • Kısâs suçları (cinâyât/cerâimu’l-kısâs) denildiğinde, insanın canına ve vücut bütünlüğüne yönelik saldırı niteliği taşıyan yasaklanmış davranışlar kastedilmektedir. Cana ve vücut bütünlüğüne yönelik suçlar, adam öldürme suçu ile darp, yaralama gibi müessir fiilleri kapsamaktadır. • Ta’zîr suçları (cerâimu’t-ta’zîr) ise, iki kısımda ele alınabilir. Onlardan ilk kısmını, Kitâb ve Sünnet’te yasaklanmış, fakat kendilerine herhangi bir cezaî yaptırım öngörülmemiş davranışlar oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle, söz konusu davranışlar birer suç olarak ilahî irade (Şâri’) tarafından düzenlenmiş, ancak bunların nasıl cezalandırılacakları bildirilmemiştir. Ta’zîr suçlarının ikinci kısmında ise Kitâb ve Sünnet’te doğrudan düzenlenmemiş, toplumsal koşullara göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış olan suçlar yer almaktadır. Ta’zîr suç ve/veya cezalarını belirlemede yetkili organ, pozitif düzeyde yasama yetkisini elinde tutan devlet başkanıdır. Devlet başkanı, ta’zîr suç ve/veya cezalarını belirleme yetkisini hâkimlere de bırakabilir.
S
Allah haklarına ve kul haklarına yönelik suçların ayrımı nedir?
İslam hukukunun genel teorisine ilişkin (usûl-i fıkıh) eserlerde haklar Allah ve kul hakları olmak üzere öncelikle iki kısma ayrılarak incelenmektedir. Allah hakları tabiriyle, kamusal (toplumsal) haklar; kul hakları tabiriyle de özel (kişisel/bireysel) haklar kastedilmektedir. Allah hakları tüm toplumu, kul hakları ise yalnızca belli kişi ya da kişileri ilgilendirmektedir. İslam hukuku kuralları yoluyla korunan haklar, Allah hakkının ya da kul hakkının ağırlık derecesine göre, • Sırf (hâlis) Allah hakları, • Allah ve kul hakkı ortak, fakat Allah hakkının üstün olduğu haklar, • Allah ve kul hakkı ortak, fakat kul hakkının üstün olduğu haklar, • Sırf (hâlis) kul hakları biçiminde dört kısma ayrılmaktadır.
S
İhlâl edilen hakkın niteliği ve ağırlık derecesi bakımından suçlar ne şekilde tasnif edilmektedir?
• Sırf Allah hakkını ihlâl eden suçlar: Zina ve içki içme suçları örnek verilebilir. Bunların işlenmesinde başka kişilere doğrudan verilen bir zarar bulunmamaktadır. Zina suçu işleyen kimselerin birbirlerine verdikleri bir zarardan değil, neslin korunması ilkesine aykırılıktan ve evlilik kurumuna yönelik bir saldırıdan söz edilebilir. Benzer şekilde içki içen kimse de başka bir kişinin hakkını değil, aklın korunması ilkesine aykırı davranarak, kamusal bir hakkı ihlâl etmektedir. Çünkü toplum bireylerden oluşmaktadır. Bireylerin fıtratı bozarak kendilerini sağlıksız hale getirmeleri, toplumsal yarar ve düzen açısından bir zarar doğurmaktadır. • Allah ve kul hakkı ortak olup, Allah hakkının daha ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Zina iftirası (kazf) ve hırsızlık (sirkat) suçları örnek verilebilir. Zina iftirası, kişilik; hırsızlık ise mülkiyet haklarına yönelik suçlardır. O nedenle, İslam ceza hukuku doktrinindeki çoğunluk yaklaşımına göre, bu suçlarda kişisel hakların saldırıya uğradığı açıktır. Fakat toplumun genel ahlâk ve güvenliğine yönelik saldırı, daha büyük bir zarar içermektedir. • Allah ve kul hakkı ortak olup, kul hakkının daha ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Bunlara kısâs suçlarını örnek verebiliriz. Kişilerin yaşam ya da vücut bütünlüğü haklarına yönelik suçlar, öncelikle onlara zarar vermektedir. Kısâs suçları, ikinci derecede, toplumsal güvenliği de sarsmaktadır. • Sırf kul haklarını ihlâl eden suçlar: İslam ceza hukuk doktrininde özellikle Şâfiî hukukçularca kabul edilen ve azınlıkta kalan bir yaklaşıma göre, mesela zina iftirası suçu yalnızca kul hakkını ihlâl edici niteliktedir. Bu yaklaşımda zina iftirası suçunun Allah hakkını hiç ihlâl etmediği ileri sürülmemekte; çok dolaylı olması nedeniyle Allah hakkına yönelik ihlâl dikkate alınmamaktadır.
S
İslâm hukukuna göre suçların hukuki sonuçlarına göre tasnifini yapınız.
