İnsan Haklarının Kaynağı, Temel Özellikleri ve Sınıflandırılması
Antik çağdaki özgürlük anlayışı hangi özelliklere sahiptir?
Eski çağlardan beri özgürlüğü yasaya uymak olarak tanımlayan yaklaşımlar mevcuttur. Eski Yunan uygarlığında özgürlük ile ilgili fazlaca tartışma görülmez. Platon özgürlüğü insanın kendisinin nasıl biri olacağı konusunda tercih yapmasıdır. Aristo ise kişinin bir şeyi bilerek ve isteyerek yapmasını özgürlük sayar. Ancak bunun için de insanın tercihte bulunma imkânına sahip olması gerekir. Özgürlüğü yasaya saygı göstermek olarak gören düşünürler de bu kavramın anlaşılmasına katkı sunar. Yasaya saygı denilince ilk hatırlanması gereken eski Yunan düşünürü Sokrates’tir. Ona göre “Yurttaşlar devletin ya da mahkemenin aldığı kararlara uymadıkları zaman o devlet varlığını sürdürmeye devam edemez”.
Aydınlanmacı doğal hukuk akımında özgürlüğü nasıl tanımlarsınız?
Avrupa’da doğal hukuk akımına mensup yazarlar kişi özgürlüklerini ifade etmek için çeşitli felsefi ya da mantıki dayanaklar öne sürmüşlerdir: Bunlardan en yaygın olanlarından biri toplumun ve insan özgürlüklerinin, devletten önce zaten var olduğuna ilişkin genel varsayımdır. Doğal hukuk taraftarları böyle bir kabulü benimsemekle özgürlüğün devlet
karşısında daha iyi korunabileceğini savunur. Doğal hukuk okulu mensupları henüz devlet doğmadan önce bireylerin özgür bir şekilde toplum içinde yaşadıklarını ileri sürmüşlerdir. Buna göre devletsiz dönemde insanlar, doğa yasalarını kendi akıllarıyla keşfetmekte ve özgür bir şekilde yaşamaktaydılar. Ancak insanlar bazı zorlukların daha kolay aşılması
için bir araya gelerek aralarında yaptıkları bir sözleşmeyle devleti kurmuşlardır. Böylece devlet doğmuştur. Devlet kendisi doğmadan önce zaten var olan birey özgürlüklerine saygılı davranmak zorundadır. Eğer devlet, kişi hak ve özgürlüklerini çiğnerse varlık nedenini inkâr etmiş ve meşruluğunu kaybetmiş olacaktır.
Özgürlüğü ilişkin olarak birey karşısında topluma öncelik tanıyan anlayışı nasıl açıklarsınız?
Özgürlük farklı düşünürlerce birey odaklı ele alındığı gibi birey özgürlüğünü önemsemeyen düşünürler de mevcuttur. Örneğin Lois Bonald, insan ve özgürlüğünün ancak toplum içinde değer kazanacağını ileri sürer. Kısacası Bonald birey-toplum ilişkisinde toplumu üstün tutar.
Sosyolojinin kurucularından kabul edilen Émile Durkheim da “toplumun bir insan yığını olmadığını, bu nedenle de toplumun kendisini meydana getiren insanlardan ayrı, onların dışında kendine özgü bir gerçek” olduğunu ileri sürer. Böylece birey özgürlüğünü toplum hayatı izin verdiği ölçüde elde edebilir ve kullanabilir. Hem L. Bonald hem de É. Durkheim’ın düşünce sistemlerindeki özgürlük anlayışı liberal özgürlük teorisi ile bağdaşmaz. Onlar özgürlüğü toplumun sağladığı kazanımlar olarak görmüşlerdir. Ancak bu özgürlükler yasalarla tanınmışsa anlamlıdır. Buna karşılık liberal kuramda birey doğuştan özgür ve eşit kabul edilir. Bireyin özgür olmak ya da özgürlükten yararlanmak için yasayla yetkilendirilmesine ayrıca gerek yoktur. Bu yönüyle liberal kuram birey özgürlüğü odaklıdır ve bu iki düşünürün görüşlerinin karşıtıdır. İnsan hak ve özgürlüklerinin devlet düzenince kabulü uzun yüzyıllara yayılmıştır. Devletin özgürlüklere saygı göstermeyi kabulü sürecini bu alanda kavramlaştırma çabaları takip etmiştir.
