aofsorular.com
İLT103U

İletişim Sürecinde Anlaşım ve Uzlaşma

4. Ünite 49 Soru
S

İletişim sürecinde anlaşım ve uzlaşmanın önemi nedir? Açıklayınız.

İletişim sürecinde en çok ihtiyaç duyulan iki temel konu anlaşım ve uzlaşmadır. İnsanlar küresel nitelik kazanan akımlara rağmen düşünce, görüş, inanç, duygu, davranış ve algı olarak bölünmeye ve farklılaşmaya doğru hızla yol almaya devam ediyorlar. Her ne kadar küreselleşme bizi bağlayan bir faktör gibi görünse de, aşırı bireyselleşme ve uzmanlaşma beraberinde ciddi bazı ayrılıklar getirmektedir. Bu sorunun temelinde de anlaşım ve uzlaşma ihtiyacı yatıyor. Anlaşım ve uzlaşmanın gerçekleşebilmesi için, bireyler bazında toplumsal duyarlık güdülerinin desteklenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle iletişim sürecinde anlaşım ve uzlaşmanın önemi büyüktür. Çünkü anlaşım ve uzlaşma ilişkilerde, ihtiyaç duyulan bir çözüm yolu ve davranış biçimidir.

S

Toplumsal duyarlılığın iletişim sürecindeki yeri nedir?

İletişim sürecinde anlaşım ve uzlaşmanın önemi, bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanan duyarlıkla yakından ilgilidir. Duyarlığın bittiği yerde ne anlaşım ne de uzlaşma söz konusudur. Kişisel ilişkileri düzenleyen, onlara seviye kazandıran husus duyarlık bilincidir. Bu nedenle toplumsal duyarlık veya sosyal bilinç, yaşadığımız dünyayla ve olaylarla ilişki kurmak, bu konuda sorumluluk üstlenmektir. Kişilere kendilerini gerçekleştirme fırsatı veren bu bilinçlilik hali, olumlu bir davranış biçimi ile gelişir. İnsan toplumda tek başına yaşamıyor, ayrıca topluma karşı da sorumlulukları bulunuyor. Birisine yapılan bir davranış, tıpkı bir taşın suya atılması ve halka halka yayılması gibi, olumlu veya olumsuz eylemler de dalga dalga yayılır. Unutulmaması gereken nokta, yaşamakta olduğumuz dünyaya ne kadar duyarlıysak, bu duyarlık olgusunun aynı şekilde bize tepki olarak geri döneceği hususudur.

S

Pozitif sosyal davranışlar nasıl tanımlanabilir?

Pozitif sosyal davranışlar, başkasına ya da başka ihtiyaçlara yönelik davranışlardır. Bir kişinin sosyal sorumluluk içeren davranışlarda bulunması için, başkalarının ihtiyaçlarını, hedeflerini anlaması ve buna uygun davranışları sergilemesi gerekir

S

Toplumsal bilinç içeren davranışların önemi nedir? Kısaca değininiz.

Toplumsal gelişmelere verilen uygun bir tepki de, toplumsal bilinç içeren davranışlardır. Bu tür davranışlarda önemli olan, büyük ya da küçük bir topluluğa hizmet vermekten çok, destek olunan amaca ne ölçüde hizmet edilebildiğidir.

S

Halkla ilişkiler sürecinde toplumsal duyarlılık niçin gereklidir? Açıklayınız.

Toplumsal bir varlık olan insan, çevresine karşı duyarlı olmak zorundadır. Çünkü toplumun en küçük sosyal biriminden, en geniş kurumsal yapılara kadar bir etkileşim ve iletişim söz konusudur. Her ne kadar toplumsal birimler birbirinden bağımsız gibi görünse bile aslında işleyiş ve içerik bakımından birbirlerine bağlıdırlar ve kolaylıkla birbirlerinden etkilenirler. Herhangi bir yerde meydana gelen bir olay suya atılan taş gibi, halkalar halinde genişleyerek yayılır ve toplumun her kesimini etkisi altına alır. Olumlu veya olumsuz etki bırakan toplumsal hareketler de dalgalar halinde büyüyerek yaygınlaşır ve toplumdaki bireylerin yaşayış biçimlerini bir şekilde etkiler. Özellikle yaşadığımız çağda toplumsal duyarlık daha ziyade önem kazanmaktadır. Erich Fromm’a göre sanayileşen toplumlarda, ekonomik gelişmeyle birlikte insanların bireyselleşmesi ve bunun sonucunda da insanın yalnızlığa itilmesi durumuyla karşı karşıya kalmaktayız. Bu bireyselleşme ve yalnızlaşma duygusal körlüğe neden olmakta, insanı kendisine ve yaşadığı topluma yabancılaştırmaktadır. Bu yabancılaşma, insan hayatına anlam veren önemli bir güdünün ortadan kalkmasına neden olmakta ve de toplumun çözülmesine yönelik riskleri beraberinde getirmektedir. Sağlıklı insanlar yetiştirebilmek için, gelişen ekonominin yanında insani değerleri de ön planda tutan, insanı makine gibi görmeyen, insana değer veren bir sosyal yapıyı da geliştirmemiz gerekmektedir. Ayrıca bireyler mensubu bulundukları toplum için üretir ve emek harcarlarsa, yaşadıkları topluma bağlılık duygusunu geliştirir, ayrıca da kendilerini güvende hissederler

S

Pozitif sorumlu davranışların nasıl geliştiğine dair görüşler nelerdir? Kısaca değininiz. 

Pozitif sorumlu davranışların nasıl geliştiğine dair çok farklı görüşler vardır. Bazı bilim adamları bunun genetik olduğunu savunurken, bazı araştırmacılar öğrenilen davranışlar olduğunu, özellikle de sosyalleşme süreçleri sonucunda oluştuğunu ileri sürmektedirler. Diğer bir görüş ise beklenen sosyal davranışların, belli gelişim devrelerinin sonucunda kazanıldığı şeklindedir. Bazı uzmanlara göre toplumsal bilinç, içgüdüsel olarak kazanılmaktadır. Bu düşünceye göre insanoğlu çevresine karşı duyarlı olma ve çevrede oluşturduğu etkinin, yani davranışlarının sonuçlarını düşünme kabiliyeti ile dünyaya gelmiştir. Bu nedenle bebekler ellerindeki bir oyuncağı masaya vurur ve ne olduğunu, nasıl bir etki uyandırdığını merakla izlerler. Doğuştan gelen bu içgüdü, çocukluk ve gençlik yılları boyunca desteklenir ve gelişirse, davranışlarının sorumluluğunu üstlenen ve topluma karşı duyarlı bireyler yetişir. Bu içgüdünün desteklenmediği, gelişmediği durumda ise, sorumsuz ve duyarsız bireyler yetişir. Bireylerin bu duyarlığı geliştirmesinden, bireyin içinde bulunduğu aile, arkadaş grubu ve okul olmak üzere toplumca sorumluyuz. Her bireyin kendi sınırları ölçüsünde bulunduğu ortamın gelişimini etkileme potansiyeli ve sorumluluğu vardır.

S

Tutum kavramını nasıl tanımlayabiliriz?

Tutum, bireyin kendine ya da çevresindeki herhangi bir nesne veya toplumsal olaya karşı deneyim, bilgi, duygu ve motivasyonuna dayanarak geliştirdiği zihinsel, duygusal ve davranışsal bir tepki, eğilimdir. Tutum aynı zamanda bireylerin belirli objelere karşı geçirdiği çeşitli deneyimler sonucu düzenli tavır alışları, davranış biçimleridir. Tutumun kendisi olmamakla beraber, tutum ile çok yakından ilgili kavramlar; inançlar, değerler ve normlardır. İnsanlar yaşanan olaylar karşısındaki tutumlarını, inançlarına göre şekillendirirler. Değerler ise davranışın ardında yatan tutumu yansıtır. Normlar da belirli durumlarda beklenen davranış ve davranış kalıplarıdır. En geniş anlamda tutum, bir bireyin belirli bir objeye veya kişiye karşı zihinsel açıdan hazır oluşu veya belirli bir biçimde vaziyet alışıdır. Diğer bir deyimle bireylerin belirli objelere karşı, edindiği deneyimler sonucu düzenli bir tavır alışları, davranış biçimleridir. Çeşitli sesbeplerle kişi bir sanatçıyı, bir politikacıyı, bir şarkıcıyı, bir oteli veya bir restoranın yemeklerini beğenmeyebilir. Bu kimsenin bütün bir tutumunun devamlılık göstermesi beklenir. Örneğin o sanatçıyı izlememek, şarkıyı dinlememek ya da beğenmediği politikacının partisine oy vermemek gibi. Farklı düşünürler tutumları, farklı şekillerde tanımlamaktadırlar. Bunları tek tek vermek yerine, birçok sosyal psikoloğun kullandığı ortak bir tanım tercih edilebilir: “Tutum, bir bireye atfedilen ve onun herhangi bir psikolojik obje ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir şekilde oluşturan eğilimdir”

S

Tutumları oluşturan faktörlerden bilişsel boyutu nasıl tanımlayabiliriz?

