BİLGİNİN KAYNAKLARI SORUNU (2): USÇULUK
Usçuluk nedir, açıklayınız?
Usçuluğun esas olarak deneyimciliğin karşıtı olduğunu söylemek aslında önemli bir ipucu vermektedir. O yüzden, deneyimcilikten hareketle tanımlarsak, “usçu” olarak bilinen felsefeciler bilgimizin tek kaynağının duyu verileri ve algılar olmadığını düşünürler. Daha açık olarak ifade edildiğinde, güvenilir veya kesin bilginin temelinde insan aklının yattığı veya gerçekliğin kavranmasının ancak akıl yoluyla olabileceği tezini ileri süren akıma usçuluk denir.
Usçuluk epistemolojik tablonun merkezin neyi yerleştirmiştir?
Usçuluk epistemolojik tablonun merkezine deneyimi değil aklı yerleştirmiştir.
Nous kavramını tanıtınız ve pre-sokratik dönemdeki kullanımını irdeleyiniz?
Her ne kadar usçuluk akımının Modern Çağ’a ait olduğu kabul edilse de, usçuluğun temelinde yatan bazı düşüncelerin Eski Yunan’a kadar uzandığı kesindir. Bu derin konunun irdelenmesi bu kitabın sınırlarını ve amacını aşmaktadır. Ancak, bir örnek teşkil etmesi açısından, Eski Yunan felsefecilerinin sıkça kullandığı “nous” kavram›na kısaca değineceğiz. ‘Nous’, çağdaş dillere çevrilmesi oldukça zor bir deyimdir. Önerilen bazı çeviriler, “zihin” “kavrama”, “sezgi” ve “akıl” olmuştur. Bu çevirilere bakınca nous’un oldukça “öznel” bir yön içerdiği sanılabilir. Oysa Sokrates öncesi felsefede “nous” kavramının kullanımı pek çok kez “öznel bir zihinsellik” düşüncesinden uzak bir tarzda gerçekleşmiştir. Yaklaşık 2500 yıl önce yaşamış olan Anaksagoras, nous’un, evrenin başlangıcındaki kaosu düzenleyen ve evrenin düzen içinde bir başlangıç yapmasını sağlayan bir tür güç olduğunu düşünmüştü. Ancak Anaxagoras nous’u, ruhsal veya zihinsel olmaktan ziyade, algılanamayan maddesel bir güç veya ilke olarak tasarlamıştı. Ona göre, görülebilen nesnelerden daha “ince” bir yapıda olan nous, başlangıçtaki işlevine ek olarak, nesnelere girerek onların devinimini veya gelişimini düzenlemekteydi. Burada, Anaksagoras’ın temel felsefi amacının, evrenin “akılsal yönü”nü açıkça ifade etmek ve evrendeki değişimlerin olanaklılığını açıklamak oldu¤unu söyleyebiliriz.
Platon ve Aristoteles'in nous kavramına yaklaşımlarını özetleyiniz?
Platon algılar aracılığıyla edinilen doksa’dan (yani kanıdan) ziyade akıl yoluyla ulaşılan episteme’ye (yani tümellerin veya özlerin bilgisine) değer vermiş ve, belirtik bir şekilde, usçu olarak nitelendirilebilecek bir görüşü savunmuştur. Platon nous’u “ruhun ölümsüz ve akıl içeren kısmı” olarak tanımlar ve bizim gibi sonlu varlıkların işlevleri arasında “tanrısallığa yakın olan işlev” olarak niteler. Platon’u izleyen Aristoteles, hem sonlu hem de ölümsüz yönleri olduğuna inandığı nous’u bizim anladığımız “akıl” kavramına yakın bir şekilde alır ve bu kavramı “algı”dan ayırır. Aristoteles’e göre, insanlarda bulunan nous’un ölümden sonra da varlığını sürdürebilen kısmı, anlama ve bilme işlevlerini olanaklı kılar ve bizi diğer canlılardan farklı bir konuma getirir.
Descartes'in usçu yaklaşımının genel hatlarını çiziniz?