Hâkimin takdir yetkisinin bulunup bulunmaması: Had ve kısâs suçlarında cezalar tek olup, hâkimin takdir yetkisini kullanacağı bir alt ve üst sınır aralığı söz konusu değildir. Hâlbuki ta’zîr suçlarında hâkim cezayı suçu ve suçluyu dikkate alarak takdir edebilir. Kanun koyucu bu tür suçlar için alt ve üst sınır belirleyebilir. • Şikâyete bağlı olup olmama: Allah haklarını, yani kamusal hakları ihlâl eden had suçlarında koğuşturma (takip) şikâyete bağlı değildir. Şu kadar ki, zina iftirası ve hırsızlık suçlarında Allah hakkının ihlâli ağırlıklı olmakla beraber, kul hakkının ihlâli de söz konusu olduğu için, bu suçların koğuşturulması da doktrindeki çoğunluk görüşüne göre şikâyete bağlıdır. Mâlikî ve bir kısım Hanbelî hukukçular ise, hırsızlık suçunda da koğuşturmanın kendiliğinden (re’sen) yapılması gerektiğini, şikâyete ihtiyaç bulunmadığını kabul etmektedirler. Kısâs suçlarında ağırlıklı olarak kul hakları ihlâl edildiği için, onların koğuşturulması şikâyetin bulunmasına bağlanmıştır. Ancak kısâs suçlarında şikâyet edecek kimsenin ya da şikâyet imkânının bulunmaması durumlarında, koğuşturma devlet tarafından kendiliğinden yapılmaktadır. Ta’zîr suçlarına gelince, Allah hakları ihlâl edildiğinde koğuşturma kendiliğinden yapılmakta, kul hakları ihlâl edildiğinde ise şikâyet şartı aranmaktadır. • Affın mümkün olup olmaması: Had suçlarında devlet ya da mağdur konumundaki kişilerin suçluyu affetmeleri hukukî sonuç bakımından geçerli bir etkiye sahip değildir. Kısâs suçlarında ise af etkilidir. Mağrudun kendisinin ya da nitelikleri belli yakınlarının (evliyâu’ddem) suçluyu affetme yetkileri bulunmaktadır. Kısâs suçlarında af, cezanın tamamen kalkmasını, türünün değişmesini ya da hafifletilmesini sağlar. Suçlunun mağdur ya da yakınlarınca affedilmesi, devlet tarafından ta’zîr türünde bir ceza ile cezalandırılmasına engel değildir. Ta’zîr suçlarında da suçlunun affedilmesi, cezanın düşmesini sağlamaktadır. Ta’zîr suçlarında kısâs suçlarından farklı olarak, mağdurun yanı sıra devletin de af yetkisi bulunmaktadır. • Hafifletici sebeplerin dikkate alınıp alınmaması: Had ve kısâs suçlarında hafifletici sebepler dikkate alınmamaktadır. Buna karşılık hafifletici sebepler ta’zîr suçlarında etkilidir. Zamanaşımının etkili olup olmaması: Zamanaşımı, ilke olarak, Allah haklarını ihlâl eden suçlarda etkili, kul haklarını ihlâl eden suçlarda etkili değildir. Ta’zîr suçlarında ise, devlet başkanı tarafından belli bir zamanaşımı süresi belirlenebilir. • Suçun isbatında şüphenin etkili olup olmaması: Had ve kısâs suçları, ancak belli isbat vasıtaları ile sâbit olur. En küçük bir şüphe bile, had ve kısâs suçlarının kanıtlanmış sayılmasını engeller. Ta’zîr suçlarında ise isbat vasıtaları daha geniş ve çok sayıda olup, kimi durumlarda belli oranda bir şüphenin varlığı suçun isbatında dikkate alınmaz.
S
Klasik İslam hukukunda suç unsurları nelerdir?
• Kanunî Unsur • Maddî Unsur • Hukuka Aykırılık • Manevî Unsur
S
Suç unsurlarından kanuni unsur ne anlama gelmektedir?
Kanunî unsur, bir davranışın (fiil) kanunda suç olarak tanımlanmış olması demektir. Kanunda tanımlanmamış hiçbir davranış suç olarak kabul edilemez. Kanunî unsur, kanunsuz suç olmaz ilkesine dayanmaktadır. Buna kanunîlik ilkesi de denilmektedir. • Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından Uygulanması Ceza: İslam ceza hukukunda had ve kısâs suçlarını düzenleyen kurallar Kitâb ve Sünnet’e dayandıkları için nâzil ya da vârid oldukları tarihten itibaren yürürlüktedir. Onlar konulmadan kimsenin had ya da kısâs suçundan ötürü cezalandırılması söz konusu değildir. Özellikle somut olay özelinde belirlenen ta’zîr suçları bir yana bırakılırsa, yasama yoluyla tek tek ya da toplu olarak ta’zîr suçlarını düzenleyen kuralların ancak halka duyurulup, yürürlüğe girdikten sonra işlenecek suçlara uygulanabileceği ilkesine İslam ceza hukuku doktrini ulaşmıştır. Somut olay özelinde belirlenen ta’zîr suçlarında da yetkinin nasıl kullanılacağının belli olması, önemli ölçüde bir öngörülebilirlik sağlamaktadır. • Ceza Hukuku Kurallarının Yer Bakımından Uygulanması: İslam ceza hukuku doktrininde ceza hukuku kurallarının yer bakımından uygulanması meselesinde iki temel yaklaşım açığa çıkmıştır. Ebû Hanîfe’ye göre dârulislamda bulunan müslümanlarla gayr-i müslim vatandaşlara (zimmîler) İslam ceza hukuku kuralları uygulanır. Dârulharbden izinli olarak dârulislama gelen yabancılara (müste’menler) ise kul haklarına yönelik suçları düzenleyen kurallar uygulanmakla birlikte, Allah haklarına yönelik suçlara ilişkin kurallar uygulanmaz. Müslüman ve gayr-i müslim vatandaşların dârulharbde işledikleri suçlardan ötürü dârulislamda herhangi bir koğuşturma yapılmaz ve ceza verilmez. Çünkü İslam devleti dârulharbde egemenlikten kaynaklanan yetkilerini kullanamaz. Ancak kul haklarının ihlâlinden doğan tazminat sorumluluğu ortadan kalkmaz. İslam hukukçularının çoğunluğu ise dârulislamda işlenen suçlar bakımından mülkîlik ilkesini benimsemişlerdir. Buna göre dârulislamda bulunan ister vatandaş isterse yabancı olsun herkese İslam ceza hukuku kuralları uygulanır. Dârulharbde işlenen suçlar bakımından ise şahsîlik ilkesini geçerli saymışlardır. Dârulharbde suç işleyen müslüman ya da gayr-i müslim vatandaşlar dârulislama döndüklerinde İslam ceza hukuku kurallarına göre koğuşturulup cezalandırılırlar. • Ceza Hukuku Kurallarının Kişiler Bakımından Uygulanması: İslam ceza hukuku doktrininde çoğunluk görüşü, devlet başkanının diğer kişiler gibi, hiçbir suçtan ötürü mutlak ya da nisbî dokunulmazlığının bulunmadığı yönündedir. Hanefîler ise devlet başkanının Allah haklarına yönelik suçlar bakımından dokunulmazlığa sahip olduğunu kabul etmektedirler. Bu görüş, had suçlarının uygulanması konusunda yetkili ve sorumlu kimse olarak devlet başkanının, sahip olduğu cezalandırma yetkisini kendisine karşı kullanamayacağı gerekçesine dayandırılmaktadır. Hanefî hukukçulara göre, devlet başkanının Allah haklarını ihlâl eden davranışları sebebiyle cezaî bakımdan dokunulmazlığı mevcut olmakla birlikte, hukukî ve uhrevî (dinî) sorumluluğu devam eder. Kul haklarına yönelik suçlar sebebiyle ise hukukî, cezaî ve uhrevî sorumluluğu tamdır.
