Kusurluluk, Kusurluluğu Kaldıran ve Azaltan Nedenler
Kusurluluk kavramı nedir?
Suçun manevi unsuru, haksızlığın iradi olarak gerçekleştirilmesini zorunlu kılarken, kusur bu iradenin oluşum şartları bakımından failin şahsen kınanıp kınanamayacağı konusundaki bir yargıyı, yani haksızlık teşkil eden fiilin faile yüklenip yüklenemeyeceğini ifade etmektedir. Bu nedenle kusurluluk, suç teşkil eden fiilin unsuru değil, işlediği haksızlık nedeniyle kişinin sorumluluğuna ilişkin bir yargıdan ibarettir. İşlediği fiil nedeniyle kişi kusurlu kabul edilmese de fiil suç vasfını korumaya devam edecektir. İşlediği fiil nedeniyle failin kusurlu sayılıp sayılmamasının, fiilin suç vasfına etkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle kusur yeteneği bulunmayan bir akıl hastasının bir kişiyi öldürmesi durumunda, bu kişi kusur yeteneği bulunmadığından cezalandırılamasa da fiil, haksızlık, yani suç teşkil etmeye devam edecektir.
'Kusurluluk işlenen fiilin, fail bakımından değerlendirilmesini ifade eder.' cümlesini açıklayınız.
Kusurluluk, tüm unsularıyla suç teşkil eden bir fiilden ötürü failin kınanıp kınanamayacağı sorunuyla ilgilenmektedir. Bu nedenle, fiilin suç oluşturan bir haksızlık olduğunun tespitinden sonra, fiilin hangi şartlarda işlendiği araştırılarak, failin kişisel olarak kınanıp kınanamayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılmalıdır. Dolayısıyla cezai sorumluluk bakımından suçun maddi ve manevi unsurları ile hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmiş olması yeterli olmayıp ayrıca kusursuz ceza olmaz ilkesi nedeniyle failin kusurluluğunun tespit edilmesi de gerekmektedir.
Bir kişinin yaptığı bir fiilden dolayı sorumlu tutulabilmesinin temel şartı nedir?
Bir kişinin yaptığı bir fiilden dolayı sorumlu tutulabilmesinin temel şartı, bu fiili iradi olarak gerçekleştirmesi ve işlediği fiilin haksızlık oluşturduğunun bilincinde olmasıdır. Bir kişinin kusurlu olduğunu söyleyebilmek için, eylemi işlediği sırada davranış normunun gerektirdiği şekilde karar verebilecek iktidara, yeteneğe sahip olması gerekir. Ancak eğer kişi, ruhen yetişkin sağlıklı bir insanın normal koşullar altında sahip olduğu davranışlarını yönlendirme yeteneğine somut olayda sahip değilse, gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kusurlu olduğu söylenemeyecektir
Kusur yeteneğini ve kusur yeteneğini oluşturan yetenekleri açıklayınız.
Kusur yeteneği, gerçekleştirilen belli bir fiil bakımından fiilin haksızlık teşkil ettiğini algılayabilme ve hareketlerini buna göre yönlendirebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, kusur yeteneği kişinin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği (algılama-anlama yeteneği) ve bu doğrultuda davranışlarını yönlendirme yeteneği (irade-isteme yeteneği) olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır: Failin kusur yeteneğinin fiilin işlendiği sırada bulunması gerekmektedir. Bu nedenle ancak fiili işlediği sırada kusur yeteneği bulunanlar cezalandırılabilecektir. Kusur yeteneğini oluşturan algılama ve irade yetenekleri şu şekilde açıklanabilir: Algılama yeteneği, kişinin işlediği fiilin yaşamış olduğu toplumda ne anlama geldiğinin ve toplum bakımından taşıdığı önem veya değerin bilincinde olmasını ifade etmektedir. Burada algılanması gereken husus, fiilin hukuki anlam ve sonuçlarıdır. İrade yeteneği, davranışlarını istediği doğrultuda gerçekleştirme yeteneğidir. İşlediği fiil nedeniyle bir kişinin kusurlu sayılabilmesi için algılama yeteneğine sahip olması yeterli olmayıp aynı zamanda failin davranışlarını yönlendirme yeteneğine de sahip olması gerekmektedir. Kişi iradesine uygun hareket edebilme, hareketlerini özerk olarak yönlendirebilme yeteneğine sahip olmalıdır
Kusurluluğu kaldıran ve azaltan nedenler nelerdir? Sıralayınız.