İnsan haklarına kaynaklık eden durumları nasıl açıklarsınız?
Devlet yöneticilerinin yönetimi altındaki halkın haklarına saygı göstermeyi zaman zaman fermanlarla ilan ettikleri görülür. Bu konuda en eski tarihi belge Babil’de günümüzden 4500 yıl önce ilan edilen ve günümüzde Londra’da müzede sergilenen Kiros Sindiri’dir. Kutsal kitaplar da yöneticilere keyfi davranmaktan kaçınmaları ve adaletli olmalarını tavsiye eder. Bütün bunlar dünyevi bir denge ve denetim mekanizması içermedikleri için birer temenni niteliğindedir. İnsan haklarına kaynaklık eden durumlar şöyle açıklanabilir:
- Protestanlığın Yeni İnsan Anlayışının Oluşmasına Etkisi: Modern manada insan hakları anlayışı büyük oranda Kuzey ve Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’da
burjuva sınıfı öncülüğünde gerçekleşen sınıfsal mücadeleler sonucu elde edilmiştir. Protestanlığın yayılması devlet ve toplum ilişkisini kral-tebaa ilişkisi olmaktan çıkarmış ve birey (vatandaş)- devlet ilişkisine dönüştürmüştür. Böylece uzun dönemde Protestanlık, birey düşüncesi, dolayısıyla aydınlanma akımının üzerine inşa edileceği yeni tip insan anlayışının doğmasına hizmet etmiştir. Protestanlıkta Katolik mezhebindeki faiz yasağı gibi Papalığın katı yorumları terk edilmiştir. Faiz yasağının
fiilen kalkması paradan para kazanmanın yolunu açmış, böylece kapitalizmin doğuşunu hazırlayan bir ekonomi anlayışı gittikçe yaygınlık kazanmıştır. Giderek büyüyen ve gelişen ticari hayatın kazananı olan burjuva sınıfı da insan hak ve özgürlüklerine devletin saygı göstermesini ısrarla talep eder hâle gelmişlerdir. - Fransız Devrimi Etkisi: 1789 Devrimi’yle ilan edilen haklar günümüzde dünyanın çok geniş bir coğrafyasında ve bütün insanlığa mal olacak şekilde anlaşılmaya ve uygulamaya dönüşmüş, evrenselleşmiştir. Türk anayasal sisteminde de devlet tarafından garanti edilen hak ve özgürlüklerin yer almasında bu gelişmelerin etkisi
vardır. İnsan haklarının üçüncü kaynağı da 19. yüzyıldan itibaren gittikçe güçlenen işçi sınıfının Avrupa’daki ideolojik mücadelesinin dolaylı sonuçlarıdır. - İşçi Sınıfının Hak Mücadelesi: Kanaatimizce Sanayi Devrimi sonrası doğan işçi sınıfı
ideolojisi de insan haklarının günümüzdeki biçimi almasında önemli rol oynamıştır.
Sosyal haklar liberal doğal hukukçuların öngördükleri ve savundukları haklar değildi. Ancak Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali’nin başarıya ulaşmasıyla
özel mülkiyeti reddeden yeni bir siyasi sistem kuruldu. Bu durum Batılı liberal devletleri geleneksel olarak kabul ettikleri haklara sosyal hakları da eklemek zorunda bıraktı. Bu nedenle işçi sınıfı ideolojisi günümüzde geçerli olan sosyal hakların anayasalarda
yer almasında belirleyici bir rol oynamıştır.
İnsan hak ve özgürlükleri için kullanılan başlıca kavramları nasıl açıklarsınız?
