aofsorular.com
TAR326U

Nedenleri ve Sonuçlarıyla Birinci Dünya Savaşı’na Genel Bir Bakış

1. Ünite 20 Soru
S

Birinci Dünya Savaşı’nda hangi cephelerde savaş olmuştur?

Birinci Dünya Savaşı o güne dek görülmemiş ölçekte çok-cepheli bir küresel çatışmaya dönüşmüştür. Cepheler Avrupa’nın batısından doğu­suna, Balkanlar’dan Çanakkale Boğazı’na, Doğu Anadolu’dan Orta Doğu’ya, Azerbaycan’dan Ku­zey Afrika’ya uzanmıştır.

S

1914 yılında Avrupa’nın dünyanın o tarihe kadar gördüğü en büyük küresel savaşın içine sürüklenmesine hangi suikast neden olmuştur?

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun ve­liahtı Franz Ferdinand (1863-1914), eşi Sophie (1868-1914) ile birlikte Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’yı ziyareti esnasında, 19 yaşındaki Bos­nalı Sırp milliyetçi Gavrilo Princip (1894-1918) tarafından 28 Haziran 1914’te suikasta uğradı. Saldırıda hem Franz Ferdinand hem de eşi aldık­ları kurşun yaraları neticesinde öldü. Saldırıyı, Sırbistan’ın el altından desteklediği silahlı milliyet­çi Kara El çetesi organize etmişti. Suikastın ardın­dan Avusturya-Macaristan hükûmeti Sırbistan’a çok sert bir diplomatik ültimatom verdi ve ağır si­yasi taleplerde bulundu. Sırbistan bu taleplerin ba­zılarını kendi egemenliğine zarar vereceği iddiasıyla kabul etmeyince, Avrupa önce çözümsüz bir diplo­matik kriz ayına (Temmuz Krizi), ardından da 28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a sa­vaş ilanının tetiklemesiyle dünyanın o tarihe kadar gördüğü en büyük küresel savaşın içine sürüklendi.

S

Sırbistan’ın Bosnalı Sırp milliyetçilere propaganda ve silah desteği sağlamasının altındaki neden nedir?

Sırp milliyetçiliğinde, belli bir Sırp nüfusun yaşa­dığı Bosna, Büyük Sırbistan projesinin bir parçası addediliyordu. Balkan Savaşları’nın (1912-13) ilk safhasında Osmanlı Devleti’ne ve ikinci safhasında da Bulgaristan’a karşı galip gelen Sırbistan, top­raklarını neredeyse ikiye katlarken nüfusunu da 3 milyondan 4,5 milyona çıkarmıştı. Sırbistan artık bölgesinde daha aktif bir siyaset yürütmek isti­yor ve Bosna meselesinde Avusturya-Macaristan’a karşı daha saldırgan bir tutumun içine giriyordu. Sırbistan’ın Bosnalı Sırp milliyetçilere propaganda ve silah desteği sağlamasının altındaki neden buy­du.

S

Almanya ve Fransa arasında sürekli gerilime yol açan Alsace-Lorraine bölgesi bu iki ülke için neden bu kadar önemliydi?

Birinci neden ekonomiyle ilgiliydi. Bölge endüstriyel açıdan gelişmişti; ağır sanayi fabrikalarının yanı sıra demir madenleri açısından zengindi. Tarımsal açıdan da verimli topraklara sahipti. İkinci neden, iki ülkenin sınırları boyunca uzanan stratejik bir bölge olmasıydı. Üçüncü neden ise milliyetçilik ideolojisiydi. Aslında bölgenin kozmopolit bir nüfusu olmasına rağmen, gerek Fransız gerekse de Alman milliyetçiliği bu bölgenin “tarihi” olarak kendi millî coğrafyalarının bir parçası olduğunu iddia ediyordu.

S

1907’de Britanya, Fransa ve Rusya’yı içeren Üçlü İtilaf bloğunun ortaya çıkmasının nedenleri nelerdir?

