aofsorular.com
SOS317U

Hukuk Sosyolojisinin Temel Kavramları

1. Ünite 20 Soru
S

Nesne ile öznenin birbirinden ayrı olduğu doğa bilimleri açısından bilim felsefesi tarihi içerisinde farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Buna göre ilk bilim felsefecisi olarak Aristoteles kabul edilmektedir? Aristoteles'in bu şekilde kabul edilmesindeki etmen nedir?

Öncelikle Aristoteles, bilimsel araştırmayı, gözlemlerden genel ilkelere ve sonra tekrar gözlemlere doğru bir gidiş olarak görüyor ve bir bilim adamının, açıklanacak olaydan açıklayıcı ilkeler çıkarması ve sonra da bu ilkeleri içerebilecek olan öncüllerden bu olayla ilgili önermeler elde etmesi gerektiğini ifade ediyordu. Onun bu yaklaşımı, daha sonra bilim tarihi içerisinde ayrı ayrı izlenecek olan iki hat olarak “tümevarım” ve “tümdengelim” yöntemlerini de ortaya koyduğu ve tek tek vakaların incelenmesi suretiyle “tüme vararak” genel ilkelere ulaşılmasını ama ardından genel ilkelerden yani “tümden gelerek” vakaların yeniden incelenmesini önerdiği için ilk bilim felsefecisi olarak kabul edilmiştir. 

S

Galileo’nun çalışmalarının bilim tarihine yaptığı katkı ne şekilde gerçekleşmiştir?

Galileo Galilei, aslında Pythagorasçılık ile aynı matematiksel ilke hattını takip etmekle birlikte, gözlemlerinden sonuçlar çıkaran ve çoğu konuda karşı olmakla birlikte Aristoteles’in tümevarımsal ve tümdengelimsel yöntemini benimseyen kişi olmuştur. Galileo’nun çalışmaları, şu şekilde bir ayrım yaptığını ortaya koymaktadır: Bilimsel açıklamalar ve bilimsel olmayan açıklamalar vardır. Bilimsel açıklamalar da kendi içerisinde kabul gören bilimsel açıklamalar ve kabul görmeyen bilimsel açıklamalar şeklinde ikiye ayrılır. Dolayısıyla bilimsel açıklamalar, yöntem kullanılmak suretiyle yapılır. Bu anlamda Galileo, bilimsel olan ve olmayan arasında yaptığı ayrımla, aslında bilim tarihi bakımından önemli bir adım atmıştır.

S

Kartezyen Düşünce genel hatlarıyla nasıl tanımlanmaktadır?

Modern bilim felsefenin başlangıcı olarak kabul edilen Rene Descartes’ın, olgular dünyası anlamında fizik ile idealar alanındaki metafiziği birbirinden ayırdığı felsefesidir. Beden ve zihin ayrımını da vurgulamaktadır. 

S

Modern bilimin öncülerinden olan John Locke, insan zihnini doğuştan bir “tabula rasa (boş levha)” olarak tanımlamış ve sahip olduğumuz her türlü bilgiyi yalnızca duyu organlarımız aracılığıyla elde ettiğimizi ileri sürmüştür. Locke'un bu kuşkucu yaklaşımını genişleterek bilim tarihinde yeni bir öneri getiren düşünür kimdir?  

Söz konusu düşünür David Hume'dur. Duyularla, deney yoluyla elde edilen ve nedensellik ilkesini ortaya koyan bir bilim yaklaşımını ortaya koyan Hume, Locke'un kuşkucu görüşlerini genişleterek aşağıdaki üç öncülü ortaya koymuştur:

1. Tüm bilgiler karşılıklı olarak özel olan ‘fikirlerin bağlantısı’ ve ‘gerçekler’ şeklinde kategorilere bölünebilir.

2. Gerçeklerin tüm bilgisi sezgilerde [duyularda] bulunur ve bunlardan ortaya çıkar.

3. Doğayla ilgili zorunlu bir bilgi olayların zorunlu bağlanmışlığının bilgisini gerektirir.

S

Türkçeye “deneycilik” olarak da çevrilen Empirizm terimi, genel şekliyle nasıl tanımlanabilir? 

Empirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüşe verilen adı ifade etmektedir. Bu görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.

S

İnsanlığın toplum hakkındaki o güne kadarki düşüncesini bir taraftan devam ettirirken bir taraftan da bu tahayyülden esaslı bir kopuşu ifade eden sosyoloji, XIX. yüzyıl bilimi olarak kabul edilmektedir. Buna göre bu yüzyılı ifade eden koşulları genel başlıklarıyla nasıl ifade edebiliriz? 

