Hukukta Kişi ve Kişilik Kavramları
Hukukta “Kişi” kavramını tanımlayınız.
Hukuk düzenince hak sahibi olarak kabul edilen ve yükümlülüklere tabi tutulan varlıklara hukuk dilinde kişi adı verilmektedir. Kısaca hak öznesi olan varlıklara hukukta kişi adı verilmektedir. Elbette hakkın doğası ve niteliği gereği yükümlülükler de içerdiği açıktır. O hâlde kişi kavramını hak ve yükümlülük sahibi olmak şeklinde anlamak gerekir.
Geçmişten günümüze kişi sıfatına sahiplik sürecini özetleyiniz.
Kimlerin kişi sıfatına sahip olduğu sorusuna ise geçmişten günümüze farklı cevaplar verilmiştir. İlk zamanlarda hak öznesi olarak yani kişi olarak sadece belirli kategoride insanlar kabul edilmiştir. Uzunca bir süre kadınların ve kölelerin hak öznesi olarak kabul edilmedikleri görülmüştür. Özellikle köleliğin kök salmış olduğu dönemlerde köleler insan olmalarına rağmen hak öznesi olarak görülmemiştir.
Kişi sıfatı olmadığından hakkın öznesi değil hakkın konusu (objesi) olmuştur. Bu nedenle tıpkı bir eşya gibi alım satım, kiralama, yararlanma, zilyetlik gibi çeşitli tasarruflara konu edilmiştir. Ancak köleliğe karşı yürütülen mücadelelerin ardından bu kurum hukuk düzenlerinden kaldırılmış ve köleliğe karşı çeşitli yasaklamalar getirilmiştir. Dolayısıyla her insanın hak öznesi olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır. Böylece insanlar rengine, dinine, diline, statüsüne bakılmaksızın sadece insan olmak hasebiyle hak sahibi olarak kabul edilmiş ve kişi sıfatına sahip olmak için insan olmaktan başka bir özellik ve şart aranmaması kabul edilmiştir.
Hayvanların da hak öznesi yapılmasına ilişkin yasal düzenlemeler hangi ülkede tarafında ele alınmıştır? Bu düzenlemelerde görülen çelişkiler nelerdir?
Bazı ülkelerde birtakım girişimler olmakla birlikte bugüne kadar hayvanları özne hâline getiren düzenleme yapılmamıştır. Fransız Medeni Kanunu’nda 2015 yılında 514. maddede yapılan bir değişiklikle son derece ilginç bir kural getirilmiştir. Sözü edilen maddeye göre “hayvanlar duygu yeteneğine sahip canlı varlıklardır. Kendilerini koruyan hükümler saklı kalmak kaydıyla eşya hükümlerine tabidir”. Bu düzenleme aslında kendi içerisinde bir çelişkiye yer vermektedir. Çünkü hayvanları hukukun hem öznesi hem nesnesi yapmaktadır. Oysa hukuk açısından kişi hem özne hem de nesne olamaz. Dolayısıyla bu hükümden hayvanlara hukuksal kişilik tanındığı sonucuna ulaşılamamaktadır.
Gerçek kişiliği tanımlayarak, yasamız hükümlerine göre kişiliğin başlama koşullarını açıklayınız?
Gerçek kişiler hukuk dilinde insanları ifade etmektedir. Gerçek kişilerde kişiliğin ne zaman başlayacağı genellikle Medeni Kanunlar tarafından gösterilmektedir. Türk Medeni Kanunu’na göre “gerçek kişilik çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar” (28/1). Bu hükme göre kişiliğin başlaması için sağ doğmak ve tam doğmak şeklinde iki şart gerekmektedir.
Sağ doğmak canlı, sağ bir varlık olarak dünyaya gelmiş olmayı ifade eder. Öğretide öteden beri geleneksel biçimde söylendiği üzere doğumdan itibaren bir nefes alışverişinde bulunmuş olmak dahi şartın gerçekleşmiş olması için yeterlidir. Tersi ölü doğumdur.
Tam doğmak ise anne bedeninden ayrı, bağımsız bir varlık hâline gelmiş olması anlamına gelmektedir. Tam doğmak deyimindeki tamlık fiziksel anlamda bir bütünlüğü değil anne rahminden ayrışmış olmayı ifade etmektedir. Organ açısından eksik ve engelli doğmanın tam doğum şartı ile ilgisi bulunmamaktadır. Kordon bağının kesilmiş olup olmamasının da tam doğum şartının gerçekleşmiş olması bakımından bir önemi bulunmamaktadır. Kesilmeden bu süreçte ölmüş olması hâlinde bile bu süreçte kişi sıfatının varlığından söz edilecektir.
Bir kimse hakkında ölüm karinesi uygulanabilmesinin koşullarını örnekler vererek açıklayınız.