- Kamu özgürlükleri: Fransız yazar Colliard özgürlüğü “uygar toplumların pek çoğunda kişilere, devletçe düzenlenen ve korunan bazı haklar tanınmıştır, bunların bütününe kamu özgürlükleri adı verilir”. Bir başka yazarın tanımında ise özgürlük; “herkesin kendine düşeni yapması ve bunu yaparken iktidardan, çoğunluktan ve yerleşmiş törelerden çekinmemesi” olarak ifade edilir. Diğer yandan Harold Laski özgürlüğü
“kısıtlamanın kalkması” olarak tanımlar. Kamu özgürlükleri; hakların “pozitif hukuk aracılığıyla düzenlenip güvenceye kavuşturularak uygulamaya taşınan kısmı” bir başka ifade ile “yürürlükteki hukukun tanıdığı haklar”dır. Bir özgürlüğün kamu özgürlüğü olarak nitelenmesi, bu özgürlüğün yürürlükteki hukuk tarafından korunmasının garanti edilmiş olmasıdır. Bu garanti gerektiğinde yargısal koruma aracılığıyla sağlanır. Ancak hukuk kurallarını uygulayan her devlet yetkilisi kamu özgürlüklerine saygılı davranmakla yükümlüdür. - Temel hak ve ödevler: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hazırlanan anayasalar klasik hakların yanı sıra sosyal haklar da eklenerek geniş bir temel hak ve ödevler listesi oluşturulmuştur. Bu anlayışın bir ürünü olarak hak ve özgürlükler sadece bireylere haklar sağlayan değil, aynı zamanda ödevler de yükleyen değerler olarak öngörülmüştür. Yani bir özgürlükten yararlanan kimse için bu özgürlükle bağlantılı bir yükümlülük/ödev öngörülmüşse o kimse üzerine düşeni yapmalıdır. Ödev ile beklenen genellikle toplumsal yarara hizmet eden davranışlardır. Temel hak kavramından bir devletin anayasal düzeninde dava edilebilme imkânı da sağlayacak
şekilde yazılı hukuk kurallarınca teminat altına alınmış, garanti edilmiş hak ve özgürlükler anlaşılır. Yani temel hak ve özgürlükler mevcut anayasal
sistemde yer verilen haklardır. İnsan hakları hem bunları kapsar hem de doğal hukuk alanıyla da ilişkilendirilir. - İnsan hakları: Küresel (dünya genelinde) ve bölgesel düzeyde çok sayıda insan haklarını koruma amaçlı sözleşme devletlerce onaylanmış ve yürürlüğe konmuştur.
Bu sözleşmelerin büyük bir bölümü Batı Avrupa ve Kuzey Amerika karalarında 18, 19. ve 20. yüzyıllarda gerçekleşen insan hakları kazanımlarının birer yansımasıdır. Tarihsel gelişim sürecine bakıldığında insan haklarının devlet otoritesi karşısında garanti altına alınmasında, aydınlanma filozoflarının görüşleri önemli etkili olmuştur. Kamu özgürlükleri kavramına göre daha kapsamlı olan insan hakları, kural olarak bireylere verili haklardır ve her toplum için ulaşılması gereken ideal haklar listesi olarak görülür. İnsan haklarının bir liste şeklinde ortaya konulmasına ilişkin dönüm noktaları 1776 Amerikan ve 1789 Fransız devrimleridir. Bu tarihsel dönemeçler sonrasında insan hakları küresel seviyede bilinir hâle gelmiştir. 20. yüzyıl ortalarına kadar insan hakları iç hukukla sınırlı bir konu olarak görülmüştür. nsan hakları yürürlükteki hukukça koruma altına alınmış haklardan daha geniş kapsamlıdır. Fakat iç hukuk düzenince teminat altına alınmamış bir hak, pratikte büyük bir anlam taşımaz. Bazen de devlet makamları, insan hakları anayasa ve yasalarda yer alsa bile bu özgürlüklere saygı göstermekte isteksiz davranabilir. Bundan dolayı birçok yazar ve düşünür kamu otoritesini temsil edenlerin bu tür davranışlara yönelmemesi için insan haklarına saygıyı sadece yazılı hukukla sınırlı görmezler. Onlar konuyu bir ahlak sorunu olarak ele alırlar. İnsan haklarına saygının devlete kabul ettirilmesi süreci çoğu zaman dönemin ahlak ve din anlayışına karşı bir duruş olarak cereyan etmiştir. Burjuva sınıfı açısından vazgeçilmez talepler insan özgürlükleri olarak adlandırılmıştır. Bu nedenle insan haklarının devlete kabul ettirilmesi dönemin genel kabul gören din ve ahlak anlayışına da karşı çıkmak demekti. Bu aynı zamanda burjuva sınıfının bu dünyada mutlu olmayı hedefleyen bir sınıfsal mücadelesiydi.
