aofsorular.com
SOS321U

Modern Çevre Kuramları

1. Ünite 20 Soru
S

Catton ve Dunlap tarafından "Bolluklar Çağı" olarak tanımlanan dönem ve bu dönemin özellikleri nelerdir?

Catton ve Dunlap, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemde endüstrileşme, üretim ve kalkınma ile bağlantılı olarak yaşanan gelişmelerin tüm insanlık için zenginlik getireceğine dair bir iyimserlik yarattığını savunmaktadırlar. Yazarlar 1970'lere kadar süren bu iyimserlik döneminin ekolojik krizlerin ortaya çıkmaya başlamasıyla sona erdiğini savunurken öngörülemeyen ekolojik krizlerin olumsuz etkilerine ve iyimserlik havasının ortadan kalktığına değinmektedirler. Catton ve Dunlap ekolojik İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan ve 1970'li yıllara kadar süren dönemi "Bolluklar Çağı" olarak adlandırmışlardır. Dünyadaki ekolojik dengenin bozulması ve küresel ekolojileri tehdit eden olumsuzluklar çevre sosyolojisinin bir disiplin olarak ortaya çıkması ile ilişkilidir.

S

Çevre sosyolojisinin kurucu yaklaşımı kabul edilen Yeni Ekolojik Paradigma (YEP) genel olarak nasıl açıklanabilir?

Sanayileşme ve kentleşmenin yarattığı ekolojik tehditlere bir karşı duruş olarak 1960’larda Amerika ve Avrupa’da ortaya çıkmış olan Yeni Ekolojik Paradigma (YEP) çevre sosyolojisinin kurucu yaklaşımı olarak kabul edilmektedir. Bu yaklaşım genel olarak dünyanın karşı karşıya olduğu ekolojik kıtlığın bir enerji kaynağının tükenmesiyle diğerine geçmenin başka krizler yaratacağını ve yapılması gerekenin dünya ekosisteminin sonlu olduğunu kabul etmemiz gerektiğini anlatmaktadır. Dolayısıyla teknik bir çözümden ziyade, toplumsal bir çözüme ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır. YEP farklı farklı paradigmalardan oluşsa da, çevre sosyolojisinin genel problematiğinin insanlar ve doğa arasındaki sürdürülebilir ve sağlıklı dengenin nasıl bulunabileceği olduğunu savunmaktadır.

S

İnsanın istisnailiği paradigması insan-doğa ilişkilerini nasıl ele almaktadır?

İnsan doğa ilişkisinin ele alınması kapitalizmin ve modern toplumun tarihina bağlı olarak insanların doğadan ayrılması ve doğa üzerinde hakimiyet kurmalarının tarihidir. Kapitalizm öncesi toplumlarda insan doğanın bir parçasıdır ve doğa-insan arasında organik bir ilişkinin söz konusudur. Ancak modern topluma geçiş ile insanın doğaya tahakkümü gündeme gelmiştir. Tarihsel olarak 16. ve 17. yüzyılda insan-doğa ilişkisini entelektüel düzlemde dönüştüren iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ilki yeni gelişen fizik, astronomi, matematik gibi bilimlerin
ortaya çıkmasıyla doğanın bir araştırma nesnesi olmasıdır. İkinci gelişme ise doğa durumu olarak adlandırılan halin, insanlığın uygarlığı geliştirmeden önceki ‘geri’
aşama olarak düşünülmeye başlanmasıdır. Bu bağlamda doğa modern toplumlara ulaşmak için ehlileştirilecek pasif bir nesne olarak görülmeye başlanmıştır.

Bu bağlamda modernleşmeyle kurumsallaşan aydınlanma düşüncesi insanı doğayı
kontrol edecek yegane özne olarak kurmuştur. "İnsanın istisnailiği paradigması" insan-doğa ilişkisinde insanı doğayı kontrol edecek tek özne olarak kabul etmektedir.