Ölüm Karinesi
TMK’nin 31. maddesi ölüm karinesi başlığı altında şu düzenlemeye yer vermektedir. “Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır”. İşte ölümcül olaylar içinde kişilerin kaybolması ancak cesedinin de bulunmaması durumuna hukuk ölüm karinesi sonucu bağlamıştır. Böyle bir durumda kişi ölmüş sayılmaktadır.
Bir kimse hakkında kolaylıkla ölüm karinesi uygulanmaz. Burada kişi ölümüne kesin bir gözle bakılmasını gerekli kılan bir durum içinde kaybolmuştur. Öyle bir durum ki büyük sayılar kanunu, bilimsel bulgular, akıl ve mantık kişinin bu durumda öldüğünü bize söyletir. Başka bir ihtimal akla gelmez. Yaşadığına dair en küçük bir bulgu ve ihtimal akla gelmez. Tek düşündüren cesedinin bulunamamasıdır. Zaten cesedi bulunmuş olsa doğrudan ölüm denilecektir.
Gaiplik nedir? Bir kişi hakkında gaiplik kararının verilebilmesinin koşullarını belirtiniz.
Gaiplik Karinesi
Kişiliği sona erdiren durumlardan birisi de gaiplik durumudur. Gaiplik kişinin ortadan kaybolması, kendisinden haber alınamaması gibi durumları belirtmek için kullanılan hukuksal bir terimdir. Türkçe kayıp teriminden daha geniş bir içeriğe sahiptir. Kişilerin bir tehlikeli durum içerisinde kaybolmaları veya uzun zaman kendilerinden haber alınamamalarına da hukukun seyirci kalmaması gerekir. Çünkü meçhul ve belirsiz bir bekleyiş geride kalanların hayatlarında olumsuz etkiler doğurur. İşte kanun koyucu gaiplik denilen bir kuruma yer vermek suretiyle geride kalanların hayatlarını buna göre düzenleme imkânı getirmiştir. TMK’nin 32. maddesine göre gaiplik iki duruma bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu iki durumda da kişi hakkında ancak mahkeme tarafından gaiplik kararı verilebilir.
Gaiplige Gidilebilecek Haller: Ölümüne Ihtimal Gözüyle Bakılabilecek Bir Tehlike Içerisinde Kaybolma Hali, Uzun Zamandan Beri Haber Alınamama ve Ölümü Hakkında Kuvvetli Ihtimal Hali.
- Gaiplik kararı verilebilecek durumlardan biri olan “Ölümüne Ihtimal Gözüyle Bakılabilecek Bir Tehlike İçerisinde Kaybolma Hali” koşulunu örneklerle açıklayınız.
Gaiplik Karinesi
Ölümüne İhtimal Gözüyle Bakılabilecek Bir Durumda Ortadan Kaybolma Hâli
Kimi zaman bir kimse bir tehlikeli durum içerisinde kaybolur ve yapılan aramalara rağmen bulunamaz. Tehlikeli durumun niteliği bize bu kişi için kesin ölmüştür dedirtebileceği gibi yaşadığına dair ihtimal üzerinde de durdurur. İşte ölümüne kesin gözle bakabileceğimiz bir tehlikeli durumda kaybolma söz konusuysa yukarıda açıklamış olduğumuz ölüm karinesinden eğer ölümüne ihtimal gözüyle bakabileceğimiz bir tehlike içerisinde kaybolmadan söz ediyorsak gaiplik karinesinden söz ederiz. Aşağıdaki örnekler konuyu yeterince açıklayacak ve aradaki farkı ortaya koyacaktır.
Örnek 1: (A) ve (B) tekneyle balığa çıkmış bir süre sonra son derece kuvvetli bir fırtına çıkmış bazı tekneler alabora olmuştur. (A) ve (B)’den bir haber alınamamıştır. Burada (A) ve (B)’nin ölüp ölmediği hakkında kesin bir yargıda bulunmak zordur. Çünkü tehlikenin niteliği bize kişilerin kesin öldüğüne dair bir sonuç sunmaz. Yaşadıklarına dair ümitten de söz ederiz.
Örnek 2: Bir depremde bina çökmüş ve enkazdan evde kaldığı belirlenen beş kişiden üçünün cesedi bulunmuştur. Bir kişi yaralı olarak enkazdan çıkartılmıştır. Bir kişinin ise ne cesedi çıkmış ne de kendisi bulunmuştur. Bu kişinin öldüğü söylenebileceği gibi yaşadığına dair umuttan da söz edebiliriz.
Gaiplik kararı verilebilecek durumlardan biri olan “Kendisinden Uzun Zamandır Haber Alınamama Hâli” koşulunu örneklerle açıklayınız.