Bilişsel boyut, belli bir nesne hakkında sahip olunan fikirleri ve inançları içerir. Bazı kaynaklardan kişi tutuma konu olan olgu hakkında bilgiler alır, bilgilerini kendi bilişsel yapısı doğrultusunda diğer bilgileri ile birleştirir ve bir inanç sistemine ulaşır. Bu inanç sistemi doğru veya yanlış olabilir, ancak kişiye özgüdür. Örneğin bir amir, yanında çalıştırdığı kişilere, fazla mesai için para ödenmemesi inancını taşır. Fazla mesainin çalışanların gündüz iş yapmayarak, geceye iş bırakmalarına neden olduğunu tecrübelerine dayanarak düşünebilir. Çalışanlar da bu durumun tam tersini paylaşmaktadırlar. Amirin tutumu doğru veya yanlış kendisine aittir. Toplumda herkes sigaranın kansere neden olduğuna inanmaktadır. Çünkü sigara ile ilgili bilimsel veriler bunu doğrulamaktadır. İşte bu durum sigaraya karşı olan tutumun bilişsel yönünü oluşturur. Ancak bir sigara tiryakisi sigaranın kansere neden olmadığını inanıyorsa, bu bilimsel açıdan yanlış bile olsa o kişi için doğrudur. O halde iletişim sürecinde yaşananlar insanların gördükleri, yaşadıkları ve o biçimde algıladıkları olaylarla doğru orantılı olmaktadır, bunlar yanlış bile olsa.

S

Tutumları oluşturan faktörlerden duygusal boyutu nasıl tanımlayabiliriz?

Duygusal boyut, bir nesneye veya kimseye karşı sahip olunan duyguları içerir. Tutumu oluşturan duygusal faktörlerle, kişinin o tutuma karşı heyecanları anlatılmaktadır. Tutuma konu teşkil eden nesne veya kişi hoşa gidebilir veya gitmeyebilir, sevilir veya sevilmez. Bu tür yargılar da tutumun duygusal yönünü ortaya koyar. Örneğin bir sanatçıyı çok seviyorsanız onun filmlerini, televizyon programlarını hiç kaçırmadan izleyebilirsiniz. Ya da belirli bir temizlik ürününü marka olarak severseniz, onun yeni çıkan ürünlerini de denemek gibi olumlu tutumlar sergilersiniz.

S

Tutumları oluşturan faktörlerden davranışsal boyutu nasıl tanımlayabiliriz?

Bu boyut kişinin nesneye karşı olan davranış eğilimini ifade eder. Kişinin inanç ve bilgileri sonucu ortaya çıkan yargıları, onu bir nesneye karşı olumlu veya olumsuz tepkilere eğimli hale getirecektir. İşte bu son oluşum, tutumun davranış faktörüdür. Eğer bir birey, herhangi bir nesneye karşı olumlu bir tutuma sahip ise, o nesne doğrultusunda davranmaya hazır olacaktır. Örneğin hoşlandığı bir hocanın dersini seçen öğrenci, ertesi yıl aynı hocanın değişik bir dersini daha seçme eğilimi gösterecektir. Yine bir lokantada keyifle yediği bir yemek sonrasında kişi, acıktığında yine aynı lokantaya gitmeyi tercih edecektir. Davranış boyutu bilgi ve duygularımızın ardından ortaya çıkan eğilimlerimizdir. Bilgi ve duygularımız neyi emrediyorsa, davranışlarımız da o yönde bir gelişme gösterecektir.

S

Tutumların işlevlerinden biri olan anlama ve bilgi işlevini nasıl açıklayabiliriz? kısaca değininiz.

Tutumlar bireylerin dünyayı ve çevrelerini anlamalarına, etrafta olanları anlamlandırmalarına yarar. Olayların değerlendirilmesinde ve açıklanmasında tutarlık ve netlik kazandırır. Bireylerin neye dikkat edecekleri ve olayları nasıl algılayacakları tutumları sayesinde belirlenir. Grupların veya bireylerin davranışları ve konumları sahip olunan tutumlara göre açıklanır. Örneğin büyük şehirlerin varoşlarında yaşayan kimselere karşı olumsuz bir tutuma sahip olan biri, bu kimselerin fakirliklerini ve eğitimsizliklerini onların cahil ve düşük seviyeli insanlar olmasına bağlar ve böylece gecekondu bölgesinde yaşayanların eğitim ve ekonomik durumlarını açıklar. Kısacası bilgi işlevi bir tutumun ne yaptığı ile ilgilidir. Bu nedenle etrafımızdaki gelişmeleri anlamamıza ve açıklamamıza yardım ederler.

S

Tutumların işlevlerinden biri olan ihtiyaçların karşılanması işlevini nasıl açıklayabiliriz? Kısaca değininiz.

Tutumların birçoğu, yapılan veya yapılmayan şeylerin ödüllendirilmesi veya cezalandırılması şeklinde oluşmaktadır. Bu noktada bizim ödül kazanmamızı ve cezadan kaçınmamızı sağlarlar. Oluşan bu tutumlar da çoğunlukla bireylerin sosyal, siyasal, ekonomik ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamalarına, arzu ettikleri amaca ulaşmalarına yardımcı olur. Bağlı bulunduğu gruba benzer düşünce, duygu ve inanca sahip olma, bireyin ödüllendirilmesine ve cezadan kaçınmasına neden olduğu için, bireyler belirli tutumlara sahip olarak sosyal onay, kabul görme, beğenilme, takdir edilme gibi ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.

S

Tutumların işlevlerinden biri olan benliği koruma işlevini nasıl açıklayabiliriz? Kısaca değininiz.

Tutumlar bireylerin kendine güvenmelerine ve hayatın iniş-çıkışlarına, zorlanmalarına karşı kendilerini korumalarına hizmet edebilir. Bütün bireyler farklı farklı düzeylerde de olsa, benliği koruma mekanizmaları kullanmaktadırlar. Bazı tutumlar da bu savunma mekanizmalarına yardımcı olmaktadır. Belli bir gruba karşı olumsuz tutuma sahip olma bireyin kendi grubunu üstün görmesine, bu üstün grupta olduğundan dolayı da kendisi ile gurur duymasına neden olabilir. Bireyler başka kişi ya da gruplar hakkındaki tutumlarını gerekçe göstererek, hatalı davranışlarını veya olayları açıklayarak kendilerini rahatlatabilirler. Bu tür tutumlar derin ve değişmesi zor tutumlardır ve tutum nesnesinin düşmanıdırlar. Homofobi (eşcinsel düşmanlığı) ve yabacı düşmanlığı (xenophobia) buna örnektir. Bunlardan her biri, bir dış gruba karşı olan düşmanlığı ifade eder. Bu işleve hizmet eden tutumlar bizi içsel çatışmalarımızdan korur. Bunun yanı sıra tutumlar eşzamanlı olarak, birden fazla işleve de hizmet edebilirler.

S

Tutumların işlevlerinden biri olan içsel değerlerin ifade edilme işlevini nasıl açıklayabiliriz? Kısaca değininiz.

Tutumlar bireylerin içsel değerlerini ve inançlarını ifade etmelerine yarar. Bireyler tutumlarını karşısındakilere belirttiklerinde kendi kişiliklerini, kimliklerini ortaya koymuş olurlar. Yani bireylerin yaşama biçimi din, millet, devlet ve özgürlük konusunda sahip oldukları tutum onların kimliklerini ortaya çıkarır. “Ben buyum işte”, “benim inancım bu” demelerini kolaylaştırır. Karşı cinse yönelik olumsuz bir tutuma sahip bir birey, hemcinslerinin üstünlüğünü destekleyen ve bu tutumu ile kendi içsel değerleri hakkında sahip olduğu düşüncelerini yansıtır. İnsanların etraflarına «ne olduklarını» ifade etmelerini sağlarlar. Giydiğimiz kıyafet, arabamıza yapıştırdığımız çıkartma ve benzeri şeyler kendimizi dışarıya ifade etmemize yarar.

S

Tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Kısaca değininiz.