Bazı haklara saygı yükümlülüğü ahlaki açıdan kolayca gerekçelendirilebilir. Örneğin işkence yasağı, kölelik ve kulluk yasağı, din ve vicdan özgürlüğü, eşitlik, barış içinde yaşama hakkı, temiz su hakkı, beslenme hakkı gibi haklar böyledir. O hâlde insan haklarını tarihsel tecrübeleri de dikkate alarak hem ahlaki hem de siyasi (sınıfsal çıkar) kökenli haklar olarak görmek daha isabetli bir yaklaşım olacaktır.
İnsan haklarının özellikleri nelerdir?
- Çoğunluk onayı gerektirmemesi
- Evrensel değerler olması
İnsan hakları arasında bir hiyerarşi yoktur. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
İnsan hakları arasında bir öncelik-sonralık ilişkisi olmamalıdır. Bir başka ifade ile insan hakları
arasında önemli-önemsiz şeklinde bir ayrım yapılmamalıdır. Bunun yanı sıra insan hakları bölünmezdir. Bir insan hakkının ihlal edilmesi, onunla bağlantılı başka hakların da sınırlanması veya ortadan kalkması sonucuna yol açabilir. Haklarının bir kısmından vazgeçilip bir kısmının muhafaza edilmesi şeklinde bir anlayış yanlıştır. Çünkü her bir hakkın birey ve
toplum açısından ayrı bir tamamlayıcı yanı vardır. Bununla beraber sosyal haklarda talep yoğunluğu toplumdan topluma değişebilir. Öğretide bu görüş insan haklarında bütünsellik ilkesi olarak adlandırılır. Yani asıl olan bir hakkın diğerine göre öncelik sonralık ilişkisine tabi tutulması değil, hepsine aynı önemin verilmesidir. Bu anlayışa insan haklarının
bölünmezliği de denir. Bununla beraber burada AİHM’nin uygulamada yaşama hakkı, işkence yasağı (vücut bütünlüğü hakkı), din ve vicdan özgürlüğü gibi haklara özel bir önem verdiğini ve bu hakları çekirdek haklar olarak nitelediğini unutmamak gerekiyor.
İnsan haklarının sürekli gelişme halinde olmasını nasıl açıklarsınız?
İnsan hakları kataloğuna teknoloji, toplumsal anlayış ve ihtiyaçların değişimi sonucu yenileri eklenmektedir ve eklenmeye devam edecektir. Yani toplumsal gelişmelere paralel olarak yeni hak kategorileri ortaya çıkmaya devam etmektedir.1970’li yıllarda dayanışma hakları (barış içinde yaşama hakkı, çevre hakkı, temiz su hakkı) örnek verilebilir. Bu nedenle insan hakları hukuku sürekli gelişen bir bilim alanıdır
İnsan haklarının karşılık şartına bağlı olmamasını nasıl örneklendirirsiniz?
İnsan hakları hukukunda mütekabiliyet ilkesi (karşılıklılık) aranmaz. Bir devlet başka bir devletteki insan hakları ihlallerini öne sürerek kendi ülkesinde insan haklarına saygı göstermekten vazgeçemez. Çünkü insan hakkının öznesi (sahibi) birey ve birey gruplarıdır. Bireyin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında AİHM’de açılan davalarda
taraf olarak kabul edilmesi artık insan haklarının öznesinin (sahibinin) devlet değil insan olduğunu göstermektedir.