Kendisinden Uzun Zamandır Haber Alınamama Hâli
Kişiler kimi zaman bir yerlere çalışmaya, öğrenim görmeye, gezmeye gider. Kimi zaman evden ekmek almak için bakkala, markete iner. Kimi zaman hava almak için, spor yapmak için, dolaşmak için evden çıkar. Bulunduğu yerden ayrıldığı bellidir. Fakat kişi dönmemiştir. Uzun zamandır da kendisinden bir haber alınamamıştır. İşte kişilerden belirli bir süre haber alınamaması durumunda haklarında gaiplik kararı alınabilir. Burada kişinin bir önceki ihtimalden farklı olarak herhangi bir tehlikeli durum içerisinde kaybolması değil kendisinden haber alınamaması söz konusudur. Ancak tek başına haber alınamaması yanı sıra öldüğüne dair kuvvetli bir ihtimalin varlığı gerekmektedir.
Örnek 1: (A) yurt dışında öğrenim görmek üzere ülkeden ayrılmıştır. Önceleri belirli bir süre düzenli olarak haber alınabilirken, telefonla ve mail yoluyla iletişim kurulabilirken daha sonra bu haberleşme sona ermiş ve birdenbire kesilmiştir. Konsolosluk veya yurt dışı resmî birimlere yapılan bildirimlere rağmen bir haber çıkmamıştır. Gelen bilgiler kişinin en son denize gittiği yönündedir.
Örnek 2: İş adamı (B) akşam sporu yapmak üzere evden çıkmış ancak bir daha kendisine ulaşılamamıştır. Hiçbir iletişim kurulamamıştır. Yapılan arama tarama ve ilana rağmen bulunamamıştır.
Örneklerden de anlaşılacağı üzere kişinin yaşayıp yaşamadığı bilinmemektedir. Ancak yakınlarından elde edilen bilgiler ve elde edilen bulgular kişinin ölmüş olacağı ihtimalini ortaya koymaktadır. Şu hâlde bir kimseden uzun zamandır haber alınamamış olması tek başına yeterli olmayıp ayrıca bunun ölme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğunun da çeşitli delillerle ortaya konulması gerekmektedir.
Gaiplik kararı ile ölüm karinesinin sonuçları bakımından aralarındaki farkı örnek vererek açıklayınız.
Gaiplik Kararı ve Sonuçları
Gaiplik kararı bir karineye dayalı olarak verilmektedir. Buradaki karine ölüm karinesi kadar sağlam ve güçlü temellere dayanmamaktadır. Gaiplik kararı verilen kişinin bir gün ortaya çıkma ihtimali ölüm karinesine göre çok daha fazladır. Bu nedenle de hem verilişi hem de doğurduğu sonuçlar ölüm karinesine göre daha sıkı şartlara bağlanmıştır. Örneğin ölüm karinesi tıpkı ölüm gibi evliliği sona erdirir. Oysa gaiplik karinesinde evliliğin feshi diğer eş tarafından mahkemeden istenebilir. Bu istem gaiplik kararı verilmesi ve evliliğin feshi birlikte yapılabilir veya sadece gaiplik kararı istenilip daha sonradan evliliğin feshi istenebilir. Her hâlükârda evliliğin feshi geride kalan eşin istemi doğrultusunda mahkemece karara bağlanır. Şu var ki eğer evlilik gaiplik nedenine bağlı olarak feshedilmişse sonradan gaip çıkıp gelmiş olsa da biten evlilik canlanmaz. Tıpkı yeni bir evlilik gibi evlilik sözleşmesinin gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Gaiplik kararına bağlı olarak gaibin malları mirasçılarına geçer. Ancak mirasçılar gaibin mallarına belirli süreler dâhilinde teminat karşılığında sahip olurlar. Gaip eğer çıkıp gelirse mirasçılar bu malları gaibe iade yükümü altındadır. Bu güvence ölümüne ihtimal gözle bakılmayı gerekli kılan bir tehlike içinde kaybolma hâlinde beş yıl, uzun zamandır haber alınamama hâlinde ise 15 yıl ve her hâlükârda gaibin yüz yaşına varmasına kadar geçerlidir (TMK, m. 584).
Kamu tüzel kişiliğinde kişiliğin başlangıcı ve sonlandırılması ne şekilde olur? Açıklayınız.
Kamu Tüzel Kişiliklerde Kişiliğin Başlangıcı ve Sona Ermesi
Kamu tüzel kişiliklerinin kuruluş ve sona ermesi birey iradelerine dayanmaz. Anayasa’nın 123/3. maddesine göre kamu tüzel kişilikleri ya kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulurlar. Örneğin belediyeler, üniversiteler, barolar, meslek odaları gibi birçok kuruluş kamu tüzel kişisidir. Bunların bir kısmının kamu tüzel kişiliği anayasa tarafından verilmiştir. Anayasa tarafından kamu tüzel kişiliği verilmiş olanların tüzel kişiliği ancak anayasada değişiklik yapılarak sonlandırılabilir. Örneğin Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) bir kamu tüzel kişiliğine sahip kurumdur. Kanunla bu kurumun kamu tüzel kişiliği kaldırılamaz. Kamu tüzel kişiliği Anayasa tarafından verilmemişse kanun ile veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kamu tüzel kişiliği oluşturulabilir. Bu durumda kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kamu tüzel kişiliği başlamış olur. Tüzel kişiliğin sona ermesi de kuruluştaki usulle olur. Kişiler kurmadığından kişilerin hiçbir rolü yoktur. Kuran irade kurduğu usulle ortadan kaldırma yetkisine de sahiptir.