Birey hem içinde yaşadığı toplumdan etkilenir, hem de onu etkiler. Bu etkileşim bireyin düşünce dünyasını oluşturur. Bu nedenle kişi çoğu davranışını, özellikle de diğer insanlarla olan ilişkilerini kendi düşünce yapısı doğrultusunda gerçekleştirir. Kişinin belli bir insana, gruba, nesneye, olaya yönelik olumlu ya da olumsuz düşünmesini veya tepkide bulunmasını tutum ve davranış ilişkisi olarak yorumlayabiliriz. Tutumu “bir bireye yüklenilen ve onun bir psikolojik nesne ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan bir eğilim” olarak açıkladığımızda; bu tutumun meydana getirdiği sırf bir davranış eğilimi ya da sadece bir duygu değil, düşünceduygu-davranış eğilimi bütünleşmesi ile karşı karşıya kalınır. Bu nedenle tutum ve davranışlar arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Tutumların, davranışların gerisindeki yönlendirici güçler olduğu bilinmektedir. O halde tutum dinamiğinin incelenmesi ile bir yandan tutumların işleyiş biçimine ilişkin birtakım sonuçlara gidilerek davranışların nasıl olacağına ilişkin tahminler de bulunulabilinir. Diğer yandan ise tutum değişimi sürecinin şartları belirlenerek, tutumlar kontrol altına alınırken, aslında insan davranışının denetimi gerçekleştirilmiş olacaktır. Bunun da günümüzde, özellikle toplumları, daha genel olarak sistemi denetleyenler, toplumu yönetenler, pazarlama, reklâm ve halkla ilişkiler gibi faaliyetlerle uğraşanlar, medya profesyonelleri vb. gibi kimseler ve kesimler açısından önemi büyüktür. Çünkü söz konusu faaliyetlerin temelinde, bireylerin tutumlarında, dolayısıyla da davranışlarında yönlendirme ya da değişiklik yapabilme çabası yatar. Burada sözü edilen iletişim, halkla ilişkiler, medya, reklâmcılık, politika vb. uğraş alanlarının günümüzün egemen sistemi haline gelen kapitalist sistemin türevleri olduğu ve söz konusu sistemin işleyişinde köşe başlarını tuttukları göz önüne alınacak olursa, tutum araştırmalarının ne denli merkezi bir öneme sahip olduğu çok daha kolay anlaşılabilir

S

Tutum araştırmalarının önemi nedir? Kısaca değininiz.

Tutum araştırmaları bireylerin herhangi bir durum, nesne, kişi, olay karşısında ortaya koymaları beklenen tepkiye yönelik tahminlerin yapılabilmesine, taktik ve stratejilerin ona göre belirlenmesine yardımcı olabilir. Tutum araştırmaları ile ayrıca, tutum değişikliklerinin orantı ve yönelim ölçümleri yapılarak, bunun sonucunda ortaya çıkması beklenen davranış veya tepkilere ilişkin birtakım öngörülerde bulunulabilir. Bu varsayımlardan hareketle belli durumlar, olaylar vb. karşısında beklenilen ya da istenilen tutumların oluşturulması, davranış biçimlerinin ortaya konulması için gerekli önlemler alınabilir, şartlar sağlanabilir

S

Tutumun kuvvetlilik derecesi olgusunu nasıl açıklayabiliriz?

Tutumun kuvvetliliği, bir tutuma ne derece bağlı olunduğu ile ilgilidir. Bireyler sahip oldukları bazı tutumları kendi hayatları için daha önemli olarak algılıyorlarsa, bu tutumlar kuvvetlidir. Birey için önemli olan bu kuvvetli tutumların bilgiyi işleme, kolaylıkla karar verme, tercih etme ve davranışın meydana gelmesi gibi süreçleri etkileme ihtimali çok yüksektir. Diğer bir deyişle, tutum kuvvetli ise tutum ile verilen karar ve tutum ile davranış arasında güçlü bir ilişki var demektir. Güçlü bir ilişki ile oluşturulan tutumların değiştirilmesi de mümkün olamamaktadır.

S

Tutumun erişebilirliği olgusunu nasıl açıklayabiliriz?

Tutum ve davranış arasındaki ilişkiyi artıracak ikinci unsur tutumun kuvvetliliği ve onunla yakından ilgili olan tutumun erişilebilirliğidir. Tutumun erişilebilirliği, bir tutumun ne kadar kolay bir şekilde hatırlandığı ve bilinç düzeyine getirildiği ile ilgilidir. Yüksek erişilebilirliği olan tutumlar kuvvetli, yani önemli olanlardır. Bir tutumun tekrar tekrar ifade edilmesi, hem tutumun önemini hem de tutumun erişilebilirliğini artırmaktadır. Erişilebilirliği yüksek olan tutumlar önemlidirler ve kolaylıkla değişmezler. Buna göre de erişilebilirliği yüksek tutumlar, ilgili davranışların ortaya çıkma ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca erişilebilir tutumlar seçim yapmayı ve ilgili alanda karar vermeleri kolaylaştırmakta ve kalitesini artırmaktadırlar.

S

Tutumlar ve kişilik arasındaki ilişkiyi nasıl açıklayabiliriz?

Kişiliği oluşturan özellikler arasında tutumlar önemli bir yere sahiptir. Bireysel psikolojide, her biri bilişsel bir yapı olan bu kişilik özelliklerinin karmaşık bir bütünselliği söz konusudur. Bu özellikler yüzeysel ve temel özellikler olarak ikiye ayrılır. Yüzeysel özellikler, davranışlarla ifade edilebilen açık özelliklerdir. Temel özellikler ise gizli ve bilişseldir; bunlar genellikle yüzeysel özelliklerin oluşmasına yol açarlar. Kişilik yapısı kuramı, bu iki özellik türünü belirli bazı araştırma teknikleri ile ortaya çıkarmıştır. Şayet bir kişinin çeşitli davranışları arasında ortak bir payda varsa, bu davranışların altında yatan tek bir değişken var demektir; buna bireyin belirgin özelliği diyoruz. Temel özellikler, bilimsel olarak faktör analizi yöntemi ile ortaya çıkarılabilir. Faktör analizi, davranışın altında yatan birçok değişkenin, ilişkilendirme teknikleri ile çözümlemesini içerir. Buna göre bireyin özgeçmişine ilişkin psikolojik ve sosyo-ekonomik değişkenler ile tutum, kanaat, görüş ve düşüncelerine ait güncel değişkenleri belirleyen anketlerden elde edilen veriler, istatistiki olarak çözümlenir. Böylece tek tek bireylerin ya da grupların davranışını belirleyen temel tutumlar tespit edilebilir. Tutumların oluşumu salt tutumların özellikleri ile değil, o tutuma sahip insanların bazı kişilik özellikleri ile de belirlenir: Bireyin kişiliği ile tutumlarının değişebilirliği arasındaki ilişki çok karmaşık olup, çok yönlü ve ayrıntılı analizler gerektirmektedir. Bunca önemine karşın, konu üzerinde çok az çalışma bulunmaktadır. Genellikle kişiliğin bir unsuru olarak kabul edilen zekâ ile tutumların oluşması arasında, pozitif bir ilişki bulunduğu öne sürülmektedir. Diğerinden daha zeki olan bir kimse, karmaşık bir konuda yeni bir tutumu da diğerine göre daha süratle benimser. Bu arada zekâsı düşük olanların bilgilerinin de düşük olduğu görülmüştür. Diğer taraftan zekâca geri olanın, verilen materyali okuyup kritik etmesi de noksan olacağından bu kimseler telkine daha açık olurlar ve ait oldukları grupların geliştirdiği tutumların etkisinde daha çok kalırlar

S

Zorunlu tutum değişikliği nedir ve hangi durumlarda görülür? Kısaca değininiz.

Bireyler zaman zaman sahip oldukları ve sürdürmekte de kararlı oldukları tutumlarını, istenmeyen birtakım dış etkiler ve zorlamalar sonucu değiştirmek zorunda kalabilirler. Öyle ki zorunlu tutum değişimi durumunda kişi bazen, sahip olduğu tutumun tam tersi bir tutumu benimsemek mecburiyetinde kalabilir. Örneğin Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde, bahsedilen “mankurtlaştırma” buna güzel bir örnek teşkil edebilir. İki tip zorla tutum değişikliği yaratma etkisi söz konusudur: • Yasa veya şartları değiştirmek yoluyla bireyden, kendi tutumlarına zıt tutumlara sahip bir insan rolünü açıkça oynamasını istemek yoluyla • Tehdit ve baskı yoluyla bireylerden belli bir biçimde davranma ve tutum ortaya koymasını isteme vb. durumlarda olduğu gibi.

S

Zor ve baskı ile bireylerde tutum değişikliği yaratma girişimlerinin olası sonuçları nasıl olabilir?