 

XIX. yüzyılı ifade eden dört ana koşuldan söz edilmektedir. Buna göre birincisi, metafizik olanın yerine fizik/doğa geçmiştir. Dolayısıyla ilahi buyruk değil, doğanın yasası ve din adamının şerhi değil, önceleri filozofun yorumu ama sonrasında bilim insanının gözlemi önem kazanmıştır. Ayrıca, sosyal, siyasal, iktisadi hatta dinî bütün sorunların çözümünde “akıl” temel bir araç hâline gelmiştir. Bunlara ek olarak ilerleme yani insanlığın karşısına çıkan sorunları aşarak gelişeceği fikri ve umudu, dönemin önemli özelliklerinden biridir. Nihayet, Fransız devrimiyle yurttaş hakları olarak ortaya konan ve giderek tüm insanlığı kapsayacak bir “insan hakları” söylemi hâlini alan, kişiye ve/veya bireye ve onun haklarına duyulan saygı söz konusudur.

S

Aydınlanma düşünürlerinin toplumun oluşumuna dair önemli iddialarından biri olan ve hukuku ve hukuk sosyolojisini doğrudan ilgilendiren kavram nedir?

Bu kavrama "Sözleşme" denilmektedir. Esas olarak irade sahibi bireylerin beyanları ile kurulduğu kabul edilen sözleşme işlemi, bazı düşünürler tarafından modern toplumun da kurucu varsayımlarından biri olarak kabul edilir. “Sosyal sözleşme teorisi, hukuk, düzen ve devletin bulunmadığı bir tabiat hali varsayımına dayanır… İnsanlar hiçbir üstün otoritenin bulunmadığı tabiat durumundan toplum durumuna geçmişlerdir ve barış içinde yaşamak, birbirlerine saygı göstermek konusunda anlaşarak birleşmişlerdir. Buna ‘sosyal sözleşme’ veya ‘birleşme sözleşmesi’ denir” . Sosyal sözleşme, devletin ya da siyasal toplumun ortaya çıkışını açıklamakta kullanılan bir varsayımdır. Buna göre, toplumun üyeleri, bazı hak ve özgürlüklerini güvence altına alabilmek için, aralarında bir sözleşme yaparak bazı hak ve yetkilerini devlete devretmişlerdir. Söz gelimi yaşama haklarını korumak üzere, cezalandırma yetkisini devlete bırakmışlar; böylece hem devletin doğuşunun ve meşruiyetinin temeli oluşmuş, hem de devletin dahi dokunamayacağı, korunaklı bir hak alanı yaratılmıştır. Hukuku ve devleti ortaya çıkaran sosyal sözleşmedir. Hukukun da devletin de bu sözleşmeye uygun olması öncelikli koşuldur. Aksi hâlde, sözleşme bozulmuş olacak, devlete ya da hukuka tabi yurttaşların da sözleşmeye uygun davranma yükümlülükleri ortadan kalkacaktır.

S

Sosyal sözleşme fikrinin önemli düşünürlerinden Thomas Hobbes, tabiat hâli varsayımı içerisinde herkesin herkesle mücadele içerisinde olduğunu düşünerek; “insan insanın kurdudur (homi homini lupus)” açıklamasını yapmıştır. Hobbes'un bu ifadesinde kastettiği düşünce ne şekilde yorumlanabilir?