Kanun koyucu kusur yeteneğini etkileyen bazı durumlarda , failin kusur yeteneği bulunmaması nedeniyle faile ceza verilemeyeceğini veya kusur yeteneğinin azalması nedeniyle cezasında indirim yapılmasını kabul etmiştir. TCK’ya göre bu nedenler şu şekildedir:
• Yaş küçüklüğü (md. 31),
• Sağır ve dilsizlik (md. 33),
• Akıl hastalığı (md. 32),
• Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma (md. 34),
• Hukuka aykırı fakat bağlayıcı bir emrin yerine getirilmesi (md. 24/2-4),
• Zorunluluk hâli (md. 25/2),
• Cebir ve tehdit dolayısıyla kişinin irade yeteneğinin etkilenmesi (md. 28),
• Haksız tahrik (md. 29),
• Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması (md. 27),
• Kusurluluğu etkileyen hata hâlleri (md. 30/3-4).
TCK 31. maddesinde çocukların ceza sorumluluğu nasıl sınıflandırılmıştır? Her bir sınıfı açıklayınız.
TCK’nin 31. maddesinin birinci fıkrasında ilk grup olarak oniki yaşını doldurmamış çocuklar düzenlenmiştir. Düzenlemeye göre, fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamayacak, ceza verilemeyecek ancak çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilecektir. TCK’nin 31. maddesinin ikinci fıkrasında ikinci grup olarak oniki yaşını bitirmiş ancak on beş yaşını doldurmamış çocuklar düzenlenmiştir. Bu yaş grubundaki çocukların kusur yeteneğine sahip olup olmadıkları yönünden bir ayrıma gidilmiştir. Buna göre, bu yaş grubuna giren çocukların, anlama ve irade yetenekleri, her somut olayda araştırılmalı ve varılan sonuca göre çocuk hakkında cezaya veya güvenlik tedbirine karar verilmelidir. TCK’nin 31. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler, cezai sorumlulukları bulunduğundan haklarında cezaya hükmedilecek, ancak üçüncü fıkrada gösterilen miktar veya oranda indirim yapılacaktır.
Sağır ve dilsizlerin ceza sorumluluğunu açıklayınız.
Sağır ve dilsizlik kişinin normal ruhsal gelişimine engel olmakta ve normal insanlara göre hayata daha geç ve güç uyum sağlamalarına neden olmaktadır. Sağır ve dilsizlerin kusur yeteneğinin daha geç gelişmesi nedeniyle, bu kişiler bakımından ayrı bir yaş grubu sınıflandırması yapılmıştır. Sağır ve dilsizliğin kusur yeteneğini etkilemesi, bunun doğuştan veya küçük yaşta meydana gelmesine ve kalıcı olmasına bağlıdır. Bu nedenle geçici veya ileri yaşlarda meydana gelen sağır veya dilsizliğin ceza sorumluluğuna bir etkisi olmayacaktır. Sağır ve dilsizin ceza sorumluluğunun belirlenmesinde, yaş küçüklerinin sorumluluk rejimini temel alan bir düzenleme yapılmıştır.
Hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin şartları nelerdir?
Hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesinin kişinin kusurluluğunu kaldırabilmesi için şu şartlar bulunmalıdır:
• Bir Emrin Varlığı: Failin kusurunu kaldıran bu nedenin ilk şartı, bir emirin bulunmasıdır. Bir bildirimin emir kabul edilebilmesi için, kişiler arasında kamu hukukundan kaynaklanan ast-üst ilişkisi içinde emir verme temeline dayanan bir hiyerarşi ilişkisi bulunmalı ve taraflar arasında astlık üstlük ilişkisine dayanan amir (emreden) veya memur (emredilen) ilişkisi olmalıdır. Diğer bir ifadeyle emri veren merciin Türk kanunlarınca emir verme yetkisine sahip olması gerekmektedir.
