aofsorular.com
ULİ304U

Devletin Dış Politika Yapımı

5. Ünite 20 Soru
S

Dış politika analizinin temel yapı taşlarından birisi nedir?

Dış politika analizinin temel yapı taşlarından birisi devlet bazında yapılan değerlendirmelerdir. Literatürdeki birçok çalışma devletler arası ilişkileri dış politika analizi olarak nitelendirmiştir.

S

Karar alma sürecinde devletler nasıl hareket etmektedirler?

Karar alma sürecinde devletler çeşitli sınırlamalar ve teşvikler doğrultusunda
uluslararası siyasal sistem içerisinde etki ve güç kazanmaya çalışmaktadırlar.
Bu değerlendirmeler içerisinde devlete ait özellikler bir devletin taşıyabileceği dış
politika standartlarını doğrudan etkilemekte ve belirlemektedir. Bu unsurların bir
çoğu fiziksel özellikler olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle ölçülebilir ve kesin kriterlere dayanarak devletlerin güç seviyeleri belirlenebilmektedir.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan askeri gücü açıklayınız.

Bir devletin askerî gücünün belirlenmesinde devlete ait asker sayısı, sahip olduğu
tank, helikopter, savaş uçağı, füze, donanma büyüklüğü ve buna benzer askerî
mühimmat değerlendirilmektedir. Bu maddi unsurların yanında orduya ayrılan
bütçe ve askerî harcamalar da bir ülkenin askerî gücünün belirlenmesinde kullanılmaktadır. Bu nedenle kolaylıkla karşılaştırılabilir bir kriter olması açısından
ülke harcamalarında askerî harcama payı seçilmiştir.
Ülkelerin askerî yetenekleri ekonomik durumlarına bağlıdır. Liderler farklı
oranlarda askerî harcamalara pay ayırabilir, ancak ekonomisi küçük olan ülkelerin
yeni teknoloji geliştirme şansı daha düşüktür. Burada önemli olan, ülkelerin askerî araçları savaş alanında kullanma becerilerinden çok, askerî teknoloji geliştirme kapasiteleri ve yetkinlikleridir. Örneğin ABD ve Çin küresel güç olmak için ordularına bütçelerinden büyük pay ayırmaktadırlar. Aynı şekilde orta veya küçük büyüklükteki bir ülkenin de ciddi askerî harcamalar yapması ve bütçesinde geniş yer ayırması bu ülkenin ne derecede bölgesinde güç sahibi olmasıyla alakalıdır.
Günümüzde askerî gücün en önemli parçalarından birisi ise ülkenin nükleer
ve biyolojik silah sahibi olup olmadığıdır. Eğer bir ülke bu tür askerî güce sahipse
uygulayabileceği dış politika da caydırıcılığı bir o kadar etkili olabilmektedir.
Nitekim, Soğuk Savaş süresince sahip olunan nükleer füze sayısı ABD ve SSCB
arasındaki dengelerin sağlanmasında kullanılan en önemli unsurlar arasında yer
almıştır. Bu kriterler doğrultusunda bir ülkenin askerî gücü belirlenebilir.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan ekonomik gücü açıklayınız.

Askerî gücü tamamlayan en önemli güç ekonomidir. Ekonomik güç bir devletin
sahip olduğu iktisadi hacimdir. Gayrisafi Millî Hasıla (GSMH)’nın büyüklüğüne
veya kişi başına düşen gelire bakılarak bir ülkenin ekonomik gücü belirlenebilir.
Her ne kadar bu kriter borçlanma oranını, cari açık miktarını, sanayileşme seviyesini ve bireyin alım gücünü içermese de bir ülkeye ait ekonomik genişlik gücün tanımlanmasında büyük önem taşımaktadır.
Ekonomik gücü sadece millî hasıla miktarıyla açıklamak eksik bir tanım olacaktır.
Bu nedenle ekonomik gücün anlaşılmasında endüstrileşmenin ne seviyede
olduğu da değerlendirilmelidir. Genellikle, büyük ekonomik güç olan ülkeler
(örneğin, ABD, Rusya, Almanya) birçok açıdan da sanayileşmesini tamamlamış
ve bunun sonucunda geniş bir ekonomik pazar oluşturabilmiştir. Sanayileşmenin
ekonomik gücün anlaşılmasındaki diğer bir önemi de askerî gelişmeyi beslemesiyle alakalıdır. Çok güçlü bir sanayiye sahip olan ülkeler genellikle büyük askerî güce sahiptir. Başka şekilde gerekli askerî kapasitenin geliştirmesi ve yeniliklerin sağlaması mümkün değildir. Sanayileşme bu nedenle ekonomik güç unsurunun en önemli parçası olarak değerlendirilmektedir.
Öte yandan, ekonomik gücün sadece pazar hacmi ve sanayileşmeye dayalı
değerlendirilmesi yeterli değildir. Bir ülkenin ekonomik istikrarı, işsizlik oranı,
enflasyon seviyesi, iç ve dış borç seviyesi, cari açık miktarı ve geleceğe yönelik
yatırımlarla birlikte değerlendirilmelidir. Çok büyük bir ekonomik güç olmasına
rağmen bir ülkenin borç seviyesi ekonomik dengeleri bozacak seviyedeyse bu durum ekonomik yetkinliği azaltacaktır. Özellikle 2008 küresel finansal krizi düşündüğümüzde birçok ülkenin borç seviyesinin gayrisafi millî hasılalarına kıyasla ne denli yüksek olduğu dikkat çekmiştir. ABD’deki “borç balonunun” patlaması, finansal gücün kayda değer oranlarda küçülmesine sebep olmuştur. Krize dayalı işsizliğin artması da ekonomik dengeleri bozmuştur. Bu kadar büyük bir ekonomik kriz sadece ABD’yi değil, başka birçok ülkenin ekonomik dengelerini de yerinden oynatmıştır. Örneğin, AB üyesi ülkelerde borç seviyesinin ortalaması %70’lerin üzerindedir. Finansal kriz sosyal ve siyasi birçok sonuç doğurmuştur. Yunanistan, İtalya, İrlanda, İspanya, ve Portekiz’de bu durum hükümetleri yerinden etmiş, işsizliği büyük oranda artırmış, bu ülkelere ait uluslararası kredi değerlerini düşürmüş ve dolayısıyla bu ülkelerin dış politika kararlarını ve önceliklerini derinden etkilemiştir. Her ne kadar aynı oranda etkilenmemiş olsa da Fransa, İngiltere ve Almanya gibi büyük dünya ekonomileri de bu kriz sebebiyle ekonomik açıdan zayıflamışlardır. Bu ülkeler arasında sadece Almanya’nın sistematik ve planlı geri dönüşümü sağlayabilmesi dikkat çekmektedir.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan doğal kaynakları açıklayınız.

Doğal kaynaklar bir ülkeye ait en önemli kapasite kriterleri arasında yer almaktadır. Petrol gibi her ülkenin ihtiyaç duyduğu bir kaynak olduğu taktirde bu ülke dış politikasını doğal kaynağına göre düzenleyebilir. Nitekim, İran’ın sahip olduğu petrol kaynağı İran’ın dış politik ilişkilerini nasıl kuracağı ve yürüteceği hakkında bilgi vermektedir. Petrol gibi doğal gaz, maden kaynakları veya yeni teknolojilerde kullanılan bor gibi madenlerin bulunması devletlerin mal varlığını zenginleştirirken ekonomik yapılarını kuvvetlendirebilmekte ve dış politik kararları içerisinde rol oynayabilmektedir. Fakat buraya eklenmesi gereken bir nokta da şudur: doğal kaynağın çıkarılamaması ya da işlenememesi durumunda ülkenin bu doğal kaynağa bağlı olarak gücü artması gerekirken tam tersi bir şekilde bu kaynağı kullanamadığı için gerekli hizmeti sağlayabilecek güçlerin kontrolü altına girmesi söz konusu olabilir.
Aynı şekilde su kaynakları ve geniş orman havzaları da günümüzde hızla büyüyen dünya nüfusu içerisinde iki önemli kaynak olarak değerlendirilmektedir.
Bu durumun tam tersi ise yani bir ülkede doğal kaynak bulunmaması durumu, bu
ülkenin doğal kaynaklara olan ihtiyacı doğrultusunda dış politik kararlar vermesine sebep olacaktır. Eğer petrol ve doğal gaz gibi elzem ihtiyaçlar söz konusuysa bu kaynakların bir şekilde elde edilmesi gerekmektedir. Bu ihtiyaca bağlı olarak bir ülkenin dış politika önceliklerini belirlemesi doğaldır.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan demografik özellikleri açıklayınız.