Hobbes, insanın tabiat hâlinde birbiriyle kavga ve mücadele içerisinde olmasının sebebi menfaatini koruma, birbirine karşı güvensizlik ve kuvvete sahip olma isteğine bağlar. Bu nedenle insanların bir sözleşme yaptıklarını varsayar ve açıklamasına şöyle devam eder. Tabiat durumunun güvensizlik ve istikrarsızlığından kurtulmak isteyen insanlar bir sözleşme yapmak zorundaydılar. Yalnız bu sözleşme insanların sosyallik duygusunun sonucu değildir. Sözleşmenin sebebi barışı sağlamanın insanların menfaatine daha uygun gelmesidir. Sözleşme insanların tabiat hâlinde iken sahip bulundukları hürriyetten vazgeçmeleri anlamına gelir. Yalnız bu fedakârlık karşılıklı olarak yapılır. Hobbes sosyal sözleşmenin formülünü şöyle ifade etmektedir. ‘Kendi kendimi idare için malik bulunduğum hak ve yetkileri, başkalarının da aynı hak ve yetkilerden vazgeçmeleri şartıyla bir kişiye (kral) veya kurula devrediyorum’. Sosyal sözleşmenin bu şekilde yapılması yeterli değildir. Sözleşmenin uygulanması da gerekir. İnsan egoist tabiatı dolayısıyla, kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için toplumun huzurunu ihlal edebilir. Bu nedenle sözleşmeye uyma-yanları cezalandıracak bir kuvvetin, iktidarın varlığı şarttır. İnsan diğerlerine tanıdığı hürriyetten daha fazlasına sahip olmaktan haz duyan bir bencil olduğundan herkesin sözleşmeye uymasını sağlayacak bir iktidara ihtiyaç vardır. Bu iktidar ise devlette belirir. Devlet sözü geçen sözleşmede taraf değildir. Zaten taraf olmasına imkân da yoktur. Çünkü egemen kuvvet, insanların haklarını ve yetkilerini bırakmaları sonucu doğmaktadır. Şu hâlde Hobbes’un sosyal sözleşmesinin en önemli iki özelliği, devletin sözleşme ile bağlı olmaması ve sözleşmeyi yapan fertlerin yalnız birbirlerine karşı değil, aynı zamanda üçüncü kişilerin durumunda bulunan devlet lehine taahhüde girişmeleridir. Bu şekilde kurulan devleti Hobbes ‘barışın ve ortak savunmanın sağlanması yolunda, kamu iktidarını kendi istediği yetkiye göre kullanmaya yetkili tüzel kişi’ saymaktadır.

S

Sosyolojinin konusunu toplumsal olgu oluşturmaktadır ve hukuk sosyolojisi, hukuku sosyal olgu olarak ele alan bir bilim dalı şeklinde kabul görmektedir. Buna göre "olgu" kavramını nasıl tanımlayabilirsiniz?

Olgu, dışımızda bulunan ve deney konusu olabilen her şeydir. Olgu, bireysel bilincin dışında olup bilince bağımlı değildir. Bu anlamıyla nesneldir. Bireysel bilincin dışında olduğu için ortaya çıkışı da tek tek kişilerin düşüncesine bağlı değildir. Bu durum, olguya bir dizi özelliğin de atfedilmesini beraberinde getirir. Buna göre, olgu tarafsızdır, nesneldir, gözlenebilir ve irade dışıdır.

S

Durkheim'in çalışmalarının hukuk sosyolojisi açısından yansımaları ne şekilde gerçekleşmiştir?

Durkheim’ın çalışmaları önemli ölçüde hukuku veri almaktadır. Ancak buradaki hukuka odaklanma, araçsal bir odaklanmadır. Asıl amaç verili hukukun sosyolojik içeriğini incelemek olmamıştır. Toplumsal olgular, hukuk kuralları ve ihlalleri ile edinilen nesnel bilgiler ışığında tahlil edilmeye çalışılmıştır. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa Durkheim’ın ahlak, din ve hukuk izleğinde zuhur eden sorunsallardan, onun nazarında oluşan önem sırası da keza ahlak, din ve hukuk şeklinde olmuştur. Hukuki fenomenler, Durkheim’a göre, ahlaki ve/veya dinî fenomenlerin özel dışavurumlarından ya da özel biçimlerinden başka bir şey değildir. Ancak bu açıklamalar doğrultusunda, Durkheim sosyolojisinde, hukukun değerinin düşük olduğu da hiçbir zaman düşünülmemelidir. Bilakis o, hukuk kuramlarına ciddi bir yöntemsel işlev yükler. Dışsallık ve baskı niteliklerini haiz birer toplumsal olgu olan hukuk kuralları (tıpkı ahlak kuralları ve atasözleri gibi), somut, canlı ve dinamik kolektif hayatın soğumuş ve donuklaşmış boyutunu oluştururlar. 

S

"Hukuk" ile "Hukuk Bilimi"ni birbirinden ayıran unsur nedir?