S
Suçun maddi unsuru ile ne kastedilmektedir?
Suçun maddî unsuru ile, suç olarak nitelenmeye elverişli bir davranışın (fiil) bulunması kastedilmektedir. Kişilerin içsel davranışları tek başlarına ceza hukukunun konusunu teşkil etmez. Ancak dışsal bir davranışla (fiil) beraber bulunurlarsa, onların suç olarak nitelenmesi ve cezalandırılması mümkün olur. Suçun maddî unsuru, yasaklanmış bir fiili yapma (olumlu) ya da yapılması gereken bir fiili yapmaktan kaçınma (olumsuz) biçiminde açığa çıkabilir. Ceza hukukunda fiil, hareket, netice ve illiyet bağını birlikte ifade eden bir terimdir. Hareket, insanın iradesini dış dünyada açığa vurduğu her türlü davranış anlamındadır. Netice, hareket sebebiyle dış dünyada meydana gelen değişiklik demektir. İlliyet bağı ise, hareket ve netice arasındaki sebepsonuç ilişkisi, yani hareketin neticeyi doğurucu niteliğidir. İlliyet bağı, cezaî sorumluluğun temel koşuludur.
S
Hukuka aykırılık ilkesi nedir?
Hukuka aykırılık, yapılan davranışın ceza hukuku kuralında tanımlanan suç tipine uygun olması yanında, ayrıca tüm hukuk düzeni ile çelişki halinde bulunmasını ifade eder. Çünkü kimi zaman bir davranış ceza hukuku kuralındaki suç tanımına uyduğu halde, hukuk düzenindeki başka bir kural onun hukuka uygun olduğunu öngörebilir. Bir davranışı suç olmaktan çıkartan, hukuk düzenince tanımlanmış sebepler bulunabilir. Bunlara hukuka uygunluk sebepleri denilmektedir. Öyleyse hukuka aykırılık, davranışın ceza hukuku kuralında tanımlanan suç tipine uygun düşmesi yanında, bir hukuka uygunluk sebebinin de bulunmaması durumunda açığa çıkmaktadır. İslam ceza hukukunda hukuka uygunluk sebeplerini şu şekilde açıklayabiliriz: • Hakkın Kullanılması: Hakkın kullanılması ile, ceza hukukunun suç saydığı bir davranışın yapılmasının, hukuk düzeninin bir diğer kuralı tarafından fâilin hakkı olarak düzenlenmesi kastedilmektedir. Mesela İslam hukukuna göre anne ve babanın çocuğunu te’dip hakkı vardır. Bu hak, anne ya da babanın çocuğunu uygun ölçüler dâhilinde dövebilme yetkisini de içerir. Te’dip hakkı sınırlarını aşmamak koşuluyla, dövme sonucunda öngörülmeyen bir zararın açığa çıkması hali, suç olarak kabul edilmez. Çünkü te’dip hakkı bir hukuka uygunluk sebebidir. • Görevin Yerine Getirilmesi: Görevin yerine getirilmesi (îfâ), hukuk kuralının hükmünü ya da yetkili merciin emrini icrâ etmek biçiminde açığa çıkar. Hükmün ya da emrin yerine getirilmesi, ceza hukuku kuralındaki tanımına uysa bile, suç olarak kabul edilmez. Mesela bir hekimin hastanın vücuduna tıbbî müdahelesi, ceza kuralında tanımlanmış adam yaralama suçuna uymakla birlikte, hukuk düzenindeki başka bir kural tarafından bir hukuka uygunluk sebebi olarak öngörülmüştür. • Meşru Müdafaa: Meşru müdafaa, bir kişinin kendisine ya da üçüncü bir kişiye ait hakka yönelmiş haksız bir saldırıyı ortadan kaldırmak amacıyla saldırgana karşı gerçekleştirdiği savunma hareketleridir. Meşru müdafaa hali, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan hareketleri suç olmaktan çıkartır. İslam ceza hukukunda meşru müdafaa, cana, ırza ve mala karşı yapılan saldırılara yönelik savunmaları içine alır. Meşru müdafaanın geçerlilik koşulları, devlet organlarından yardım istemenin mümkün olmaması ve saldırıyı önlemek için orantılı güç kullanılması, savunmanın yeni bir saldırıya dönüşmemiş olmasıdır. • Zorunluluk Hali: Zorunluluk (zaruret, ıztırar) hali, bir kişinin bilerek neden olmadığı bir hayatî tehlikeden kendisini ya da başkasını kurtarmak amacıyla suç teşkil eden davranışta bulunması demektir. Zorunluluk hali, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan davranışı suç olmaktan çıkartır. Mesela susuzluktan ölme tehlikesi içinde bulunan kimsenin içki içmesi bir suç değildir. Zorunluluk halinin davranışı suç olmaktan çıkartabilmesi için, ölüm tehlikesinin bulunması, tehlikeden başka bir yolla kurtulmanın imkânsız olması, zorunluluk miktarının aşılmaması, başkasının zorunluluk halinde (muztar halde) bırakılmaması ya da ölümüne sebep olunmaması gerekir.