S

İnsanın İstisnailiği Paradigması hangi temel ön-kabuller üzerine inşa edilmiştir?

İnsanın İstisnailiği Paradigması şu dört temel ön-kabul üzerine
bina edilmiştir. Bunlar;

(1) İnsanların genetik miraslarının yanında kültürel mirasları vardır ve bu durum
insanları tüm diğer canlılardan farklılaştırır.

(2)
Toplumsal ve kültürel faktörler (teknoloji de dahil olmak üzere) insan davranışlarının temel belirleyicileridir.

(3) Sosyal ve kültürel çevre insan davranışlarının temel bağlamını oluşturur ve biyolojik çevre bu durumdan bağımsızdır.

(4) Kültür birikimlidir, dolayısıyla teknolojik ve toplumsal ilerlemeyle tüm
sorunlar son kertede çözülecektir.

Tüm bu varsayımlar insanların diğer türlerden istisnai bir varlık olarak ayrılığını ve diğer türlerden farklı olarak ekolojik yasalara, çevresel etkilere, çevresel kısıtlamalara maruz kalmadığı ön kabulünden hareket etmektedirler.

Günümüzde yaşanan ekolojik kriz ise İnsan İstisnailiği Paradigmasının tersine insanların diğer türler arasında ‘özel’ bir varlık olmadığını defalarca ispatlamıştır.

S

Yeni Ekolojik Paradigmanın temel düşüncesi nedir?

Yeni Ekolojik Paradigma (YEP) , İnsanın İstisnailiği Paradigmasının insanı merkeze alan (antroposentrik) bakış açısını reddeden bunun yerine merkezine insanların ekosisteme bağımlılığının aldığı bir paradigmadır.


YEP, çevre terimi yerine ekosistem terimini kullanmaktadır. YEP'e göre ekosistem insanlar için üç temel fonksiyona sahiptir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir.

1. Kaynak deposu

2. Atık deposu

3. Yaşam alanı

Ekosistemler hem insanların maddi ihtiyaç ve isteklerini sağlayan kaynak depoları, hem üretimin sonucunda açığa çıkan atıkları öğüten bir atık deposu, hem de insanların yaşam alanıdır.

S

Yeni Ekolojik Paradigmaya göre ekolojik kriz nasıl ortaya çıkmaktadır?

Yeni Ekolojik Paradigmaya göre ekosistemler hem insanların maddi ihtiyaç ve isteklerini sağlayan kaynak depoları, hem üretimin sonucunda açığa çıkan atıkları öğüten bir atık deposu, hem de insanların yaşam alanıdır. İnsanların daha fazla yaşam alanına, kaynak deposuna ve atık havuzuna olan ihtiyaçları ise ekosistemlerin uzun vadede krize gireceğinin açık bir göstergesidir. Gittikçe azalan doğal kaynakların her gün daha fazla kullanılması ve biten kaynakların bir diğeriyle
değiştirilmesi olarak tanımlanan ekolojik kriz gün geçtikçe derinleşme eğilimindedir. Yeni Ekolojik Paradigmaya göre uzun vadede sürdürülebilir bir toplum için insanların sonlu ekosistemlere adaptasyonunun sağlanması
gerekmektedir.

S

Çevre sosyolojisinde ekolojik kıtlığın farklı sosyal sınıflar arasında bir çatışma
yaratacağını ilk kez dile getirem sosyologlar ve ortaya koydukları paradigma nedir?

Catton ve Dunlap ekolojik kıtlığın farklı sosyal sınıflar arasında bir çatışma yaratacağını ve hatta kuşaklar arası diyakronik bir rekabet başlayacağını savunmaktadırlar. Catton ve Dunlap tarafından temelleri atılan Yeni Ekolojik Paradigma toplum ve çevre arasındaki karşılıklı ilişkinin ekolojik krizlerin öngörülebilmesi bakımından önemlidir. Catton ve Dunlap'ın bu görüşlerinden yola çıkılarak sosyal bilimlerin ekolojik krizin toplumsal sebepleri ve sonuçlarını kavramsallaştırabileceği bir ekolojik paradigmaya ihtiyacı olduğu görüşünden hareketle Yeni Ekolojik Paradigmayı operasyonel hâle getiren ve derinleştiren Ekolojik Modernleşme Yaklaşımı ortaya konulmuştur.