Mısır’daki ve 1869’da açılan Süveyş Kanalı’ndaki varlığının artık Fransa tarafından tanınmasıyla bir­likte, Hindistan sömürge yolunu diğer Avrupalı güç­lere karşı daha da güvence altına alan Britanya ayrı­ca 19. yüzyıl boyunca çeşitli krizlerde tercih ettiği, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü koruma politikasından da vazgeçiyordu. Bu süreç­te Britanya, 19. yüzyıl boyunca sınırlamaya çalıştığı Rusya ile de yakınlaşmış, iki ülkenin Asya ve Orta Doğu’daki etki alanları ve çıkarlarının karşılıklı olarak gözetilmesi hususunda uzlaşmayı tercih etmiş­ti. Bunun neticesinde, 1907’de Britanya, Fransa ve Rusya’yı içeren Üçlü İtilaf bloğu ortaya çıkmış oldu.

S

Büyük Devletler arasındaki emperyalist yarışta ilk hamleyi hangi ülke yapmıştı?

Bu yarışta ilk hamleyi, Sanayi Devrimi’ni ilk gerçekleştiren Britanya yapmıştı. Neredeyse tüm küreye yayı­lan sömürgeleri nedeniyle “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” denilen Britanya İmparatorluğu, Mısır’dan Afrika’nın doğu sahillerine, Nijerya’dan Hint yarımadasına, Seylan’dan Avustralya’ya kadar çok geniş bir sö­mürge imparatorluğuna sahipti. Britanya’yı Fransa takip etmiş ve kendine, Kuzey Afrika’dan (Fas, Cezayir, Tunus) Orta ve Batı Afrika’ya yayılan ve Asya’da Çin Hindi’ni kapsayan bir sömürge alanı yaratmıştı.

S

19. yüzyılın sonunda, Avrupa-dışı sanayi aktörleri olarak hangi ülkeler emperyalist güç hâline geldi­ler?

19. yüzyılın sonunda, Avrupa-dışı sanayi aktörleri olarak Japonya ve ABD de emperyalist güç hâline geldi­ler. Kore yarımadası üzerinden Asya’da sürekli genişleyecek bir hâkimiyet alanı kurmayı hedefleyen Japonya, önce Çin’e (Çin-Japon Savaşı, 1894-95) ardından da Rusya’ya (Japon-Rus Savaşı, 1904-05) karşı zaferle çıktı­ğı savaşlara girdi. ABD ise 1898’deki İspanya-Amerika Savaşı’ndan zaferle çıktıktan sonra Filipinler ve Hawaii’yi kapsayan bir sömürge imparatorluğu kurarken, Karayip Adaları üzerinde de etki alanı oluşturdu.

S

Em­peryalizm Çağı’nda Osmanlı Devleti’nin dış po­litikadaki temel meselesi neydi?

Em­peryalizm Çağı’nda Osmanlı Devleti’nin, gerek tüm ipleri elinde toplayarak otoriter bir yönetim tarzı sergileyen II. Abdülhamid döneminde gerekse de 1908’de Meşrutiyet rejimini yeniden tesis ederek temsil ilkesine dayanan parlamenter monarşi sistemiyle ülkeyi idare etmek isteyen Jön Türkler idaresinde, dış po­litikadaki temel meselesi egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumaktı. Jön Türkler ayrıca, egemenliğin temel şartı olarak ekonomik bağımsızlığa da büyük önem veriyordu. Jön Türkler, devletçi-korumacı unsur­lar içeren Alman sanayileşme modelinden esinlenerek, “Millî İktisat” politikası adı verilen bir ekonomik modeli hayata geçirmeye çalıştılar. Bu modelde, devlet çeşitli destek ve teşvikler vererek bir “Müslüman- Türk burjuva sınıfı” yaratmaya çalışıyor, yerli imalat sektörleri ve iç pazarı koruyucu bazı önlemler almak istiyor, böylece yerli kapitalizmin güçlenmesi bekleniyordu. Bu doğrultuda, yerli ekonomiyi güçlendirme adına kayda değer bir ekonomik reform için, yabancı tüccarlara ticari ve hukuki imtiyazlar veren kapitü­lasyonların mutlaka kaldırılması gerektiği düşünülüyordu.