Modern Felsefe’nin kurucusu olan Descartes ayn› zamanda önde gelen usçulardan biridir. Pek çok usçu gibi Descartes da insan zihninin doğum anında belli “içeriğe” sahip olduğunu düşünür. idealarımızın bazıları algısal yollardan oluşur ancak Descartes’a göre, çok önemli bazı idea türleri deneyim yoluyla edinilemez. Tanrı ideası veya mükemmel bir daire ideası bu türden bir bilişsel durumdur.
Descartes hangi ünlü veczi ile tanınmaktadır?
Descartes, "düşünüyorum o halde varım" sözleri ile tanınmaktadır.
Descartes'in algının bilgisel statüsü ile ilgili yaklaşımını açıklayınız?
Usçuluğun felsefe literatürüne yaptığı en büyük katkı, pek çok yorumcunun da üzerinde uzlaştığı gibi, algının bilgisel statüsü konusunda getirdiği çarpıcı yaklaşımdır. Deneyimcilik karşıtı olarak nitelenebilecek bu epistemolojik yaklaşımı incelemeye Descartes’ın Düşünceler’inin 2. bölümünde yer alan “mum örneği” ile başlayacağız.
Yanmakta olan bir ateşin hemen yanına bir mum koyduğumuzu ve gözlemlemeye başladığımızı düşünelim. Mumun kısa zamanda çok boyutlu bir değişim sürecine girdiğini fark ederiz. Sıcaklığın etkisiyle mumun erimeye başlaması ile birlikte, katı maddenin sahip olduğu silindirik şeklin bozulduğu görülür. Mumun renginde belli bir koyulaşma olur ve burnumuza farklı bir koku gelir. Eğer mumun yanına gidip dokunursak, normal ısıdaki hâline göre daha yumuşak ve yapışkan bir kıvamda olduğunu hissederiz. Algılarımız aracılığıyla nesneden aldığımız bilgi, sürekli bir değişimin olduğu yönündedir. Nesneye ilişkin algılayabildiğimiz her özellik sürekli değişim hâlindeyken, biz yine de belli bir nesneye bakmaya devam ettiğimizi düşünürüz. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: “Tüm değişimlere karşın aynı nesneyi algılamakta olduğumuz” bilgisini bize sağlayan kaynağın algılar olması olanaklı mıdır?
Descartes’ın buna yanıtı olumsuzdur. Nesnedeki değişimleri duyular aracılığı ile biliyor olduğumuz doğrudur. Ancak tüm değişimlerin ardında, varlığını kesintisiz olarak sürdüren, belli bir nesnenin yatmakta olduğu bilgisini akıl yoluyla ediniriz. Deneyimci bir düşünürün iddiasının aksine, bu bilgiyi algılar veremez. Başka bir şekilde ifade edersek, “nesnenin, algılanabilir bazı nitelikleri kendi üzerinde barındırdığı” bilgisi (veya tözün var olduğuna ilişkin ideamız) doğuştan sahip olduğumuz bir bilişsel durumdur. Nesnenin, değişimler geçirmesine rağmen aynı nesne olduğu bilgisi gözlemsel deneyimlerimiz aracılığıyla öğrendiğimiz bir şey olamaz. Bu temel metafiziksel bilgi, aklımızın olanakları aracılığıyla ortaya çıkabilecek bir bilgidir.
Immanuel Kant'ın fikirleri hangi alanlarda etkili olmuştur?
Immanuel Kant'ın fikirleri, etik, metafizik ve epistemoloji alanlarında etkili olmuştur.
Kant'ın fiziğin ve etiğin alanlarını birbirinden ayırmasının temellerini açıklayınız?