S
Manevi unsur nedir?
Ceza hukuku kuralında tanımlanan ve hukuka aykırılık teşkil eden davranışın yapılmış olması, fâili sorumlu tutmak için yeterli değildir. Davranışın aynı zamanda fâil tarafından kusurlu bir biçimde gerçekleştirilmiş olması gerekir. Fâilin kusurlu sayılabilmesi için, kusur yeteneğine (isnad yeteneği/cezaî ehliyet) sahip olması, bu yeteneği ortadan kaldıran veya azaltan bir halin bulunmaması yanında, hukuka aykırı davranışı kendi iradesiyle yapmış olması gerekmektedir. Buna suçun manevî unsuru, sübjektif unsuru ya da kusurluluk denilmektedir. • İslam ceza hukukuna göre kusur yeteneğinin bir kişide bulunması, onun temyiz kudretine (ayırt etme gücü) sahip ve ergenlik çağına ulaşmış (âkil ve bâliğ) olmasına bağlıdır. Buna göre, mümeyyiz ve ergen olan kimselerin kusur yeteneği bulunduğu için onlar işledikleri suçlardan tüm sonuçlarıyla sorumludurlar. Mümeyyiz küçükler ve gayr-i mümeyyiz kişiler had suçları bakımından kusur yeteneğine sahip olmamakla birlikte, kul haklarına yönelik suçların mâlî sonuçlarından sorumlu tutulurlar. Mesela adam öldürme suçunda, mümeyyiz küçüklerle gayr-i mümeyyiz kişilere kısâs cezası uygulanmadığı halde, onlar bir tür tazminat olan diyetten sorumludurlar. Mümeyyiz küçükler doğru ve yanlışı kavrayabildikleri için yalnızca ta’zîr suçlarından sorumlu tutulurlar. Ancak onlar sınırlı bir kusur yeteneğine sahip kabul edildiklerinden, ceza, eğitim amaçlı olarak verilebilir. Mümeyyiz olmayanların ta’zîr suçları bakımından da kusur yetenekleri bulunmamaktadır. • Kusur, kişinin iradesinin suç teşkil eden davranışa yönelmesi demektir. Kusur, İslam ceza hukukunda önce kasıt ve hata olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. İradenin suça yönelmesinin dereceleri olarak kasıt ve hatadan her biri de kendi içinde ikiye ayrılır. Buna göre, İslam ceza hukuku doktrininde kusur, kasıt (amd), kasıt benzeri (şibh-i amd), hata ve hata benzeri (mâ cerâ mecrâ’l-hata’) kısımlarına ayrılmaktadır. Hanefî hukukçular ise, kısâs suçları bakımından sebebiyet verme (tesebbüb) biçiminde beşinci bir kısımdan daha söz ederler.
S
Ceza nedir?
Kelime olarak ceza, karşılık anlamına gelmektedir. Terim olarak ise ceza, ceza hukuku kurallarınca suç olarak tanımlanan davranışların yapılması halinde, yargısal bir karara bağlı olarak ve belli amaçlar gözetilerek devlet tarafından suçluya uygulanan maddî yaptırım demektir. İslam ceza hukukunda ceza kavramı ukûbet terimi ile ifade edilmektedir.
S
Ceza ilkeleri nelerdir?
• Kanunîlik İlkesi: Cezalarda kanunîlik ilkesi, ceza hukuku kurallarınca düzenlenmeyen hiçbir cezanın verilemeyeceği anlamındadır. İlke, kanunsuz ceza olmaz biçiminde ifade edilir. Bir davranışın suç sayılabilmesi için ceza hukuku kuralında tanımlanmış olması gerektiği gibi, bir yaptırımın ceza olarak nitelenebilmesi için de aynı şekilde tanımlanmış olması gerekmektedir. • Şahsîlik İlkesi: Şahsîlik (kişisellik) ilkesi, cezanın ancak suçu işleyen kimseye verilebileceğini öngören bir ilkedir. Evrensel hukuk düşüncesi bakımından oldukça geç bir dönemde ulaşılan şahsîlik ilkesi, İslam ceza hukukunda başlangıçtan itibaren yerleşik bir ilke olarak mevcuttur. İslam, Câhiliye hukukunun kolektif sorumluluk anlayışını reddetmiş, suçlarda sübjektif (şahsî/kişisel) sorumluluk ilkesini yerleştirmiştir. • Genellik ilkesi, cezaların tüm kişilere aynı şekilde uygulanması anlamındadır. İslam ceza hukukunda gayr-i müslimlere ve kölelere bir kısım cezalar, çoğunlukla onların lehine olmak üzere, farklı uygulanabilmektedir. Bu durum, onların statülerinden kaynaklanmaktadır. Fakat önemli olan husus, İslam ceza hukukunda cezaların aynı statüdeki kişilere eşit şekilde uygulanması ilkesidir.