Doğal kaynaklar kadar etkili olabilecek bir başka unsur da bir ülkenin demografik
özellikleridir. Demografik yapı ülkenin nüfusunun genişliği, nüfüs içerisindeki
genç ve yaşlı oranları, nüfusun eğitim seviyesi, etnik yapı, gelir dağılımı ve benzeri faktörleri içermektedir. Kısaca bahsetmek gerekirse bir ülkenin nüfusunun genişliği bu ülkenin iç pazar hacmini gösterebileceği gibi ordusuna ayırabileceği birey sayısından savaş anında kullanabileceği insan sayısına kadar birçok konuda gücün belirlenmesinde önem taşımaktadır. Nüfusun içerisinde yaş dağılımı ise ülkenin geleceğe yönelik yatırımlarını anlamakta önem teşkil eder. Örneğin, genç nüfus sahibi olan ülkeler geleceğe yönelik yatırımlarında iç pazarlarının büyüyeceği çıkarımını yaparken başka ülkelerin de bu pazardan faydalanma arzusu içerisinde olabileceğini düşünebilir. Halbuki, yaşlı nüfusun artmakta olduğu bir ülkede ekonomik kaynakların sosyal güvenliğe gidecek olması ve genç nüfus oranının genişlememesi endüstrileşmedeki ivmenin yok olmasına sebep olabilir.
Nüfusun etnik gruplara bağlı olarak dağılımı da ülkenin iç dinamikleri konusunda
başka ülkelerin bilgi alması ve politika yürütmelerinde etkili olabilir. Örneğin etnik açıdan homojen olan ülkeler (Japonya, Çin gibi) tek bir ırka veya etnik gruba dayalı nüfusları olduğu için etnik sorunların veya çatışmaların çıkması pek beklenmez. Her ne kadar Çin içerisinde farklı etnik gruplar bulunsa da bu gruplar Çin’in 1.3 milyarlık nüfusunda küçük bir minorite olarak yer almaktadır. Öte taraftan, içinde birçok farklı etnik grubu bulunduran ülkeler ise iç politikanın tutarlılığı ve sürdürülebilirliği konularında zorluklarla karşılaşabilirler. Örneğin,
Rusya çok farklı dini ve etnik gruba sahiptir ve bu durum özellikle Sovyet Rusya
döneminde siyasal iktidarın sağlanmasında önem taşımıştır. Bu etnik grupların
hangi bölgelerde bulunduğu ve bu bölgelerin güvenlik ve stratejik konumlarına
bağlı olarak diğer ülkeler de Rusya ile ilişkilerini belirlemiş olabilir. Her ne kadar
heterojen bir nüfus yapısına sahip olmak büyük bir tehlike yaratmasa da, bu özellik ülkelerin iç dinamiklerinin anlaşılmasında önem taşımaktadır. Eğitim seviyesi ve gelir dağılımı ise bir ülke nüfüsunun anlaşılmasında çok önemlidir. Eğitim seviyesi okuma-yazma oranından bireylerin aldıkları eğitimin niteliğine kadar toplumun özüne ait önemli bir kriterdir. Bir ülkede beklenilen tabi ki okuma-yazma oranlarının yüksek olması ve iyi eğitim almış bireylerin yetiştirilmesidir. Bu her ülke için mümkün olmadığından dolayı okuma-yazma oranın düşük olduğu ülkelerin kalifiye eleman bulamamalarından başlayarak ilintili birçok konuyla bağlanarak devletlere ait demografik gücün zayıf olması beklenebilir. Örneğin, Afrika’daki bir ülkede toplumun eğitim seviyesi düşük iken bu ülkenin bölge çapında bir güç olmaya çalışması pek tutarlı bir dış politika önceliği olmayacaktır. Tam tersine, eğitim seviyesi düşük ülkeler diğer ülkelerin daha fazla baskısı altında kalarak ve diğer güçlerin kısıtlamalarına uymak zorunda kalabilirler. Bu nedenle eğitim seviyesinin ne olduğu (düşük, orta ve yüksek) ve ülke çapında nasıl dağıldığı (bölgeler arası farklar) bir ülkenin demografik yapısını önemli şekilde etkileyecektir.
Aynı şekilde bir ülkedeki gelir dağılımı (zengin ile fakir arasındaki gelir farkı)
da sosyal iç dengelerin anlaşılmasında kullanılan önemli bir demografik bilgidir.
Eğer bu fark çok geniş olursa ekonomik fırsatların fakirlere yeterince ulaşamadığı
ve toplum içerisinde iktisadi ve sosyal değişimin kolay kolay meydana gelmeyeceği değerlendirmesi destek bulmuş olur. Öte taraftan zenginlerin ülke ekonomisinin çoğunluğunu kontrol ediyor olması da siyasi kararlarda hangi gelir seviyesindeki gruba yönelik fırsatların sağlandığının anlaşılmasında önemlidir. İkinci bir nokta ise orta sınıfın toplum içerisinde sahip olduğu eğitim ve sosyal seviyenin ne olduğu bir ülkenin iç politikasının da ne kadar sağlıklı olduğunun belirleyicilerindendir. Bu değerlendirmelere istinaden, ülke içindeki gelir dağılımı sosyal düzen ve dengelerin anlaşılmasında önem teşkil eder. Sonuçta, demografik özellikler bir ülkenin insan gücünü göstermektedir ve birçok açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan coğrafi konumu açıklayınız.

Bir ülkenin dünya haritasında nerede bulunduğu dış politikasının nasıl olabileceğini doğrudan etkiler. Coğrafi konum stratejik bölgelerde olduğu taktirdeyse hem büyük güçler hem de bölgesel güçler bu ülkeyle olan ilişkilerinde coğrafi durumu göz önünde bulundurmak zorundadır. Örneğin, Türkiye coğrafi konumu gereği dünyanın önemli noktalarından birinde bulunmaktadır. Bu her iki dünya savaşında olduğu gibi tarihten günümüze Türkiye’nin dış politikasının önemli bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Coğrafi konum özünde statik olan ve değişmeyen özellikler taşır. Bir ülkenin ada veya kıta devleti olup olmadığı veya denizlere çıkışı olup olmadığı önemli ve değişmeyen bir özelliktir. Ayrıca, bir ülkenin ticaret yolları üzerinde olması veya bunlara ulaşabilmesi ticari ve ekonomik güç edinmesinde önem taşır. Öte taraftan, bir devletin yüz ölçümü ve sahasının büyüklüğü doğrudan bu ülkenin dış politika envanterinde önemli bir rol oynayacaktır. Savaş ortamında, geniş sahaya sahip ülkeler hem ele geçirilmesi zor hem de çok boyutlu bir saldırı planlaması gerektirmektedir. Bir ülkenin sahasının niteliği de coğrafi özelliklerini belirlemektedir. Dağlık bir ülke birçok açıdan zorlu şartları doğuracağı için (örneğin, Afganistan), farklı stratejik değerlendirmelerin yapılmasına gerektirir. Sonuçta, coğrafi özellikler gücün tanımlanmasının önemli bir parçasıdır.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan siyasal sistemi açıklayınız.