S

Ekolojik Modernleşme Teorisinin çevresel krizin çözülmesi ile ilgili yaklaşımı genel hatlarıyla nasıldır?

Ekolojik Modernleşme Teorisi’ne göre 1970’lerde ortaya çıkan çevreci sosyal bilim akımlarının çevre dostu reformlardan ya da teknolojilerden söz etmemiştir. Sadece çevresel bozulmanın sebepleri ve devamlılığı üzerine çalışmalar üretmiştir. Ancak sivil toplum, hükümetler, kurumlar ve şirketlerin çevre bozulmalarına karşı nasıl önlemler alabileceği ya da kendilerini nasıl yeniden yapılandırılabileceği alanında çalışmalar yapılmamıştır.

Ekolojik Modernleşme Teorisi’nin temel savı modernleşmenin yarattığı çevresel tahribatın ancak modernleşmeyi ekolojik bağlamda daha ileriye götürerek çözülebileceğini iddia etmektedir. Diğer bir ifadeyle çevresel krizin çözülmesi halihazırda bulunan modern kurumları yeniden yapılandırmaktan geçmektedir

S

Yeni Ekolojik Paradigma ile Ekolojik Modernleşme Teorileri arasındaki ilişki nasıl tanımlanabilir?

Ekolojik Modernleşme Teorisi yeni Ekolojik Paradigmanın açtığı yolda ilerlemektedir. Ekolojik Modernleşme Kuramı, modernizmin insan-merkezci ilerleme anlayışına yine modernizm içinden bir alternatif geliştirme iddiasındadır.

S

Ekolojik akıl hangi teorinin ortaya koyduğu bir tanımdır ve genel özellikleri nelerdir?

Günümüz dünyasında hükümetler, devletler, yerel yönetimler, hane halkları,
şirketler gibi temel kurumlar ekolojik çıkarlar ve düşünceler etrafında yeniden şekillenmektedir. Bu bağlamda  tekil çıkarlardan bağımsızlaşan ekolojik akıl ortaya çıkmıştır. Ekolojik akıl, üretim ve tüketim süreçlerinin örgütlenmesi ve değerlendirilmesinde ekolojik olduğu kadar ekonomik etkenlerinde olduğunu savunmaktadır. Ekolojik akıl modern yaşama hakim olmaya başlamıştır.


Toplumsal hareketler, sivil toplum kuruluşları, hükümetler, iş insanları ve şirketler, bilimsel kurullar kendi kendilerini eleştirebilmiş ve ortak bir ekolojik akla ulaşmışlardır. Örneğin, ekolojik aklın modern toplumlardaki etkisini şirketlerde kullanılan çevreci yönetim sistemlerinin artışında; çevresel sigortaların ortaya çıkışında; doğal rezervleri koruma ve atıkların geri dönüşümünün önemli amaçlar haline gelmesinde; çevre dostu üretim ve tüketim politikalarının izlenmesinde gözlemlemek mümkündür.

S

Ekolojik Modernleşme Teorisinin modern toplumlarla ilgili temel savları nelerdir?

Ekolojik Modernleşme Teorisi, modern toplumların ekolojik rasyonalitenin hüküm sürdüğü bir modernlik evresine geçtiğini beş temel sav üzerinden
tartışmaktadır. BUnlar;

1. Yeni bilim ve teknoloji çalışmaları çevreci reformların gerçekleşmesi için çığır açıcı çalışmalar ortaya koymuştur. Artık bilim ve teknoloji çevresel bozulmaların sebebi değil, aksine ekolojik krizlerin engellenmesinde önemli bir araç hâline gelmiştir.