• Emir Şekli Anlamda Meşru (Bağlayıcı) Olmalıdır: Emri yerine getirecek astın, bu emri görevi gereği yerine getirme yükümlülüğü olmalıdır. Nitekim maddede “yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri” ibaresine yer verilmek suretiyle emrin şeklen hukuka uygun olmasının arandığı açıkça düzenlenmiştir. Emrin şekli yönden hukuka uygun olabilmesi için, emri verenin yetkili olması (tutuklama kararını sadece hâkimin verebilmesi gibi), emri alanın bunu yerine getirmeye yetkili ve görevli olması ve kanunun öngördüğü şekil şartlarını taşıması (emrin yazılı olması gibi) gerekir.
• Emirin İçeriği (Muhtevası) Hukuka Aykırı Olmalıdır: Verilen emrin hukuka uygun olması durumunda, emri yerine getiren kişinin fiili TCK’nin 24. maddesinin birinci fıkrasındaki görevin ifası kapsamında değerlendirilecek ve hukuka uygun sayılacaktır. Bu nedenle kusurluluğu kaldıran bir neden olarak, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin söz konusu olabilmesi için, yetkili bir amir tarafından verilen ve yerine getirilmesi zorunlu olan emirin içeriği (muhtevası) hukuka aykırı olmalıdır.
Yetkili bir merciden verilip yerine getirilmesi görev gereği zorunlu hukuka aykırı bir emrin sorumluluğu kime aittir, açıklayınız?
TCK’nin 24. maddenin ikinci fıkrasında da yetkili bir merciden verilip yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan kişinin sorumlu olmayacağı açıkça düzenlenmiştir. Buna karşılık hukuka aykırı bu emrin sorumluluğu, emri veren kişiye ait olacaktır. Buna göre, kamu görevlilerinin verilen bütün emirleri otomatik olarak yerine getirmemeleri gerekmektedir. Kamu görevlileri verilen emirleri şekil ve içerik bakımından incelemekle yükümlüdürler. Nitekim ceza sorumluluğunu kaldıran bu nedenin uygulanabilmesi için astın emrin hukuka uygun olup olmadığını denetlemesi gerekmektedir. Astın bu kusuru kaldıran nedenden yararlanabilmesi için, emrin hukuka aykırı olduğunu üste bildirmesi ve üstün emirde ısrar etmesi ve yazılı olarak yenilemesi gerekmektedir. Ancak bu durumda “yetkili merciden verilen ve yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emir” söz konusu olacaktır. Ancak kanunun, emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesini engellendiği ve işin niteliği ve kamu yararı gereği emrin acele olarak ifasını emrettiği durumlarda (emniyet teşkilatı, askeriye gibi), hiyerarşi içinde verilen emre mutlak itaat mecburiyeti bulunmaktadır. Böyle bir durumda emrin hukuka aykırılığını denetleyemeyen astı sorumlu tutmak doğru olmayacağından, TCK’nin 24. maddesinin dördüncü fıkrasında, emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hâllerde, yerine getirilmesinden emri verenin sorumlu olacağı açıkça düzenlenmiştir.
Zorunluluk halinin tehliye ilişkin şartları nelerdir? Açıklayınız.
Bir Tehlikenin Mevcut Olması: Zorunluluk hali için öncelikle bir kimsenin veya şeyin varlığını, güvenliğini tehdit eden veya bir zarar olasılığı ortaya çıkaran bir tehlike mevcut olmalıdır. Bu tehlikenin kaynağı doğal olaylar (deprem, yangın, fırtına, sel, dondurucu soğuk, salgın hastalıklar gibi), insan psikolojisinin veya biyolojisinin gerekleri (açlık, susuzluk, gebelik, hastalık gibi), hayvan hareketleri (köpek veya ayı saldırısı gibi) veya insan hareketleri (kalabalık bir ortamdaki izdiham gibi) olabilir.