Siyasal sistemin dış politika süreçlerinin yorumlanmasında özel bir rolü bulunmaktadır. Özellikle savaş, çatışma ve askerî kararlar alınması gerektiğinde devlet içerisindeki prosedürün nasıl işlediği siyasal sisteme bağlı olarak takip edilecektir. Bu nedenle siyasal sistem içerisinde hükümetin nasıl kurulduğu, nasıl dış politikaya dair kararlar alındığı ve daha da önemlisi, savaş ve benzeri durumlarda hangi karar mekanizmalarının çalışacağının bilinmesi önemlidir. Ayrıca, hükûmet sisteminin parlamenter sistem olmasıyla başkanlık veya yarı başkanlık sistemi olması arasındaki fark karar alıcıların takip edeceği dış politika yapım sürecinin anlaşılmasında önem taşır. Örneğin, parlamenter sistemlerde koalisyon hükümetleri dış politika konularında hızlı hareket kabiliyetine sahip değildir. Buna kıyasla, başkanlık sistemi içerisinde ise çok hızlı ve tek bir lider önderliğinde kararlar alınabilir. Ayrıca, bir ülkenin siyasal sisteminin ne olduğu da çok önemlidir. Bir ülkenin demokrasi olup olmaması, bu ülkenin dış politika hareketlerini anlamada ve yorumlamada önemli katkılar sağlayacaktır. Demokrasi olan ülkelerin halklarıyla iletişim içinde olduğu ve siyasi karar mekanizmalarının nispeten daha açık olduğu bilinmektedir. Buna kıyasla otokratik ülkelerde ise siyasal süreç bilinemediği gibi toplumun nasıl yönlendirildiği veya baskı altında tutulduğu da ülke içi dengelerin anlaşılmasında önem teşkil eder. Bu nedenle, ülkelere ait yönetim biçiminin ve siyasal sistemin dış politika kararlarını doğrudan etkileyebileceği gözden kaçırılmamalıdır. 

S

Devlete ait özelliklerden biri olan tarih konusunu açıklayınız.

Bir ülkenin tarihinin ne olduğu doğrudan sahip olduğu gücü etkilemese de ülkenin kendini nasıl tanımladığını ve algıladığını doğrudan etkiler. Tarihî geçmişi
derin olan ülkeler genellikle kendilerini bulundukları bölgenin lideri ya da önemli
bir gücü olarak algılayabilirler. Ulusal tarih sadece belgelere ve gerçeklere dayalı
bir tarih olmaktan öte, geçmişten gelen hikayeler gibi toplumun değerlerini ve
sosyal özelliklerini sonraki kuşaklara taşıyan önemli bir araçtır. Bir ülkenin tarihsel geçmişi incelendiğinde dikkat edilebilecek nokta ise bu ülkenin kolonize edilip edilmediğidir. Nitekim, kolonize edilmiş ülkelerin geçirdiği demokratikleşme süreci kolonize edilmeyen ülkelere kıyasla daha zor, engebeli ve uzun olmuştur. Bu nedenle kolonize olmuş ülkelerin kendilerine olan güvenleri düşük olabileceği gibi dışarıya bağımlılıkları da o nispette fazla olabilir. Tabi, bu durumları tüm kolonize edilmiş ülkeler için söylemek doğru olmayabilir fakat araştırmalar benzer sonuçların ortaya çıktığını göstermiştir.

S

Devlete ait özelliklerden biri olan kültürel yapıyı açıklayınız.

Kültür, bir ülkenin tarihiyle yakından bağlantılıdır. Kültür geçmişten getirilen değerler kümesinin ulusal tarihle birlikte topluma iletilmesi olarak tanımlanabilir.
Kültürün özünde bireylerin kendi devletleri ve başka devletler hakkında bulundurdukları inanç ve tutumlar bütünü yer almaktadır. Bu inanç ve tutumlar bütünü devlet için bir nevi yönlendirici kısıtlama olarak yorumlanabilir. Kültüre dayalı kısıtlama sonucunda devletlerin dış politika karar alma süreçleri şekillenebilir. Aynı şekilde ülkenin kültürel yapısı sıkıntılar altında ve bir dış politika krizi söz konusu olduğunda nasıl hareket edebileceklerine dair bilgi sunabilir. Bu bağlamda kültür, bir devletin dış politik kararları için temel bir altyapı olarak değerlendirilebilir. Sonuçta altı çizilmesi gereken nokta ise; gücün tanımlanmasında bazı unsurlar objektif, somut ve ölçülebilir olsa da (örneğin, askerî güç, ekonomik güç, doğal kaynaklar, demografik özellikler, coğrafi yapı), bazı unsurlar (örneğin, tarih ve kültür) subjektif özellikler ve soyut kavramlar içerebilir. Bu nedenle her bir kriter birbirinden bağımsız bir şekilde değerlendirildikten sonra birleştirilerek bir devlete ait güç tanımlanabilir. Fakat bu gücün seviyesi yapılan değerlendirmelere bağlı olarak birbirinden farklı sonuçlar verebilir.

S

Devletlerin niteliklerini ve güç tanımını açıklayınız.

Devletler güçlerinin göstergesi olarak farklı kapasitelere (capabilities) sahiptir.
Bu ünitenin ilk bölümünde de anlatıldığı gibi devletin ekonomik ve askerî büyüklüğü, nüfusu, demografik özellikleri ve doğal kaynakları gibi çeşitli unsurlar
ölçülebilir niteliklerdir. Fakat bu niteliklerin ölçülmesiyle ilgili çeşitli sorunlar olabilmektedir. Mesela, doğal kaynaklar her ülke için eşit oranda önem taşımayabilir. Örneğin, Belçika küçük olmasına rağmen kişi başına düşen gelir seviyesiyle zengin bir ülkedir. Buna kıyasla Belçika’nın neredeyse hiç yok denecek kadar az doğal kaynağı bulunmaktadır. Aynı şekilde belirgin bir askerî gücü de olduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenle, doğal kaynaklar bir ülkenin ekonomik ve askerî zenginliği için önemli bir unsur olabilir fakat bu kaynakların olmaması bu ülkelerin gelişmiş ekonomiye sahip olmalarına engel olmaz. Bu durum ülkenin dış politika önceliklerini ve seçeneklerini etkiler ve çeşitli kısıtlamalar oluşturur. Bu nedenle Belçika’nın büyük boyutlu dış politika öncelikleri yoktur; buna kıyasla, Avrupa Birliği içerisinde Belçika kendine özel bir rol belirlemiştir. Sonuçta, devletler sahip oldukları niteliklere bağlı kalarak dış politika önceliklerini belirlemektedirler. Devletlerin dış politika davranışları ve kapasiteleri arasındaki ilişki her zaman doğru orantılı olmamaktadır. Coğrafi ve demografik özellikler, devletlerin potansiyel gücünü gösterebilir. Herhangi bir devletin geniş coğrafyasının ve büyük nüfusunun olması bu devletin büyük güç olacağı anlamına gelmez fakat bu özellikler kesinlikle yardımcı olacaktır. Örneğin, coğrafi olarak büyük bir ülke olan ABD ve Rusya aynı zamanda güçlü ülkelerdir. Gücü nüfus açısından değerlendirirsek Hindistan ve Çin, ABD’den çok daha geniş bir nüfusa sahiptir. Fakat bu geniş nüfusun yüksek eğitim seviyesine sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Aynı şekilde kişi başına düşen gelir seviyesi Hindistan ve Çin’e kıyasla ABD’de çok daha yüksektir. Bu nedenle sadece nüfusun, gücün seviyesini belirlemede tek başına etkin olduğunu söylemek doğru bir tespit olmayacaktır. Aynı şekilde, devletlerin coğrafi konumlarıyla askerî güçlerini nasıl oluşturacakları arasında önemli bir bağ bulunmaktadır. Örneğin, bir kara devletinin askerî açıdan topoğrafyasına uygun bir şekilde tank ve uçak gibi askerî araçlara yer ayırırken, bir deniz devletinin daha çok gelişmiş bir donanmaya sahip olması gereklidir. Devletlerin gücünü belirleyici nitelikler bu devletlerin uluslararası ortamdaki pozisyonları hakkında kısıtlı bilgi verebilirler. Güçle alakalı bilgi devlet liderlerinin hangi dış politikayı takip edeceklerini belirlemez, sadece devlet liderlerinin kısıtlarını belirler. Örneğin, ABD iki okyanus arasında, coğrafi açıdan güvenli bir bölgede bulunmasına rağmen en fazla askerî harcama yapan ülkedir. ABD için coğrafi tehditlerin gelmesi pek mümkün değildir. Diğer taraftan, küçük ülkelerde coğrafya büyük önem taşıyabilir. Coğrafi konum bu ülkelerin ne tür dış politikalar üretebileceklerini ve yürütebileceklerini doğrudan etkileyecektir. Haliyle, kısıtlı kapasitelerini nasıl kullanacakları dış politika yapımına da yön verecektir. Devletlerin sahip oldukları nitelikler ile doğrudan dış politika yapımının gerçekleştirileceğini düşünmek doğru olmaz. Önemli olan devletlerin sahip oldukları niteliklerin ne tür kısıtlamalar yaratacağı ve bu kısıtlamalara bağlı kalınarak nasıl politika yürütüleceğidir. Örneğin, ülkenin büyüklüğüne bakılarak dış politika kararlarının ne olacağı belirlenemez. Geniş bir coğrafyaya sahip olmak çeşitli unsurları, etkileyebilir fakat sadece coğrafi büyüklüğe bağlı kalınarak karar alıcıların dış politika önceliklerini belirlemeleri veya karar almaları pek mantıklı değildir. Bu bağlamda  kısıtlamaların dış politika yapımını nasıl etkilediğini açıklamamız gerekir.