Zor ve baskı ile bireylerde tutum değişikliği yaratma girişimleri, zaman zaman aksi durumlara da yol açabilir. Yani zor ve baskıyla karşılaşan birey kendisine baskı uygulayanlarla inatlaşarak, güçlü bir direnç gösterebilir ve değiştirilmek istenilen tutumlarına çok daha sıkı sarılabilir. Örneğin, Amerika’da azınlık grupları ile (özellikle zencilerle ilgili) yapılan araştırmalar göstermiştir ki, bir tutum konusu ile zorunlu ilişki, var olan tutumu kuvvetlendirir veya azaltır. Yani aynı yönde veya aksi yönde tutum değişikliği ortaya çıkabilir.Hakkında olumsuz tutuma sahip olunan kişi ve gruplarla girişilen zorunlu ilişki insanları, yanlı veya önyargılı düşüncelerini düzeltmeye sevk edebilir. Farklı etnik grupların aynı semtlerde yaşamaları ve aynı iş ortamını paylaşmaları sonucunda iletişim kurmaları ve kurulan iletişim süreci sayesinde zaman içerisinde birbirlerini tanıdıkça, daha önceden edindikleri kanaatlerini değiştirmeleri çoğunlukla mümkün olabilmektedir. Zorunlu olarak olumsuz değer taşıyan bir tutum konusuna katlanmak veya onunla anlaşmak ihtiyacı doğunca da, onun hoş taraflarını bulmak eğilimi belirir. Farklı kırsal yörelerden ve yerel kültürel alanlardan koparak kent ortamında aynı semtte, aynı iş yerinde ya da eğlence mekânında bir araya gelen insanların, zaman içerisinde birbirlerini tanımaları ve birbirleriyle kaynaşmalarında olduğu gibi. Bu durum önce rasyonalleştirme mekanizması olarak düşünülebilirse de, tutumlar düşünce ve duygu unsurunun ayrılmaz bir parçası haline gelirler. Bununla beraber şunu da daima göz önüne almak gerekir: Tutumların değiştirilmesi için yapılan etkiler, hiçbir zaman “boş bir organizma”ya yapılmaz. Yapılan etki karşısında her kişi aynı biçimde ve ölçüde etkilenmez. Yapılan etki, bireyin kişilik yapısına ve özellikle de onun otoriteyi nasıl algıladığına bağlı olarak farklılık gösterebilir.

S

Yasa veya şartları değiştirmek yoluyla bireyden, kendi tutumlarına zıt tutumlara sahip bir insan rolünü açıkça oynamasını istemek yoluyla yapılan tutum değişikliğinin sonuçları nasıl olabilir? Kısaca değininiz.

Tutumları zorla değiştirmenin ikincsine, yani kişinin kendinden istenen rolü oynamasına gelince; insanlar bu şartlarda genellikle kendilerini, mevcut tutumlarına zıt şekilde hareket etmek durumunda bulurlar. Örneğin uluslararası kuruluşlarda çalışan ve çeşitli uluslara karşı önyargıları bulunan kişiler, herkese nazik davranmak zorundadırlar. Azınlık gruplarına önyargısı olan satıcılar da aynı nezaket ve itinayı bütün alıcılara göstermeye çalışmalıdır. Önceleri çok zor yapılan bu davranışlar zamanla alışılır. Yani oynanan yeni rol sonucu, kişilerde tutum değişikliği ortaya çıkar. Bireyin özel tutumlarına zıt tutumları açık olarak ifade etmesi, bu tutumların kabulünü kolaylaştırabilir. “Oyun oynama” bireyde devamlı değişme meydana getirebilir. “Rol yapan” onaylanır ve ödüllendirilirse değişme daha çabuk olur, yeni rol çok daha kolay benimsenir. Rol yapma ile tutumların değişmesini, son zamanlarda gittikçe artan psiko-drama ve sosyo-drama uygulamalarında görebiliriz. Özellikle empati geliştirme ile dramanın etkisinin artmasında büyük rolü olduğu görülmüştür.

S

Sosyal etki kavramı neyi ifade eder? Kısaca değininiz.

Genel olarak sosyal etki, bireyin veya bireylerin bilinçli veya bilinçsiz olarak, diğer kişi veya kişilerin herhangi bir konuda duygu, düşünce ve davranışlarını değiştirme arzusu olarak tanımlanmıştır. Kısacası sosyal etki insanların birbirlerinin tutum, duygu ve davranışlarını etkileme çabasıdır. Değiştirilmeye çalışılan tutum, duygu veya davranış politik, sosyal, ekonomik ve bireysel kaynaklı olabilir. Örneğin arkadaşınızın siyasi düşüncelerini değiştirme uğraşınız ya da onun da sizin beğendiğiniz bir içeceği içmesi için etkileme çabanız bir sosyal etkidir

S

Sosyal etki hangi ortamlarda oluşabilir? Sıralayınız.

Sosyal psikologlara göre sosyal etkinin oluştuğu üç tür ortamdan bahsedilebilir.

• Kişilerarası (birebir) iletişimin olduğu ortamlardaki sosyal etki

• Birey-grup iletişiminin bulunduğu ortamlardaki sosyal etki

• Basın ve yayın organları aracılığı ile oluşan sosyal etki

S

Kişilerarası iletişimin olduğu ortamlardaki sosyal etki nasıl gelişir ve hangi durumları kapsar? Kısaca değininiz.

Bu ortam bir veya birkaç sosyal etki kaynağı ile bir veya birkaç sosyal etki hedefinin birebir iletişimini içerir. Bazı araştırmacılar bunu yüz yüze iletişim veya birebir iletişim olarak isimlendirirler. Birebir etkileşim, sosyal etki ortamlarının en bireysel olanıdır. Örneğin arkadaşınızın sigara konusunda davranışını değiştirmek, bu tip bir sosyal etki türüne girer. Bu iletişimde siz bir sosyal etki kaynağı olarak arkadaşınızı, yani sosyal etki hedefini etkileme çabası içindesinizdir. Birebir etkileşim, sırasında oluşan bu sosyal etkinin “hedef ”te değişim sağlama ihtimali yüksektir.

S

Bireyin grubu etkilemesi olgusu nedir ve nasıl gelişir? Kısaca değininiz.

Bu ortamda sosyal etki kaynağı örneğin bir konuşmacı, bir dinleyici kitlesine seslenir ve grubun kendisi ile hemfikir olmasını sağlamaya çalışır. Diğer bir deyişle, bu ortamda sosyal etki kaynağının aynı anda birçok sosyal etki hedefini etkileme, ikna etme çabası söz konusudur. Bu ortam kişisel değildir, çünkü birebir ilişki yoktur. Parti liderlerinin, politikacıların seçmenler karşısında yaptığı konuşmalarla onlara kendi fikirlerini benimsetmeye çalışması, bireyin grubu etkileme ortamına güzel bir örnek teşkil eder. Bu tür iletişim ortamının en büyük avantajı, aynı anda birçok kişiye seslenebilmektir. Böyle bir ortamda konuşmacının özellikleri, seyirciyi etkileme taktikleri ve elbette ki seyircinin özellikleri ziyadesiyle önemlidir.

S

Basın ve yayın aracılığı ile sosyal etki olgusu nasıl tanımlanabilir? Kısaca açıklayınız.

Televizyon, radyo, gazete gibi basın-yayın organları insanların duygu, düşünce ve davranışlarını etkilemek için uğraşır. Türkiye’de televizyon kanallarının insanı farklı şekillerde etkilediğini günlük hayat içerisinde kolaylıkla gözlenebilir. Bu kanallar birer sosyal etki kaynağı olarak kendi düşüncelerini, fikirlerini topluma aşılamak isterler. Örneğin, “X” ismini duyduğumuzda ilgili kanalın siyasî görüşü, dindarlığı, milliyetçiliği, demokratlığı, laikliği vb. olduğunu anlamak mümkündür. «Y» gazetesi dendiğinde ise, o gazetenin sol politik görüşe yatkınlığını çıkarmak zor değildir.

S

Basın-yayın araçları arasında, sosyal değişiklik yaratma gücü bakımından  ne gibi farklılıkları vardır?

Basın-yayın araçları arasında, sosyal değişiklik yaratma gücü bakımından farklılıklar vardır. Televizyonun insanlar üzerinde yaptığı etki bir gazetenin etkisinden farklıdır. Günümüzde her evde bulunan televizyonlar vasıtasıyla insanlara ulaşmak çok kolayken, bu kolaylık kitap, dergi, gazete vasıtası ile sağlanmayabilir. Ülkemizde birçok kişinin gazete veya kitap alma alışkanlığı, hatta gücü bulunmamaktadır. Bu açıdan televizyon daha avantajlıdır. Diğer taraftan insanların seçiciliklerinden dolayı belirli programları izlemeleri, televizyonun sosyal etki olarak gücünü nispi olarak azaltabilir. Ayrıca televizyonda programlar genellikle bir defa yayınlanır. O an seyredilmediyse bir daha yakalama şansı çok düşüktür. Buna rağmen alınan gazete, kitap veya dergi istenildiğinde tekrar tekrar okunabilir. Dergi ve gazeteler televizyonlardan farklı olarak, ayrıntıları daha derinlemesine inceleme ve okuyucularına aktarma imkânına sahiptir. Haberler de daha kapsamlı olarak sunulur. Köşe yazarları konu hakkındaki görüşlerini aktarabilirler. Dergi ve gazeteler haberleri ve yorumları sunuş teknikleriyle, insanlar üzerindeki gücünü artırırlar. Buna karşılık, dergi ve gazetelerde her yazının veya haberin aynı dikkatle okunmaması da olumsuz bir yön teşkil eder.