2. Yeni çalışmalar ekonomi ve piyasa ilişkileri çevreci yönetişimin sağlanmasında çok önemli işlevlere sahip olduğunu göstermektedir. Malların üretiminde, fiyatlandırılmasında, tüketiminde ve dolaşımında çevreciliği ön plana çıkartan yeşil-ekonomiler sistemin devamlılığı için son derece önemlidir.

3. Geleneksel ve merkezî ulus devletlerden, çevreci ve adem-i merkeziyetçi devletlere bir geçiş olduğu gözlemlenmektedir. Hiyerarşik bir emir komuta zincirinden ziyade, kararların çokmerkezli şekilde alındığı yeni yönetişim teknikleri
gelişmesiyle çevre yönetimine sivil toplumun katılmasının önü açılmıştır. Uluslararası ölçekteki çevre kuruluşları ve politikaları da ulus devletlerin çevreci olması yönünde baskılar yapabilmektedir.

4. Ekolojik modernleşmenin en aktif aktörleri sosyal hareketler ve onların somutlaştığı sivil toplum kuruluşlarıdır. Ekolojik toplumsal hareketler artık sadece politik süreçlerle değil, ekonomik süreçlerle de ilgilenmekte ve kendilerini farklı ölçeklerdeki karar alma mekanizmalarında temsil edebilmektedirler.

5. Ekolojik modernleşme çalışmaları, ekolojik sürdürülebilirlik için kuşaklar arası dayanışmanın açığa çıktığını gözlemlemişlerdir. Kuşaklar arası dayanışma çevreci kurumların ve ekonomilerin devamlılığı için son derece önemlidir.

S

Ekolojik Modernleşme Teorisini savunanların en büyük ilgi alanı nedir?

Nihai amacı sürdürülebilir kalkınmanın kalıcılığını sağlamak olan Ekolojik modernleşme teorisyenlerinin en büyük ilgi alanı ulusal ve yerel yönetimlerde yapılacak olan çevreci reformların alt yapısını hazırlamaktır.

Bir ülkenşn toplam üretimi olan gayrisafi milli hasılanın ortaya konulmasında enerji tüketimi olarak ne kadar kaynak kullanıldığının ortaya konulmasının önemini vurgulayan Ekolojik Morenleşme Teorisi bunu ölçebilmek için Ekolojik-verimlilik kavramını geliştirmiştir.

Sadece yeşil üretim değil, yeşil tüketimi de savunan ekolojik modernizm teorisyenleri, tüketicilerin çevre dostu tüketime ve atıkların yeniden doğaya kazandırılmasına dair vatandaşların bilinçlendirilmesi üzerine çalışmalar gerçekleştirmektedir. Ekolojik modernleşmenin nihai amacı sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabileceği toplumsal, ekonomik ve politik kurumların merkezlerine çevreciliği alarak sürdürülebilir kalkınmanın kalıcılığını sağlamaktır.

S

Sürdürülebilir kalkınma nedir?

Çevre ve ekonomi arasındaki ilişkiyi yeniden düzenleyen sürdürülebilir kalkınma hem kuşaklar içi hem de kuşaklar arası kaynak kullanımındaki adaleti tanımlamak için kullanılan bir kavramdır.

Buradaki temel politika ‘kaynakların kullanımı, yatırımların yönlendirilmesi, teknolojik gelişimin yönünün seçilmesi, kurumsal değişikliklerin’ insan ve çevre arasında sürdürülebilir bir denge kurulması yönünde adımlar atılmasıdır.

1980’lerde çeşitli politika yapıcı çevrelerde kullanılan kavram kalkınmanın hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere çevresel yararlar sağlayacağı ön kabulü üzerinden şekillenmiştir. Özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerdeki araştırmalar ekonomik kalkınmanın çevre dostu, çevresel yönetişimin de ekonomi dostu olduğuna dair teoriler üretmiştir.

S

Ekolojik Modernleşme Teorisine yöneltilen eleştiriler nelerdir?