S

Kısıtlamalar ve dış politika kararlarını açıklayınız.

Devletleri küçük, orta ve büyük güç olarak sınıflandırmak, kesin kavramlarla belirlenmediğinden ve kategoriler arasındaki sınır tam olarak belli olmadığından
çok kesin bir sınıflandırma değildir. Birçok çalışmaya göre ABD süper güç olarak
nitelendirilmiştir. Bu ABD’nin geniş askerî, ekonomik ve siyasi gücünü küresel
düzeyde kullanabilmesinden kaynaklanmaktadır. Süper güç olmanın çeşitli kriterleri bulunmaktadır. Örneğin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmak, dünya
ekonomisinin çoğunluğunu kontrol altında tutabilen G8 üyesi olmak, askerî teknoloji üretebilmek gibi. Süper güçlere kıyasla orta büyüklükteki güçler yüksek askerî gücünü ortaya çıkarmaktan çok, siyasi etki güçlerini kullanan ülkelerdir (örneğin, Kanada, Norveç, İsveç, Hollanda). Bu ülkeler kaynaklarını barışı korumak, ekonomik işsizliği azaltmak, sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek gibi amaçlar için kullanırlar. Bu tarz ülkelerin karar alıcıları zayıf ülkelere sadece yardım etmekle kalmayıp, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamaya da çalışırlar. Bu girişimin özünde, küresel zorlukların atlatılması için bireylerin yaşam standartlarının yükseltilmesi bulunur. Orta büyüklükteki bir güç ile bölgesel güç aynı değildir. Bölgesel güç öncelikle coğrafi olarak kendisini bulunduğu yerdeki pozisyonuna göre kıyaslamaktadır. Bu bağlamda, bölgesel güç olan devletler kaynaklarını bulundukları bölgede söz sahibi olmak için kullanırlar. Türkiye gibi Brezilya, İran, Endonezya, Nijerya, Güney Afrika da kendi bölgelerinde etkili olmak üzere dış politika yürütmektedirler. Küçük veya zayıf devletler ise dünya devletlerinin birçoğunu içine alan geniş bir kategoridir. Küçük devletler başka ülkeler üzerinde çok az etki gücüne sahiptir. Genelde küçük devlet liderleri diğer devletlerle olan ilişkilerinde daha az çeşitte dış politika aracı kullanma şansına sahiptirler. Diplomasi çoğunlukla kullandıkları yegane politika aracıyken güç nadiren kullanılan bir araçtır. Her ne kadar devletler küçük, orta ve büyük güç kategorilerine yerleştirilse de arada kalan ülkeler için kesin çizgiler çekmek pek mümkün değildir. Fakat sonuçta her devlet sahip olduğu güç doğrultusunda dış politikasını oluşturur.

S

Güçler arası eşitsizlik ve dış politika kararlarını açıklayınız.

Devletler arası güç dengesinin eşit olması beklenen bir durum değildir. Fakat
devletler arası ilişkilerde karşılıklı bağımlılık (interdependency) ilkesinin geçerli
olmasını beklenir. Karşılıklı bağımlılık, devletler arası ilişkilerin karşılıklı olması
ve eşitlik ilkesinde işlemesini savunur. Fakat devletlerin birbirine eşit olmadığı
gerçeğiyle birlikte devletler arası ilişkilerin de karşılıklı bağımlılık ilkesine bağlı
olarak ilerlemesi pek mümkün değildir. Bu nedenle küçük (veya zayıf) ülkelerin
dış politika kararları kendilerinin bağımlı olduğu unsurlara bağlı olarak kısıtlanmıştır. Bu tür küçük ülkelerin dört farklı dış politika opsiyonu bulunmaktadır: Öncelikle, küçük (veya zayıf) devletlerin liderleri fikir birliği odaklı dış politikayı benimseyebilir. Bu politikada, karar alıcı daha güçlü devletlerin dış politikasını benimser ve büyük devletin kendi dış politika kararlarını etkilemesini kabul eder. Eğer küçük devletler bu politikayı benimsemek istemezse, büyük devlet küçük devleti kontrol etmeye ve onun üzerinde baskı kurarak istediği politikayı benimsetmeye çalışabilir. Bu durumda zayıf devlet uysal dış politika yürütmek zorunda kalabilir. Bu iki politikanın işleme süreci birbirinden farklıdır; yani birinde gönüllü bir şekilde büyük gücün politika önerileri kabul edilirken, diğerinde zorla bunun uygulatılması söz konusudur. Fakat bu durum her iki politikanın da sonucunu değiştirmemektedir; sonuçta, büyük devletin dış politikası benimsenir.Bu iki politika türünden farklı olarak bağımlılık karşıtı dış politika yürütülebilir. Bu dış politika bağımlılığa karşı gelmeyi ifade eder. Bu durumda liderler devletin bağımlılığını azaltmak için çeşitli yollar ararlar. Bu ters gidişat ise büyük güçlerin liderlerini rahatsız edebileceği gibi onların daha baskıcı politikaya geçmelerine sebep olabilir. Son olarak, küçük ülkelerin liderleri denge odaklı dış politika yürütebilir. Bu politika içerisinde liderler kendi halklarını daha fazla dinlerken büyük güçlerin baskıyla uygulatmaya çalıştığı politikaları reddederler. Bağımlılık karşıtı dış politikada liderin karşı çıkma isteği bulunurken denge odaklı dış politikada liderin halkını dinlemesi ve ona bağlı bir şekilde hareket etmesi söz konusudur. Her halükarda, dış politikada uygulanması istenilen eylem küçük devlet tarafından yapılacaktır. İkinci bir politika opsiyonu ise küçük ve büyük güçler arasındaki farklılıkların dengeli bir şekilde ya da başkaldırarak çözüm bulmasını ifade eder. Bu tarz stratejiler duruma göre uygulanır ve sadece küçük/zayıf güç tarafından uygulanmasının dezavantajları olacaktır. Nitekim, güçlü olan devlet bu stratejilere karşılık olarak ya diplomasi ya da baskı içeren bir cevap verir. Bu nedenle küçük olan ülkeler hem uluslararası ortamdan hem de kendi halklarından kaynaklanan baskılara bağlı bir şekilde hareket edebilir.