S

Basın-yayın araçlarının sosyal etki gücünü etkileyen unsurlar nelerdir?

Basın-yayın araçlarının sosyal etki gücü, sadece kendi özelliklerinden ve içeriklerinden değil, bu araçları seçen kitlelerin durumundan da önemli ölçüde etkilenir. İnsanlar televizyon kanalı ve gazete-dergi tercihleri ile kendilerini belirli sosyal etki kaynaklarına doğru yönlendirirler. Bireyler seçiciliklerinden dolayı belirli programları izleyerek veya belirli kitap ve dergileri okuyarak kendilerini diğer sosyal etki kaynaklarından uzaklaştırabilir. Bireylerin kendi düşünce ve tutumlarına uygun bilgilere (TV, radyo kanalı, belirli gazeteler... v.s) yönelmesine “seçici etkilenme” denir. Buna karşılık, bireylerin kendi düşünce ve tutumlarına ters düşen bilgiden uzaklaşmasına “seçici kaçınma” adı verilir. Bu iki yolla bireyler kendilerini sosyal etkiye karşı korumuş olur ve sosyal etki kaynaklarından daha az etkilenirler.

S

Sosyal etki çeşitlerinden sosyal kurallara bağlı sosyal etki neyi ifade eder? Kısaca açıklayınız.

Bu tür etki bir insanın bir gruptan veya diğer bir insandan ödül almak (sevilme, sayılma, kabul görme) veya cezadan kaçınmak (reddedilme, nefret edilme) için uyum sağlaması ve emirlere boyun eğmesi durumunda oluşur. Bu tür sosyal etkide insan diğerlerini memnun etmek ister. Uyumun nedeni kabul görmek veya reddedilmekten kaçınmaktır. Örneğin eğer grupta erkeklerin uzun saçlı olması pek hoş karşılanmıyorsa, bir erkek o grup tarafından reddedilmemek ya da onay almak için saçlarını uzatmaz. Sosyal kurallara bağlı olan sosyal etki daha çok uyum konusuyla bağlantılıdır. Bu sosyal değişme çevredekilerden onay almak için, topluluk içinde yani diğerleri arasında oluşur. Eğer bu kişi grup içinde değilse, o davranışa devam etmeme oranı yüksektir. Yani sosyal kurallara bağlı bir sosyal etki, kısa süreli değişmeyi yaratır ve insanlar diğer bir grup içindeyken aynı şekilde davranmayabilir

S

Sosyal etki çeşitlerinden bilgiye dayalı sosyal etki neyi ifade eder? Kısaca açıklayınız.

Bu tür etki bireylerin doğru, tam bilgi edinmek için diğer bir kişiye veya gruba uyması ile olur. Sosyal psikologlara göre hiç kimse, her durumda nasıl davranılması gerektiği hususunda doğru bir bilgiye sahip değildir. Bu bilgiye, diğerlerinin ne yaptığı incelenerek ve gözlemlenerek ulaşabilir. Eğer bir ortamda nasıl davranılacağı bilinmiyorsa, o zaman etraftakilere bakılır ve onların davranışının doğruluğuna inanılarak öyle davranılır. Böyle bir uymada sosyal açıdan onay alma veya cezadan kaçınma olgusu ön planda değildir. Önemli olan, o bilinmez konu hakkında doğru bilgiye ulaşma çabasıdır. Örneğin üniversiteye yeni başlayan öğrenciler, üst sınıflardaki öğrencilerin tecrübesine ihtiyaç duyarlar. Yeni öğrenciler ikinci ve daha üst sınıftakilere hangi dersleri almaları gerektiği hususunda sorular sorarak, kendileri açısından doğru hareketi öğrenme eğilimi içindedirler. Bu yolla, gelecekte herhangi bir problemle karşılaşma ihtimalini azaltmak isterler ve diğer öğrencilerin önerileri bilgi alma çabası içindeki yeni öğrencileri etkiler.

S

"Uyma Davranışı" kavramını nasıl tanımlayabiliriz? Kısaca değininiz.

“Uyma” bir kişinin davranışını veya inancını açık bir istek sergilemeden diğerlerine göre değiştirmesidir. Diğer bir ifade ile kişinin gerçek veya hayali grup baskısını üzerinde hissederek, ortada diğer kişilerden sözlü istek veya emir olmadığı halde düşünce veya davranışlarını diğerlerinin yönünde değiştirmesi, onlara uymasıdır. Uyma davranışının en ilginç yönü ise, düşünce veya davranış değişikliğinin gerçek nedenini kişinin tam olarak açıklayamamasıdır.

S

Günlük yaşantımızda ne türden uyma davranışlarını gözlemleyebiliriz? Örneklerle açıklayınız.

Günlük hayatta insanları dikkatle gözlediğimiz zaman, değişik türde uyma davranışına şahit oluruz. Örneğin kalabalık bir caddede, iki kişinin dikkatle bir noktaya baktığını görenlerinde aynı noktaya bakmaya başlamaları bir uyma davranışıdır. Bir grubun üyesi olan kişinin bu grup tarafından onaylanacak biçimde giyinmesi ve konuşması da bir uyma davranışıdır. Diğer yandan uyma davranışı, bireyin düşünce ve davranışını üyesi bulunduğu grubun normlarına göre düzenlemesi şeklinde de görülebilir. Hepimizin zaman zaman şahit olduğu gibi, birey ile grubun düşünce ve davranışları arasında bir uyuşmazlığın olduğu durumlarda, çoğunlukla birey düşünce ve davranışlarını gruba uyacak biçimde değiştirir.

S

Muzaffer Şerif benimseme davranışıyla ilgili nasıl bir deney yapmıştır ve nasıl bir sonuca ulaşmıştır? Açıklayınız.

Gerçek uyma davranışı benimseme olarak kabul edilebilir. Benimseme sonucu ortaya çıkan uyma davranışını daha iyi anlayabilmek için, Muzaffer Şerif tarafından yapılan bir araştırmaya kısaca göz atalım. Karanlık bir odada bir ışık noktasına bir süre bakıldığında, bu ışık noktası hareket ediyormuş gibi görünür. Şerif, araştırmasında otokinetik etki adı verilen bu algı yanılmasından yararlanmıştır. Önceden birbirlerini tanımayan kişilerin katıldığı bu araştırma üç aşamada yürütülmüştür. İlk aşamada, bireyler karanlık bir odaya tek tek alınarak, kendilerinden ışık noktasına dikkatlice bakmaları ve kaç santim hareket ettiğini tahmin etmeleri istenmiştir. Başlangıçta her bireyin değişik tahminler yürüttüğü, ancak birkaç tekrardan sonra belirli bir mesafede karar kılarak, hep bu mesafeye yakın tahminler yürüttüğü görülmüştür. Yani her birey kendisi için belirli bir tahmin standardı oluşturmuştur. Bu kişiler araştırmanın ikinci aşamasında, bir kaç kişilik gruplar halinde karanlık odaya alınmış ve herkesin ışığın ne kadar hareket ettiğine ilişkin tahminlerini, diğerlerinin duyacağı şekilde yüksek sesle ifade etmesi istenmiştir. Başlangıçta her birey birinci aşamada oluşturduğu standarda uygun tahminler yürütmüştür. Ancak tekrar sayısı arttıkça, bireylerin tahminleri giderek birbirine yaklaşmış ve bir noktadan sonra herkesin tahmini aynı olmaya başlamıştır. Yani grup kendisi için bir standart oluşturmuş, herkes birinci aşamada geliştirdiği standarttan vazgeçerek, grup standardına uymuştur. Araştırmanın üçüncü aşamasında bu kişiler karanlık odaya yine tek tek alınmış ve ışığın ne kadar hareket ettiğine ilişkin tahminleri sorulmuştur. Bu aşamada kişilerin, tek başına olmalarına rağmen, birinci aşamada oluşturdukları kişisel standartlara göre değil, ikinci aşamada oluşan grup standardına göre tahminlerde bulundukları görülmüştür. Uyma davranışını tanımlarken, birey ile grup arasında uyuşmazlık bulunduğu durumlarda çoğu kez, bireyin kendini gruba uyacak biçimde değiştirdiğini söylemiştik. Bunun örneği yukarıda özetlenen araştırmada açıkça görülmektedir. Araştırmanın birinci aşamasında oluşan kişisel standartlar, ikinci aşamada oluşan grup standardı ile uyuşmadığı için, bireyler kendi standartlarını gruba uyacak şekilde değiştirmiştir. Diğer yandan, tek başlarına oldukları zaman da grup standardını kullanmaları, kişilerin grup standardının doğru olduğuna gerçekten inandıklarını, yani benimseme nedeniyle uyma davranışı gösterdikleri ortaya çıkmaktadır.