S
İslâm ceza hukukuna göre cezalar ne şekilde tasnif edilmektedir?
İslam ceza hukukunda cezalar çeşitli açılardan tasnife tâbi tutulmaktadır. Biz burada aralarındaki ilişkiye ve uygulanma biçimine göre cezaları iki kısımda incelemeyi yeterli görüyoruz: • Aralarındaki İlişkiye Göre Cezalar: İslam ceza hukukunda cezalar aralarındaki ilişkiye göre aslî, bedelî, tâbi ve tamamlayıcı olmak üzere dört kısma ayrılmaktadır. Aslî cezalar, suç için asıl olarak kararlaştırılan kısâs, el kesme ve recm gibi cezalardır. Bedelî cezalar, aslî cezaların hukukî bir sebeple uygulanamadığı durumlarda onların yerine geçen cezalardır. Kısâs cezası uygulanamadığında diyet ve herhangi bir had cezası uygulanamadığında da ta’zîr cezasının verilmesi, bedelî ceza niteliğindedir. Tâbi cezalar, aslî cezaya hükmedilmesiyle suçlunun doğrudan katlandığı ve ayrıca hükmedilmesine gerek olmaksızın kesinleşen cezalardır.Mûrisini öldüren kâtilin mirastan mahrum kalması ya da zina iftirasında bulunan kimsenin şahitlik ehliyetini kaybetmesi tâbi bir ceza olup, bunlara ayrıca hükmedilmesi gerekmez. Tamamlayıcı cezalar ise aslî cezanın yargı kararıyla kesinleşmesinden sonra ona dayalı olarak verilen ve hâkim tarafından ayrıca hükmedilmesi gereken cezalardır. Hanefî hukukçulara göre zina suçunda hâkimin gerekli görmesi halinde aslî cezaya ilave olarak mahkûmun hapsedilmesi gibi. • Uygulanma Biçimine Göre Cezalar: İslam ceza hukukunda cezalar uygulanma biçimine göre de bedenî, ruhî, hürriyeti bağlayıcı ve mâlî olmak üzere dört kısımda tasnif edilmektedir. Bedenî cezalara ölüm, el kesme ve sopa cezaları örnek verilebilir. Ruhî cezalar kınama, teşhir etme, öğüt verme gibi suçluya psikolojik olarak acı veren cezalardır. Hürriyeti bağlayıcı cezalarla hapis cezaları kastedilmektedir. İslam hukukçularından bir kısmı sürgün cezalarının hapis cezası biçiminde uygulanabileceğini kabul etmektedirler. İslam hukukunda uzun süreli hapis cezaları benimsenmemiştir. Mâlî cezaların para ve müsadere biçiminde iki türde uygulandığı görülmektedir. Diyet bir tazminat olarak değerlendirilirse, had ve kısâs suçları için mâlî ceza öngörülmüş değildir. Ta’zîr suçlarında para cezalarının uygulanmasına İslam hukukçularının çoğunluğu olumsuz yaklaşmış olmakla birlikte, tarihsel süreç boyunca kanunnamelerde sıkça düzenlenmiştir. Müsadere niteliğindeki mâlî cezalara ise Hz. Peygamber’in ve Hz. Ömer’in uygulamalarında rastlanmaktadır. Hz. Peygamber’in zekâtını vermeyen kimsenin malının yarısına ve Hz. Ömer’in de hileli mal satan kimselerin mallarına el koyduğuna dair bilgiler mevcuttur. Müsadere sonraki dönemlerde de mâlî bir ceza olarak uygulanmıştır.
S
Cezaları düşüren sebepler nelerdir?
İslam ceza hukukunda cezalar çeşitli sebeplere bağlı olarak düşmektedir. Ancak her bir sebep bütün cezalar bakımından düşürücü bir etkiye sahip değildir. Bir sebep, bir veya birden fazla cezaya özgü olabilir. • Mağdurun Rızası: Mağdurun rızası, kişinin, ceza hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan davranışın kendisine karşı yapılmasına rıza göstermesi anlamındadır. İslam ceza hukukunda kimi hukukçular mağdurun rızasının kısâs suçlarında etkili olduğunu kabul etmektedirler. Onlara göre hem kısâs cezası hem de diyet düşmektedir. Diğer bazılarına göre ise mağdurun rızası kısâs cezasını düşürmekle birlikte, diyeti düşürmemektedir. Üçüncü bir görüş de, mağdurun rızasının hem kısâs cezasının hem de diyetin düşmesinde etkili olmadığını benimsemektedir. Mağdurun rızasının yaralama suçlarında cezayı düşürdüğü ve ta’zîr cezalarını ise düşürmediği konusunda görüş birliği mevcuttur. • Suçlunun Ölümü: Suçlunun ölümü, onun şahsıyla ilgili (bedenî, ruhî ve hürriyeti bağlayıcı) cezaları doğal olarak düşürmektedir. Diyet ve mâlî cezalar ise suçlunun ölümü ile düşmez. Çünkü diyet ve mâlî cezalar suçlunun şahsı ile değil, mal varlığı ile ilgilidir. Buna karşılık Ebû Hanîfe diyetin ve mâlî cezaların da düşeceği görüşündedir. • Suçlunun Tevbesi: İslam ceza hukukunda suçlunun tevbesinin yol kesme suçunun cezasını düşürdüğü konusunda görüş birliği vardır. Yol kesme suçunu işleyen kimse yakalanmadan önce tevbe ederse had cezası düşer. Diğer had cezalarının tevbe ile düşüp düşmeyeceği hususunda, yukarıda da açıkladığımız üzere, görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kul haklarıyla ilgili suçların cezaları ise tevbe ile düşmez. • Sulh: Tarafların anlaşması anlamında sulh, yalnızca kısâs cezasını ve diyeti düşürür. Diğer cezalar bakımından sulh, herhangi bir etkiye sahip değildir. • Af: Affın, ilke olarak, had cezaları üzerinde bir etkisi söz konusu değildir. Şu kadar ki, hırsızlık ve zina iftirası suçları aynı zamanda kul haklarına yönelik olduğundan, af, onların cezaları bakımından kısmen etkilidir. Kısâs, diyet ve ta’zîr suçlarında ise af, cezayı düşürücü bir sebep niteliğindedir. Kısâs ya da diyetin affedilmesi, aynı suç gerekçesiyle devletin verdiği ta’zîr cezasını düşürmez. Ta’zîr cezasının devlet başkanı tarafından affedilmesi, mağdurun hakkını ortadan kaldırmaz. • Zamanaşımı: Ceza hukuku doktrininde zamanaşımının kısâs cezası ve diyet bakımından herhangi bir etkisinin bulunmadığı, ta’zîr cezaları bakımından ise cezayı düşürücü bir sebep niteliği taşıdığı konusunda ittifak edilmiştir. Zamanaşımının had cezalarına etkisi hususunda doktrinde iki ayrı görüş açığa çıkmıştır. Çoğunluk had cezalarının zamanaşımı ile düşmeyeceği görüşündedir. Hanefî hukukçular ise iffete iftira suçunun cezası hariç, diğer had cezalarının zamanaşımıyla düşeceği görüşünü benimsemişlerdir.
