aofsorular.com
FEL403U

Darwin’in Evrim Kuramından Pragmatizme: Peirce ve Dewey

1. Ünite 20 Soru
S

Darwin'in kuramı neyi savunmaktadır?

19. yüzyılda yaşanan bilimsel gelişmeler arasında Batı Felsefesi’ni derinden etkileyen en önemli kuramlardan birisi, hiç şüphesiz Darwin’in geliştirdiği evrim kuramıdır. Bazıları, Darwin’in bu kuramını Newton’un mekanik kuramı ile karşılaştırmakta ve Newton’un madde ve kuvvetler hakkında geliştirdiği fikirlere benzer biçimde, Darwin’in canlıların değişimini ve çeşitlenmesini açıkladığını iddia etmektedirler. Darwin’in geliştirdiği kurama göre genlerde meydana gelen rastlantısal değişimler, bireylere çevreye uyum süreçlerinde farklı avantajlar sağlamakta, bunun sonucunda da doğal bir seçilim sürecinde çevreye en iyi uyum gösteren hayatta kalmaktadır. Bu suretle, bireyler sahip oldukları genetik özellikleri sonraki nesillere aktarmaktadırlar. Bu aktarım süreci de uzun bir zaman dilimi içerisinde türlerin değişimini ve çeşitlenmesini temin etmektedir.

S

İşlevselcilik kuramı hangi düşünceyi savunur?

İşlevselcilik Darwin’in evrim kuramının etkisinde gelişmiş bir psikoloji kuramıdır. Zihinsel süreçleri ve davranışları organizmanın çevresiyle uyum süreci içerisinde ele almayı ön plana çıkarır. Uzun vadede kalıcı bir psikoloji yaklaşımı olamasa da davranışçılığın gelişmesinde belirleyici etkisi olmuştur.

S

Niceleme mantığı kim tarafından geliştirilmiştir?

Aristoteles mantığının aşılması ve mantığın günümüzdeki biçimiyle geliştirilmesi 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılan çalışmalar sayesinde mümkün olabilmiştir. Öte yandan, bu konuda Peirce’in geliştirdiği orijinal görüşlerin etkisi de tartışma götürmez. Frege, özellikle tümdengelimsel mantığın bugün ayrılmaz bir parçası olan niceleme mantığını geliştirmiştir. Tümdengelimsel mantık üzerinde, Peirce’ın da çalışmaları bulunmaktadır. Öte yandan, Peirce’ın ilgi alanı bununla sınırlı kalmamış, bilimlerin gelişimi açısından son derece önemi olan tümevarım mantığı konusunda da özgün çalışmalar yapmıştır.

S

Peirce'ı günümüze taşıyan hangi düşünce sistemidir?

Peirce’ı günümüzde de tartışmaya değer kılan metafiziksel yaklaşımları değildir; kendisinin pragmatizm olarak adlandırdığı bir düşünce biçimidir. “Pragma” amel ya da fiil (edim) anlamlarına gelen Yunanca bir sözcüktür. Peirce, bu sözcüğü düşünsel olanla (kavramlar, kanılar, kuramlar vb.) kılgısal / pratik olan (edimler, eylemler vb.) arasındaki sıkı bağları ön plana çıkarmak üzere kullanmaktadır. Peirce, paragmatizim yerine bazen pratikçilik (İng. practicalism) ya da eleştirel sağduyuculuk (İng. critical common sensism) terimlerini de kullanmıştır. Zaman içerisinde pragmatizm, Peirce’ın kastettiğinden çok farklı anlamlarda kullanılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine Peirce, kendi görüşlerini adlandırmak üzere pragmatisizm sözcüğünü ortaya atmış ve “çalmayı düşünenlerden emin olacak kadar çirkin” bir sözcük olduğunu söylemiştir.

S

Peirce'ın şüphelerin ortadan kalkmasına yönelik inatçılık yöntemi nedir?