Tehlikenin Ağır Olması: Zorunluluk halinin söz konusu olabilmesi için hem tehlikenin hem de hak kaybı noktasında kişiye verebileceği zararın ağır olması gerekmektedir. Tehlikenin büyüklüğünü belirlerken tehlikenin ağırlığına, sebebiyet vereceği zararın ağırlığına ve tehlikenin yöneldiği hakka bakılmalıdır. Yaşam hakkına, vücut bütünlüğüne ve diğer hakların önemli bir şekilde azalmasına yol açabilecek tehlike ağır niteliktedir. Tehlikenin ağırlığı somut olayın şartlarına göre objektif gözlemciye göre objektif olarak değerlendirilecektir. Açlık veya donma tehlikesi doğrudan yaşam hakkına yönelik ağır bir zarara neden olabileceğinden, bu durumda olan bir kişinin bir konuta girmesi zorunluluk hâli kapsamında değerlendirilebilecekken, sigara bağımlısı bir kişinin sigara almak amacıyla bir markete girmesi durumunda, ağır bir tehlike bulunmadığından kişi zorunluluk hâlinden yararlanamayacaktır.
Tehlikenin Muhakkak Olması: Zorunluluk hâli bakımından, tehlikenin muhakkak olması da gerekmektedir. Koruyucu tedbirlere başvurulmadığı ve olay doğal gelişimine bırakıldığı takdirde tehlike yakın bir zamanda zarara yol açabilme ihtimali yüksekse muhakkak sayılacaktır.
Tehlikenin Kişinin Kendisine veya Başkasına Ait Bir Hakka Yönelik Olması: Hak kavramı, tüm hukuk düzeninin koruduğu çıkar veya yararı ifade etmektedir. Kanunda tehlikenin yöneldiği değerler bakımından bir sınırlamaya gidilmemiştir. Bu nedenle hayata ve vücut bütünlüğüne yönelik tehlikeler yanında kişi özgürlüğüne, şerefe veya mal varlığına yönelik tehlikeler gibi hukuk düzeni tarafından güvence altına alınan her türlü hak bakımından zorunluluk hâli mümkün olabilecektir. Ayrıca tehlikenin mutlaka failin şahsına yönelik olması gerekmemekte, başkasına (üçüncü kişi lehine zorunluluk hali) ait değerlere yönelik tehlikelerden bu kişileri kurtarmak amacıyla işlenen fiiller bakımından zorunluluk hâli uygulanabilecektir.
Kişinin Tehlikeye Bilerek Sebebiyet Vermemiş Olması: Kanun “bilerek neden olmadığı” ifadesini kullanarak zorunluluk hâlinden yararlanılabilmesi için tehlikeden korunmak isteyen kişinin, bu tehlikeye bilerek neden olmaması gerektiğini açıkça düzenlemiştir. Tehlikeye kasten neden olunmuş ise zorunluluk hâlinden yararlanılamayacaktır. Bu nedenle, sigortadan para almak için kendi evinde kasten yangına neden olan kişi, yangın söndürme tüpünü almak amacıyla yan binanın kapısını kırarsa zorunluluk hâlinden yararlanamayacaktır. Buna göre fail zaruret halinden yararlanarak suç işlemek amacıyla tehlikeyi meydana getirmişse veya tehlikeye kasten ya da bilinçli taksirle öngörerek neden olmuşsa zorunluluk halinden yararlanamayacaktır.
Zorunluluk halinin korunmaya ilişkin şartları nelerdir?
Tehlikeden Başka Türlü Korunma İmkânı Olmaması: Zorunluluk halinde genellikle tamamen masum üçüncü kişilere zarar verildiğinden, zorunluluk halinin oluşması için tehlikeden “başka suretle korunmak olanağı” bulunmamalı, korunmaya ilişkin fiil son çare niteliğinde olmalıdır. Bu nedenle eğer suç işlemeden, diğer bir ifadeyle başkasının hakkına zarar vermeden tehlikenin başka yollarla atlatılabilmesi veya tehlikeden korunma imkânı varsa, fail zorunluluk halinden yararlanamayacaktır. Buna göre tehlikeden kurtulmak için polisi veya itfaiyeyi çağıracak zaman mevcutsa veya fail kaçarak veya gizlenerek tehlikeden kurtulabiliyorsa, işlenen fiil zorunluluk halinden yararlanamayacaktır.