Eşitlik ilkesi hak ehliyeti sahip olma ne anlama gelmektedir, anayasamısda ve Anayasa mahkemesinin kararlarında bu hak nasıl tanımlanmıştır?
Eşitlik İlkesi
Hak ehliyetinin eşitliği ilkesi hak ehliyetine sahip olmak için özel şartların getirilmemiş olması anlamına gelmektedir. Kişiler renk, din, dil, cinsiyet, yaş, eğitim, ekonomik durum gibi subjektif şartlara tabi değildir. Kişi sıfatını taşımak yeterlidir. Gerçek kişiler için insan olmak hak ehliyetine sahip olmanın tek ve yeterli şartını oluşturur. Kanun bütün insanlar “hak ve borçlara ehil olmada eşittirler” diyerek bunu ifade etmektedir. Elbette eşitlik ilkesini de matematiksel anlamda mutlak bir eşitlik olarak görmemek gerekir. Anayasa’nın 10. maddesinde düzenleme altına alınan kanun önünde eşitlik ilkesi kişilerin bilim ve akıl dışı sayılabilecek subjektif nedenlere dayalı olarak ayrımcılığa tabi tutulmaması anlamına gelmektedir. Aynı şartlara ve aynı durumlara sahip kişiler arasında renk, din, dil, inanç gibi subjektif nedenlerle ayrıma tabi tutulmak eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelir. Yoksa her durum ve koşulda herkes aynı hak ve yükümlülüğe tabidir şeklindeki bir eşitlik ilkesi eşyanın doğasına aykırı olup aslında eşitlik değil tam tersi eşitsizliğe yol açar. Bu nedenle kanunlarda hak ehliyetinin eşitlik ilkesine yönelik bazı istisnalara yer verilmiştir. Bu istisnalar kuşkusuz bilimsel ve rasyonel temellere dayanmakta ve ayrımcılık anlamı taşımamaktadır. Örneğin cinsiyet nedeniyle bazı farklı düzenlemeler biyolojik farklılığın doğası nedeniyle haklardan yararlanmada eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmez. Yaş nedeniyle birtakım farklılıklar getirilmesi ve haklardan yararlanmada farklı düzenlemelere yer verilmesi hak ehliyetinde eşitlik ilkesinin ihlali olarak anlaşılamaz. Aynı şekilde yabancıların haklardan yararlanmada vatandaşa nazaran farklılık getirilmesi günümüz hukuk düzenlerinde benimsenmiş bir durumdur. Dolayısıyla bu farklılıklar hak ehliyetinde eşitlik ilkesinin mutlak olarak anlaşılmamasına da açıklık getirmiş olmaktadır. Örneğin boşanmadan sonra erkeğin belirli bir bekleme süresi aranmazken kadın için 300 günlük bir bekleme süresi getirilmiştir. Bu durum kadın ve erkeğin biyolojik farklılığının gerekli kıldığı bir farklılık olup ayrımcılık amacı taşımaz (Kılıçoğlu, 220).
“Kanun önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesi-nin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanun-lar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağla-mak, kişiler arasında ayrım yapılmasını ve kişilere ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durum-lar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez” (AYM, E. 2019/2, K. 2020/28, T. 11.06.2020, RG, 11.9.2020, S. 31241).
Gerçek kişilerde fiil ehliyetinin koşullarını belirtiniz.
Gerçek Kişilerde Fiil Ehliyetinin Şartları
Hak ehliyeti pasif bir ehliyetken fiil ehliyeti aktif bir ehliyettir. Bu bağlamda örneğin herkes davada taraf olabilir (taraf ehliyeti). Üç yaşındaki çocuk davacı veya davalı sıfatını taşıyabilir. Çünkü davada taraf olmak hakkı herhangi bir iradi işlem yapmayı gerekli kılmaz. Oysa usul hukukunda “dava ehliyeti” olarak adlandırılan ehliyet; açılan dava ile ilgili tasarruflarda bulunabilmek, davayla ilgili işlemler gerçekleştirebilmeyi gerektirir. Dolayısıyla dava ehliyeti için sadece kişi olmak yeterli değildir. Aşağıda açıklanacak olan şartların da varlığı gerekmektedir.
Fiil Ehliyetinin Sartları: Ergin Olmak (Resit Olmak), Ayırt Etme Gücü Olmak ve Kısıtlı Olmamak.