S
Zina suçunun cezası nedir?
Ebû Hanîfe yalnızca bir kadın ve erkek arasında olan cinsel ilişki türünü zina suçu olarak tanımladığı halde, çoğunluk erkekle erkek, kadınla kadın arasında olanlar da dâhil, meşru ilişki dışındaki her tür cinsel ilişkiyi zinasuçu olarak kabul etmektedir. Ayrıca İslam ceza hukukunda evli kimsenin işlediği zina suçuyla, bekâr bir kimsenin işlediği zina suçu cezalandırma bakımından ayrılmıştır. Evli kimse tabiri, suçu işlediği sırada fiilen evli olan kimse değil, sahih bir nikah akdi ile evlenmiş ve evliliğinde cinsel ilişki gerçekleşmiş kimse anlamındadır. Evli kimselerin işledikleri zina suçunun cezası recm, yani taşlanarak öldürülmedir. Bekâr kimselerin zina suçunu işlemeleri halinde ise onlara yüz celde (sopa) vurulur (Nûr 24/2). Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre zina suçunu işleyen bekâr kimseye ayrıca bir yıl sürgün cezası verilir. Hanefîler bir yıllık sürgün cezasının zina haddi kapsamında olmadığını, ta’zîr niteliğinde olduğunu kabul ederler. Ayrıca Hanefî ve Mâlikîlere göre sürgün cezası, suçlunun hapsedilmesi suretiyle uygulanır. Şu kadar ki, Hanefîler suçlunun yaşadığı yerde, mâlîkîler ise başka bir yerde hapsedilmesi gerektiği kanaatindedirler. Diğer hukukçular ise sürgün cezasını, kişinin yaşadığı yerden başka bir yere gönderilmesi ve orada ikâmete zorunlu tutulması olarak tanımlamaktadırlar.
S
Zina iftirasının suçu ve cezası nedir?
Zina iftirası (kazf), bir kişiye zina ettiği ithamında bulunmak ya da kişinin nesebini inkâr etmek anlamındadır. Zina iftirası suçunun oluşması için ona özgü üç unsurun bulunması gerekmektedir. Birincisi zina ithamı yapmak ve nesebi inkâr etmektir. Çoğunluk, suçun oluşabilmesi için söz konusu ithamın açık (sarîh) bir şekilde yapılması gerektiği kanaatindedir. Mâlikî hukukçular ise kapalı şekilde (ta’rîz yoluyla) yapılan ithamla da zina iftirası suçunun teşekkül edeceğini kabul etmektedirler. Ayrıca bir kişinin eşcinsel olduğu ithamında bulunmak da eşcinselliği zina suçu kapsamında gören hukukçulara göre zina iftirası suçunu oluşturur. İkinci unsur, zina iftirasına uğrayanmağdurun muhsan olmasıdır. Bir kimsenin muhsan olması, tam ehliyetli, müslüman, hür ve olması anlamındadır. Zina iftirası suçunun üçüncü unsuru ise suç kastının bulunmasıdır. Suç kastı için, zina iftirasında bulunan kimsenin yaptığı ithamın doğru olmadığını biliyor olması yeterlidir. Onun da ölçüsü, iddiasını kanıtlayamamasıdır. Zina iftirası suçu, had suçlarından olmakla birlikte, kul hakkını ihlâl niteliği de taşıdığı için koğuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Bununla birlikte, Hanefî ve Mâlikî hukukçular Allah hakkının ihlâlini daha ağır gördüklerinden suçun sâbit olmasından sonra mağdurun suçluyu affetme hakkının bulunmadığını savunmuşlardır. Şâfiî ve Hanbelî hukukçulara göre ise, zina iftirası suçunda kul hakkının ihlâli daha ağırdır. Bu itibarla onlar, had cezası uygulanıncaya kadar mağdurun affetme hakkının bulunduğunu benimsemişlerdir. Zina iftirası suçunu işleyen kimseye ceza olarak seksen celde (sopa)vurulması öngörülmüştür (Nûr 24/4). Ayrıca zina iftirası suçunu işleyen kimsenin, çoğunluğa göre tevbe edinceye kadar, Hanefîlere göre ise tevbe etse bile ebedî olarak şâhitliği kabul edilmez.