Ekolojik modernleşme teorisine yöneltilen en temel eleştirilerden biri ekolojik modernleşme eğilimini kanıtlamak ve analiz etmek için yaptığı vaka incelemelerinde ve alan araştırmalarında son derece seçici davranmasıdır. İzlenilen bu metot sadece belli başlı vakalara odaklandığı için küresel bir ekolojik modernleşme eğilimi olduğunu ispatlayamamaktadır.

Metodolojik eleştirinin devamı niteliğinde olan diğer önemli nokta ise toplumsal, iktisadi ve siyasal kurumların ekolojik duyarlılıkla yeniden yapılandırılması ekolojik modernleşme teorisyenleri için adeta başlı başına bir amaca dönüşmesidir.

Ekolojik modernleşme Batı merkezci geleneği devam ettirmekte ve ülkeler
arasındaki güç ilişkilerini görünmez kılmaktadır. Ülkeler arasındaki ekonomik eşitsizlik, ekolojik modernleşmeyle yeşil ekonomilere geçen ülkelerin, doğaya en çok zarar veren faaliyetlerini geç kapitalistleşmiş ülkelere ihraç etmesi sayesinde
gerçekleşebilmektedir.

Bir diğer önemli nokta ekolojik-verimliliği ölçerken minimum ekolojik zararla maksimum ekonomik verimlilik sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak bu durum ekonomik yatırımların ölçeği arttıkça ortaya çıkan ekolojik bozulmanın hacmini öncelememekte dolayısıyla sermaye birikiminin sürekli artan ölçüde yatırım yapma gerekliliğini eleştirmemektedir.

Ekolojik modernleşme yeni bir modernleşme projesi olarak insanı merkeze aldığı ve bir ‘toplum mühendisliği’ yaptığı gerekçesiyle birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

S

Derin ekoloji kavramı nasıl ortaya çıkmıştır?

Derin Ekoloji, Arne Naess tarafından 1973 yılında kaleme alınan "Sığ ve Derin, Uzun Erimli Ekolojik Hareket: Özet" başlıklı makalede ilk defa kullanılmıştır.

Makalenin temel iddiası sığ ve derin ekoloji arasındaki ayrımı net bir şekilde koymak ve derin ekolojinin temel savlarını oluşturmaktır.

Reformist çevreci hareketlerin sığ ekolojik olduğunu iddia eden Naess, bu hareketlerde hâlâ antroposentrik bir tutumla insanın doğanın dışında ve üstünde konumlandırıldığını ve doğaya araçsalcı bir bakışın devam ettiğini ifade etmektedir.

Derin ekolojik yaklaşım insan-merkezciliği tamamen reddederek radikal bir ekosentrik (çevremerkezcilik) bakış açısının savunusu yapmaktadır. Çevre merkezcilikte insan türler içinde bir tür olarak, diğer canlı ya da cansız varlıklardan daha değerli değildir. Diğer bir deyişle insan hiçbir ayrıcalığa sahip olmamakla birlikte doğanın bir parçasıdır.

S

Derin ekolojinin 8 temel ilkesi nedir, yazınız?

Derin ekolojiye göre doğal varlıklar bir kullanım değerine indirgenemez. Naess’e göre derin ekoloji sekiz temel ilkeden oluşmaktadır. Bunlar;

1. İnsan ve insan dışındaki varlıkların hayatları ve bu hayatlarına iyi şartlarda devam etmeleri kendi başına bir içkin değere sahiptir. Örneğin herhangi bir kuş türünün, ağaç türünün, okyanustaki canlının, bir sürüngenin ya da çiçeğin değeri bizler tarafından belirlenemez.

2. İçkin değer, yaşam formlarının zenginliği ve çeşitliliğinden açığa çıkar. Sözde basit ve gelişmemiş canlılar, daha zengin ve karmaşık bir yaşamın açığa çıkmasında hayati bir role sahiptir. Ancak bu görece daha basit varlıklar, evrimsel zamanda basitçe bir basamak değil, kendi başlarına bir değerdir.