Tehlike ile Korunma Arasında Oranın Bulunması: Failin zorunluluk halinden yararlanabilmesi için “tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunması” gerekmektedir. Bu oranın bulunup bulunmadığının tespiti, korunan değerle feda edilen değerin kıyaslanması (değerlerin tartımı ilkesi) suretiyle yapılmalıdır. Eğer korunan değer feda edilen değerden üstünse veya en azından eşit değerdeyse, tehlike ile korunma arasında bir oranın bulunduğu ve kişinin iradesinin etkilenmiş olduğu kabul edilmelidir. Dağcıları taşıyan ipin iki kişiyi taşıyacak nitelikte olmaması nedeniyle, dağcılardan birinin ipi keserek diğerinin ölümüne neden olması durumunda, korunan ve feda edilen değerlerin eşit olması nedeniyle fail zorunluluk hâlinden yararlanacaktır. Ancak tırmanış çantasının düşmesini engellemek amacıyla ipi keserek diğer dağcının ölmesine neden olunması durumunda, feda edilen yaşam hakkının korunmasına ilişkin değerin, mal varlığının korunmasına ilişkin değerden üstün olması nedeniyle, zorunluluk hâlinin koşullarının oluşmadığı kabul edilecektir.
Tehlikeye Göğüs Germe Yükümlülüğünün Bulunmaması: TCK’de açıkça düzenlenmemiş olsa da zorunluluk hâlinin kabul edilebilmesi için, kişinin tehlikeyi karşılama ve onu bertaraf etme bakımından hukuki bir yükümlülüğü bulunmamalıdır. Tehlikeye özel olarak katlanma yükümlülüğü bulunan bu kişiler zorunluluk hâlinden yararlanamayacaklardır. Buna göre, hukuk düzenin bir tehlikeye karşı koymak ve onu önlemekle yükümlü kıldığı polis, itfaiyeci, dağcılık rehberi, cankurtaran gibi mesleklerde çalışanların zorunluluk hâlinde suç işlemeleri onlar açısından bir cezasızlık nedeni olmayacaktır.
Haksız tahrikin şartları nelerdir? Açıklayınız.
Haksız tahrikin düzenlendiği 29. maddeye göre, haksız tahrik şu beş unsurdan oluşmaktadır:
• Tahrik Teşkil Eden Bir Fiilin Bulunması: Haksız tahrikten söz edilebilmesi için öncelikle ceza hukuku bakımından bir fiil bulunmalı ve ayrıca somut olayda bu fiil objektif olarak tahrik edici nitelikte olmalıdır. Fiilin tahrik edici nitelikte olup olmadığı, fiilin niteliğiyle birlikte tahrik edilen kişinin kişisel özelliklerine, tahrik oluşturan fiili yapan kişinin durumuna, bunlar arasındaki ilişkiye, zaman ve yer şartlarına göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Tahriki oluşturan fiilin faile yönelik olması şart değildir. Kişinin bir akrabasına, arkadaşına veya tanımadığı bir çocuğa yönelik fiiller sunucu hiddet ve şiddetli elem yaşaması durumunda haksız tahrik söz konusu olacaktır.
• Fiilin Haksız Olması: Haksız tahrik için gerekli olan hiddet ve şiddetli elem “haksız bir fiilden”, hukuka aykırı bir davranıştan kaynaklanmalıdır. Bu nedenle haksız bir fiilin bulunmadığı bir durumda haksız tahrikten söz edilemeyecektir. Eğer fiil hukuka uygunsa, kişinin hiddet ve eleme kapılarak tepkide bulunması mazur görülemeyeceğinden, haksız tahrikten söz edilemeyecektir.
• Haksız Fiilin Failde Hiddet veya Şiddetli Eleme Neden Olması: Haksız tahrikin kusur yeteneğini etkilemesinin nedeni, kişinin maruz kaldığı haksız fiil nedeniyle hiddet veya şiddetli elem altında suç işlemesidir. Bu nedenle eğer fail psikolojik durumu itibarıyla, haksız fiilin neden olduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemediyse haksız tahrikten yararlanamayacaktır.