S

Güç ve ulusal rol konusunu açıklayınız.

Büyüklük, kapasite, güç ve sınıflandırma hakkında tartışmalar genel olarak devletler arasında izlenebilir ve ölçülebilir farklılıklara odaklanmıştır. Bu farklılıklar hangi dış politikanın gerçekleşeceğini tahmin etmeyi zorlaştırır. Karar alıcılar kendi ülkelerinin yetenek ve kapasitelerini, diğer ülkelere kıyasla daha iyi bilir. Ülkelerin kapasiteleri dış politika olasılıklarını bize sunar. Büyük güç her zaman için diğer ülkelerle ilişkilerde ağırlığını koymayabilir. Dahası, kapasite, güç kaynakları ile ölçülmesine rağmen, bu durum, liderlerin her zaman kaynakları etkin biçimde kullanacağı anlamına gelmez. Tam tersi şekilde, küçük devletlerin liderleri bazen ülkenin avantajlı özelliklerini kullanarak kapasitenin üzerine başarı sağlayabilir. Kısacası, devletlerin kapasiteleri ve nasıl sınıflandırıldıkları onların uluslararası politikadaki rolü hakkında tam bilgi vermeyebilir. Diğer devletlerin kapasiteleri hakkındaki bilgiye ek olarak karar alıcılar diğer devletlerle iletişimde tarihsel ilişkileri de hesaba katarlar. Bu nedenle gücün uluslararası sistemde nasıl dağıtıldığı sadece tek taraflı bir şekilde kısıtlamalar hakkında bilgi verebilir.
Bu kısıtlamalar içerisindeki bir başka unsur da öngörülebilirliktir. Uluslararası
ortamda öngörülebilirlik, çoğunlukla, devletler arası iletişimin sabit kalması ve
yavaşça değişmesine bağlı olarak meydana gelir. Bu süreçte ülkelerinin temsilcisi
olarak liderler başka devletlerin uluslararası sistemde belirgin bazı roller oynadığını algılar. Ulusal rol kavramı karar alıcıların devletleri için alacakları dış politika kararları ve davranışları için önem temsil eder. Ulusal rol kavramı karar alıcılara hem benzersiz durumlar içerisinde hem de yürüyen ilişkilerde yol gösterici olur. Bir anlamda, ulusal rol kavramı dış politika amaçları için geniş taslaklar önerir. Rol teorisi, dış politika analizi çalışmalarında aralıklı olarak varlık göstermiştir. Bu teori, devlet ile sistem arasındaki karşılıklı etkileşimi anlamaya ve açıklamaya çalışmaktadır. Genel anlamıyla, ulusal rol teorisi dış politika yapıcılarının ülkelerinin uluslararası sistemdeki konumuna ilişkin kendi algıları, düşünceleri olarak ifade edilmektedir. Örneğin kendi rolünü dengeleyici olarak tanımlayan bir devletten, otonomiyi korumak adına güç blokları arasındaki dengeyi sağlayıcı yönde hareket etmesi beklenebilir. Ulusal rol beklenen ve uygun davranışın gösterilmesini öngörür. Ulusal rol kavramı ise bir devletin sistemde bulunduğu yer, pozisyon ve beklenen davranışları hakkında kendi değerlendirmeleriyle birlikte sistem içerisinde kendinden yapması beklenen dış politika tutumlarını içermektedir. Bir devletin rol kavramı genel anlamda nettir fakat bu diğer aktörlerle çatışma ve ilişki içerisine girdikçe (örneğin, uluslararası müzakereler) şekil alır. Devletlerin ulusal rol algılarının nasıl belirlenebileceğini anlayabilmek için akademisyenler iki farklı öneride bulunmuşlardır: İlk olarak, rol algısının sosyal temelleri olduğu ve devlet içindeki bireylerin çoğu tarafından aynı düşüncenin paylaşılabileceği savunulmuştur. Buna göre, rolün kaynağı olarak tarih, kültür ve sosyal karakteristik özellikler öne sürülmüştür. İkinci olarak ise rol algısının ne olduğu ulusal düzeyde paylaşılan bir algı olmasa bile karar alıcıların devletin nasıl davranması konusunda sahip oldukları fikre göre düzenlenebilir. Bir aktörün dış politikası da önceki ünitelerde belirtildiği gibi lider ve halk tarafından yönlendirilebilir. Fakat aktörler bulundukları yere ve role göre başka aktörlerin kendileri üzerindeki beklentilerine göre dış politikalarını adapte edebilir ve oluşturabilir. Bu nedenle, başkalarının rol tanımlamaları, aktörün karakterine ve içinde bulunulan çevresel faktörlere bağlı olarak belirgin uluslararası rollerin gelişmesine katkı sağlar. Bu nedenle karşı aktörlerin bizi nasıl algıladığı devletin gelecekteki rolünü etkiler. Örneğin, lider bir ülke olmak isteyen ülkeler kendilerini takip edecek ülkelere ihtiyaç duyarlar. Lider ülke hem başkalarına örnek olacak hem de onlara teşvik vererek etkileyebilecek durumda olmalıdır. Bu bağlamda kendisinin sağladığı rehberlik kavramının meşru olması gereklidir ve kendisinin gerçek anlamda lider olarak algılanmasıyla lider ülke olabilir. Rol teorisi içerisinde de bir sınıflandırma bulunmaktadır. Uluslararası sistem içerisinde kurulu bir yer taşıyan devletler üye olarak değerlendirilmektedir. Acemi olarak sınıflandırılanlar ise sistem içerisinde yükselmeye çalışanlardır. Uluslararası sistemin önde gelen üyeleri olarak büyük güçler ise ülkeler arası ilişkileri etkileyen ve belirleyen dominant taraflardır. Bir nevi, oyun içinde kullanılacak “kartları dağıtan” devletlerdir. Büyük güçler geleneksel olarak kendi ilgi alanları içinde olan devletler üzerinde hakimiyet sahibi olur. Büyük güçler belirli bir bölgede kendi etkilerini tutmak isterlerse acemi ülkeleri bu şekilde yönlendirebilirler. Fakat büyük güçler bu kontrole sahip olmak istemezlerse bu rolü bölgesel bir güç olabilecek bir başka devlete teslim edebilirler. Bölgesel güç olan devlet de acemi olabilir ve aynı şekilde büyük güçten gelen baskılara göre kendi çerçevesini belirleyebilir. Bu nedenle, acemi olan ülke hem büyük güçten hem de bölgesel güçten baskı görebilir. 

S

Ulusal rol kavramının Türkiye'ye uyarlanması konusunu açıklayınız.