Eğer mevzu, bir konudaki kanaatimizi sabitlemek ise kendimize, kendi tercih ettiğimiz bir kanaati niye benimsemeyelim diye sorar, daha sonra da bu kanaatte ısrar edebiliriz. Bu fikrimize karşı çıkabilecek her şeyi ve herkesi reddeder ve akılcı bir tartışmaya girmekten kaçınırız. Peirce’a göre, akılcılıktan ne kadar uzak olursa olsun bu yöntemin kendine özgü bir avantajı bulunmaktadır: Bir kanıya ilişkin sarsılmaz ve değiştirilemez bir inanç beraberinde zihinsel bir rahatlık / huzur getirir. Ancak, elbette ki bu yöntem, kanıların sabitlenmesi için arzu edilir bir yöntem olmaktan uzaktır.

S

Peirce'ın şüphelerin ortadan kalkmasına yönelik otorite yöntemi nedir?

Bir toplum ya da cemaat içerisinde, belli kanı ve inançları yayan, bu inançlardan şüphe duyulmasına engel olmaya çalışan, karşı ya da farklı görüşlerin ortaya çıkması ihtimali belirirse bunun üzerinde giden ve bastıran bir kurumun ihdas edildiğini düşünelim. Peirce, bu yöntemin kanıların ve inançların sabitlenmesi konusunda inatçılık yöntemine göre daha etkili olacağını düşünmektedir. Ancak Peirce’a göre sorulacak soru, bu yöntemin istikrarlı olup olmayacağıdır. Peirce’ın bu konudaki yanıtı da olumsuzdur. Peirce’a göre, her toplumda bir grup insan, farklı toplumlarda ya da farklı zamanlarda, farklı otoriteler altında farklı yaklaşımların ve görüşlerin savunulduğunu görecektir. Kendilerine, kendi inançlarının diğerlerinden neden daha üstün olması gerektiğini soracaklar ve bu da yine şüphelerin doğmasına yol açacaktır.

S

Peirce'ın şüphelerin ortadan kalkmasına yönelik a priori yöntemi nedir?

Peirce, bu yöntemi iki farklı biçimde adlandırır: doğal tercihler yöntemi veya a priori yöntem. Bu yöntemde esas olan, farklı biçimlerde ifade edilse de aşikâr olanı kabul etmektir. Söz konusu “aşikâr olan”, “akla uygun - makul”, “açık ve seçik” gibi ifadelerle anlatılabilir. Burada düşünme, tartışma ve bu suretle reddedilemez olana ulaşma çabası ön plana çıkmaktadır. Peirce, bu alanda örnek olarak Batı felsefe tarihinden Platon’dan Hegel’e kadar uzanan metafiziksel dizgeleri örnek olarak vermektedir.

S

Peirce'ın şüphelerin ortadan kalkmasına yönelik bilim yönteminin ana varsayımı nedir?

Peirce, bu yöntemin ana varsayımını şu şekilde ifade etmektedir: Özellikleri bizim onlar hakkındaki kanaatlerimizden tamamen bağımsız Gerçek şeyler vardır; bu Gerçekler bizim duyumlarımızı düzenli yasalara göre etkilerler ve duyumlamalarımız, nesnelerde bağıntılarımız kadar farklı olsalar da algı yasalarından yararlanarak, akıl yürütme vasıtasıyla şeylerin gerçekte ve hakikaten nasıl olduklarını tespit edebiliriz ve herhangi bir insan, yeterince deneyime sahipse ve bu deneyim hakkında yeterince akıl yürütürse, yegâne doğru sonuca ulaşacaktır.

S

Peirce'a göre inanmak ve şüphe etmek arasındaki farklar nelerdir?