S

Solomon Asch, benimsemiş görünme sonucu ortaya çıkan uyma davranışını açıklamak üzere nasıl bir araştırma yapmıştır ve ulaştığı sonuç nasıldır? Açıklayınız.

Benimsemiş görünme sonucu ortaya çıkan uyma davranışını, bir araştırmadan örnek vererek açıklamaya çalışalım. Solomon Asch tarafından yapılan araştırmada, bir grup bireye, birinin üzerinde değişik uzunlukta üç tane dikey çizgi, diğerinin üzerinde uzunluğu bu çizgilerden birine eşit dikey çizgi bulunan kart çiftleri gösterilmiştir. Bireylerden istenen, tek çizginin diğer üç çizgiden hangisine eşit olduğunu sırayla, teker teker ve yüksek sesle söylemeleridir. Aslında, grubu oluşturan bireylerden biri hariç diğerleri araştırmacının yardımcısı olup, hangi kart çiftine ne tür cevap verecekleri önceden belirlenmiştir. Bu bireyin ancak, diğer grup üyelerinin araştırmacının yardımcısı olduğundan haberi yoktur. Grubun oturuş biçimi, araştırmanın amacından haberi bulunmayan bu bireyin yargısını sondan bir önceki kişi olarak söyleyeceği biçimde düzenlenmiştir. Önceden belirlendiği gibi araştırmacının yardımcıları ilk kart çiftlerine doğru cevaplar vermiş, ancak daha sonra yanlış olduğu açıkça belli olan cevaplar vermeye başlamışlardır. Aynı işlem her seferinde araştırmanın amacından haberi olmayan farklı bir kişiyi gruba dâhil ederek birçok kez tekrarlanmıştır. Araştırmanın sonuçları, araştırmanın amacından haberi olmayan kişilerin %35’inin verilen cevapların yanlış olduğunun çok açıkça görüldüğü durumlarda bile, grup yargısına uyduklarını göstermiştir. Gruba uyan kişilere grup yargısının yanlış olduğunu fark edip etmedikleri sorulduğunda, bu kişilerin tümü grup yargısının yanlış olduğunu fark ettiklerini söylemiştir. Yanlış bir yargıya niçin katıldıkları sorulduğunda ise, “aptal durumuna düşmemek için”, “çıkıntılık yapmamak için”, “uyumsuz biri gibi görünmemek için” gibi cevaplar vermişlerdir. Görüldüğü gibi, benimsemiş görünme nedeniyle ortaya çıkan uyma davranışında, birey grubun düşüncesine katılmamakta, ancak şu ya da bu nedenle ilgili düşünceyi benimsemiş gibi görünmektedir

S

Uyma davranışını bireysel özellikler ne şekilde belirler? Açıklayınız.

Uyma davranışı açısından kişiler arasında farklılıkların bulunduğunu hepimiz biliriz. Çevremizde gruba uyan, sürekli olarak gruba karşı çıkan ve genellikle gruptan bağımsız davranan birçok birey vardır. Uyma davranışını belirleyen bireysel özelliklerin neler olduğunu belirlemek amacıyla, genellikle gruba uyan ve uymayan bireylerin kişilik özellikleri, grupla olan ilişkileri, grup-içi statüler açısından karşılaştırılan birçok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların sonucuna göre, “bağlanma ihtiyacı” yüksek, “kendine güveni” az, otoriter tutumlara sahip, grubu çekici bulan, grup tarafından benimsendiklerinden emin olmayan ve grup-içi statüsü düşük bireyler daha fazla uyma davranışı gösterme eğilimindedir. Diğer yandan, bazı kültürlerde normlara uygun davranışlar daha çok ödüllendirilirken, diğerlerinde bireyler bağımsız davranmaya teşvik edilmektedirler. Bu nedenle uyma davranışının yaygınlık ve sıklığı, bir kültürden diğerine değişmektedir. Ancak, bağımsızlık ile sürekli olarak gruptan farklı davranma farklı şeylerdir. Sürekli olarak gruptan farklı davranmaya, “karşıt-uyma” adı verilir. Karşıt uyma da aslında, bir tür uyma davranışıdır. Çünkü amaç gruptan farklı davranmak olduğu için, karşıt-uygucu birey grubu gözleyecek, grup ne yaparsa aksini yapacaktır. Dolayısıyla, karşıt-uygucu bireyin davranışlarını tayin eden yine grubun kendisi olmaktadır. Bağımsız birey için amaç gruba karşı çıkmak değildir. Bağımsız birey grup baskısından etkilenmeden karar veren, grubun davranışlarını uygun bulduğu durumlarda uyan, uygun bulmadığı durumlarda ise doğru bildiği biçimde davranan bireydir.

S

Uyma davranışının oluşmasında grubun özelliklerinin etkisi nasıldır? Açıklayınız.

Uyma davranışı açısından bireyler arasında farklılıklar olduğu gibi, bireyleri uyma davranışına itme güçleri bakımından da gruplar arasında farklılıklar vardır. Yani her grubun, bireyi uyma davranışına itme gücü aynı değildir. Grubun bireyi uyma davranışına itme gücünü belirleyen özelliklerinden bir tanesi büyüklüğüdür. Yapılan araştırmalar, üç-dört kişilik bir grubun uyma davranışı göstermesi için, bireye en üst düzeyde normatif baskı yapabildiğine işaret etmektedir. Daha küçük bir grup birey üzerinde yeterli ölçüde etkili olamamakta, daha büyük bir grubun etki gücü ise üç-dört kişilik bir grubun etki gücünden fazla olmamaktadır. Örneğin Asch’ın araştırmasında, araştırmanın amacından haberi olmayan kişi dışında, yanlış cevap veren bir kişinin olduğu durumlarda hiç uyma davranışı görülmemiştir. Araştırmanın amacından haberi olmayan kişi dışında, yanlış cevap veren iki kişinin bulunduğu durumlarda %13, dört kişinin bulunduğu durumlarda ise %33 oranında uyma davranışı görülmüştür. Yanlış cevap veren kişilerin sayısının daha da arttırılması uyma davranışı gösteren kişilerin oranında herhangi bir artışa yol açmamıştır. Grubun bireyi uyma davranışına itme gücünü etkileyen bir diğer özelliği, üyeler arasında söz birliğinin bulunmasıdır. Üyeler arasında söz birliğinin olduğu durumlarda, grubun birey üzerindeki etkisi daha fazla olmaktadır. Söz birliğini bozan bir tek üyenin bulunması bile, grubun baskı yapma gücünü önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Örneğin Asch’ın araştırmasında, grubun yargısına uymayan bir üyenin bulunmasının, uyma davranışı gösteren bireylerin oranının %35’ten, %8-9’a düşmesine yol açtığı görülmüştür.

S

Uyma davranışını ortamın özellikleri nasıl etkiler? Açıklayınız.

Bireylerin ve grupların özelliklerinin yanı sıra, ortamın bazı özellikleri de uyma davranışını etkileyebilmektedir. Belirsizlik, uyma davranışını önemli ölçüde etkileyen ortam özelliklerinden birisidir. Ortamda bir belirsizliğin bulunduğu ya da bireysel olarak varılan yargıların doğru olduğundan emin olmanın güç olduğu durumlarda, bireylerin uyma davranışı gösterme ihtimali artmaktadır. Uyma davranışını etkileyen bir diğer faktör, bireyin grupla yüz yüze bulunmasıdır. Genellikle bireyler, grupla yüz yüze bulundukları durumlarda, yetersizlik yargılarını dolaylı olarak işittikleri durumlara oranla çok daha fazla uyma davranışı göstermektedirler.

S

Uyma davranışına neden olan sosyal etkiler ne şekilde gerçekleşebilir? Kısaca değininiz.