Ulusal rol algısının dış politikaya nasıl yön verdiğini Türkiye’nin 2002 sonrasındaki
dış politikasına kısaca bakarak değerlendirebiliriz. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra dış politika oldukça aktif bir döneme girmiştir. O dönemde izlenen aktif dış politikanın mimari kuşkusuz ki dönemin Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’dur. Bu bağlamda karar alıcıların
Türkiye’ye hangi rolleri verdikleri ve bunun sonucunda nasıl bir dış politika izlenmeye başladığı görülebilir. Davutoğlu, Türkiye’nin yalnızca stratejik öneme dayalı dış politika anlayışından uzaklaşarak, tarihî ve coğrafi derinliğini temel alan bir tercihe yönelmesi gerektiğini savunmuştur. Bu dış politikanın iki dayanak noktası olduğu düşünülebilir: komşular ile sıfır sorun politikası ve çok boyutlu bir dış politika izlenmesi. Stratejik derinliğin coğrafi ve tarihî olmak üzere iki boyutu vardır. İlk olarak, Türkiye sadece bir Akdeniz ülkesi değildir, onu Romanya veya Yunanistan’dan ayıran karakteristik özellikler vardır. Türkiye aynı zamanda bir Orta Doğu ülkesi, bir parçasıyla da Kafkas ülkesidir. Ayrıca hem bir Avrupa ülkesi hem de bir Asya ülkesidir. Bu bağlamda çok boyutlu roller üstlenebilecek coğrafi bir yapıya sahiptir. Türkiye aynı zamanda tarihî derinliği olan bir ülkedir. Türkiye’nin gerek bölgesel anlamda gerekse de küresel anlamda kendi potansiyelini yerine getirebilmesi ve yeni düzene ayak uydurabilmesi için bu unsurlar göz önünde tutularak daha etkin, aktif bir dış politika izlenmelidir ve hâliyle ulusal rol kavramı yenilemelidir. Türk Dış Politikası’ndaki bu değişimin bir örneği Balkanlar’da görülmüştür. 2009 yılında Davutoğlu Dışişleri Bakanı olduktan sonra Türkiye’nin Balkanlara yönelik politikası daha aktif hâle gelmiştir. Türkiye’nin özellikle Bosna Hersek’e olan yaklaşımı Avrupa’nın bu ülke ile daha yakından ilgilenmeye başladığı döneme rastlamıştır. Türkiye özellikle Bosna Hersek’in yeniden yapılanma sürecinde etkin bir rol oynamaya çalışmıştır. Örneğin 2009 yılı içerisinde üçer aylık aralarla Sırbistan’a hem Abdullah Gül hem de Ahmet Davutoğlu ziyaretlerde bulunmuştur. Daha sonra Türkiye-Sırbistan-Bosna Hersek ve Türkiye-Hırvatistan-Bosna Hersek arasında üçlü danışma görüşmelerine de Türkiye ön ayak olmuştur. Balkanlar’dan sonra ise Türkiye asıl olarak Orta Doğu’da etkin bir rol üstlenmeye başlamıştır. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın 2008 yılında Davos’da gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’ndaki “one minute” çıkışı sonrasında gerek Türkiye’de iç politikada destek sağlanmış, gerekse Orta Doğu’daki diğer ülkelere kuvvetli bir model olma rolü benimsenmeye başlamıştır. Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik yürüttüğü aktif dış politikanın bir diğer örneği İran nükleer krizi sırasında karşımıza çıkmaktadır. 2010 yılında Brezilya, İran ve Türkiye arasında İran’ın uranyumunun ülke dışında zenginleştirilmesine yönelik bir anlaşma imzalanmıştır. Son olarak, 2011 kışından beri Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da meydana gelen ve Arap Baharı olarak adlandırılan dönüşüm sürecinde de Türkiye etkin rol oynamaktadır. Özellikle Türkiye, Suriye meselesinde karar verici taraflardan biri olmuştur. Kısaca bahsedilen bu örneklerden yola çıkarak sonuç olarak şunlar söylenilebilir. İlk olarak Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile başlayan dönemden bugüne uluslararası sisteme yönelik daha aktif bir dış politika izlemektedir. Dış politikada bu değişimle ve dönüşümle ilgili olarak karar alıcıların savundukları tutum ise Türkiye’nin birden çok coğrafyaya ait özellik gösterdiği ve bu coğrafyalarda
bulunan devletler ile tarihî bağlarının olduğu, dolayısıyla gelişmeleri uzaktan izlemek yerine sürece daha etkin bir biçimde katılınması gerektiğidir.
Bu noktada rol teorisini değerlendirdiğimizde, dış politikada karar alıcı elitlerin
Türkiye için, kendilerine göre, belirli ulusal rol tanımlamaları yaptıkları ve dış
politikanın bu rol algılamasına göre son on yılda ciddi değişiklikler geçirdiği söylenilebilir. Ayrıca, ulusal rol algısı belirlenirken toplumların tarihleri, kültürleri ve benzer özelliklerin etkili olduğu bilinmektedir. Türkiye örneğinde de bu durum
açıkça görülmektedir. Türkiye bu nedenle yaşadığı coğrafyadaki değişimlerde etkin bir biçimde dönüştürücü rol oynamak istemektedir. 

S

Yumuşak güç ve dış politika yapımı konusunu açıklayınız.

Güç, geleneksel olarak askerî bir terim olarak kullanılmıştır. Askerî açıdan güçlü
olan devletler diğer devletler üstünde kontrol sahibi olabilir. Öte yandan bu durum daha çok zorlama sebebiyle devletlerin dış politika kısıtlamalarını oluştururken ekonomik belirleyiciler de küreselleşen uluslararası sistem içerisinde etkin bir hale gelmiştir. Ekonomik güç, askerî güç kadar belirgin bir araç olmamasına rağmen efektif bir şekilde kullanılabilir. Örneğin, bazı devletlere ekonomik teşvik verilmesi ya da ekonomik yaptırımların uygulanması arzu edilen sonuçları doğurmadığı görülmüştür. Beklenen sonuç, teşvik veya yaptırıma göre devletlerin dış politika kararlarını büyük güçlerin istediği şekilde vermesidir. Bu beklenti karşılanmayınca farklı araçlar kullanılabilir ki bunlardan birisi de yumuşak gücün (soft power) uygulanmasıdır. Yumuşak güç, askerî ve ekonomik güce kıyasla daha soyut bir araçtır çünkü amaç başka devletlerin sizin istediğiniz gibi hareket etmelerini sağlamaktır. Yani, diğer devletere zorla bir dış politika kararı uygulatmaktansa bunu istemelerini sağlamak hedeftir. Bu bağlamda, askerî ve ekonomik gücün kullanımı sonucunda belirgin ve maddi dış politika uygulamaları zorla diğer ülkeler üzerinde oluşturulabilir. Fakat yumuşak gücün uygulanması sonucunda maddi olmayan sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle yumuşak gücün psikolojik boyutu bulunmaktadır. Yumuşak gücün uygulanmasında devletlerin ortak çıkar doğrultusunda hareket etmeleri arzulanır. Bunun içerisinde hakkaniyet ve doğruluğa uygun dış politika kararlarının güdülmesi (örneğin, demokrasilerin kurulması, uluslararası örgütlerin etkinliğinin artırılması, insan haklarının korunması) ve bu değerleri sağlayacak şekilde dış politika yapılması istenir. Bu isteklerin yerine gelmesi ve diğer ülke liderlerinin kendi istekleriymiş gibi belirli politikaları takip etmesi yetenek ister ve ince dengelerin sağlanmasını gerektirir. Yumuşak gücü süper güç ve büyük güç olan ülkeler gibi orta ve küçük güç olan ülkeler de kullanabilir. Amaç devletlerin ortak değerler etrafında birleşmesi olduğu için hedefe yönelik çeşitli ortaklıklar oluşturulabilir. Örneğin, ABD Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzende, yumuşak güç aracılığıyla birçok ülkeye askerî ve ekonomik yaptırımlar ve zorlamalar ötesinde, istenilen dış politika kararlarını almalarını sağlamıştır. Askerî ve ekonomik kısıntılarla diğer devletleri zorlamaktansa yumuşak gücü aracılığıyla yürütülen dış politika eylemleri ABD’nin daha olumlu karşılanmasını sağlamıştır. Zayıf devletler için ise yumuşak güç uluslararası sahnede etkili olabilmeleri için yegane araçlardan biridir. Yumuşak güç ile ortak küresel değerler belirlenebilirse küçük devletlerin sistemde bir devinim oluşturması mümkün olabilir.

S

Kültür ve dış politika konusunu açıklayınız.

