Küresel Siyaset ve İnsan Hakları
Uluslararası insan hakları diplomasisi nedir?
Bugün insan hakları taleplerini destekleyici, ihlalleri önleyici kurum, mekanizma ve faaliyetler sadece ulusal alanla sınırlı değildir, uluslararası bir boyut kazanmıştır. Her gün farklı ülkelerde cereyan eden insan hakları ihlalleri dünya kamuoyunun gündemine gelmektedir. Hem hükûmetler, hem uluslararası örgütler, hem de hükûmet dışı kuruluşlar ‘uluslararası insan hakları standartları’ oluşturulması, standartların uygulanması ve ihlallerin durdurulması için politikalar üretiyorlar. Bütün bu faaliyetler bir ‘uluslararası insan hakları diplomasisi’ meydana getiriyor.
İnsan hakları sorununun arkasında hangi gerekçeler yatmaktadır?
İnsan hakları sorununun arkasında, ulusal otoritelerin vatandaşlarına devletin ve yönetimin meşruiyetini tanımlayacak temel hakları sağlamadığı gerçeği yatmaktadır. Ortada, insan haklarının küresel bir hareket olmasını gerektirecek bir ‘ihlaller’ yığını vardır. Mevcut küresel durum, iletişim ve etkileşim imkanları çerçevesinde bireyler, birçok gelişmekte olan ülkede dahi temel haklarının giderek daha fazla bilincine varmakta, birinci sınıf bir haklar demeti ve bunları koruyacak demokratik ve hukuksal mekanizmalar talep etmektedirler.
İnsan hakları sorunları ne zamandan itibaren uluslararası nitelik kazanmıştır?
II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası hukuk alanında atılan adımlar ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri insan haklarına uluslararası bir nitelik, içerik ve meşruiyet kazandırmıştır.
Karışmazlık ilkesi günümüzde nasıl anlaşılmaktadır?
Karışmazlık ilkesi, devletin iç ve dış ilişkilerini ayrıştırabileceğimiz varsayımına dayanır; devletin mutlak ‘egemen’ olduğu bir ‘iç alan’ vardır ve diğer devletler bu alan üzerinde hiçbir meşru söz söyleme hakkına sahip olamazlar. Fakat günümüz dünyasında küreselleşme, uluslararası hukuk ve devletlerarası işbirliklerinin düzeyi ‘iç’ ve ‘dış’ alanlar ayrımı yapmayı zorlaştırmıştır. Örneğin çevre kirliliği ve ekonomi yönetimi gibi konularında devletler ‘egemenlik hakları’na dayanarak ‘tek başlarına’ kararlar vermek yerine iş birliği imkânları aramaktadırlar. Dışarıdan yapılan her türlü girişimi ‘karışmazlık ilkesi’ çerçevesinde hukuk dışı müdahale olarak kınayan tezlere karşı, ‘bir konu uluslararası bir boyut kazandığı takdirde iç işlerine karışmamaya ilişkin geleneksel yasağın uygulanamaz hâle geleceği’ söylenebilir.
İç işlerine karışmama ilkesi, BM Sözleşmesi’nde nasıl düzenlenmiştir?
BM Sözleşmesi, Amaç ve İlkeler 2/7. Madde:
‘İşbu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler’e, herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale yetkisi vermediği gibi, üyeleri de bu türden konuları işbu Antlaşma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlayamaz; ancak, bu ilke, VII. Bölüm’de öngörülmüş olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir biçimde engellemez’.
İnsan haklarını uluslararası güvencelere bağlayan mekanizmaları hangi devletler ortaya çıkarmıştır?