Uyma davranışına yol açan sosyal etki çoğunlukla açık bir biçimde dile getirilmez. Yani istisnai bazı durumlar dışında, kimse bireye grup normlarına uyması için açıkça baskı yapmaz ya da bu yönde bir talepte bulunmaz. Buna rağmen birey grubun baskısını üzerinde hisseder ve davranışlarını grup normlarına uyacak biçimde düzenler. Nitekim daha önce sözünü ettiğimiz Şerif ve Asch’ın deneylerinde, kimse araştırmaya katılan kişilere grup yargısına uymaları gerektiği yönünde bir şey söylememiş, buna rağmen bu kişilerin önemli bir bölümü grup yargısına uymuşlardır. Diğer insanların istekleriyle karşı karşıya kalma, günlük hayatın olağan bir parçasıdır. Arkadaşlarımız birlikte bir şeyler yapmamızı, anne babamız ya da büyüklerimiz bazı davranışlarımızı değiştirmemizi, çeşitli kişi ya da kurumlar kendilerine yardım etmemizi, satıcılar pazarladıkları malları almamızı, politikacılar kendilerine oy vermemizi isterler. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Diğer insanlardan gelen istekleri “kabul etme”miz, davranışlarımız üzerindeki sosyal etkinin diğer bir örneğidir.

S

“Kabul etme” ile “uyma” davranışlarındaki fark nedir? Açıklayınız.

“Kabul etme” ile “uyma” arasındaki temel fark; kabul etme davranışına yol açan sosyal etkinin doğrudan doğruya bir istek biçiminde dile getirilmesidir. Kuşkusuz insanlar günlük hayatta kendilerine yönelik her isteği kabul etmezler. Bir isteğin kabul ya da reddedilme ihtimalini belirleyen çok sayıda sebep vardır. Bu faktörlerin neler olduğunu belirleme amacıyla çok sayıda araştırma yürütülmüştür. Bu araştırmalardan bazılarının sonuçlarına göre, statüsü yüksek bir kişiden gelen, yüz yüze bir ilişki içinde dile getirilen, birden fazla kişi tarafından ortaya konulan ve karşılığının alınma şansı bulunan isteklerin kabul edilme ihtimali daha fazladır. Diğer yandan, insanlar birbirlerinden sadece istekte bulunmakla kalmaz, aynı zamanda isteklerinin yerine getirilmesini sağlamak amacıyla çeşitli taktikler kullanırlar. Bireylerin isteklerini kabul ettirmek için kullandıkları taktikler, isteği yönelttikleri kişi ile olan ilişkilerinin türüne, ilişkideki statülerine, isteğin doğasına, içinde yaşadıkları kültürün öğretilerine ve kendi kişilik özelliklerine bağlı olarak değişir.

S

Kendini sevdirmek ve bir isteği kabul ettirmek arasındaki ilişki nedir? Açıklayınız.

İnsanların büyük bir bölümünde kuvvetli bir sevilme, beğenilme, takdir edilme ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın temelinde birçok neden yatmaktadır. Bu nedenlerden biri de, sevildiğimiz takdirde isteklerimizin yerine getirileceğini bilmemizdir. Bu nedenle ilişki içinde olduğumuz insanlara önce kendimizi sevdirmeye, daha sonra da çeşitli isteklerimizi kabul ettirmeye çalışırız. Diğer insanlara yönelik isteklerimiz bizim için somut bir şeyler yapılmasını içerebileceği gibi, duygu ve ilgilerimizi paylaşmak gibi soyut bir şeyler de olabilir.

S

Bir isteği kabul ettirme taktiklerinden “karşılık normu” kavramı neyi ifade eder? Tanımlayınız.

Bütün toplumlarda bireylere kendilerine iyilik yapan, yardım eden ve iyi davranan kişilere yeri geldiğinde karşılık vermeleri gerektiği öğretilir. “Yapılan iyiliklerin karşılığının verilmesi gerekir” biçiminde ifadesini bulan bu öğretiye, “karşılık normu” adı verilir. Bu norm bir toplumda bireyler arasındaki ilişkilerin adil ve izlenebilir olmasına yardım eden gerekli bir normdur. Bununla birlikte, bazı durumlarda bu norm insanlar tarafından karşılarındaki kişilere isteklerini kabul ettirmelerini sağlayacak bir taktik olarak kullanılabilir. Daha açık bir biçimde ifade edecek olursak, bazen insanlar kendilerinden istenmediği halde karşılarındaki kişiler için bir şeyler yaparak, ileride bu kişilerin normal şartlarda yerine getirmeyecekleri isteklerini yerine getirmelerini sağlayabilirler.

S

Bir isteği kabul ettirmede "çoklu istek taktikleri" nasıl işler? Açıklayınız.

Bireyler isteklerinin kabul edilme şansını arttırmak için, zaman zaman iki adımda gerçekleştirdikleri bazı taktikler kullanırlar. “Çoklu-istek taktikleri” olarak adlandırılan bu taktikler ise, kabul ya da reddedileceği bilinen bir istekle başlanıp, bu istek kabul ya da reddedildikten sonra asıl isteğin dile getirilmesini içerir. Bu taktiklerin ardında yatan mantık basittir. İlk istek daha sonra gelecek olan asıl isteğin kabulü için uygun bir zemin hazırlar. Çoğumuzun zaman zaman kullandığı ya da kullanıldığına şahit olduğu çeşitli çoklu-istek taktiği vardır. Çoklu-istek taktiklerinden bir tanesi teknik dilde “eşiğe adım atma” olarak adlandırılır. Bu taktik ise karşıdaki kişinin yerine getirmede bir sakınca görmediği ya da bu kişiye önemli bir yük yüklemeyen küçük bir istekle başlanıp, bu istek kabul ettirildikten sonra asıl amaç olan ikinci isteğin dile getirilmesini içerir. Bu taktik günlük hayatta bilerek ya da bilmeyerek birçok kişi tarafından kullanılmaktadır. Örneğin kullandığınız ürün hakkında bir kaç soru soracağını söyleyen ve bu isteğini kabul ettiğiniz takdirde önünüze çok sayıda soru içeren bir anket koyan bir pazarlamacı ya da sizden bir dilim ekmek isteyen, ekmeği aldıktan sonra üşüdüğünü söyleyerek varsa eski elbise ve ayakkabılarınızı isteyen bir dilenci, aslında “eşiğe adım atma taktiğini” kullanmaktadır. “Eşiğe adım atma” taktiğini en kestirme biçimde “elini verip kolunu kaptırma” deyimiyle açıklamak mümkündür. “Reddedil, geri adım at” günlük hayatta kullanıldığına tanık olduğumuz bir diğer çoklu-istek taktiğidir. Bu taktik ise reddedileceği bilinen büyük bir istekle başlanıp, reddedildikten sonra daha küçük, ancak asıl amaç olan ikinci isteğin dile getirilmesini içerir. Örneğin sizden memleketine dönmek için otobüs parası isteyen, reddedildikten sonra “bari bir ekmek parası ver” diyen bir dilenci ya da sattığı ürün için çok yüksek bir fiyat isteyen, daha sonra bu fiyatı size cazip gelecek ölçüde düşüren bir satıcı bu taktiği kullanmaktadır

S

Geçmişten bugüne aile olgusu nasıl bir gelişme göstermiştir?