Kant’ın bu hamlesinin ardında yatan gerekçeyi anlamak zor değildir. Yalnızca fizik kanunlarının egemen olduğu bir evrende doğa, her tür devinimi ve eylemi fiziksel zorunluluk çerçevesinde belirler. Elimizden bıraktığımız bir elmanın zorunlu olarak yere düşmesi, kalbimizin düzenli bir şekilde kan pompalaması zorunlu devinimlerdir ve istemden bağımsızdır. Fizikselliğin içinde özgür irade olamaz. Ancak eğer varlık alanında fiziksellik dışında hiçbir kanun veya kural yoksa, insanlar da fiziksel veya mekanik nesnelere dönerler. Böyle bir durumda örneğin, dünyadaki adaletsizlikleri veya zalim insanların eylemlerini yalnızca fizik ya da fizyoloji ile açıklamak durumunda kalırız. Ancak böyle bir tabloda sezgilerimize aykırı bir yön olacağı açıktır. Özgür iradenin veya tercihlerin olmadığı yerde, etik (veya ahlaki anlamda doğru ve yanlış), anlamını tümüyle kaybeder. O hâlde, insanın “gerçekliğini” yalnızca fiziksel kanunlara başvurarak açıklayamayız. insan bedeni elbette fiziksel kanunların etkisi altındadır; ancak akıl sahibi bir varlık olan insan, ahlaki olarak seçim yapma ve karar verebilme kapasitesine de sahiptir. Bedenimiz yer çekimi kanunlar›na uymama gibi özgürlüğe sahip olamaz fakat ahlaki yönümüzün açıklaması fiziksel kanunlar yoluyla de¤il “evrensel ahlaki kanunlar” aracılığıyla yapılabilir.
Kant ile David Hume'un deneyimciliği arasındaki ilişkiyi açıklayınız?
Kant usçu bir düşünür olsa da, özelikle Hume’un deneyimciliğinden oldukça etkilenmiştir. Kant’ın Hume’a katıldığı en önemli nokta, “insan aklının deneyime hiç başvurmaksızın bazı evrensel veya metafizik doğruları keşfedebileceği” tezinin kabul edilemez bir düşünce olduğudur. Bilindiği gibi, Platon’dan Descartes’a (ve hatta Locke’a) uzanan çizgide metafizik fikirler üreten düşünürler, insan aklının algılara veya deneyimselliğe dayanmaksızın gerçekliğin yapısına dair önemli keşifler yapabileceğini, örneğin tözsel düzeni anlayabileceğini varsaymıştı. Kant’a göre, bu tür çabalar, ya insan bilgisine ilişkin şüpheciliğin güç kazanmasına ya da dogmatik düşünce sistemlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kant’ın temel amaçlarından biri, bu karamsar tablo karşısında yapıcı bir perspektif sunabilmektir.
Hume’a göre biz temel olarak iki tür bilgi sahibi olabiliriz: Duyu verilerine dayanan deneyimsel bilgi ve mantıksal (veya “biçimsel”) bilgi. Eğer bu doğruysa, metafiziğin veya genel olarak felsefenin herhangi bir bilgi verme olasılığının olmadığı ortaya çıkar. Bunun nedeni, felsefe yaparken kullanılan önermelerin ne dünyada gözlemlenebilen olgulara ne de mantıksal bağıntılara karşılık gelmesidir. Kant,
deneyimciliğin bu yönüne karşı çıkar ve felsefenin (veya metafiziğin) olanaklı olduğunu savlar. Bu tavır Kant’ı epistemolojik açıdan deneyimcilerden ayıran en önemli noktadır. Özetle, Kant’ın felsefesinin önemli bir sentezi hedeflediğini söyleyebiliriz. Kant bir yandan deneyimciliğin eleştirel bir tarzda gündeme getirdiği bazı önemli konuları ve sonuçları kullanırken, bir yandan da deneyimciliğin eksik bıraktığı veya tam açıklayamadığı bazı felsefi noktaları sistematik ve gerekçelendirilmiş bir şekilde ortaya koymayı ve savunmayı amaçlamaktadır.
Kopernik'in astronomide geliştirdiği ve daha sonraları Kant'ı de etkileyecek olan yeni yaklaşımı kısaca tanıtınız?