Ergen Olmak
“Erginlik” eski tabirle “reşit olmak” belirli bir yaşa biyolojik olarak erişmek veya bu yaşa biyolojik olarak erişilmese de hukuk yoluyla erişmiş sayılmak anlamına gelmektedir. Dolayısı, yla şekilden de anlaşıldığı üzere üç tür erginlik karşımıza çıkmaktadır: Yargısal Erginlik (Kazai Rüşt), Yasal (Olağan) Erginlik, Evlilik Erginliği.
Ayırt Etme Gücüne Sahip Olmak
Mümeyyiz olmak, temyiz kudretine sahip olmak gibi kavramlarla da anılan ayırt etme gücünü, kişilerin yaptıkları işlem ve eylemlerin sebep ve sonuçlarını bilebilme ve bu doğrultuda hareket edebilme yeteneği şeklinde tanımlayabiliriz. Dolayısıyla ayırt etme gücü akıl ve idrak yeteneğiyle ilişkilidir. TMK’nin 11. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanun’a göre ayırt etme gücüne sahiptir” denilmektedir. Şu hâlde TMK ayırt etme gücünü “akla uygun biçimde davranma yeteneği” olarak ifade etmektedir.
Kısıtlı Olmamak
Kısıtlılık belirli nedenlere bağlı olarak kişi hakkında mahkeme tarafından verilen ve fiil ehliyeti üzerinde doğrudan etki yapan bir karardır. Hacir altına almak olarak da isimlendirilmektedir. Kişinin fiil ehliyetini kaldırması ya da önemli ölçüde sınırlandırılması sonucunu doğurduğundan sıkı şartlara bağlanmıştır. Kısıtlılık bir ceza değil kişinin ailesinin ve üçüncü kişilerin korunmasını sağlayan bir önleme aracıdır. Bu kararla birlikte kişi vesayet altına alınmış olur ve kendisine vasi tayin edilir (İmre, 378). Artık bu kişi tek başına işlem gerçekleştiremez. İşlemin geçerliliği vasinin işlem öncesi iznini veya yapılmışsa onayını gerekli kılar.
Fiil ehliyeti bakımından kişilerin sınıflandırmasını yapınız. Sınırlı Ehliyetsiz kişilerin tek başına yapabileceği işlemleri yazınız.
Gerçek Kişilerin Fiil Ehliyetleri Yönünden Sınıflandırılması
Fiil Ehliyeti Bakımından Kişilerin Sınıflandırılması: Tam Ehliyetliler, Sınırlı Ehliyetsizler Tam Ehliyetsizler, Sınırlı Ehliyetliler
Sınırlı Ehliyetsizin Tek Başına Yapabileceği İşlemler: Sınırlı ehliyetsize bir karşılık olmadan menfaat sağlayan işlemler (örneğin küçük ya da kısıtlıya bir para bağışlanması). Kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hakkın kullanımı (yargısal erginlik talebinde bulunma, derneğe üye olma gibi) Anne ve babasının rızası ile ailesi dışında yasayan küçük kendi kazandıkları üzerinde tek basına tasarrufta bulunabilir Bir meslek ve sanatla uğraşması için verilen malların idaresi ve bu maldan yararlanma hakkı çerçevesinde yapılan işlemler.
TMK m.429’da, kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye hangi işlerde görüşü alınmak üzere bir yasal danışman atanabileceği belirtilmektedir?
Sınırlı Ehliyetliler
TMK, m. 429 Yasal danışmanlık “Kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülen ergin bir kişiye aşağıdaki işlerde görüşü alınmak üzere bir yasal danışman atanır: 1. Dava açma ve sulh olma, 2. Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir aynî hak kurulması, 3. Kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi, 4. Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri, 5. Ödünç verme ve alma, 6. Ana parayı alma, 7. Bağışlama, 8. Kambiyo taahhüdü altına girme, 9. Kefil olma.
Aynı koşullar altında bir kimsenin mal varlığını yönetme yetkisi, gelirlerinde dilediği gibi ta-sarruf hakkı saklı kalmak üzere kaldırılabilir”.
Bir kimsenin hangi nesilden geldiğini gösteren ve aileye mensubiyeti ortaya koyan bir isim olan soyadı kazanılma yolları nelerdir? açıklayınız.
Soyad
Soyadı bir kimsenin hangi nesilden geldiğini gösteren ve aileye mensubiyeti ortaya koyan bir isimdir. Soyadı yerine aile ismi de denilmektedir. 1934 tarihli Soyadı Kanunu’na kadar kişilerin soyadı kullanmaları yönünde bir zorunluluk yoktu. Bununla birlikte birçok aile “aile ismi” kullanmaktaydı ve bu usul çok eski bir geleneğe dayanmaktaydı (Oğuzman-Seliçi, 60). Soyadı Kanunu ile birlikte herkesin bir soyadı taşıması zorunluluğu getirilmiştir. Kanun’un 1. maddesine göre “Her Türk öz adından başka soy adını da taşımağa mecburdur”. 2. maddesine göre de “Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde, soy adı sonda kullanılır”.