Geçmişten bugüne aile olgusu, insan topluluklarının sosyo-ekonomik yapılanmasına benzer şekilde biçimlenmiştir. Örneğin günümüzdeki çekirdek ailenin karşılığı olan ilkel klan komünü, kadın kardeşler ve erkek kardeşlerden oluşmaktaydı. Kolektif bir anlayışla üretim ilişkilerini sürdüren komünde, kadınlar kız kardeşler olarak; erkekler de erkek kardeşler olarak klan için çalışıyordu. Klanda doğan çocuğun korunmasından ve yetiştirilmesinden tüm kadın ve erkek kardeşler sorumluydu. Öte yandan, klandaki babalık görevinin niteliği, bugünün çekirdek ailesinden farklı olup toplumsal bir işlev taşıyordu. Tek eşlilik örneğine aykırı görünen bu süreçte önemli olan eşlik değil kardeşlik olgusuydu. Komünün ortak üretimi olarak görülen çocuğun büyütülmesi ve kolektif üretim ilişkilerinin sürdürülmesi temel amaçtı. İlkel komünal toplumlarda özel mülkiyet ve sınıfsal ayrımlar olmadığı için, bir cinsin diğerine egemen olması da söz konusu değildi. Erkek ve kadın, toplum yaşantısını oluşturan her çeşit etkinliğe (maddi üretim, dinsel tören) birlikte katılıyordu. Daha sonra sınıflı toplumlara geçişte “önemli bir faktör olan özel mülkiyetin gelişmesiyle, ataerkil hukuk anlayışı işlerlik kazanmıştır. Bu sürecin oluşmasında avcı erkeğin hayvancılığa geçerek ilk mülkiyet olgusunu gündeme getirmesi etkili olmuştur. Sınıfsal yapıya sahip olan köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda kadın ve erkek ayrımı belirginleşmeye başlamıştır. Bunun için sınıflı toplumu erkek egemenliğinin hakim olduğu bir toplum olarak değerlendirmek yerinde olur. Bu egemenlik ve erkeklerin çıkarlarına hizmet eden aile biçimi, dini kurumlar, özel mülkiyet sistemi ve buna bağlı etik ve kültürel değerlerle desteklenip sürdürülmüştür. Özellikle ortaçağda evlilik, mülkiyetin erkeğe geçmesine hizmet ederek kurumsal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Aristokrat kadının en önemli işlevi, kocasına ait mülkiyetin devam etmesi için erkek çocuk doğurmak olmuştur. Kadınların mülk edinme hakları olmadığı gibi herhangi bir nedenle toprak sahibi olduklarında ise, evlilik yoluyla bu malın kocanın üzerine geçmesi söz konusudur. Feodal yapıların kurumsal kalıntıları üzerine kurulan kapitalist sistemde aile olgusu, burjuva erkeğinin egemenliğine dayanmıştır. Burjuva erkeği, mirasını devredeceği oğlunun biyolojik babası olma güvencesi için kadının sadakatinde ısrarlı olmuş ve buna bağlı olarak tek eşli aile olgusu geçerlik kazanmıştır. Burjuva hukukunun ortaya çıkardığı tek eşli aile olgusu, cinsiyet esasına dayalı iş bölümü ve otorite ilişkileri bağlamında halk kesimleri için de örnek oluşturmuştur. Ev ve iş hayatının birbirinden bağımsız hale gelmesiyle, kadınların eve bağlılık süreci başlamıştır. Evde iş gören ve geçimi erkeği tarafından sağlanan ev kadını tipi, çoğunlukla ideal olarak kabul görmüştür. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle köylerden kentlere akan işgücü, özellikle erkeğin fabrikalarda kadının da ev içinde çalışmasına neden olmuştur. Üretimde öncelikli olarak erkekler yer alırken, kadınlara da evde işgücünün yeniden üretilmesi görevi verilmiştir. Kadınlar salt kendi işgüçlerini değil, hem kocalarının işgücünü verimli kılmak, hem de bir sonraki işgücü kuşağını doğurmak ve yetiştirmek görevini üstlenmiştir. Kapitalist sistemde aile olgusuna bu denli önem verilmesinin temel nedeni budur.

S

Yöneticilikte iletişimin önemi nedir? Açıklayınız.

Yöneticilik bir temsil mesleğidir. Yönetici görev yaptığı kurumu, belirlenmiş ilkeler ve amaçlar doğrultusunda temsil eder. Okul yöneticisi için de aynı durum geçerlidir. Okul yöneticisi, eğitim ve öğretimin öngörülmüş hedefler yönünde sürdürülmesine çalışır. Bunu yaparken kurumun diğer bileşenleriyle işbirliği yapmazsa uzun vadede başarısız olur. Geleneksel tek başlı yönetim anlayışı, otoriter rejimlerin doğasından kaynaklanır. Yönetim yapısı, hiyerarşik kademelerin en üstünde bulunan bir yöneticinin egemenliği altındadır. Yönetici, meslekî statüsüyle kazandığı gücünü dilediği gibi kullanır. Diğer alt kademede bulunan yönetici kişi ve birimler, yöneticinin gönüllü ya da gönülsüz destekçileri olmak durumundadır; çünkü meslekî gelecekleri ve buna ilişkin hayati güvenceleri aynı kişiye bağlıdır. Böylesi otorite ve güç ilişkilerine dayalı bir yönetim anlayışı, yönetilenin yönetim sürecine katılmasını ve dolayısıyla kurumun bileşenleri arasında sağlıklı iletişim kurulmasını engeller. İçtenlikten uzak, yapay ve yüzeysel iletişim tarzı bu kurumda egemen olur. Katılımcılığa dayalı yönetim anlayışı ise yöneticiye otoriter bir kimlik tanımaz. Okul yöneticisi, yönetimdeki arkadaşlarına ve öğretmenine danışan, öğrencisinin sorunlarını araştırıp çözmeye çalışan demokrat bir kimlik sergiler. Geleneksel yönetim anlayışının yerini alan ve kurumun bütün bileşenlerinin özgürce kendini ifade edebildiği katılımcı yönetim anlayışı, bireylerin de kurumun da olumlu yönde gelişimine katkı sağlar.

S

İletişim kurabilme becerisine sahip olan öğretmenin özellikleri nelerdir?

İletişim kurabilme becerisine sahip olan öğretmen, sözel ve beden dilini etkili bir biçimde kullanabilen ve öğrencilerin de sözel ve beden dilini anlayan öğretmendir. Bu anlamda;

• Açık ve kolayca anlaşılabilen açıklamalar yapar.

• Zamanında ve etkili bir biçimde konuşur.

• Bireysel ayrılıkları iletişim kurmada dikkate alır.

• İfadelerinde doğrudan öğrenciyi değil, davranışı temel alır. Örneğin öğrencileri yargılamaz, öğrencilerin iç dünyalarını tanıyarak ona göre iletişimde bulunur. Öğretmenin mutlak gücüne ve haklılığına dayalı eğitimde, Öğrencinin kişilik gelişimine ve iletişim sürecine katılması düşünülemez. Ezberci öğretimin kökeninde yer alan bilginin mutlaklığı ve değişmezliği ilkesi, öğrencinin tartışmadan, sorgulamadan her şeyi kabul etmesini ister. Bu durum, aynı zamanda otoritenin varlığının ve haklılığının da tartışma götüremeyeceğini vurgular.

S

Günümüz Türkiyesinde öğrenci öğretmen iletişimini temellendiren genel anlamda hangi olgulardır?

Bugün eğitim, öğretim ortamındaki modern gelişmelere rağmen ülkemizde, geleneksel güç ve otorite anlayışının etkileri hala sürmektedir. Öğretmen öğrenci iletişiminde öğretmeni güçlü kılan temel öge “bilgi” değil, çoğu kez “not” verme yetkisidir. Öğretmenin kişiliğini, hatta otoritesini kabul ettirememe kaygısıyla “not”u öğrenciye karşı tehdit olarak kullanması da sık rastlanan bir olgudur. Bu nedenle öğrenci, zarara uğramamak için öğretmenini hoş tutmak durumundadır. Yapay ve içtensiz bir iletişime neden olan bu tür ilişki biçimi, sağlıklı bilgi alışverişini ve bilgi üretimini de engellemektedir.

S

Arkadaşlığın oluşmasında iletişimin önemi nedir? Kısaca değininiz.

Kişilerarası ilişkilerde insanı elde etme, insana sahip olma gibi iyelik duyguları öne çıkmaktadır. Arkadaşlık ilişkilerinin kurulmasına imkân veren mahalle, okul, işyeri, askerlik, dernek, sendika vb. toplumsal ortamlar, tesadüfi de olsa kişileri ortak yaşama alanlarında buluşturur. Aynı yaşama alanını paylaşan farklı insanların arkadaşlık düzeylerinin belirlenmesinde psiko-sosyal, sınıfsal, siyasal, kültürel vb. birçok faktör rol oynamaktadır. Yakın arkadaşlığın ideal anlamda en belirgin yanını duygu ve düşünce uyumluluğu oluşturmaktadır. Bunun sağlanmasında yukarıda sözü edilen faktörlerin, iletişim halindeki kişiler açısından benzerlik göstermesi, etkili bir arkadaşlık için ön şart olmasa da önemli bir adımdır.

S

İş ortamında anlaşım ve uzlaşma sağlayıcı yöneticilik nasıl sağlanabilir? Açıklayınız.

Modern anlayışa dayalı iş hayatında yönetici, bütünü koordine eden, kuruluşun genel işleyiş ve amacına uygun davranıp davranmadığını gözlemleyen kişi ya da kişilerdir. Yapılan araştırmalar iş yönetiminde farklı niteliklere sahip çift yöneticinin ideal olduğunu göstermektedir. Bunlardan biri, örgüt içinde çalışanların duygularına ve mutluluklarına önem veren, birliği ve dayanışmayı sağlayan “toplumsal yönetici”lerdir. Örgüt içi enformel iletişimin sürdürülmesi bağlamında çalışanlara yönelik sosyal ve sportif etkinlikleri düzenleyen toplumsal yönetici, bazı iş görenlere toplumsal saygınlıklarını artırıcı kolaylıklar da sunar. Diğer yönetici ise, verimini artırmaya yönelik iş disiplinini gözeten “iş yönetici”sidir. Bu iki yöneticinin işbirliği, örgütün hem fizikî anlamda üretkenliğini hem de insani dayanışmacılığını birleştirmektedir.