İnsan hakları eğitiminin boyutları nelerdir?
- Entelektüel birikim
- Siyaset anlayışı
- Hukuka saygı
- Değerler eğitimi
- Empati duygusunun geliştirilmesi
- Çevre ve insan bilinci
İnsan haklarını neden tek bir tanımda ele alamayız?
Özgürlüklerin korunmasına dönük olarak 18. yüzyıldan günümüze değin bildiri, iç hukuk düzenlemeleri ve uluslararası sözleşmelerde ayrı ayrı kabul etme ve güvence altına alma süreci yaşanmıştır. İnsan davranış ve düşüncelerinin karmaşıklığı, insan haklarını tek bir tanıma indirgemeyi zorlaştırmaktadır. Bu nedenle insan hakları belgelerinde tanımdan çok bu hakların unsurlarına ve özelliklerine ağırlık verilmiştir.
Bazı liberal ülke anayasalarında insan haklarına ilişkin ne gibi örnekler verilebilir?
İsviçre Anayasası anayasa değişikliğinin “uluslararası hukukun emredici kurallarına” aykırı olamayacağını öngörür. Almanya Anayasası ilk maddesinde anayasa koyucu iradenin bile dokunulmaz ve devredilmez insan hakları ile temel adalet ilkelerini değiştirme yetkisine sahip olmadığına açıkça vurgu yapar. 1982 Anayasası’nın 2. maddesi Cumhuriyetin nitelikleri arasında “insan hakları” ve “sosyal hukuk devleti” ilkelerini sayar. Anayasanın 4. maddesi de
Cumhuriyetin niteliklerini değiştirilemez ilkeler olarak kabul eder. Bir başka deyişle Türkiye Cumhuriyeti hukukun üstünlüğünü esas alan ve insan haklarına saygılı bir siyasi devlettir ve bu ilkelerin değiştirilmesi dahi teklif edilemez.
İnsan hakları sosyalist kurama göre nasıl tanımlanır?
Sosyalist anlayışa göre bir insan hakkı tanımı yapacak olursak bu kez; insanın doğuştan özgür olduğu yönündeki doğal hukukçu temel kabulü bir yana atıp insanın “toplumsal koşullar izin verdiği ölçüde haklara sahip olabilme yeteneği” şeklinde tanımlamak gerekir. Buna göre değil sonradan doğa ile mücadele ederek özgürlüğünü kazanabilir. İnsan toplumsal şartlar ve sosyalist ideoloji izin verdiği ölçüde bir “serbest davranma alanına” yani
özgürlüğe sahip olabilir. Böyle bir anlayış insan özgürlüğünü iktidarın takdirine bırakmaktadır.
Sosyalist kuramda hukukun üstünlüğü geçerli değildir. Yani hukuk kurallarının herkese aynı ölçüde uygulanması düşüncesi kabul görmemiştir.
Georg Jellinek insan haklarını hangi başlıklar altında sınıflandırmıştır?
(1) Olumsuz statü (negatif statü) hakları, devletin, bireylerin bu hak ve özgürlükleri kullanabilmeleri için dokunamayacağı bir alanın olduğunu ifade eder. Negatif statü haklarına devlet gibi özel hukuk kişileri de saygı göstermekle yükümlüdür.
Örneğin özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliği gibi haklara sadece devlet değil diğer devlet dışı aktörler de saygı göstermekle yükümlüdür.
(2) Olumlu statü hakları sanayi toplumunun doğuşu ile beraber beliren toplumsal talepler sonucu anayasalarda yer almaya başlamıştır. Olumlu statü haklarının (pozitif statü) herkesçe kullanılabilir olması için devletin bazı edimleri yerine getirmesi gerekir. Bu nedenle
isteme hakları da denir. İsteme hakları denmesinin temel sebebi bireyin gerektiğinde devlete karşı dava açarak ondan, üzerine düşen görevi yerine getirmesini istemesinin mümkün olmasıdır. Sosyalist ülkelerde bu tür uygulamalara rastlanmaktaydı.