İnsan haklarının uluslararasılaşmasında bizatihi devletlerin önemli bir katkısı olmuştur. Devlet, temel hak ve özgürlükleri tehdit etme potansiyeli en yüksek olan örgütlü güçtür. Bu genel saptamaya rağmen uluslararası düzeyde, devletlerin insan haklarını uluslararası güvencelere bağlayan mekanizmalar yaratmada oynadıkları rolü inkâr etmemiz mümkün değildir. Dikkatlerden kaçmaması gereken bir ayrıntı, insan hakları konusunda aktif olan, uluslararası örgütler ve hükûmet dışı kuruluşlarla (NGO) iş birliğine girişen bu devletlerin liberal-demokratik devletler olmasıdır. Kendi yurttaşlarının temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almayan devletlerden, ulusal alanı da denetleyebilecek bir uluslararası ‘insan hakları rejimi’ oluşturmasını beklemek zaten yersizdir. Ancak uluslararası insan hakları hareketinin moral gücü 1948’den beri öylesine baskındır ki otoriteryen ve totaliteryen devletler bile bir kavram ve talepler dizini olarak insan haklarını yadsıyamamışlardır. Bu devletler insan haklarını en azından söylemsel düzeyde benimsemek zorunda kalarak görünürde bile olsa iş birliğine yönelmiştir. Sonuçta devletlerin bizzat kendilerinin geliştirdiği bir uluslararası insan hakları hukuku oluşmuştur.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin önemi nedir?
İnsan haklarının uluslararasılaşması sürecinde 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bir başka dönüm noktasıdır. Temel sivil ve siyasal haklar ile ekonomik ve sosyal hakların teker teker belirtildiği Evrensel Beyanname hukuken bağlayıcı olmamakla birlikte insan hakları konusunda evrensel bir uzlaşıyı yansıtması ve daha sonraki sözleşme ve düzenlemelere ilham kaynağı olması bakımından önem taşır.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt’in bir konuşmasında dile getirdiği ‘4 özgürlük’ neleri kapsamaktadır?
Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt’in bir konuşmasında dile getirdiği ‘4 özgürlük’ fikri BM’in insan hakları mekanizmalarının oluşmasında oldukça etkili olmuştur. Evrensel Beyanname’nin girişinde Roosevelt’in dile getirdiği ‘ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü ile ihtiyaçlardan ve korkulardan azade olma’ yer almıştır.
İnsan hakları rejiminin bağlayıcı bir yapıya dönüşmesi hangi belgelerle olmuştur?
1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden günümüze insan hakları ‘rejimi’nin, geliştirilen koruma mekanizmalarıyla nasıl ‘sert’leştiğini, bağlayıcı bir hukuki yapıya dönüştüğünü gözlemlemek mümkündür. Bu, kısmen 1966’da hazırlanan ve 1976’da yürürlüğe giren ‘ikiz sözleşmeler’ olarak bilinen Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile ‘antlaşma hukuku’na bağlanmıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi ne zaman kurulmuştur ve görev alanı nedir?
Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan uluslararası daimi bir mahkemedir. Hollanda’nın Lahey şehrinde bulunmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasıyla başlayan süreç 1998 yılında Birleşmiş Milletler’in girişimiyle Roma’da başladı. 17 Temmuz 1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü 120 ülke tarafından kabul edildi. Roma Statüsü mahkemenin yetkili olduğu suçları, suçların niteliğini, mahkemenin çalışma koşullarını ve devletlerin mahkeme ile ilişkilerini tanımlar. Uluslararası Ceza Mahkemesi, sözleşmeye taraf ülkelerin vatandaşlarının savaş suçları, soykırım ve insanlığa karşı suçlara karışması durumunda bunları ilgili devletin izni olmadan doğrudan yargılama ve cezalandırma yetkisine sahiptir. Mahkeme’nin yargılama yetkisi BM Güvenlik Konseyi kararı olursa sözleşmeye taraf olmayan ülkelerin yurttaşlarını ve yöneticilerini de kapsamaktadır. Roma Statüsü 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girdi. 2011 sonu itibariyle 139 devlet tarafından imzalamış ve 117 devlet tarafından onaylanmıştır.
AİHM'e kimler başvurabilir?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) taraf ülkelerde koruma altında olan sivil ve siyasal hakların yargısal denetimini yapmaktadır. AİHM’e başvurular iki düzeyde yapılabilmektedir. Birincisi, sözleşmeye taraf bir devlet veya devletler bir başka taraf ülkeyi sözleşmeyi ihlal ettiği gerekçesiyle AİHM’ne dava açmak suretiyle şikayet edebilmektedir. ‘Devletlerarası başvuru mekanizması’ denilen bu yönteme sıkça başvurulmasa da böyle bir mekanizmanın varlığı insan hakları yükümlülüğü bakımından Avrupa alanında ‘iç işlerine karışmazlık’ ilkesinin 1950 yılından beri geçerli görülmediğini göstermektedir. İkincisi, ‘bireysel başvuru mekanizması’dır; sözleşmeye taraf ülke yurttaşları ulusal yargılama süreci tamamlandıktan sonra sözleşme ile korunan haklarının hâlâ çiğnendiğini düşünmeleri durumunda AİHM’e başvurabilmektedir. AİHM’e yapılan başvuruların çok büyük kısmı ‘bireysel başvuru’ biçimindedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde hangi haklar koruma altına alınmıştır?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) yargısal koruma altına alınan haklar ‘sivil ve siyasal haklardır’. Hayat ve özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, cezaların yasallığı ilkesi, işkence yasağı bunlardan bazılarıdır.