• Suçun Hiddet veya Şiddetli Elemin Etkisi Altında İşlenmiş Olması: Haksız tahrikin varlığı için, suçun daha önce işlenmiş olan haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle, diğer bir ifadeyle haksız fiile bir tepki olarak işlenmiş olması gerekmektedir. Buna göre haksız tahrik için, kişinin hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle suç işlemiş olması ve işlenen haksız fiille sonradan işlenen suç arasında mutlaka bir nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. Haksız fiile tepki olarak suç hemen işlenebileceği gibi, aradan bir zaman geçtikten sonra da işlenebilir. Haksız tahrik bakımından önemli olan husus, somut olayda haksız fiilin fail üzerine hiddet ve şiddetli eleme neden olup olmadığı ve suçun işlendiği anda haksız fiilin oluşturduğu hiddet veya şiddetli elemin devam edip etmediğidir.
• Suçun Haksız Fiili Gerçekleştiren Kişiye Karşı İşlenmesi: Haksız fiile tepkinin, haksız fiili işleyen kişi zararına işlenmesi gerekir. Buna göre, haksız tahrikin varlığı için haksız fiili gerçekleştiren kişi ile suçun mağdurunun aynı kişi olması gerekmektedir. Eğer suçun mağduru, faili tahrik eden kişi değilse haksız tahrik hükmü uygulanmayacaktır. Ayrıca, haksız tahrikten yararlanan kişi, aynı kişiye yönelik olarak tekrar haksız tahrikten yararlanamayacaktır. Diğer bir ifadeyle, aynı eylemden dolayı aynı kişiye karşı fail ancak bir kez haksız tahrikten yararlanabilecektir.
Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması durumunun değerlendirildiği üç ihtimali açıklayınız.
• Sınırın Kastla Aşılması: Birinci ihtimal failin sınırı kastla aşmasıdır. Bu durumda fail bilerek gereğinden fazla zarar vermektedir. Eğer hukuka uygunluk nedeninde sınır kasten aşılmış ise fail kasten gerçekleştirdiği haksızlıktan sorumlu olacaktır. Çünkü bu durumda sınırın aşılması değil, kasten işlenen bir fiil söz konusu olacaktır. Bu durumda failin 27. maddede düzenlenen hükümden yararlanması mümkün değildir. Nitekim maddede “sınırın kast olmaksızın aşılması” gerektiği açıkça düzenlenmiştir.
• SınırınTaksirle Aşılması: İkinci ihtimal failin sınırın taksirle aşmasıdır. Sınırın taksirle aşılması, failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmasından kaynaklanmalıdır. Eğer fail gerekli dikkat ve özeni gösterseydi sınır aşılmayacaktı diyebiliyorsak, fail taksirle hareket ettiğinden 27. maddenin birinci fıkrası uygulama alanı bulacaktır. Hukuka uygunluk nedenini taksirle aşan fail, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, fail cezalandırılacaktır.
• Meşru Savunmada Sınırın Aşılmasının Mazur Görülebilecek Korku, Heyecan Veya Telaştan Kaynaklanması: 27. maddenin ikinci fıkrasında sınırın aşılması durumunda sadece meşru savunma bakımından uygulanabilecek bir kusurluluğu kaldıran bir cezasızlık nedeni düzenlenmiştir. Bu hükümle hukuka uygunluk nedenlerinin taksirle aşılmasına ilişkin birinci fıkradaki düzenlemeye istisna getirilmiştir. Buna göre, meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise böyle bir durumda kişinin meşru savunmanın sınırlarına titizlikle riayet etmesi her zaman beklenemeyeceğinden faile ceza verilmeyecektir.
Kusurluluğu etkileyen hata hallerini TCK’nin 30. maddesinde açıklandığı şekilde açıklayınız.
• Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır. (1. fıkra)
• Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır. (2. fıkra)
• Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır. (3. fıkra)
• İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz. (4. fıkra)
Haksızlık bilincinden söz edilebilmesinim şartı nedir?
Haksızlık bilincinden söz edilebilmesi için, işlenen fiilin içinde yaşanılan toplumda kabul edilen davranış normlarına göre, bu davranışın tasvip edilmediğinin bilinmesi yeterlidir. Davranışın suç teşkil edip etmediğinin veya hangi ceza normunun fiili ne şekilde yasakladığının ayrıntılı olarak bilinmesi gerekmez. Diğer bir ifadeyle, fiilin haksızlık teşkil ettiğinin gerçekten, reel olarak, aktüel olarak bilinmesi gerekli değildir. Kişi sahip olduğu akletme yeteneği, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre itibarıyla bu fiilin haksızlık teşkil ettiğini, davranışının hukukun değerler düzenine aykırılık oluşturduğunu veya fiilin hukuk düzenini ihlal ettiğini kavrayabilecek durumdaysa yanılgının kaçınılmaz olduğu söylenemez. Yine kişinin ahlaki, dini veya siyasi görüşleri nedeniyle fiili haksızlık olarak görmemesi veya vicdanen fiili yapmaya kendini yükümlü hissetmesi durumunda, haksızlık hatası söz konusu olmayacaktır.