3. İnsanlar ‘yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak saikı dışında yaşam formundaki çeşitlilik ve zenginliği bozma hakkına sahip değillerdir.

4. Hem insan yaşamının ve kültürünün gelişebilmesi hem de insan-dışı yaşam formlarının devamlılığı ancak daha az bir insan nüfusuyla sağlanabilir.

5. Günümüzde insanın, insan-dışı yaşam formlarına müdahalesi çok fazladır ve bu
durum gittikçe kötüleşmektedir.

6. İnsanın doğaya müdahalesini dizginleyebilmek için var olan politikaların değiştirilmesi zorunludur.

7. İdeolojik değişiklik artık yaşam kalitesinin yaşam standartlarından daha önemli olduğunun kavranmasıyla gerçekleşecektir.

8. Yukarıda sayılan yedi ilkeyi haklı bulan herkesin gerekli mücadeleyi vermek için çeşitli görevler üstlenmesi gerekmektedir.

S

Derin ekoloji yaklaşımına yöneltilen eleştiriler nelerdir?

Derin ekoloji İnsan ve doğa arasındaki karşıt ilişki tersinden yeniden üretildiği için, derin ekoloji insan ve doğa arasında diyalektik bir ilişki kurmayı başaramamıştır.

Derin ekolojiye yöneltilebilecek ikinci eleştiri ise doğayı ‘gizemli’ (mystification) ve otantik bir şekilde kavramsallaştırmasıdır.

Doğa ile ilgili yeterli bir soyutlama sunamayan derin ekoloji, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi anlamak için de yeterli bir bakış sağlayamamaktadır.

Doğayı bir bütün olarak alan derin ekoloji, insanları da bir bütün olarak almaktadır. Tarihsel ve ekonomik olarak açığa çıkmış toplumsal eşitsizlikle ve güç ilişkileri görünmez hale gelmektedir. Özellikle feministler tarafından androsentrik (erkek egemen) olarak eleştirilen derin ekoloji yaklaşımı, insanlar arasında soyut bir eşitlik varsayımdan hareket ettikleri için kadınların uğradıkları sistematik baskıyı
görünmez kılmaktadır.

Bir diğer eleştiri noktası ise dünyada nüfusun azalması gerektiğine dair evrensel iddianın, geç kapitalistleşmiş ve tarım toplumu özellikleri taşıyan ülkelerin ihtiyaç duyduğu emek gücünü görmezden gelmesidir. Nüfus politikalarına içkin olan güç ilişkilerini ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini gündeme almadan insan nüfusunun azalması en temel çevre politikası olarak sunmak ciddi problemler yaratmaktadır.

Derin ekolojini ekolojik krizin sebeplerini kavramsallaştırabilecek bir tarihsel ve sosyolojik analizden yoksundur.

S

Eko-Marksizmin temel amacı nedir?

Eko-Marksizm, ekolojiye politik iktisat yaklaşımı ile Marksizmi ekolojik olarak yeniden yorumlama çabası ile ortaya çıkmıştır. Birçok düşünür Marx’ın çalışmalarının "sanayileşme ve teknolojinin ne pahasına olursa olsun desteklenmesi gerektiği düşüncesine" dayalı olması nedeniyle ekolojik bir bakış açısına yer bırakmadığını iddia etmiştir.

Ancak 1980’lerin sonunda ortaya çıkan Ekolojik Marksizm ile birlikte soru artık Marx’ın yazdıklarının kendisinin ekolojik olup olmadığı değil, doğa ve toplum arasındaki ilişkiyi diyalektik bir şekilde ele alıp günümüzdeki ekolojik krizi anlayabilecek metodu araştırmacılara sağlayıp sağlayamadığıdır.