Avrupa'da Ekonomik ve sosyal haklar, hangi belgeyle düzenlenmiştir?
‘Ekonomik ve sosyal haklar’ daha sonra ‘Avrupa Sosyal Şartı’ adı altında ilan edilmiş ancak sivil ve siyasal haklar gibi yargısal denetim altına alınmamıştır. Avrupa Sosyal Şartı 1961 tarihinde kabul edilmiş, 1996’da da gözden geçirilmiştir. Barınma, sağlık, eğitim ve çalışma gibi temel haklar üzerine kurulan Sosyal Şart’ın gevşek de olsa bir denetim mekanizması vardır. Anlaşmaya taraf devletler bu hakların yasal zemini ve pratikteki kullanımlarına ilişkin yıllık raporlar hazırlamak ve Avrupa Sosyal Haklar Komitesine sunmak zorundadırlar. Görüldüğü gibi bu mekanizma, AİHS ile kıyaslandığında oldukça zayıf bir koruma ve denetim gücüne sahiptir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansının amacı nedir?
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Soğuk Savaş yıllarında Batı ve Doğu bloklarını bir araya getiren ve 1975 yılında iki blokun değişik alanlarda iş birliği yapmasını öngören Helsinki Nihai Senedi ile sonuçlanan bir konferanslar dizisidir. Helsinki Nihai Senedi’nde insan hakları, güvenlik ve ekonomik iş birliği boyutlarıyla beraber ele alınan üç temel konudan biridir. Bir antlaşma değil, bir bildiri niteliğinde olan Nihai Senet uluslararası hukuk bakımından bağlayıcı olmamakla birlikte ‘temel ilkeleri’ arasında temel hak ve özgürlükleri zikretmesi, sonra da bu ilkeleri izleyen toplantılarda gündeme getirmesiyle insan haklarını uluslararası politikanın alanına taşımıştır.
Kopenhag kriterleri, hangi konuları AB üyeliğinin şartları arasına eklemiştir?
AB’nin dış ilişkilerinde insan hakları boyutu genişleme sürecine de girmiş 1993’de Kopenhag Zirvesi’yle AB üyeliğinin şartları arasına insan hakları da eklenmiştir. Kopenhag kriterleri olarak bilinen bu şart, tam üyelik müzakerelerinin başlamasının ve tam üyeliğin; ‘demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve azınlıkların korunmasını güvence altına alan kurumların istikrarına bağlı olduğunu’ öngörmüştür. Amsterdam Antlaşması (1999) üyelik şartlarını anayasal ilkeler hâline getirmiş; ‘Üye devletlerin ortak değerleri olan özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı ve hukuk devleti’ ilkelerine saygı gösteren Avrupa devletlerinin üye olabileceği hükmünü getirmiştir.
Hans J. Morgenthau, ‘evrensel insan hakları’ kavramını nasıl değerlendirmiştir?
Hans J. Morgenthau, ‘evrensel insan hakları’ kavramına karşı çıkarak insan hakları anlayışının her kültürün farklı tarihsel ve sosyal yapısı içerisinde şekillendiğini ileri sürmektedir. Bu açıdan bakıldığında, dış politikada insan hakları amacı gütmek, bir toplumun ahlaki değerlerini diğer toplumların üzerine zorla uyarlamaya teşebbüs etmek anlamına gelebilir. Morgenthau, bir milletin kendini evrensel ahlakın, doğru ve değerlerinin yegâne taşıyıcısı olduğu düşüncesine karşı şüphecidir; bunu ‘kültür emperyalizmi’ olarak niteler.