Devletlerin dış politika oluşturma süreçlerini sahip oldukları güç kapasiteleri ve
uluslararası düzlemde taşıdıkları roller belirleyebilmektedir. Öncelikli olarak bu
unsurların dış politika oluşturma sürecinde etkili olduğunu düşünürsek gözden
kaçırılmaması gereken bir unsurdan da bahsetmek doğru olur; Kültür. Kültürel dinamikleri göz önünde bulundurduğumuz zaman uluslararası ilişkilerin nasıl şekillendiğini daha iyi anlayabiliriz. Çoğu zaman uluslararası sistemdeki kaotik düzen kültürler arasındaki anlaşmazlıklarla ilintili ortaya çıkabilmektedir. Bu
bağlamda kültür odaklı analizlerin yapılması da dış politikanın analizinde önem taşıyabilmektedir. Kültür odaklı değerlendirmeler güç odaklı bakış açısının açıklayamayacağı unsurları içermektedir. Kültürel analizlerden kast edilen ise diğer ülkelerin izledikleri dış politikalarda kullandıkları baskın saiklerdir. Burada amaç karşı tarafın içinde bulunduğu kültürel yapıyı anlayarak onun aldığı dış poltika kararlarını yorumlarken tutarlı ve başarılı analizlerin yapılmasının gerekliliğidir. Bu beklentiden yola çıkılarak kültürel yapının önceden yerleşmiş belirli bir davranışsal kalıp kümesi oluşturduğunu ve karar alıcıların da ihtiyaç duyduklarında bu davranışsal kalıpları kullanabilecekleri varsayımı yer almaktadır. Kısacası devlet seviyesinde yerleşmiş kültürel yapı, belirsizliği ve stresi azaltarak dış politika yapım sürecini kolaylaştırabilir. Bunun ötesinde başka devletler de karşı tarafı tanımaya çalışarak kültürel yapının nasıl işlediğini çözebilirse daha kesin dış politika kararları alabilir. Bir devletin kültürü birçok faktörü içinde barındırabilir. Bunlar arasında bilinmeye çalışılan davranış ise, dış politika vakalarında devletin (liderleri aracılığıyla) nasıl tepki vereceğidir. Bu tepkilerin oluşturulmasında sadece ülke tarihî değil ülkenin yaşadığı deneyimler ve üstlendiği ulusal rol kavramı bu devletin uluslararası sistemdeki diğer devletlerle nasıl etkileşime gireceği hakkında fikir verecektir. Geleneksel yöntemlerin dış politika analizinde kalıplaşmış veriler sağlaması devletlerin davranışlarını kestirmek açısından kolaylık sağlayan bir unsurdur. Tercih edilen değerleri bu alana entegre etmek o alanı daha iyi çözümlemeye yardımcı olacaktır. 

S

Kutuplaşma ve dış politika konusunu açıklayınız.

Uluslararası ortam karar alıcıların dış politika kararlarına göre şekillenmektedir.
Karar alıcılar devletlerinin var olan politik seçeneklerini uygun bir şekilde sıralandırmalı ve devletlerinin çıkarlarını en üst seviyede koruyacak olan seçimleri yapmalıdır. Fakat bu kararların alınması diğer ülkelerin karar alıcılarını da iyi anlamalarını gerektirir. Bu nedenle, ülkelerin coğrafi büyüklüğünün ne olduğu, doğal kaynakları ve zenginlikleri, sınırlarının kara ya da deniz olması gibi birçok ulusal ve uluslararası kısıtlar söz konusudur. Uluslararası ilişkilerde devletlerin dış politika önceliklerini belirlerken hem uluslararası hem de ulusal alandaki önceliklerini bir arada değerlendirmeli ve anlamlandırmaya çalışmalıyız. Burada amaç devletlerin ne şekilde dış politika öncelikleri belirlediklerini anlamaktır. Bu süreçte de hem uluslararası hem de ulusal teşvikler önem kazanmaktadır. Bir tarafta gücün uluslararası sistemde nasıl dağıldığı yer alırken öte taraftan bir ülkenin iç dinamikleri ve gücün nasıl dağıtıldığı doğrudan ülkenin dış politika önceliklerini etkileyebilir. Bu noktada aşağıdaki beklentiler doğrultusunda dış politikanın şekillenebileceğini savunabiliriz:
• Uluslararası kutuplaşma düşük ise devletin dış çıkarlarına iç çıkarlarından
daha fazla önem vereceği öngörülmüştür. Aynı şekilde, bir devletin diğer
devletlere kıyasla hassaslığı artıkça, bu devletin dış politikaya iç politikadan
daha fazla önem vereceği düşünülmektedir. Buna kıyasla uluslararası kutuplaşma yüksek ise devletin iç çıkarlarına dış çıkarlarından daha fazla önem vereceği beklenmektedir.
• Öte taraftan, iç dengelerdeki kutuplaşma düşük iken devletin iç çıkarlarına
dış çıkarlarından daha fazla önem vereceği öngörülmüştür. Hükümetin hassaslığı artıkça (iç siyasi dinamiklerde sıkıntılar olduğu taktirde), devletin daha fazla iç siyasi çıkarlarına öncelik vereceği düşünülmektedir. Buna kıyasla, iç dengelerdeki kutuplaşma yüksek iken devletin dış çıkarlarına iç çıkarlarından daha fazla önem vereceği beklenmektedir. 

S

Uluslararası dinamikler ve kutuplaşma konusunu açıklayınız.