S

Osmanlı Devleti’nin 2 Ağustos 1914’te savaşa hazır olmak amacıyla genel seferberlik ilan etmesine rağmen savaşa girilmesine neden olan iki önemli olay nedir?

2 Ağustos 1914’te Osmanlı Devleti savaşa hazır olmak amacıyla genel seferberlik ilan etti ve bu durumu “silahlı tarafsızlık” (müsellah bîtaraflık) olarak adlandırdı. Ama bu tarafsızlık süreci çok uzun sürmedi. İki önemli olay savaşa bir an önce girmek yanlısı olanların elini güçlendirdi. Bunlardan biri, Temmuz Krizi’yle birlikte Britanya’nın savaşa girme ihtimali güçlendiğinde, Britanya hükûmetinin, Osmanlı Devleti’nin Armstrong-Vickers Şirketi’ne sipariş etmiş olduğu iki zırhlısına (Sultan Osman ve Reşadiye), yapılan ödemeleri iade etmeksizin 2 Ağustos 1914’te el koyduğunu açıklamasıydı.

Diğer olay ise Jön Türker’in “Milli İktisat” perspektifi doğrultusunda aslında 1908’den beri kaldırmak istedikleri kapitülasyonların nihayet 9 Eylül 1914’te, müttefik Almanya da dâhil olmak üzere Büyük Devletleri’n tepkisine rağmen, ilga edilmesiydi. Kamuoyunda geniş yankı bulan bu karar, savaşı Osmanlı İmparatorluğu için bir yeniden canlanma fırsatı olarak gören militarist yaklaşıma destek sağladı.

 

S

Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleriyle 1918’e dek sürecek ve kendisi için mutlak bir yıkım getirecek bu savaşın içine girme süreci nasıl gelişmiştir?

Alman Amiral Wilhelm Souchon (1864-1946) komutasındaki Yavuz zırhlı­sının liderliğindeki bir Osmanlı filosu, 27 Ekim’de Enver Paşa’dan aldığı emirle Karadeniz’e açıldı ve 29 Ekim’de Odesa ve diğer Rus limanlarını ve Rus gemilerini bombaladı. Bu Rusya’ya karşı fiilen savaş ilanıydı. Tepki vermekte gecikmeyen Rusya, 1 Kasım’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzeydoğu sınırından saldırıya geçti. Ardından 5 Kasım 1914’te Britanya ve Fransa da Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etti. Osmanlı Devleti artık İtilaf Devletleriyle 1918’e dek sürecek ve kendisi için mutlak bir yıkım getirecek bu savaşın içine girmişti.

S

İstanbul Anlaşması hangi tarihte imzalanmıştır ve amacı nedir?

Birinci Dünya Savaşı esnasında, İtilaf Devletleri’nin artık Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü ciddiye almayacağını ve onu paylaşmak için ellerinden geleni yapacağını gösteren bir dizi gizli anlaşma mevcuttur. Bu gizli anlaşmaların ilki, 18 Mart 1915’te Rusya, Britanya ve Fransa arasında imzalanan İstanbul Anlaşması’dır. Buna göre, savaştan zaferle çıkıldığında Boğazlar, İstanbul Limanı bir “açık liman” kalacak şekilde, bu bölge üzerinde uzun süredir emelleri olan Rusya’ya bırakılacaktı. Karşılığında da Rusya, Bri­tanya ve Fransa’nın Orta Doğu’da kurmayı hedeflediği nüfuz alanlarını tanıyacaktı. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’de hezimete uğraması ve ardından Çarlık rejiminin yıkılması sürecinde, yeni Bolşevik rejim bu anlaşmayı tanımadı ve Brest-Litovsk’ta (3 Mart 1918) farklı bir barış antlaşması ile savaştan çekildi.

S

Sykes-Picot Anlaşması hangi tarihte imzalanmıştır ve amacı nedir?