Liberal, sosyalist ve Üçüncü Dünya perspektiflerine dayanan insan hakları anlayışları hangi konulara öncelik verir?
İnsan haklarının göreceliliği, farklı insan hakları tanımları ve öncelikleri öne süren ideolojik yaklaşımlarla da desteklenir. Örnek olarak da liberal, sosyalist ve Üçüncü Dünya perspektiflerine dayanan insan hakları anlayışları verilir. Batı toplumlarında gelişen liberal düşünce geleneği, sivil ve siyasal haklar üzerine bina edilmiştir. Sosyalistler, insan haklarını daha çok ekonomik ve sosyal haklar olarak görürler. Üçüncü Dünyacılar ise kolektif ve grup haklarına öncelik verirler.
Sessiz diplomasinin fayda ve zararları nelerdir?
‘Sessiz diplomasi’, diplomasinin geleneksel tarzını korumanın gereğine inanan Kissinger gibi realist diplomatlar ve politikacılar tarafından tercih edilir; hatta ekonomik, politik ve savunma ilişkilerini zedelemeden ve tehlikeye atmadan dış politikada insan hakları kaygılarını takip etmenin tek yolunun sessiz diplomasi oldu- ğunu söyleyenler vardır. Özellikle siyasi suçlularla ilgili konularda, sessiz diplomasinin bazı siyasi mahkumların salıverilmesi anlamında yer yer başarılı olduğu görülmüştür. Fakat ‘sessiz diplomasi’ insan hakları ihlallerinin “yapısal-sistemsel kaynakları”nı göz ardı eder, ihlallerin kökeninin ortadan kaldırılmasını sağlayamaz ve hatta ihlallerden sorumlu hükûmetleri temize çıkarıcı bir işlev bile görebilir. Salıverilen bir siyasi tutuklu, rejimin kendi halkına ve dünya kamuoyuna yönelik ‘halkla ilişkiler’ kampanyasının bir parçası olabilir.
BM Güvenlik Konseyi, hangi insani krizlere askeri müdahalede bulunulmasını onaylamıştır?
Soğuk Savaş’ın ardından BM Güvenlik Konseyi tarafından, ‘uluslararası barış ve güvenliğe tehdit’ oluşturduğu düşünülen bazı insani krizlere doğrudan askerî müdahale onaylanmıştır. Irak (1991), Somali (1992), Haiti (1994), Ruanda (1994) ve Libya (2011) bu çerçevede değerlendirilebilir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, sözleşmenin 7. Bölümüne dayanarak uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden gelişmelere karşı tedbir almakla yetkili ve görevlidir. Bu örneklerde Güvenlik Konseyi insani krizleri uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olarak tanımlamış ve tehdidin giderilmesi için ‘gerekli her türlü tedbirin alınmasını’ üye devletlerden istemiştir.
‘Bireysel güvenlik’ ile ‘ulusal güvenlik’ arasında nasıl bir ilişki vardır?
İnsan hakları talepleri biçimine dönüşen ‘bireysel güvenlik’ ile ‘ulusal güvenlik’ arayışları arasında çok sıkı bağlantılar vardır. Ulusal güvenlik, sistematik ve yaygın insan hakları ihlallerinin süreklilik kazandığı ülkelerde gerçekleşmesi imkânsız bir hedeftir. Bütün felsefi ve etik gerekçelerin ötesinde insan haklarına dayanan bir devlet yapılanması, devletlerin taşıdığı güvenlik endişelerini ve tehditleri azaltıcı bir işlev taşır. Temel hak ve özgürlükleri devlet tarafından ‘güvenlikli’ kılınmayan bireylerden oluşan bir toplumda devletin kendisi de güvende olamaz. Aslında devlet, bireyin temel hak ve özgürlüklerini koruyucu mekanizmaların oluşmasına imkân tanıyarak hem popüler bir meşruiyet kazanır hem de kendisini güvenceye alır. Varlık nedeni temelde vatandaşlarının ‘güvenliği’ni sağlamak olan devlet, sistemli ve kapsamlı insan hakları ihlallerine kalkıştığında ise hem temel meşruiyet dayanağını kaybeder hem de kendi ‘varlığı’nı sorgulanır, yani ‘güvenliksiz’ kılar.