Kopernik, gök cisimlerinin gözlemcinin çevresinde döndüğünden yola çıkmak yerine, gözlemcinin kendisini döndürüp güneşi sabit tutmayı denemiş ve daha başarılı bilimsel sonuçlar elde etmiştir.
Kant'ın dönemin geleneksel epistemolojik yaklaşımlarına karşı önerdiği yaklaşımın genel hatlarını çiziniz?
Kant’ın önerisi, daha önce denenmemiş bir “düşünsel deney” yapmaktır. Bu deney, aynı Kopernik’in dünya merkezli astronomik sistem yerine güneş merkezli sistemi önermesi gibi, nesne merkezli metafizik projeler yerine, öznenin bilişsel rolünü merkeze alan bir kuram öne sürmektir. Kant’ın devrimsel görüşüne göre, bilen özne edilgen değil etkendir. Başka bir deyişle, “öznenin zihinselliği” bizim neyi nesne olarak aldığımız ve bildiğimiz konusunda belirleyici bir rol oynar. Bu anlamda, geleneksel epistemolojik görüşler önemli bir hata yapmaktadırlar.
Kant'ın Locke epistemolojisine yönelik eleştirisinin asli unsurunu nedir, tanıtınız?
Hume’un ve diğer deneyimcilerin haklı olduğu bir nokta, bilginin “malzemesinin” (veya maddesinin) algı verileri yoluyla geldiğidir. Ancak o ham maddeyi işleyecek olan bilişsel mekanizma, ham maddeden ayrı düşünülmesi gereken bir olgudur. Algısal verileri işleyen zihinsel mekanizma, bizim beş duyu aracılığıyla dışarıdan alabileceğimiz bir şey değildir. Bu mekanizma, tüm normal insanların doğumla birlikte getirdikleri bir yapı olmak zorundadır. O hâlde, Kant’a göre, Locke’ın benzetmesi hatalıdır: Zihnimiz doğum anında bir “boş levha” olamaz. Başka bir deyişle, zihnimiz organize edeceği ham maddeyi dışarıdan alabilir ancak organize eden zihinsel sistemin işleyiş ilkeleri deneyimsel yollardan öğrenilemez.
Varlığın veya dünyanın bilgiye bağlı olması mefhumunu açıklayınız?
Kant’ın bu önemli fikrini iyi değerlendirebilmek için, nesne kavramı konusunda sahip olduğumuz sağlam alışkanlıklarımızı bir süreliğine bir kenara bırakıp farklı bir perspektiften bakmaya çalışalım. Biz bilişsel açıdan sınırlı varlıklarız. O anlamda, hem duyu organlarımızın hem de aklımızın işlevlerine, türsel kısıtlamalarımız ve sınırlarımız çerçevesinde yaklaşmamız daha doğru olur. Örneğin, eğer beş yerine üç tür duyumuz olsaydı, çevremizdeki nesneler çok daha farklı görünebilirdi. Eğer dokuz duyusu olan canlılar olsaydık, bilgi dünyamız bambaşka olurdu ve nesneler de nitelik açısından tahminen bize daha “zengin” görünürdü. Fakat ilginç bir şekilde, biz genellikle sınırlı bilişsellikte oduğumuzu gözden kaçırmaya ve algısallığımızı mutlak bir durum gibi almaya eğilimliyizdir. “Nesne” biz insanlara nas›l görünüyorsa, aslında da öyledir türünden bir varsayımla dünyaya yaklaşırız. Ancak bir yandan da, gece görüş yeteneğimizin ve işitsel kapasitelerimizin memeli hayvanlar arasında bile “en üstün düzeyde” olmadığını gayet iyi biliriz. Bu durum, hem epistemolojik hem de ontolojik açıdan kritik bir noktaya işaret etmektedir. Eğer konu üzerinde tutarlı olmaya çalışırsak ve (Kantçı açıdan) biraz derin düşünürsek, alışılmış düşüncelerle çelişen şöyle bir sonuca varabiliriz: Sınırlanmış olan yalnızca bilgimiz değil, aynı zamanda bize nesne olarak görünen şeylerdir
Kant'a göre bizim sınırlanmış varlıklar olmamızın bilgi alanı dışında ne gibi sonuçları vardır?