(3) Aktif statü hakları ise yurttaşların kamu işlerine katılmasını sağlayan haklardır. Bu nedenle
katılma hakları olarak da adlandırılır. Katılma hakları kural olarak sadece vatandaşlarca kullanılabilen haklardır. Ancak Avrupa Birliği’ne üye devletlerin vatandaşları Birliğe üye başka devletlerde de belirli koşullarda mahalli seçimlerde oy vermede olduğu gibi haklarını kullanabilmektedirler.
İnsan haklarını tarihsel evrelere ayıran sınıflandırmayı nasıl açıklarsınız?
(1) Birinci kuşak haklar Fransız Devrimi ile birlikte kabul gören klasik haklardır. Bu haklar medeni ve siyasi hakları olarak da adlandırılır. Birinci kuşak haklara özgürlük hakları da denir. İçerik itibarıyla G. Jellinek’in sınıflamasında negatif statü haklarına karşılık gelir. Ancak Vasak, Jellinek’ten farklı olarak siyasi katılım haklarını (seçimler seçmen ya da aday olarak katılma, toplantı ve gösteri yapma hakkı, ifade özgürlüğü) ayrı bir kategori altında değil birinci kuşak hakların kapsamına dahil eder.
(2) Karel Vasak yaptığı insan hakları sınıflamasında ikinci kategoriye sosyal ve kültürel hakları
koyar. Buna göre bu haklar 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nin gerçekleşmesi sonucu kabul edilen haklardır. Grev hakkı, sendika kurma hakkı, siyasi parti kurma hakları bunlardandır. Bu hakların özellikle işçi sınıfı ve yoksullarla ilgili olanları insan onuruna yakışır bir hayat seviyesi sağlamaya hizmet eder. Bu anlamda devletin zayıf durumdaki bireylere destek veya yardımda bulunması beklenir. Asgari bir ekonomik refah seviyesine sahip olmak, çalışma hak ve ödevi, sendikal haklar, sağlık ve eğitim alanındaki haklar bu bağlamda anılması gerekenlerdir.
K. Vasak üçüncü kuşak haklar adı altında İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan uluslararası siyasi koşulların da etkisiyle kabul gören hakları sıralar. Yazar bu kategorideki hakları dayanışma hakları olarak isimlendirir. Üçüncü kuşak haklardan kural olarak bireysel
haklar değil; grup hakları, azınlık ya da kültürel
grupların hakları anlaşılır. Bunlara doğal zenginliklere ulaşma hakkı, barışçıl ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, gelişme hakkı, temiz suya erişme, yiyecek yardımı alma gibi haklar örnek olarak verilmektedir.
İnsan haklarını kullanılış biçiminde göre nasıl sınıflandırabiliriz?
Bazı özgürlükler sadece bireysel olarak kullanılabilir. Bazı hak ve özgürlükler de birden çok kişinin bir araya gelmesiyle kullanılabilir. Bu açıdan hak ve özgürlükleri "bireysel ve kolektif" olarak tasnif etmek mümkündür.
Dördüncü kuşak haklara nasıl örnekler verebilirsiniz?
İnsan haklarını evrelere göre inceleyen öğretide bir de dördüncü kuşak haklar kategorisinden de söz edilmektedir. Yeni teknolojik gelişmelerin insan onuruna aykırı bir şekilde kötüye kullanılması tehlikesine karşı yeni bir insan hakkı kategorisinin kabulüne ihtiyaç olduğu düşünülebilir. Bu bağlamda iletişim teknolojilerindeki köklü değişimlerin özel
hayatın gizliliğine yansımaları, insan kopyalanması gibi durumlar insanların özgürlüğünü devlet karşısında korumaya ilişkin yeni hakların kabulünü gerektirebilir. Hatta teknolojik gelişmeler bireyin hak ve özgürlüklerinin sadece devletlerin değil bireylerce de ihlal edilmesi tehlikesini arttırmıştır. Biyoteknoloji ve tıbbi genetik gibi alanlarda gerçekleşen devasa gelişmelerin yol açtığı riskler insanı bu yeni durumda özgürlükleri korumanın gereğini bir kat
daha ortaya koymaktadır.