İlişkili de olsalar inanmak ve şüphe etmek edimleri arasında farklar bulunduğu ortadadır. Bu farklar nelerdir? Peirce bu konu üzerinde durmuş ve şu farklılıkları tespit etmiştir. Öncelikle, inanmakla şüphe etmek esnasında yaşanılan duygu farklıdır. İkinci olarak, genellikle şüphe etmekten kaçınmamıza ya da şüpheden kurtulmaya çalışmamıza rağmen bir inanca sahip olmaktan dolayı bir rahatsızlık duymayız; ta ki bu inancımızı sarsan bir şeyle karşılaşıncaya dek. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, inanmak ya da inanç oluşturmak bir alışkanlık iken şüphe etmek böyle bir alışkanlığın olmaması ya da kesintiye uğraması durumuna karşılık gelir.

S

Peirce'ın soruşturma yöntemi nedir?

Şüphe etmek, bir belirsizlik durumuna işaret eder. Belirsizlik, belli bir durumda hangi davranışı sergileyeceğinizi tam olarak bilememeniz anlamına gelir. Bu nedenle, şüpheden kurtulmaya çalışırız. Peirce şüpheden kurtulma ve inancın o tatmin edici rahatlığına ulaşma sürecini soruşturma (İng. inquiry) olarak adlandırır. Daha önce de vurguladığımız gibi, bizi şüpheden arındırıp inançlarımızı sabit kılmak konusunda uzun vadede güvenebileceğimiz tek yöntem, bilimsel soruşturma yöntemidir.

S

Peirce'a göre soruşturmanın üç özsel özelliği nedir?

Peirce soruşturmanın üç özsel özelliğinden söz eder: bir uyaran; bir amaç ya da sonuç; bir de yöntem. Peirce’ın bu üç unsurdan neyi anladığını çıkarmak zor değildir. Soruşturmanın uyaranı şüphe; amacı kanaatlerin bir karara bağlanması; yöntem ise bilimin ta kendisidir.

S

Ockham’ın usturası nedir?

Varsayalım ki tüm pratik yöntemlerle doğruluğuna karar verdiğimiz bir inancımız olsun. Hâla içimizdeki bir şüphe, bu inancın gerçekliğe uygun olmayabileceğini söyleyebilir. İnancımızla gerçeklik arasında bir fark olduğu halde, bizim elimizde bunu tespit edecek bir yöntem yoksa, Ockham’ın usturasına başvururuz. Peirce hakkında bir bilgi sahibi olamayacağımız şeyleri varsayarak düşünmenin boş yere varlığı çoğaltmak olduğunu öne sürer. Guillelmus de Ockham 14. yüzyılda yaşamış önde gelen bir felsefeci ve mantıkçıdır. Açıklama yöntemlerine ilişkin olarak onun geliştirdiği bir ilke, daha sonra Ockham’ın usturası olarak anılmıştır. Bu yöntem ilkesine göre, aynı yetkinliğe sahip açıklamalar arasında daima daha yalın olanı tercih etmek ve var olanların sayısını gereksiz yere artırmamak gerekir.

S

Peirce'a göre gerçeklik nedir?

Peirce’a göre gerçeklik, herhangi birinin, onların ne olduklarını düşünmesinden bağımsız olarak şeylerin sahip oldukları özelliklerdir. Bu tanım “doğru” görünmektedir. Öte yandan, bize neyin gerçek olup olmadığı konusunda bir ölçüt vermemektedir. Peirce, az önce ifade ettiğimiz doğruluk anlayışından hareketle, gerçekliğe ilişkin bir başka tanım daha vermektedir. Bu yaklaşıma göre gerçeklik, doğru kanaatin öyle olduğunu söylediği şeydir. Doğru kanaat ise, daha sonra yapılan bilimsel araştırmalarca değişikliğe uğratılmayan kanaattir.

S

Peirce'ın renk tayfına dayanarak oluşturduğu düşünce deneyi nedir?