Kant’ın görüşüne göre, bizim sınırlanmış varlıklar olmamız yalnızca bilgi konusunda değil varlık konusunda da önemli sonuçları olan bir olgudur. Kant’a göre, bize görünen dünya ve onun nesneleri bizim bilişsel sınırlarımız tarafından şekillenmiş ve sınırlanmış olarak karşımıza çıkmak durumundadır. Ancak Kant açısından bunun öznel veya kişinin şartlarına bağlı bir durum olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Kant’ın kastettiği, sonlu ve sınırlı her varlık türünün “nesne” olarak aldığı şeylerin o türün zihinsel özellikleri tarafından belirlenmek durumunda olduğudur. Elbette bizim bir tür olarak nesneyi bilişsel yollardan sınırlandırıyor ve belirliyor olmamız, o nesneyi yaratıyor olduğumuz anlamına gelmez. Kant’ın söylediği şöyle anlaşılabilir: Eğer hepimiz bebeklikten itibaren ve sürekli olarak pembe gözlükler takıyor olsaydık, dünyanın bize görünen nesneleri o yolla bilgisel açıdan “sınırlanmış” ve “belirlenmiş” olurdu; ancak gözlük takma işlevinin nesneleri öznel bir şekilde “yarattığını” iddia etmezdik. Kant’ın da kastettiği, aslında varlık alanının kendisi olarak (veya “kendi içinde”) var olduğu, ancak bizim onu “olduğu gibi” anlayamayacağımızdır. Kant’ın “Kopernik Devrimi”ni şimdi daha iyi açıklayabiliriz. Kant’a göre bizim zihnimizi nesnelere uydurarak algıladığımız ve anladığımz fikri son derece yanıltıcıdır. Tam tersine, eğer bir nesne bize belli bir nesne olarak görünebilmişse, bunun nedeni nesnenin bizim sınırlarımıza uygun hâle gelmesidir. Bir nesne, diyelim, bana “ağaç” olarak görünürken başka bir varlığa –ki bu mutlaka dünya üzerinde yaşayan bir varlık olmayabilir– çok daha farklı bir şekilde görünebilir.
Analitik-sentetik ayrımı nedir?
Analitik-sentetik ayrımı, cümle yapısı ile ilgilidir. Analitik cümleler dünyaya ilişkin yeni gözlemsel bilgi içermezken, sentetik cümleler yüklemleri öznede içerilen bilgilerin ötesine geçen cümlelerdir.
A priori ve a posteriori bilgiler nelerdir, aralarında ne gibi farklar vardır, açıklayınız?
a priori ve a posteriori ayrımı bilginin edinilme tarzına ilişkindir. A priori bilgi evrensel olarak doğrudur ancak tek tek deneyimler yoluyla kazanılamaz. Buna karşın, a posteriori bilginin kazanılması için somut deneyim parçaları gerekir. Gözlemsel bilgilerimizin tümü a posteriori ’dir. “Bu bir erik ağacıdır” önermesinin doğruluğunu saptayabilmem için gözlem yapmam gerekir. Peki 2+3=5 önermesi için ne diyebiliriz? Matematiğe ait önermeler nasıl doğru statüsü kazanır? Biz o tür önermelerin doğruluğunu gözlem yoluyla mı saptarız? Eğer bir kişi 2+3’ün toplamının 5 ettiğini göstermek için, önce elmaları sonra da (emin olmak için) armutları masa üzerinde yan yana koymak ve nesnelerin toplamına “bakmak” gibi bir yönteme başvurursa, bu tür bir kanıt yöntemi bize çocukça ve gülünç gelecektir. Neden? Çünkü aritmetiksel bilginin doğruluğunun belirlenmesinin tek tek deneyimle ilgisinin olmadığı ve matematiksel gerçekliğin farklı bir yapı içerdiği yönünde güçlü bir sezgimiz vardır. Benzer şeyler “Bir noktadan birbirine dik en fazla üç doğru çizilebilir” ve “Her fiziksel olayın bir sebebi vardır” türü önermeler için de geçerlidir. Bu çeşit bilgiler için de a priori nitelemesi kullanılabilir.