Jürgen Habermas insan haklarını nasıl sınıflandırmıştır?
İnsan haklarını üç gruba ayırır. Bunlardan ilki bireysel özgürlük haklarıdır. Bireysel özgürlük hakları geleneksel olarak devletin saygı göstermekle yükümlü olduğu koruyucu haklardır. İkinci grup haklar ise hukuki ve siyasi katılım haklarıdır. Yargılamanın aleniliği, topluca düşünce açıklama ve seçme hakları, insan haklarına uygun bir uluslararası düzen içinde yaşama hakkı bunlardandır. Son olarak Habermas sosyal katılım haklarından söz eder. Bu bağlamda eşit ve uygun yaşam koşullarının sağlanması, sosyal güvenlik hakkı, çalışma hakkı, dinlenme hakkı, ücretli izin hakkı, konut hakkı, bakıma muhtaç hastalar için bakım hakkı, eğitim hakkı ve kültürel hayata katılma hakkı son grup içinde yer alan haklardandır.
İnsan onuru kavramının boyutları nelerdir?
İnsan onuru kavramı özgürlük karşıtı rejimlere karşı her dönemde felsefi ve ahlaki bir savunma aracı olmuştur. Günümüzde “insan onuru” kavramı iki farklı boyutu ile ele alınmaktadır. Bunlar (1) devletin bireyin vücut tamlığına, kişisel özel hayatına saygı göstermesi ve (2) bireyin sosyal- ekonomik ortamda piyasa koşullarının insafına terk edilmemesidir. Bu yönüyle insana saygı evrensel düzeyde geçerli olması gereken bir anlayıştır. İnsan doğası bunu gerektirir.
İnsan haklarına olan itirazları kültürel farklılıklar bağlamında nasıl açıklarsınız?
İnsan hakları dünya üzerinde yaşayan bütün insanlara verili haklardır. Ancak bu yaklaşıma dönük itirazlar mevcuttur. Bu itirazlardan biri toplumlar arasındaki kültür farklılıklarıdır. Kültürel farklılık nedeniyle insan haklarının evrensel düzeyde geçerli olmadığı öne sürülmüştür. Sebep olarak bölgesel farklılıklar öne sürülmüştür. Buna göre insan hakları Batılı uygarlığı ve kültür geleneğinin bir ürünüdür. Diğer kültürlerde bunun karşılığı yoktur. Çünkü birçok geleneksel kültür anlayışı herkesi hak sahibi olarak kabul etmez.
İnsan haklarında insan onurunun esas alınmasının gerekliliğini nasıl açıklarsınız?
İnsan haklarının kaynağının bir yandan kanunlarla korunması diğer yandan insan onuruna saygı anlayışına bağlanması çift yönlü bir koruma sağlar. Bu manada 20. yüzyılda biyoloji ve kimya alanlarında gerçekleşen gelişmeler ve yeni teknolojiler insan onuru duyarlılığının önemini ortaya koyar. Çünkü bilişim teknolojileri insanların özel hayatın gizliliğini tehlikeyle karşı karşıya bırakmıştır. Genetik alanında gerçekleşen gelişmeler modern anlamda köle
insanların üretilmesine doğru gelişmelere gebedir. Bütün bunlar insan haklarının dayanağı olarak insan onuruna dayanmanın ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Modern toplumda insan salt insan olduğu için değerlidir. İnsan olmak insan onurunu, özgürlüğü
ve eşitliği doğurur. Kısaca insanın maddi ve manevi kişiliğine saygının anlam kazanması “insan onuruna” saygıyı zorunlu kılar.