Eko-Marksizmin amacı ekolojik krizin toplumsal düzenle ilişkisini kurmak, çevre sorunlarına teknik ve tekil çözümlerle yaklaşmak yerine bütüncül bir şekilde yaklaşmak ve bu sorunlara toplumsal çözümler bulmaktır.

S

Ekoloji nedir, tanımlayınız?

Ekoloji, Yunanca yaşanılan yer anlamına gelen ‘oikos’ ve bilim anlamına gelen ‘logos’ sözcüklerinden türetilmiş bir kavramdır ve köken olarak yerleşme bilimi anlamına gelmektedir. Ancak burada çevre ve ekoloji arasındaki farkı ortaya koymamız gerekmektedir. Çevre tanımı gereği bizim dışımızda kalan, bizi çevreleyen anlamına gelirken, ekoloji bizim de bir parçası olduğumuz iç ilişkilerle tanımlanan bir bütündür. Başka bir ifadeyle ekoloji bizim de bir parçası olduğumuz, içerisi ve dışarısı ayrımı yapamayacağımız bir yuvadır.

S

Ekolojik krizlere "Dünya Sistemi Yaklaşımı" nedir?

Immanuel Wallerstein’ın 1970’lerin ortasında formüle ettiği Dünya Sistemi Teorisine dayalı olan Dünya Sistemi Yaklaşımı Ekolojik Marksizmin hem devamlılığı hem de eleştirisi olarak değerlendirilebilir. Dünya sistemi yaklaşımı sermaye birikiminin yapısı gereği anti-ekolojik olduğu vurgusunun ötesine geçerek uluslararası ilişkiler bağlamında çevresel bozulmanın nasıl gerçekleştiğine bakmaktadırlar.

Dünya sistemi yaklaşımı ekolojik modernleşme teorisinin tersine, ülkelerin kendi başlarına gerçekleştirdiği ‘çevre dostu’ politikalara değil, ülkelerin birbirleriyle olan eşitsiz ve birleşik ilişkilerine odaklanmaktadır. Ekolojik modernleşme teorisinin temel argümanı bilim ve teknoloji sayesinde bulunacak ‘yeşil’ üretim tekniklerinin sadece belli başlı ülkeleri değil, tüm dünyayı ekolojik krizden kurtarma kapasitesi olduğudur.

Dünya Sistemi Teorisi’nin açıkça gösterdiği gibi ‘yeşil’ teknolojiler başlı başına metalar ürettiği için, kapitalizme içkin meta üretiminin eşitsiz yapısını ve sömürü ilişkilerini devam ettirmektedir. Merkez ülkelerin deneyimlediği ekolojik modernleşme, çevre ülkelerde ekolojik dengenin daha çok bozulması anlamına gelebilmektedir. Bu bağlamda yeşil teknolojiler ne evrensel ölçekte herkes için yararlı ne de politikadan bağımsız teknik bir ilerlemedir. Aksine ekolojik modernleşme iktidar, eşitsizlik ve güç kavramlarıyla birlikte düşünülmelidir. Keza, merkez ülkedeki çevre dostu politikalar, çevre ülkelerde ekolojik krize yol açan politikaların bizatihi sebebi olabilmektedir.

Immanuel Wallerstein’ın 1970’lerin ortasında formüle ettiği Dünya Sistemi Teorisi, ülkeler arası iş bölümündeki hiyerarşiyi ve eşitsizliği gösterir. Bu bağlamda dünya sistemi, merkez (gelişmiş kapitalist ülkeler), çevre (az gelişmiş kapitalist ülkeler) ve yarı-çevre (orta gelişmişlikte olup çevre ve merkez arasındaki dengede işlevsel göreve sahip olan) ülkelerden oluşmaktadır. Merkez ülkelerin zenginliğinin kaynağı çevre ülkelerden satın aldığı ucuz hammadde ve emek gücüdür.

Merkez ve çevre ülkeler arasındaki eşitsiz ilişkiyi, ekolojik bağlamda değerlendirmeye alan yeni çalışmalar 2000 sonrası ciddi bir artış göstermiştir.