Soyadı yukarıdaki şekilden de anlaşıldığı üzere çeşitli yollardan kazanılır. Bunlardan en doğal yol kişinin doğumu ile kazanılmasıdır. Bu kazanım doğrudan ve kanun gereğidir. Buna soy bağı ile kazanım da denilir. Esasen soyad buradan gelmektedir. Türk Medeni Kanunu ve Nüfus Hizmetleri Kanunu’na göre evlilik birliği içinde doğan çocuk doğar doğmaz babanın soyadını alır. Ancak daha sonradan da çeşitli yollara dayalı olarak soyad alınabilmektedir.
Sonradan soyadın elde edildiği yoların başında evlilik gelmektedir. Evlenen eş eski Medeni Kanun’da doğrudan kocanın soyadını almaktaydı. Bu konuda da başka bir seçenek söz konusu değildi. Ancak Yeni Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesi kadına bir seçenek sunmaktadır. Bu düzenlemeye göre kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir.
Sonradan soyadın elde edilebileceği bir diğer yol da evlatlık sözleşmesidir. TMK’nin 314, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 29. maddesine göre evlatlık küçükse evlat edinenin soyadını alır. Eğer erginse evlat edinenin soyadını alabilir.
İsim kullanılmasının çekişmeye yol açması durumlarını örneklerle açıklayınız.
İsmin Özel Olarak Korunması
İsim hakkı yukarıda da belirtildiği üzere mutlak haklardandır. Kişiliğin en önemli unsurlarından biri olması nedeniyle TMK’nin 26. maddesinde özel olarak korunmuştur. Söz konusu maddede ada yönelik iki tür ihlale yer verilmiştir. Bunlardan biri ismin kullanılmasının çekişmeye yol açması diğeri ise ismin haksız yere kullanılmasıdır.
İsmin kullanılmasının çekişmeye yol açması genellikle ticari işletmelerde karşımıza çıkar. Adının kullanılması çekişmeli olan kişi hakkının tespitini dava edebilir (TMK, m. 26/1). Bir kişinin kullandığı ada yönelik itiraz yapılabilir, kişi ihtilaflı hâle gelen isim için hakkının olduğunu kendisi dava edip tespitini isteyebilir gibi. Diğer yandan ismi haksız yere kullanılabilir. Örneğin boşanma hâlinde kocanın soyadı ancak mahkeme kararıyla kullanılabilir. Ortada böyle bir karar olmamasına rağmen kullanılıyorsa bir isim gaspından söz edilir. Aynı şekilde bir kimse kızdığı komşusunun ismini köpeğine vermişse bir isme yönelik haksız saldırıdan söz edilir (Öztan, 1998, 248).
Hısımlık nedir, kaç tür hısımlık vardır? Evlilikten doğan hısımlık hangi tür hısımlıktır? Açıklayınız.
Hısımlık
Soybağı gibi doğal ve biyolojik yollarla veya bazı sözleşmeler ile kişiler arasında ortaya çıkan yakınlık ilişkisine “hısımlık” denilmektedir.
Hısımlık: 1-Kan Hısımlıgı: Altsoy-Üstsoy Hısımlıgı, Yansoy Hısımlıgı, 2- Sözleşmeden doğan hısımlık: Evlilik Ile (Kayın Hısımlıgı), Evlatlık Ile (Yapay Hısımlık)
Sözleşme İlişkilerinden Doğan Hısımlık
Doğal ya da kan bağından olmamakla birlikte bazı sözleşmelerle kişiler arasında oldukça yakınlık kurulabilmektedir. Bu yakınlık da hukuk düzenlerince hısımlık ilişkisi içerisine alınmıştır. İki sözleşme ile gerçekleşen yakınlığa hısımlık bağlanmıştır. Bunlar evlilik sözleşmesi ve evlatlık sözleşmesi ile ortaya çıkan hısımlık bağıdır. İlki kayın hısımlığı diğeri ise yapay hısımlık olarak adlandırılmaktadır.
Kayın Hısımlığı
Evlilik sözleşmesiyle birlikte eşlerden biriyle diğer eşin hısımları arasında ortaya çıkan hısımlığa kayın hısımlığı denilmektedir. Buna eski TMK’de “sıhri hısımlık” adı verilmekteydi. Bir eşin kendi hısımlarıyla
ilişkisi hangi tür ve derece ise eşinin de bu kişilerle olan hısımlığı aynı olur. Örneğin (A) ile (B)’nin annesi arasında ortaya çıkan hısımlık kayın hısımlığı ve 1. derece üst soydur. Eğer (B) evlenip boşanmış ve ilk eşinden bir çocuğu olmuşsa bu çocukla (A) arasında alt soy 1. dereceden bir kayın hısımlığı ortaya çıkar. Diğerleriyle de bu şekildedir.