Diğer bir önemli anlaşma ise Britanya ve Fransa arasında, Rusya’nın da onayıyla gerçekleşen Sykes-Picot Anlaşması’ydı (Mayıs 1916). Hükûmetlerini temsil eden müzakereci diplomatlar İngiliz Sir Mark Sykes (1879-1919) ve Fransız François Georges-Picot (1870-1951) bu anlaşmada Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu topraklarını kendi aralarında paylaşıyordu; onay veren Rusya’ya da Osmanlı Doğu Anadolu vilayetleri bırakılacaktı. Başlıca paylaşılan bölgeler olarak, Britanyalılar Irak’ın yanı sıra Akdeniz’deki Akkâ ve Hayfa limanlarını; Fransızlar ise Suriye kıyı şeridi, Lübnan ve Çukurova’yı alıyordu. Britanya ve Fransa nüfuz alanları arasındaki bölgede her iki devletin kontrolü altında bir Arap devleti planlanmıştı. Filistin ise henüz uluslararası bir statüde tutulacaktı. Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin yenilgisinin ardından Britanya ve Fransa kontrolüne giren sorunlu yeni Orta Doğu’yu şekillendiren temel metin ola­caktı.

S

Yetersiz altyapının neticesinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu nasıl bir ordu olarak tasvir etmek mümkündür?

Yetersiz altyapının neticesinde, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunu, “yaya bir modern ordu” olarak tasvir etmek mümkündür. Askere alınan erler için uzun mesafeleri yürümek zorunda kalış daha askere alındıkları andan itibaren başlıyordu. Savaşa katılan Osmanlı askerlerinin hatırlama kayıtları olan günlük ve hatıratlarda en çok şikâyet ettikleri husus, bilhassa erler için son derece yıpratıcı ve yorucu olan bu uzun yürüyüşlerdi.

S

İlk tank hangi ülke tarafından ve ne zaman kullanılmıştır?

İlk tank Batı Cephesi’nde Britanya tarafından Somme Muharebesi’nde (1 Temmuz-18 Kasım 1916) kullanıldı. Ne var ki, her ne kadar tankın potansiyeli ordular tarafından kavranmış ve geliştirme faaliyetlerine girişilmiş ise de Birinci Dünya Savaşı esnasında tanklar, tasarım hataları ve henüz onları muharebede etkin kullanmaya yönelik bir doktrin olmaması gibi nedenlerle, beklenen belirleyici etkiyi yapamamıştır.

S

Birinci Dünya Savaşı insanlığın teknolojiyle olan ilişkisinin karanlık yüzünü ortaya koyan uç örneklerden biri hangisidir?

Birinci Dünya Savaşı insanlığın teknolojiyle olan ilişkisinin iki-karakterli bir ilişki olduğunu son derece keskin bir biçimde ortaya koyması açısından da önemlidir. Bilimsel gelişmelerin ürünü olan teknolojik yenilikler elbette potansiyel olarak insanlığın hayrına olan ilerlemelerdir. Ancak, savaşlar bu potansiyelin karanlık bir yüzü de olabileceğini göstermiştir. Bilimsel birikim ve teknolojik yenilikler, caydırıcı olmak adına daha yıkıcı silahların üretimi için de kullanılmıştır. Bu anlamda, insanlığın hayrına olması beklenen bilimsel buluşlar insanlığa daha fazla yıkım olarak geri dönebilmektedir. Bu durumun uç örneklerinden biri, Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılan zehirli gazlardır. Siper savaşında üstünlüğü ele geçirmek adına, Batı Cephesi’nde gerek Alman gerekse de Fransız ordusu, kimya alanında kullanılan klor, fosgen ve hardal gazlarını zehirli gaz bombalarına dönüştürerek askerî amaçlı kullanmıştır.

S

Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devleti’nde yurt cephesinde kadın emeği nasıl değerlendirilmiştir?

Osmanlı İmparatorluğu gibi ağırlıklı olarak tarıma dayanan ekonomilerde, kadınları daha örgütlü ve gerektiğinde zorlayıcı biçimde tarımsal işlerde kullanma uygulamalarına başvuruldu. Ör­neğin, Suriye merkezli IV. Ordu’nun kontrol ettiği bölgelerde, kumandan Cemal Paşa’nın direktifiyle Ka­dın Amele Taburları kuruldu ve bu taburlar bilhassa Çukurova bölgesinde iş gücü eksikliği çeken tarlalarda çalışmak üzere bu bölgeye sevk edildi. Başkent İstanbul’da 1917 yılında Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi tarafından bir Kadın İşçi Taburu kuruldu. Ancak, bir sanayi ülkesi olma­yan Osmanlı İmparatorluğu’nda bu girişimin kapsamı dar kaldı ve ekonomik durumu kötü birkaç yüz kadına istihdam sağlayan bir yer işlevi görebildi.