Uluslararası sistem anarşik yapısı nedeniyle her aktörün kendini idame ettirdiği
bir düzendir. Bu anarşik yapı içerisinde devletler bekalarını ve çıkarlarını korumakla yükümlüdür. Bu bağlamda bir devlet uluslararası çıkarları üzerinde düşünmeli ve hassas dengeler üzerine kurulu uluslararası sistemde ne yapması gerektiği konusunda dikkatli davranmalıdır. Sistem içerisinde iletişim, devletlerin sahip olduğu siyasi, ekonomik ve ideolojik kapasite ve gücüne bağlı olarak gerçekleşmektedir. Bir devlet ne kadar fazla kapasiteye sahipse o kadar bekasını koruyabilir ve başka devletler üzerine güç sahibi olabilir. Uluslararası sistem devletler üzerinde kısıtlamalar uygular ve çeşitli dış politika opsiyonlarını cazip kılar. Bu kısıtlamalar gücün uluslararası sistemde nasıl dağıldığıyla yakından alakalıdır. Uluslararası kutuplaşma seviyesini devletler arasındaki gücün nasıl dağıldığı belirlemektedir. Uluslararası kutuplaşma gücün daha eşitsiz bir şekilde dağılmasıyla veya bazı ülkelerin diğerlerine kıyasla önemli güç merkezi hâline gelmeleriyle artmaktadır. Kutuplaşma dolayısıyla devletler arasındaki istikrarlı güç ilişkilerini de etkiler ve uluslararası çıkarlarının şekillenmesinde önemli rol oynar. Devletler arası eşit olmayan bir güç dağılımının barış ve istikrar ortamı oluşturduğunu savunan çalışmalar olmuştur. İki kutuplu bir sistem çok kutuplu bir sisteme kıyasla daha istikrarlıdır. Eğer sistemdeki kutup sayısı artarsa bu durum hem devletlerin birbirine yakın güç sahibi olması nedeniyle çatışmayı artırabilir hem de sistem içinde dış politika kararlarındaki belirsizliği çoğaltır. Bu nedenle çok kutuplu düzende oluşturulmuş ittifaklar ve güç ilişkileri iki kutuplu düzene kıyasla zayıftırlar. Ayrıca, iki kutuplu bir düzende süper güçler statükoyu korumaya isteklidirler ve gelişmeler üzerinde daha fazla sorumluluk taşırlar. Sonuçta, iki kutuplu düzende, orta ve küçük güç devletler, gerektiği taktirde sınırlarını korumak üzere süper güçlerin rol oynayabileceğini bekler. Çok kutuplu bir düzende ise bu ülkelerin kendi başlarının çaresine bakmaları gerekmektedir.
Uluslararası kutupluluk güç ilişkilerinde istikrarlılığı etkiler ve bu sayede de
hangi devletlerin uluslararası çıkarda söz sahibi olması gerektiğinin derecesini belirler. Uluslararası sistemdeki kısıtlamalar, tek kutuplı bir uluslararası sistemin etkisinde olan ülkelere uygulanan baskı ile çok kutuplu bir yapıda uygulanan baskı kıyaslandığında önemli farklılıklar gösterir. Çok kutupluluğun olduğu bir sistem içerisinde ülkelerin hareketlerindeki özgürlük artmakta ve her ülkenin kendi içinde yaşadığı baskıların azalmasına yardımcı olmaktadır. Ulusal ve uluslararası faktör ve durumlar göz önüne alındığında göreceli olarak önemli olan bir diğer soru; hangi güç diğerini hakimiyeti altına almaktadır? Baskın olan kanı, bütün süper güçlerin, dış politikada da etkili bir rol üstlendiği, zayıf güçlerin ise tam tersi olduğu yönündedir. Kapasitelerine göre, güçlü devletler uluslararası sistemde geniş bir hareket alanına sahiptir ve güçlerinden dolayı da her zaman kendilerine öncelik tanınmaktadır. Küçük güçler veya zayıf devletler ise
sonraki güç durumları ile tehlike yaratacak durum olmasa dahi ne kendi özgür kararlarını verebilir ne de kendi isteği ile seçtiği politikaları, güçlü devletlerin korkusu olmadan uygulayabilirler. Fakat, kendi güçlerinin pozisyonları ile ilgili durumlarda, orta güçteki devletler uluslararası sistemi sıkıştırma ve kısıtlayabilen bir yapıya sahiptirler. Orta ölçekteki güçler, kendi pozisyonlarını korur hatta kendi güçlerini artırmaya çalışırlar. Çünkü küçük çapta bir güce sahip devletlere kıyasla kendilerinin uluslararası sistemde etkili bir pozisyonları vardır. Uluslararası sistemde gücün nasıl dağıldığı ittifakların ve silahlanmanın nasıl gelişeceğine dair bilgi verebilir fakat ideolojik olarak devletlerin arasındaki ilişki hakkında değerlendirme yapmaz. Bu noktada özellikle dikkat çeken durum ise ülkelerin demokrasi olup olmadıklarıdır. İki ülke çıkar çatışması içerisine girdiğinde ve birbiriyle karşı karşıya geldiğinde dış politika kararı vermek zorunda kalır. Bu noktada bu iki devletin demokrasi olup olmaması ise kararlar üzerinde önemli rol oynayabilir. Bu yaklaşımı kuramsal çerçeveye oturtan Demokratik Barış Teorisi (Democratic Peace Theory) iki demokrasinin birbiriyle çatışmaya veya savaşa girme olasılığının çok düşük olduğunu savunur. Bu teori, demokrasilerin barışçıl çatışma çözümünü dış politika karar süreçlerinde kullandığını savunur. Buna kıyasla, demokrasi olmayan ülkelerin ise daha fazla çatışma odaklı olduğu ve anarşik uluslararası yapı içerisinde daha saldırgan davranacakları savını savunur.
Bu nedenle uluslararası sistemde demokrasi sayısı artıkça daha barışçıl politik
ilişkilerin oluşturulacağı öngörülmektedir.Sonuç olarak uluslararası sistemde gücün nasıl dağıtıldığıyla ülkeler arası ilişkiler  doğrudan etkilenebilmektedir. Dış politika üretimi zor ve çok boyutlu bir süreç olduğundan dolayı uluslararası sistemdeki dinamikleri de göz önünde bulundurmanın önemli katkıları olacaktır.

S

Devlet içi dinamikler ve kutuplaşma konusunu açıklayınız.

Hükûmetler doğal olarak kendi devamlılıklarını sağlamaya ve yönetimde kalmaya
çalışırlar. Hükûmetlerin, iç ve dış çıkar ayrımı açıktır: İç çıkar yönetimde kalabilmek üzere politika yürütmek iken dış çıkar ise uluslararası sistemde devletin varlığıyla alakalıdır. Bu nedenle hükûmetlerin farklı yollarla elde ettikleri çıkarlar, kendi devamlılıklarıyla yakından alakalıdır. Devamlılık için güdülen politikaları üç farklı (politik, ekonomik ve ideolojik) boyutta inceleyebiliriz: Genelde ülkelerin ulusal çıkarlarında politik boyuttan baktığımızda, ülkelerin ve hükümetlerinin güçlerinin durumu ile ilgilidir. Bu güçlere bakış açısı nereden baktığınıza göre değişir. Mesela bu güç hükûmet için kendi yerlerindeki devamlılığa işaret ederken, ülkeler için bunun anlamı uluslararası sistemdeki diğer ülkeler karşısındaki pozisyonlarının kuvvetli olmasıdır. Zenginlik ise ülke çıkarlarının merkezindeki ekonomik boyuttur. Kendi pazarlarını uluslararası sisteme açmak için anlaşmaların imzalanması, yapılan paylaşımlar ve çıkarlar ile ülkeler güven sağlamayı hedeflemişlerdir. Son olarak da ülkelerin çıkarlarında idelojik boyut ile ulusal rol algılarına, prensiplerine ve paradigmalarına değinilmiştir. Uluslararası sistemde ülkelerin kesin olarak oynamak istedikleri bazı roller vardır. Hükûmetler kendi politikalarının belirlediği paradigmalar ve prensipleri korumak isterler. Bu farklı kavramlarla ilişkili olan tercih seçeneklerinin seçiminde hükûmetleri etkileyen kendi çıkarlarıdır. Her zaman kendi çıkarlarını göz önüne alırlar. Hükûmet açısından çıkarlara bakıldığında, politik boyut, ekonomik ve ideolojik boyuttan daha önemlidir. Çünkü siyasi güvenlik ekonomik ve ideolojik hedeflerden çok daha önce gelmektedir. Bu nedenle ekonomik dış ilişkiler, politik çıkarlara gölge düşürmediği sürece ülkeler ekonomik çıkarlarının en üst seviyede olmasını hedeflerler. Ülkenin içinde, kısa dönemli de olsa, bazen hükûmetler politik çıkarlarını göz ardı edebilirler. Bunun da tek nedeni seçimlerdir. Unutulmamalıdır ki, bir hükûmet için ilk çıkar kendi koltuğunda kalabilmektir. Bunun için kısa dönem için de olsa politik davranış farklılığına gidebilirler. Ülke içindeki kutuplaşma, ülke içindeki güçlerin hepsini hükûmette toplamayı öngörür. Bu devletin gücünden, toplumun gücüne kadar her alanı kapsar. Ülke içi kutuplaşmada yüksek olduğunda, hükümetin geniş bir alanda rahat hareket edebilme yetkisi olduğundan, dışarıdaki çıkarları kendi istediği şekilde yönetebilir. Böylece, hükûmetin ülkeler arasında kendi çıkarlarının artması, ülke içindeki kutuplaşmanın ve kendi etkisinin artması ile doğru orantılıdır. Politika, ekonomi ve ideoloji gibi farklı çıkar yollarında ise hükûmetin çoğalan kutuplaşmasındaki artış ile, ekonomik ve ideolojik çıkarları ile politik çıkarlarının karşılaştırıldığında ekonomik ve ideolojik çıkarların daha önemli gelmesi ihtimali vardır. Sonuç olarak, dış politika yapımında uluslararası ve ulusal etmenler rol oynamaktadır. Burada da kısaca tartışıldığı gibi hangi unsurun ne kadar etkin olduğu konusu hem incelenen vakaya hem de bu analizde kullanılan değişkenlere göre belirlenebilmektedir. Burada amaç, farklı açılardan konunun değerlendirilmesiyle dış politika yapımını en doğru şekilde anlamak ve açıklamaktır.