Hısımlığın doğurduğu hukuksal sonuçlar nelerdir? Açıklayınız.
Hısımlığın Doğurduğu Sonuçlar
Hısımlık hukuk açısından bazı sonuçlar doğurmaktadır. Yoksa ne isimlendirmenin ne de derecelendirmenin bir anlamı olmaz. Bunların gündelik hayatta sık karşımıza çıkanlarına aşağıda yer verilmiştir.
Hangi derecede olursa olsun alt soy ve üst soy arasında kesin evlilik engeli bulunmaktadır. Yan soyda ise dördüncü dereceye kadar bir evlilik yasağı söz konusudur. Kayın hısımlıkta alt soy ve üst soy ile evlenme yasağı vardır ancak bir eş diğer eşin yan soyu ile evlenebilir. Evlatlıktan doğan hısımlıkta ise evlatlık ile evlat edinen arasında evlilik yasağı bulunmaktadır.
Mirasçılık ve miras paylarının belirlenmesinde hısımlık dikkate alınır. Evlatlıktan doğan hısımlıkta mirasçılık tek taraflıdır. Evlatlık evlat edinenin mirasçısı olur ancak evlat edinen evlatlığın mirasçısı olamaz.
Bir davada taraflar ile tanık arasında belirli tür ve derecede hısımlık varsa tanıklığına dair yasaklılık bulunmakta veya davaya bakan ile taraflar arasında bu şekilde bir yakınlık bulunmaktaysa davadan çekinme yetkisi bulunmaktadır. Kimler arasında hangi dereceye kadar yasaklamalar, reddetmeler veya çekinmelerin olacağı kanunlar tarafından gösterilmektedir.
TMK belirli tür ve derecelere giren kişiler arasında yardım nafakası yükümlülüğü getirmektedir. Kanunun 364. maddesine göre yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan alt ve üst soy ile kardeşler birbirine nafaka vermekle yükümlüdür. Örneğin bir kimse yoksulluk içerisine düşmüş ve torununun da ekonomik durumu iyiyse torunundan nafaka isteme hakkına sahiptir. Aynı şekilde kişi yoksulluk içerisindeyse kardeşinin durumu da iyiyse nafaka vermekle yükümlüdür. Ancak bir kimsenin dayısından böyle bir nafaka isteyemez. Çünkü kanun alt ve üst soyun bu yükümlülüğünde derece gözetmemişken yan soyda sadece kardeşleri yükümlü kılmıştır.
TMK 19. Maddesinde yerleşim yeri tanımı nasıl yapılmıştır? Kaç tür yerleşim yeri vardır, özellikleri nelerdir?
Yerleşim Yerine Hâkim İlkeler
Kanunun 19. maddesinde yerleşim yeri “bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir” şeklinde açıklandıktan sonra bir kimsenin birden fazla yerleşim yeri olamayacağı belirtilmiştir. O hâlde yerleşim yeri için iki ana ilkeden söz edilebilir. Birincisi yerleşim yerinin zorunluluğu diğeri ise yerleşim yerinin tekliği ilkesi (TMK, m. 19).
Yerleşim Yeri Türleri
TMK’nin yerleşim yerine ilişkin düzenlemelerinden üç tür yerleşim yeri çıkartılmaktadır. Bunlar öğretide gelenekselleşmiş bir ayrımla üçlü bir isimlendirme altında işlenmektedir.
Yerlesim Türleri: Serbest Yerlesim Yeri Kanuni (Yasal) Yerlesim Yeri Varsayımsal Yerleşim Yeri
Serbest Yerleşim Yeri
Kişinin yerleşmek niyetiyle az-çok süreklilik taşıyan bir yerde oturması, iş ve aile ilişkilerinin merkezini orada oluşturmasına “serbest yerleşim yeri” denir (TMK, m. 19/1). Kişinin kendi özgür iradesiyle seçip yerleştiği yer olması nedeniyle iradi yerleşim yeri olarak da adlandırılmaktadır. Kişinin yerleşme ve seyahat özgürlüğünün bir anayasal hak olması nedeniyle yerleşim yerinde asıl olan serbestlik ilkesidir. Kişilerin sağlık, turizm, eğitim gibi çeşitli amaçlarla bir başka yerde bulunmaları hâlinde bu bulunulan yerler geçicilik niteliği taşıması nedeniyle onun yerleşim yeri sayılmaz (TMK, m. 22). Çünkü bu bulunulan yerler yerleşme niyeti taşımamaktadır.