Hukuk Bilimi denilebilecek bir bilim dalı söz konusu olacaksa her şeyden evvel araştırma nesnesini, yani konusunu ortaya koyabilmek gerekir. Bu aynı zamanda hukukun konusunu, sosyal hayatı düzenleyen diğer normatif düzenlerden de ayırmak anlamına gelecektir. Ayrıca şu da kabul edilmelidir ki “hukukun var olması” farklı bir şey, hukukun bilimsel olarak kavranması farklı bir şeydir. Dolayısıyla, hukuk bilimi olmaksızın da hukuk var olabilir. Hukuk bilimi olmadan da insanlar bir sosyal düzen içerisinde adına da “hukuk” denilen düzenlemelere dayalı olarak yaşayabilir hatta bu düzenlemelerin “bilgisi”ne sahip de olabilirler. Ancak bu, kişilerin kendi yeteneklerine, sezgilerine bağlı bir bilgidir. Bilim sistematik ve metodolojik bir faaliyettir. Hukuk bilimini, hukuka ilişkin gündelik bilgiden ayıran unsur, sistematik ve metodolojik olmasıdır. Yürürlükteki gündelik hukuk, çoğu kez soyuttur, müphemdir. Hele modern hukuk söz konusu olduğunda düzenlemeler kanun, tüzük, yönetmelik gibi farklı düzeylerde yapılır. Yargı kararları (içtihatlar) zaman zaman bir hukuk kaynağı hâline gelir ve bu süreçlerin her biri son derece teknik ve ayrıntılıdır. Hukukun günlük ve teknik bilgisinin dahi sistematikleştirilmesi gerekir. Nitekim klasik hukuk biliminin ilk olarak belli bir zamanda, belli bir yerdeki kuralları sistematik hâle getirme girişimi olduğu söylenir.

S

Nesnesi maddi olmayan bilimler için N.S. Timassheff’in kullandığı tabir "ideografik bilimler", nesnesi olgular olan bilimler ise bu sınıflandırmada "nomografik bilimler" şeklinde adlandırılır. Eğer hukukun bizzat kendisi bir bilim olarak ele alınacak olursa bu açıklamalardan hangisine dahil edilmesi gerekir?  

Hukuk biliminde bilginin olguya uygunluğu değil, hukuk bilgisine ait düşüncenin tutarlılığı aranır. Böylece deney ve gözlem değil, analitik değerlendirme söz konusu olur. Böylece ulaşılan sonuçlar da analitik önermelerden ibaret olacaktır. Hukuk biliminde elde edilen bilgi normatiftir, yani düzenleyicidir. Bir değer içerir ve insanların nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildirir. Kısacası hukukun bizzat kendisi bir bilim olarak ele alınacak olursa ancak ideal ve/veya ideografik bilimler içerisinde kabul edilmesi gerekir. 

S

Hukuk felsefesinin, Hukuk Sosyolojisine olan katkıları nelerdir? 

Hukuk felsefesi içerisinde yer alan çeşitli ekoller aracılığı ile Hukuk Sosyolojisi'ne katkı sunmaktadır. Bunlar; hukuk kavramı, hukukun yürürlüğü, hukukun amacı, hukuk uygulamasında geçerli metotlar, hukukun değerlendirilmesinde yararlı objektif adalet kriterlerinin bulunup bulunmayacağı, insan iradesinin hür olup olmadığı ile ilgili değişik görüşlerdir. Tüm bu ekoller hukuk düşüncesine ilişkin önemli katkılar ortaya koymaktadır. 

S

İnsanı kronolojik ve coğrafi uzamda ve gelmiş geçmiş toplumlardaki tüm ‘değişikliği’ içerisinde ele almayı amaçlamış Hukuk Antropolojisi, sosyokültürel çevresi içerisinde ele alınacak insanın, henüz yazının var olmadığı çağlardaki uygarlık ve düşünce düzeyinden yola çıkılarak, bugün ‘hukuksal’ olarak nitelendirilen davranış ve eylem biçimlerinin anlaşılmasına yönelmiş çabalar bütünü olarak değerlendirilir.

Buna göre Montesquieu, hangi nedenlerle Hukuk Antropolojisi'nin kurucusu olarak kabul edilmektedir?  

Montesquieu, “başka toplumların hukuklarını araştırma” perspektifini çalışma alanına dâhil ettiği için, karşılaştırmalı hukukun ve bir anlamda hukuk antropolojisinin de kurucularından biri olarak kabul edilebilir. Hukuk, sosyal ve siyasi düzenin önemli bir unsurudur. Zaman ve mekân içerisinde de değişiklik gösterir, farklılaşır. Montesquieu’ya göre hukuk, bir toplumun hukukudur ve bir başka topluma aktarılması düşünülemez. Ona göre “hukukun niteliğini ve değişim çizgisini, her topluma özgü iklimsel, fiziksel, ekonomik, sosyal, ahlaksal vb. koşullar belirler."