S
İçki içme suçu ve cezası nedir?
İslam’da sarhoşluk veren tüm içecekler haram kılınmış, bunların içilmesine cezaî yaptırım bağlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen hamr kelimesini Hanefîler şarap, çoğunluk ise sarhoşluk veren her türlü içki biçiminde anlamaktadır. Bu itibarla Hanefîlerin yaklaşımı ile çoğunluk doktrinleri arasında içki içme suçunun tanımı hususunda farklılık açığa çıkmıştır. Hanefîler içki içme suçunu şarap içme (şürb) ve sarhoşluk suçu (sükr) olmak üzere iki kısımda tanımlamaktadırlar. Şarabın (hamr) Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan yasaklanması (Mâide 5/90- 91) nedeniyle Hanefîler, ondan az ya da çok içilmesini içki içme (şürb) suçunun oluşumu için yeterli görmektedirler. İçki içmenin had mi yoksa ta’zîr suçu mu kabul edileceği İslam ceza hukuku doktrininde tartışmalıdır. Benzer şekilde cezasının kırk celde (sopa) mi yoksa seksen celde mi olduğu hususunda da görüş ayrılığı bulunmaktadır. İçki içme suçunun cezasını kırk celde kabul edenler (Şâfiî hukukçular) Hz. Peygamber’den gelen rivayetlere, seksen celde kabul edenler (Hanefî, Mâlîkî ve Hanbelî hukukçular) de Hz. Ömer zamanında gerçekleşen sahâbe icmâına dayanmaktadırlar.
S
Hırsızlık suçu ve cezası nedir?
Hırsızlık suçu, koruma (hırz) altında bulunan başkasına ait belli değerde bir malın sahiplenilmek amacıyla gizlice alınması demektir. Buna göre hırsızlık suçunun meydana gelmesi için çalınan şeyin mal niteliği taşıması ve belli değerde olması gerekmektedir. Bir diğer unsur, malın başkasına ait olmasıdır. Malın bir kısmının suçu işleyen kimseye ait olması ya da böyle bir şüphenin bulunması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunun oluşumuna engeldir. Malın, çalındıktan sonra hırsızın mülkiyetine geçmesi Mâlikîlere göre suçun oluşumuna etki etmez. Çoğunluk ise, çalındıktan sonra malın mülkiyetinin hırsıza intikal etmesini suçun teşekkülü bakımından bir engel kabul etmektedir. Şu kadar ki, bunun, hangi aşamadan önce olması gerektiği konusunda görüş ayrılığı bulunmaktadır. Mülkiyetin, koğuşturma başlamadan, hüküm verilmeden ya da ceza uygulanmadan önce hırsıza geçmesini esas alan hukukçular vardır. Ayrıca babanın çocuğunun malını çalması, kimsenin mülkiyetinde olmayan malların gizlice alınması ve devlet hazinesine ait bir malın çalınması da had cezası gerektiren hırsızlık suçunu oluşturmaz. Çünkü bunlarda hırsız açısından mülkiyet şüphesi vardır. Hırsızlık suçunun üçüncü unsuru malın gizlice alınmış olmasıdır. Bu unsur, hırsızlığı gasptan, âriyet (ödünç) veya vedia (emanet) olarak alınan malın iade edilmemesi fiillerinden ayırmaktadır. Hırsızlık suçunun dördüncü bir unsuru ise, çalınan malın koruma (hırz) altında bulunmasıdır. Malın koruma altında olması, sahibinin izni olmadan girilemeyen bir yerde bulunması anlamındadır. Hırsızlık suçunda kul hakkının ihlâli de söz konusu olduğu için hukukçuların bazıları koğuşturma için şikâyeti şart koşmaktadırlar. Diğerleri ise hırsızlığın bir had suçu olmasını gerekçe göstererek koğuşturulmasının şikâyete bağlı olmadığını benimsemişlerdir. Hırsızlık suçunun cezası, sağ elin b ilekten kesilmesi biçimindedir (Mâide 5/38).
S
Yol kesme suçu ve cezası nedir?
Yol kesme suçu, kişi veya kişilerin silah veya kuvvet kullanarak yerleşim yerlerinde veya yerleşim yerleri dışında insanları korkutma, öldürme, mallarını alma (soygun ve yağma) ya da yol kesme biçiminde açığa çıkan suçtur. Yol kesme suçunun cezası, işlenen suçun ağırlığına göre belirlenmektedir. Yol kesme suçu öldürme ve mal alma olmaksızın yalnızca insanların korkutulması, yalnızca mal alma, yalnızca adam öldürme ya da hem mal alma hem de adam öldürme biçimlerinde teşekkül edebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de yol kesme suçu için ölüm, asılma (salb), el ve ayağın çaprazlama kesilmesi ve sürgün cezaları öngörülmüştür (Mâide 5/33).
S
İsyan suçu ve cezası nedir?
İsyan suçu, silah gücüne sahip bir topluluğun meşru devlet başkanına karşı, kendilerince geçerli bir sebebi öne sürerek, onu devirmek amacıyla ayaklanmaları biçiminde tanımlanabilir. İsyan suçunun unsurlarından biri isyanın meşru devlet başkanına karşı yapılmış olmasıdır. İslam hukukçuları meşruiyetini kaybeden devlet başkanını devirmek için silahlı isyanın gerekip gerekmediği (vâcib olup olmadığı) konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bununla birlikte, meşruiyetini kaybeden devlet başkanına karşı gerçekleşen ayaklanmaları isyan suçu kapsamında görmemektedirler. İsyan suçunun ikinci unsuru, suçun silah gücüne sahip bir topluluk tarafından işlenmiş olmasıdır. İsyan suçunun cezasına gelince, isyanın bir parçası olmayan ve isyan nedeniyle işlenmemiş olan hırsızlık, içki içme, zina gibi suçlar âdî suçlar gibi cezalandırılır. İsyan esnasında, isyan halinin bir gereği olarak işlenen devletin askerlerini öldürmek, bölgeleri işgal etmek, halkın malına mülküne el koymak, vergi toplamak gibi suçlar ise ayrı ayrı cezalandırılmayıp, bir bütün olarak isyan suçunu teşkil eder. İsyan suçunu işleyenlerle savaşılır ve onlar savaş esnasında öldürülebilir.