Kanuni (Yasal) Yerleşim Yeri
Bazı durumlarda kişilerin serbest özgür iradelerine bakılmaksızın yerleşim yerlerini kanun belirlemiştir. Bu durumlarda kişinin iradesi yoktur. İşte, bir kimsenin yerleşim yerinin kanun tarafından belirlendiği durumlara kanuni yerleşim yeri denilmektedir. Seçme özgürlüğü olmadığından bağımlı yerleşim yeri de denilmektedir (TMK, m. 21). Örneğin, velayet altındaki çocukların yerleşim yeri anne babasının yerleşim yeri, vesayet altındakilerin yerleşim yeriyse vesayet mahkemesinin bulunduğu yerdir. Bunlar, sözü edilen kişiler için kanun tarafından belirlenmiştir.
Varsayımsal Yerleşim Yeri
Kanun herkesin bir yerleşim yeri edinmesini zorunlu kılmıştır. Ancak bazı durumlarda çeşitli nedenlere bağlı olarak bu zorunluluk yerine getirilmemiş olabilir. İşte TMK, yerleşim yeri olmayanlar için bir varsayım getirmiş ve onlar için bir yerleşim yeri belirlemiştir. Buna göre eğer bir kimsenin yerleşim yerinin varlığı belirlenememiş veya yabancı ülkedeki yerleşim yerini terk etmiş olmakla birlikte Türkiye’de henüz bir yenisini kurmamışsa hâlen oturduğu yer onun yerleşim yeri sayılır (TMK, m. 20/II). Buna “varsayımsal yerleşim yeri” (itibari yerleşim yeri) denilmektedir.
Kişilik alanına ilişkin hakların özelliklerini başlıklar hâlinde yazınız.
Kişilerin maddi (fiziki) varlığı ve manevi varlığı bir bütün olarak kişiliği oluşturur. Kişiliği oluşturan bu unsurlar aynı zamanda karşımıza kişilik hakları olarak çıkar. Bu haklar kişilerin mal varlığı alanına giren haklardan farklıdır. Aşağıda kişilik haklarının taşıdığı özelliklere başlıklar hâlinde kısaca yer verilmiştir.
• Kişilik hakları manevi varlıklara ilişkindir. Bu nedenle kişiliğin ekonomik bir değeri bulunmamaktadır. Para ile ölçülemezler. Bununla birlikte kişinin fiziksel bütünlüğüne yönelik bir saldırı kimi zaman kişinin mal varlığını da etkiler. Örneğin kişinin bir süre iş göremez biçimde yaralanması durumunda yürüttüğü bir faaliyeti yerine getiremeyecek oluşu nedeniyle maddi birtakım kayıplar da ortaya çıkabilir. Bu nedenle kişilik haklarının kendisi para ile ölçülemezse de kişilik hakkının ihlalinin ortaya çıkarttığı kayıplar para ile ölçülebilir (Öztan, 1994: 116).
• Kişilik hakları kişilerin doğuştan sahip oldukları haklardır. İnsan olmanın doğal bir sonucudur. Çünkü kişiliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’nın 12. maddesinde herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmektedir.
• Kişilik hakları, kişiliğe ve kişilik alanına ilişkindirler. Yukarıda da belirtildiği üzere kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunmasını içeren her talep kişilik hakkını oluşturur.
• Kişilik hakları başkalarına devredilemez. Örneğin yaşam hakkını kişi bir başkasına devredemez.
• İstisnalar dışında mirasa konu olamazlar. Ölüm ile birlikte kişilik son bulduğundan kişiliğe ait değerler de son bulur. Mirasçıya geçmez. Ancak ölümle birlikte ölenin hatıraları, mektupları, cesedi, ölüm öncesi sahip olduğu onur ve şerefi mirasçılara geçmese de mirasçının aynı zamanda manevi bütünlüğüne dahil değerlerini oluşturur. Bu nedenle cesede saygısızlık, ölenin sır dünyasına ilişkin saldırılar mirasçıların manevi yaşamlarına yönelik bir kişilik ihlali ortaya çıkartır (Öztan, 1994, 116).
• Kişilik haklarının kullanımından vazgeçilemez. Burum TMK’nin 23. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Örneğin kimse yaşam hakkından, vücut bütünlüğü hakkından, sözleşme özgürlüğünden, evlenme hakkından vazgeçemez. Kişilik hakkının kullanımından vazgeçmelere dair sözleşmeler geçerlilik taşımaz. Kimse yaşam hakkını satışa çıkartamaz.
• Hukuka ve ahlaka aykırı olarak sınırlandırılamazlar. Kişilik haklarına aykırı bir sözleşme mutlak butlan (kesin geçersizlik) yaptırımına tabi tutulmuştur (TBK, m. 28/1). Örneğin hiç boşanmamak kaydını içeren bir bağışlama işlemi geçerli görülemez. Organ satışını konu alan bir sözleşme kişilik haklarına aykırı bir sözleşmedir.
• İcra takibine konu edilemezler. Haczedilemezler. Örneğin kişilerin mektupları, resmi, ismi haczedilemez.