S

Hukuk Tarihi çalışmalarının Hukuk Sosyolojisi alanına katkıları nelerdir?

Toplumsal bir tarih disiplini olan Hukuk Tarihi, pratik bir amaç taşımaz; bize geçmişte uygulanan hukukun ne olduğunu gösterir. Geçmişteki hukuk gerçekliğini ortaya koyar ama hem bugünkü hukuk hem de hukukun gelişim yönü konusunda özel bir bilgi sunmaz. Hukuk tarihinin sunduğu verilerden hareketle bugüne ve geleceğe dair çıkarımda bulunacak olan, sosyal bilimcidir.

S

Hukuk sosyolojisi disiplini içerisinde çok sayıda hukuki kavram ve kurumun terimleri kullanılmasına rağmen hukuk denilince akla ilk gelen kavramlardan birinin ‘norm’ olmasının temel nedenleri nelerdir?

Hukuk, ilk planda insan davranışlarına yönelik ‘normatif bir düzen’ olarak karşımıza çıkar. Öte yandan hukuk, ‘değer ve değerlendirme’ ile ilgilidir çünkü her hukuk kuralında, üstü kapalı da olsa istenilen davranış biçimi ‘amaca uygun bulunarak onanmakta’, ‘değerli kabul edilmekte’, buna karşın istenmeyen davranış ‘değersiz’ sayılıp ‘onanmamaktadır’. Nihayet insan, davranışlarını, dolayısıyla toplumsal gerçekliğin bir bölümünü biçimlendirdiği, toplumla birlikte doğup, değiştiği, toplum gibi yer ve zaman koşullarına bağımlı olduğu için de bir ‘sosyal olgu’ olarak belirmektedir. İşte onun bu üç boyutu, ayrı ayrı görüş açılarından ve farklı yöntemlerden hareket edilerek ‘Dogmatik Hukuk Bilimi’, ‘Hukuk Felsefesi’ ve ‘Hukuk Sosyolojisi’ tarafından incelenmektedir.

S

İktidar tartışmaları denildiğinde genel olarak ilk akla gelen düşünürlerden birisi olan Steven Lukes'in iktidar ilişkilerine yönelik teorisi ne şekilde ifade edilebilir?

Steven Lukes, iktidar ilişkilerinin üç yüzü olduğunu ileri sürer. Birinci yüze bakan düşünürler, A ile B arasındaki ilişkide, eğer B, normal koşullarda yapmayacağı bir hareket veya davranışı A istediği için yapıyorsa A’nın B üzerinde iktidarı olduğunu ifade ederler. İktidarın ikinci görünümüne dikkat kesilen düşünürler ise iktidarın, etki alanındakiler ile altındakilerin davranışlarını değil “gündemlerini” belirlemesini esas alırlar. Yani, fiili bir yaptırma/yaptırmama iliş-kisinden ziyade bir “etkileme ilişkisi söz konusudur. Nihayet üçüncü yüzünde, her iki yaklaşımda yer alan eksiklikler aşılır. İktidarın üçüncü yüzü, belki diğer iki boyuttan çok daha güçlü bir biçimde, aktörlerin hoşnutsuzluk ve tepkilerini daha bu davranışlar ortaya çıkmadan, söz konusu kesimlerin algılarını ve tercihlerini etkileyip engelleyerek kendini gösterir. Süreçlerin algılanış ve değerlendirilişi üzerindeki bu etki aktörlerin kendi çıkarlarını nasıl tanımladıklarını belirledikleri ölçüde, aktörlerin kendi çıkarlarına olmayan durumları öyleymişçesine algılamalarıyla sonuçlanabilir. Böylece iktidar özetle, bir işi yapabilme, bir topluluk veya grup üzerinde maddi veya manevi güç ve söz sahibi olabilme kudreti olarak tanımlanabilir.

S

Hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamak üzere yapılan düzenlemelere ne ad verilmektedir?  