Haksız tahrikin kusur yeteneği üzerindeki etkisini açıklayınız.
Haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddetin etkisi altında suç işlemesi hâlinde kusur yeteneğinde bir azalmayı ifade etmektedir. Fiilin haksızlık içeriğinde değişiklik yapmayan haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etki yapmakta, haksız tahrik durumunda failin iradesinde bir zayıflama meydana gelmektedir.
Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişinin kusurluluk durumunu açıklaynıız.
Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişi kusurlu kabul edilmeyeceğinden bu kişiye ceza verilmemektedir. Fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilecektir.
İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişinin sorumluluğunu açıklayınız?
İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişinin kusur yeteneğinin bulunduğu ve gerçekleştirdiği eylemden dolayı sorumlu olduğu kabul edilecektir. Dolayısıyla, fail, fiili işlemeden önce iradesini kendi isteğiyle serbestçe yok ettiğine göre, sonucuna katlanmalıdır. Alkol ve uyuşturucu maddenin alımının iradi olup olmadığının belirlenmesinde, kişinin bu maddeleri niteliğini bilerek zorlama olmaksızın alıp almadığı dikkate alınacaktır.
Dağcıları taşıyan ipin iki kişiyi taşıyacak nitelikte olmaması nedeniyle, dağcılardan birinin ipi keserek diğerinin ölümüne neden olması durumunda fail nasıl yargılanacaktır?
Dağcıları taşıyan ipin iki kişiyi taşıyacak nitelikte olmaması nedeniyle, dağcılardan birinin ipi keserek diğerinin ölümüne neden olması durumunda, korunan ve feda edilen değerlerin eşit olması nedeniyle fail zorunluluk hâlinden yararlanacaktır. Ancak tırmanış çantasının düşmesini engellemek amacıyla ipi keserek diğer dağcının ölmesine neden olunması durumunda, feda edilen yaşam hakkının korunmasına ilişkin değerin, mal varlığının korunmasına ilişkin değerden üstün olması nedeniyle, zorunluluk hâlinin koşullarının oluşmadığı kabul edilecektir.
Meşru Savunmada Sınırın Aşılmasının Mazur Görülebilecek Korku, Heyecan Veya Telaştan Kaynaklanması nedeniyle faile ceza verilmemesi hükmünün uygulanabilmesi için gereken iki şart nedir?
Bu hükmün uygulanabilmesi için aşağıdaki iki şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. Öncelikle meşru savunmanın saldırı ve savunmaya ilişkin şartlarının olayda gerçekleşmesi ancak meşru savunmada sınırın aşılması, diğer bir ifadeyle savunmanın gerekli ve zorunlu olanın ötesine geçmesi gerekmektedir. Bu hükmün uygulanmasının ikinci şartı ise sınırın aşılmasının heyecan, korku veya telaştan kaynaklanması gerekmektedir. Buna göre mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş içinde hareket eden kişinin davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalktığı ve kusur yeteneğinin bulunmadığı kabul edilmekte ve faile ceza verilmemektedir.
TCK’nin 31. maddesinde çocukların ceza sorumluluğu bakımından yaş gruplarına göre ayrımı nasıl yapılmıştır?
TCK’nin 31. maddesinin birinci fıkrasında ilk grup olarak on iki yaşını doldurmamış çocuklar düzenlenmiştir.
TCK’nin 31. maddesinin ikinci fıkrasında ikinci grup olarak oniki yaşını bitirmiş ancak on beş yaşını doldurmamış çocuklar düzenlenmiştir.
TCK’nin 31. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler, cezai sorumlulukları bulunduğundan haklarında cezaya hükmedilecek ancak üçüncü fıkrada gösterilen miktar veya oranda indirim yapılacaktır.