S

Birinci Dünya savaşında Osmanlı Devleti’nde yurt cephesinde henüz askerlik çağına gelmemiş çocuk ve genç yaştaki erkekler adına neler yapılmıştır?

Osmanlı İmparatorluğu’nda iz­cilik kavramı bilhassa Balkan Harbi yenilgisinden sonra hızla militarist bir karaktere büründü. 1913’te kurulan Türk Gücü Cemiyeti ve 1914’te kurulan Osmanlı Güç Dernekleri bunun örnekleridir. Ancak, okulların bir parçası olarak tasarlanan bu girişimler pek etkili olmadı. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk ve orta dereceli okullaşma oranı düşüktü, hem de köylerdeki okul çağındaki erkeklerin çok azı okula gidiyordu. Bunu hesaba katarak, okullu olmayan ve çoğu köylü olan çocuk ve genç erkekleri askerliğe hazırlama hedefiyle 1916’da kurulan Osmanlı Genç Dernekleri oluşumu, çeşitli vilayet ve ilçe merkez­lerinde şubeler açarak askerlik çağı öncesi genç erkeklere ulaşma ve onları askerliğe hazırlama hususunda daha etkili olmuştu.

S

Bi­rinci Dünya Savaşı’nı tam anlamıyla sona erdiren belge nedir?

Bi­rinci Dünya Savaşı’nı tam anlamıyla sona erdiren belge, Batı Cephesi’nde Almanya’nın 11 Kasım 1918’de Compiègne Ormanı’ndaki demiryolu hat­tında bir trende imzaladığı mütarekeydi.

S

Genel olarak “Paris Barış Konferan­sı” (1919-20) olarak tabir edilen, savaşın galipleriyle mağlupları arasındaki nihai barış müzakereleri nelerdir?

Savaşın galipleriyle mağlupları arasındaki nihai barış müzakereleri ise bir yıl sonra Paris’in banliyö­lerinde başladı. Genel olarak “Paris Barış Konferan­sı” (1919-20) olarak tabir edilen bu müzakereler, Almanya ile Versailles (28 Haziran 1919), Avustur­ya ile Saint-Germain (10 Eylül 1919), Bulgaristan ile Neuilly (27 Kasım 1919), Macaristan ile Trianon (4 Haziran 1920) ve Osmanlı Devleti ile Sèvres (10 Ağustos 1920) antlaşmalarıyla neticelendi. Elbette her biri farklı koşullar içerse de bu antlaşmaların ortak özelliği, galiplerin mağluplara son derece ağır koşullar dayatmalarıydı.

 

S

Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ile Osmanlı Devleti’ne dayatılan ağır koşullar nelerdi?

Mondros Mütarekesi’nin kendisi başlı başına ağır bir dayatmaydı. Boğazlar işgal ediliyor, demiryolu ve telgraf hatları İtilaf Devletleri’nin kontrolüne geçiyor, Osmanlı ordusu iç asayişi sağ­layacak ufak bir birlik dışında terhis ettiriliyor ve silahsızlandırılıyor, Arap vilayetlerindeki tüm Os­manlı birliklerinin teslimi talep ediliyor ve tüm Osmanlıların elindeki tüm İtilaf orduları savaş esir­lerinin serbest bırakılması şart koşuluyordu. Dahası, meşhur 7. madde ile İtilaf Devletleri, güvenlik­lerini tehlikede gördükleri stratejik bölgeleri işgal etme hakkı elde ediyordu. Aslında, ağır şartlarına rağmen Osmanlı Devleti Mondros’u kabullenmeye gene de razı gözüküyordu. Ne var ki, 7. maddeye dayanarak başlayan ve elde kalan Anadolu’yu de parçalamaya yönelik yeni işgaller kabul edilmedi ve bir millî direnişle karşılaştı.