Kant hangi önermeleri sentetik apriori olarak kabul etmektedir.
Kant’ın şaşırtıcı iddiası aritmetik ve geometrinin sentetik a priori olduğudur. Bu şaşırtıcıdır çünkü pek çok kişi normalde aritmetik ve geometrinin analitik a priori olacağını düşünmeye eğilimlidir. Örneğin, “2+3=5” önermesinin analitik olduğuna inanmamızın esas bir nedeni “5” kavramının “2+3” kavramı tarafından içerildiğini düşünmemizdir. Ayrıca eğer “2+3=5” sentetik ise, bu durum “2+3”ün “5” kavramını içermediğini gösterir. Ancak bu nasıl olanaklıdır?
Kant’a göre “2”, “+” ve “3” kavramlarının bir araya getirilmesi ile “5” kavramı eşlenik değildir. Bu fikri daha iyi anlayabilmek için başka bir aritmetik eşitliği göz önüne alalım: 2+3=4+1. Bu eşitlikte “2+3” kavram› “4+1” kavramını içerir mi? Bu sorunun yanıt “hayır” gibi görünmektedir. “iki artı üç” kavramsal olarak “Dört artı bir”den oldukça farklı bir düşünceyi dile getirir. O hâlde, eğer Kant haklıysa, aritmetik (ve geometrik) önermeler sentetik a prioridir. Benzer şekilde, doğrudan gözlemin ötesine geçmeyi gerektiren “Her doğal olgunun doğal bir nedeni vardır” türü metafizik önermeler de sentetik a priori niteliktedir.
Kant'ın sentetik apriori önermelere ilişkin görüşlerini kısaca açıklayınız?
Kant’ın görüşüne göre, sentetik a priori önermeler hem boş bir mantıksal yargıdan ibaret değildir hem de evrensel ve kesin bir şekilde doğrudur. Ancak buradaki “evrensel” ve “kesin” kavramlarının insana göre olduğunu vurgulamalıyız. Farklı varlık türlerinin sentetik a priori önermeleri tahminen farklı metafizik ilkeler içerecektir. Bu anlamda sentetik a priori her bilişsel varlık türü için farklı biçimlerde ortaya çıkacaktır. Bizim sentetik a priori önermelerimiz veya ilkelerimiz bizim algıladığımız dünyayı ve bizim bilişsel normlarımızı belirler.
Usçuluk ve Deneyimcilik tartışmasını kısaca tanıtınız?
Usçular bilgimizin biricik kaynağının algılar olamayacağını savlarlar. Daha açık olarak, bilginin olanaklı olabilmesinin temel koşulunun aklın doğuştan getirdiği belli kapasiteler veya kavramların varlığı olduğunu öne sürerler. Yukarıda da açıkladığımız gibi, önemli bir anlamda, her kavram “düzenleyici” ve “şekillendirici” bir işleve sahiptir. Ancak usçulara göre; her kavram veya kategori aynı nitelikte değildir. Usçular açısından, deneyimciliğin en büyük eksikliği algı verilerinin karmaşık dünya bilgisine nasıl dönüştüğünü tatmin edici bir şekilde açıklayamayacak olmasıdır. Hume gibi deneyimciler doğal olarak bu fikre karşı çıkacak ve Kant gibi metafizikçilerin gerekçelendirilmesi olanaksız tasarımlar icat ettiğini söyleyecektir.
Bilginin kaynaklarına ve yapısına ilişkin bu tartışma günümüzde de türlü biçimlerde sürmektedir. Deneyimci düflünürler sürekli olarak bilginin temeline algı verilerini veya deneyimi yerleştirirken, usçular bu felsefi tablonun yetersizliklerine işaret etmektedirler. O yüzden, bu epistemolojik tartışmanın felsefe tarihinin tozlu arşivinde kaldığını düşünmek hata olur.