Düşünsel kavramlar ile yalnızca öznel duygulanımlar arasındaki farkı ortaya koyabilmek üzere Peirce, renk tayfındaki renklerin, sabit bir noktaya göre bakışımlı (simetrik) olarak yer değiştirdiği bir düşünce deneyinden söz eder. Renk tayfı, bir çizgi üzerinde renklerin frekanslarına göre dizilmeleri ile oluşur Bu tayfın orta noktasına eşit mesafede (eşit frekans büyüklüğünde farklılaşan) renkler, birbirlerine göre simetrik renklerdir. Şimdi varsayalım ki benim, fizyolojik/zihinsel yapım ile bir başkasınınki öyle bir biçimde farklılaşmış olsun ki benim belli bir renkte bir nesneyle karşılaştığımda deneyimlediğim renk ile diğer kişinin deneyimlediği renk birbirlerine göre simetrik olsun. Bir bakıma diğer kişi, benim sahip olduğum renk tayfının ters çevrilmişine sahip olsun. Öte yandan, her ikimize de renkler, sistemli olarak farklı görünse de nesnelerin rengi bize sorulduğunda ikimiz de aynı sözcüğü kullanmayı öğrenmişizdir. Bir başka deyişle, renk tayfının bu suretle tersine çevrilmiş olması, her ikimizin sergilediğimiz davranışlarda (konuşmamızdan, bilimsel araştırmalar yapmamıza) hiçbir farklılığa yol açmaz. Böyle bir farklılığın olduğunu tespit edecek davranışsal bir ölçütümüz yoktur. Peirce, bu biçimde davranışsal hiçbir farklılığa yol açmayan bir tersine çevirmeye olanak verdiği için renkleri yalnızca öznel duygulanımlar olarak adlandırmaktadır.

S

Peirce, fikirlerin açıklığa kavuşturulması söz konusu olduğunda hangi düzeylerden bahseder?

Peirce, fikirlerin açıklığa kavuşturulması söz konusu olduğunda, üç düzeyi birbirinden ayırt eder. İlk düzeyde bir fikirle aşina oluruz. Bu düzeyde, söz konusu fikirle karşılaştığımız sıradan durumlarda söz konusu fikri (ya da bu fikrin bir nesnede özellenmesini (İng. instantiation) tanırız. İkinci düzey, söz konusu fikrin tanı mını ifade edebildiğimiz düzeydir. Üçüncü düzey ise fikri kavramamızın pratik alanda sonuçlarının/etkilerinin farkında olmamızı içerir. Peirce’a göre bu etkilerin toplamı, bize açıklığa kavuşturmaya çalıştığımız fikri verir. Üçüncü düzeyde bir açıklık elde etmek, söz konusu fikrin belirlediği nesne ile ilgili bir işlem gerçekleştirmemizi ve bunun sonuçlarını gözlememizi içerir. Bu yöntemle elde ettiğimiz tanım genellikle işlemsel tanım olarak adlandırılır.

S

Peirce'ın dil anlayışı ile Darwin'in evrim kuramı arasında nasıl bir bağ vardır?

Peirce’a göre dil, çocukken öğrendiğimiz ve başkalarına öğrettiğimiz toplumsal bir uzlaşımdan ibarettir. Eğer anlam, kamusal ve paylaşılabilir bir şeye dayanmasaydı, dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi olanaklı olmazdı. Bu bakış açısına göre, terimlerin anlamlarının “belirlenmiş” ya da “sabitlenmiş” olduğu da söylenemez. Anlamlar ne yaptığımıza, neyi hangi yöntemle ve ne ölçüde açıklığa kavuşturduğumuza bağlı olarak değişebilir. Bu değişim olgusu, Peirce tarafından kabul edilir. Peirce’ın dil anlayışı ile Darwin’in evrim kuramı arasındaki bağ da tam bu noktada berrak hale gelir. Dil, Peirce’a göre, evrime tâbîdir.

S

Peirce'a göre anlam nedir?

Peirce’a göre anlam, sabit bir olgu değildir. “Düşünsel bir kavramın anlamı nedir?” diye sorduğumuzda, “Bu kavram şu anlama gelir.” deriz. Ancak, burada ifade ettiğimiz anlamın kendisi de bir başka anlama gönderme yapmaktadır. Bu itibarla anlam, bir işaret etme bağıntısı yoluyla anlaşılabilir. Daha doğrusu, anlamı olan şeyler işaretlerdir.