S
Dinden dönme suçu ve cezası nedir?
Dinden dönme, bir müslümanın dinini terk etmesi demektir. Dinden dönme suçunda bir kimsenin İslam’dan çıkması asıl olup, başka bir dine girip girmemesinin önemi yoktur. İslam hukukçularının çoğunluğu Hz. Peygember’in Kim dinini değiştirirse onu öldürün (elBuhârî, Cihâd 149) biçimindeki sözüne dayanarak, kadın ya da erkek olsun İslam’ı terk eden her bir kimseye ölüm cezası verileceği kanaatindedirler. Hanefî hukukçular ise dinden dönme suçunu bir had suçu değil, savaş suçu olarak gördüklerinden yalnızca dinden dönme suçunu işleyen erkeklerin öldürüleceğini, kadınların ise tevbe edip dine dönünceye kadar hapsedileceğini benimsemişlerdir. Hanefîlere göre kadınların, erkeklerin aksine, savaşma yetenekleri bulunmamaktadır. Ceza uygulanmadan önce suç işleyen kişi tevbe edip İslam’a dönmeye davet edilir, İslam’a ilişkin şüphe ve itirazları açıklanıp giderilmeye çalışılır.
S
Kısas suçları ve cezaları nelerdir?
Kısâs suçları ve cezaları İslam hukuku kaynaklarında genellikle cinâyât başlıklı bölümde incelenir. Kısâs suçları cana ve vücut bütünlüğüne yönelik suçlardır. Bu itibarla kısâs suçları adam öldürme ve müessir fiiller olarak iki kısımda ele alınmalıdır.
S
Adam öldürmenin cezası nedir?
Kasıtla adam öldürme (amden katl) suçunun cezası kısâstır (Bakara 2/178-179; İsrâ 17/33). Kısâs, suçlunun öldürülmesi (idam edilmesi) demektir. Kısâs suçları kul haklarına yönelik suçlar olduğu için öldürülen kimsenin (maktûl) yakınları (evliyâu’d-dem/mirasçılar) isterlerse kâtili diyet karşılığı ya da karşılıksız olarak affedebilirler (Bakara 2/178). Kasıtla adam öldürme suçlarında diyet bedelî bir yaptırımdır. Öldürülen kimsenin yakınlarından biri bile, kısâs talep etme hakkından vazgeçerse, kâtile kısâs uygulanamaz. Hanefîlere göre kâtil ve öldürülen kimse arasında müslümanzimmî, kadın-erkek ya da hür-köle ayırımı kısâs uygulaması bakımından bir farklılık oluşturmaz. Mesela bir müslüman bir zimmîyi öldürürse, ona karşılık kısâs edilir. Kasıtla adam öldürme dışında kalan adam öldürme suçlarının hiçbirinde kısâs cezası uygulanmaz (Nisâ 4/92).
S
Müessir fiiller ve cezaları nelerdir?
Müessir fiiller tabiriyle, vücut bütünlüğüne yönelik ölüme yol açmayan vurmak, yaralamak, kırmak, kesmek gibi acı veren her türlü fiil kastedilmektedir. İslam ceza hukukunda müessir fiillerin ya kasten ya da hatâen işlenebileceği kabul edilmiştir. Müessir fiillerin kasten işlenmesi, kişinin bir başkasının vücut bütünlüğüne saldırı niteliği taşıyan fiili bilerek ve isteyerek yapmasıdır. Kasten yapılan müessir fiillerin cezası da kısâstır (Mâide 5/45). Kısâsın uygulanabilmesi için işlenen müessir fiille ceza arasında tam bir denkliğin sağlanması gereklidir. Denkliğin sağlanamadığı durumlarda ya da mağdurun talep etmemesi halinde kısâs cezası düşer, fâilin diyet ödemesi gerekir. Ayrıca ta’zîr cezası da verilir. Hatâen işlenen müessir fiillerde ise, fiil bilerek yapılmakla birlikte, vücut bütünlüğüne dönük bir saldırı kastı bulunmamaktadır. Hatâen işlenen müessir fiillerin yaptırımı da diyettir.
S
Tazir suçları ve cezaları nelerdir?
Ta’zîr suçları, yukarıda da açıkladığımız gibi, iki grupta tasnif edilebilir. İlk grupta, Kitâb ve Sünnet’te suç olarak düzenlenmiş, fakat cezaî yaptırım öngörülmemiş davranışlar yer almaktadır. Unsurları oluşmadığı için had ya da kısâs cezası verilemeyen suçlar da bu kapsamda değerlendirilebilir. İkinci grupta ise, toplumsal yaşamın gereklerine göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış olan suçlar bulunmaktadır. Yetkili organ, İslam hukukuna göre devlet başkanıdır. Devlet başkanı yetkisini, hâkimler aracılığı ile de kullanabilir. Buna göre birinci gruptaki suçlar bakımından yalnızca cezaları, ikinci gruptaki suçlar bakımından ise, hem suçları hem de onların cezalarını yetkili organ belirlemektedir.