Buna "yaptırım" ya da "müeyyide" denilmektedir. Bütün toplumsal kurallar negatif yaptırımla desteklenir. Pratikte ‘yaptırım’ dediğimizde negatif yaptırımı kast ederiz; bu da bir çıkarın ihlal edilmesine son verme veya ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırma amacına yöneliktir. Yaptırım ya örgütlenmiş ya da toplumda yayılmış şekildedir. Keza, (…) yaptırım kural olarak negatif ancak bazı sınırlı durumlarda pozitif karakterlidir. Örgütlü yaptırımlarda kuralın ifadesinin kesinliği, ihlal edilen çıkarın tanımı, ihlale karar verenin yetkisi, ihlali saptamada resmî veya uylaşımsal bir usulün bulunması ve ihlal ile yaptırım arasında resmî surette farz edilmiş bir denklik vardır. Bu özellikler, bizim örgütlü yaptırım olarak hukuksal yaptırımları düşünmemizi gerektirir. Burada, hukuk konusunda, hem yaşayan hukuku hem de devletin koyduğu hukuku kastediyorum. Yayılmış yaptırımlar ise örgütlü yaptırımlarda içerilen yaptırım özelliklerine yaptırımlandırma olaylarının gözlemlenmesi yoluyla yaptığımız genellemelerle ulaşabildiğimiz, yoksa her tekil olguda bu ölçüleri net şekilde saptayamadığımız surette gerçekleşir. Bu itibarla, örgütlü yaptırımlarda uygulamanın yayılmış yaptırımlardan daha rasyonel olduğunu da düşünmememiz gerekir. Yaptırımların her türü, toplumsal grup ve le, yani uyma ile ilişkili olduğundan, açık bir normatif ifadeye sahip olmayan ancak norm işlevini üstlenen toplumsal standartlarla ilgilidir. Bu bakımdan toplumsallığın her türünün kendine özgü yaptırımlarının olduğunu düşünmemiz gerekir. kurumlara aidiyetle, yani uyma ile ilişkili olduğundan, açık bir normatif ifadeye sahip olmayan ancak norm işlevini üstlenen toplumsal standartlarla ilgilidir. Bu bakımdan toplumsallığın her türünün kendine özgü yaptırımlarının olduğunu düşünmemiz gerekir.

S

Sosyal hayatı düzenleyen çok sayıda farklı normatif düzenden biri olan ahlak olgusunun hukuk ile olan ilişkisi genel olarak nasıl ifade edilebilir?  

Ahlak, sosyal hayatı düzenleyen normatif düzenden biridir. Ahlak ve hukuk, benzer özelliklere sahip toplumsal olgulardır. Gerek ahlak kuralları gerekse hukuk kuralları, toplumsal bir ortamda doğup gelişir, yere ve zamana göre de değişir. Birer değerler ve normlar bütünü olarak toplumsal düzenin sağlanmasında işlevsel öneme sahiptir. Bu nitelikleri ile toplumsal yaşama, insan ilişkilerine ve davranışlarına yön verir. Toplumsal ilişkilere ve etkileşimlere yön veren, çerçeve oluşturan ahlak ve hukuk kuralları, aynı zamanda bu toplumsal ilişkiler ve etkileşim bağlamlarında üretilir ve dönüştürülür.

S

Kökenlerini eski Yunan uygarlığına kadar uzanan "Doğal Hukuk" düşüncesi, Hukuk Sosyolojisi açısından ne şekilde yorumlanabilir?

Doğal hukuk, hukuk idesi (adalet) ile pozitif hukuk arasında yer alır; o, hukuk idesinden pozitif hukuka giden yol üzerindedir. Doğal hukuk, doğadan çıkan hukuk değildir. O ‘olan’ı deyimleyen ontolojik bir düzen değil, adaleti, ‘olması gereken’i temsil eden deontolojik bir düzendir. Doğal hukuk yaklaşımında hukuk, adalete yönelmiş sosyal hayat düzeni olarak tanımlanır. Bu yaklaşıma göre adil olmayan düzenlemelere hukuk da denemeyecektir. Bir başka deyişle, doğal hukuk ve adalet idesi, bir normatif düzenin hukukiliğinin de ölçütü hâline gelmektedir. Bu nedenle ve özellikle adalet kavramının kendisinin tartışmalı içeriği nedeniyle, doğal hukuk tartışması iki bin yıldır insanlığın ele aldığı önemli bir husus olmuştur. Kısacası doğal hukuk, insanlar tarafından konulan kuralların insan aklı, insan doğası ya da Tanrısal düzen aracılığıyla elde edilen doğal hukuk ilkelerine, bir başka deyişle, adalete uygun olması gerektiği fikrini savunan bir hukuk okuludur. Bu yaklaşıma göre, hukuk ya da hukuk kuralları, insandan ve insan iradesinden bağımsız bir şekilde vardır. İnsanlar, kendilerinin dışında zaten var olan bu kuralları akıl yoluyla keşfederler.