S

Peirce bir işaret ile işaret edilen nesne arasında kaç tür bağıntı bulunduğunu ifade eder?

Peirce bir işaret ile işaret edilen nesne arasında üç farklı tür bağıntı bulunduğunu ifade eder. Peirce ilk olarak indekslerden (veya bağlamsal göstergelerden) söz eder. Bu durumda, işaret ile işaret edilen arasında nedensel bir bağıntı mevcuttur. Dumanın ateşe, bir yanaktaki kırmızı beş parmak izinin atılmış bir tokata işaret etmesi gibi. ‹kinci olarak ikonlardan (veya görüntüsel göstergelerden) söz eder. Bu durumda, işaret ile işaret edilen nesne arasında bir benzerlik bağıntısı bulunmaktadır. Son olarak sembolleri (veya simgesel göstergeleri) ayırt eder. Bu durumda ise işaret eden ile işaret edilen arasındaki bağıntı, uzlaşımsal ya da rastlantısaldır. Örneğin, “kitap” sözcüğünde okumakta olduğunuz kitaba işaret etmesini gerektirecek hiçbir bağıntı yoktur.

S

Peirce yorumlayanların kaç farklı türünden söz etmektedir?

Peirce, yorumlayan olmaksızın bir işaretin bir nesneye işaret etmeyeceğini düşünmektedir. Bu noktada da yorumlayanların üç farklı türünü ayırt eder. İlk olarak, duygusal yorumlayanlar, işaretlerle karşılaştıklarında yoğun bazı duygular hissederler. Örneğin, futbol takımının renklerini taşıyan bir nesne görünce çoşku hisseden bir taraftar. Burada, söz konusu duygunun kendisi de bir işarettir. Söz konusu çoşku ya da gurur duygusu, tutulan takıma işaret etmektedir. İkinci olarak, enerjik yorumlayanlar, bir işaretle karşılaştıklarında belli bir fiziksel eylemi gerçekleştirirler. Peirce, bunlara bir çavuşun emriyle belli hareketleri yapan askerleri verir. Üçüncü olarak, mantıksal yorumlayanlar gelir. Peirce’ın özellikle üzerinde durduğu yorumlayanlar bunlardır. Öncelikle, mantıksal yorumlayanlar da işaretlerdir. Örneğin, bir sözcüğün sözlükteki karşılığı, sözcüğün (işaretin) mantıksal yorumlayanıdır ve kendisi de bir işarettir. Ancak, işaret etme süreci bu noktada sonlanmaz. Bir başka deyişle, sözcüğün sözlükteki karşılığı nihaî veya son yorumlayanı olamaz.

S

Dewey'e göre değerlerin kaynağı ne olacaktır?

Söz konusu sorunun çözümünde Dewey’e göre, iki farklı yol izlenmiştir. Bir grup düşünür, değerleri doğanın ötesinde veya üzerinde bir kaynakla (Tanrı, saf akıl vb.) özdeşleştirmeye çalışırken; bir ikinci grup, öznel bir zemin (arzuların tatmin edilmesi, hazlar vb.) arayışına girişmiştir. Dewey, her iki yaklaşımın da ötesine geçmeye çalışmaktadır. Kendi bakış açısıyla uyumlu olarak, değerleri doğal bir biçimde açıklamaya çalışmakta ve fakat bireysel öznel tercihlere terk etmek istememektedir. Dewey’in bu konudaki yaklaşımı, bilimsel varsayımlara ilişkin yaklaşımına benzemektedir: Herhangi bir anda, mutlak bir kesinliğe yer vermemek ve buna rağmen ilerlemeyi olanaklı kılmak. Değerler söz konusu olduğunda bu nasıl başarılabilir? Dewey, bu noktada çıkış yolunu, akla dayalı davranışlarla konuyu ilişkilendirmekte bulmaktadır.