aofsorular.com
EDB105U

Sanat, Edebiyat, Akım

1. Ünite 22 Soru
S

Sanat nasıl doğmuş olabilir?

Bu soruya verilen farklı cevaplar aslında sanatın tek boyutlu bir işleve sahip olmadığını da gösterir. Sanat çağlar boyunca farklı işlevleri yerine getirdi: Sanatçılar üretirken, insanlar da bu sanat ürünlerini seyrederken, dinlerken, okurken farklı beklentileri vardı. İlkel toplumlarda sanat işle doğrudan doğruya ilişkiliyken modern toplumlarda bu ilişki daha kopuk ya da karmaşık görünmektedir. Sanat işten, oyundan, doğayı kontrol etme arzusundan, insanda olmayan içgüdünün yerini alacak bir toplu/senkronize hareket edebilme aracına duyulan ihtiyaçtan, doğa karşısında insanın çaresizliğini ifade isteğinden, sözlü/yazılı/ görsel tarih yazma ve halk bilgisini sonraki kuşaklara iletme arzusundan, insanın doğal olarak eğilimli olduğu güzellik fenomenini çoğaltmak/yapay olarak üretmek isteğinden doğmuş olabilir.

S

Ernst Fischer sanatın doğuşunu nasıl açıklamıştır?

Ernst Fischer sanatın doğuşunu insanın doğayı kontrol etme çabasıyla açıklar:

“Sanat bir büyü aracıydı, insanın doğaya üstünlük sağlamasına, toplumsal ilişkilerin gelişmesine yarıyordu. İnsanlığın başlangıcında sanatın “güzellik”le uzun boylu bir ilintisi yoktu, estetik kaygısı ise hiç yoktu: insan topluluğunun yaşama savaşında kullandığı büyülü bir araç, bir silahtı sanat. İlkel insan imge ve dil gücüyle, büyücülükle, toplu ritmik hareketlerle doğayı evcilleştirmeye çalışıyordu. Başlangıçtaki büyü zamanla dine, bilime, sanata dönüştü”

S

Caudwell şiirin sanatın doğuşu üzerindeki etkisini nasıl vurgular?

Caudwell, insan aklının ilk estetik etkinliklerinden birinin şiir olduğunu söyler. Ona göre şiir, tarihin, dinin, büyünün, hatta yasaların ortak taşıyıcısıdır. Caudwell’e göre, uygar bir halkın edebiyatının bugüne ulaştığı her yerde, bu edebiyatın biçim olarak şiir olduğu, yani ritmik ve ölçülü olduğu görülmektedir. Bu şiir modern anlamda arı bir şiir değildir. Günlük konuşmanın yüceltilmiş bir biçimi olarak tanımlanabilir. Bu yüceltme onu, sıradan konuşmadan ayıran biçimsel bir yapıyla kendini gösterir. Bu biçimsel yapı, ölçü, uyak, ses yinelemesi, eşit uzunluktaki hecelerden meydana gelmiş mısralar, düzenli vurgu ya da hece uzunluğu, yarım uyak gibi özelliklerden oluşur. 

Ona göre müziğin kendisinin ilkel şiirle birlikte doğduğu, hareketler ve sıçramalar, bağırmalar ve anlamsız haykırışlar, sopaların ve taşların birbirine vuruluşuyla ifade edilen bir yerli beden ritminin, dansın, müziğin, şiirin ortak atası olduğu ileri sürülebilir. Ona göre şiir, “ilkel insanların tören giysileri giydirilmiş konuşma dili”, yüceltilmiş dilidir.

Caudwell, iş bölümüne dayalı modern toplumlarda, şiirin, somut yaşamdan uzak bir görüntüsü olduğunu öne sürer. Öyle ki artık şiir, bir boş zaman uğraşısı olarak görülmektedir. Şair tipik bir yalnız bireydir artık, anlatımı liriktir. İş bölümü, sınıflı toplum yapısına götürür, bu toplumda bilinç egemen sınıf kutbunda toplanmıştır ve zamanla aylaklık koşullarını ortaya çıkarır. Böylece şiir giderek işten tamamen ayrılır.

S

Victor Hugo'nun sanatın doğuşuyla ilgili görüşleri nelerdir?

Sanatın çağlar boyunca farklı ihtiyaçlara karşılık geldiği ve dönüştüğü tezine Victor Hugo’nunCromwell önsözünde de rastlanır. Hugo insanlığı bir çocukken büyüyüp adam olan bir bireye benzetir ve bu olgunlaşmanın sanat eserlerine yansıdığını söyler. Dünyayı kabaca üç çağa ayırır: İlkel çağ, Eski Çağ ve Modern Çağ. Bu çağlarda insan ve dünya ilişkisi değiştikçe, farklı şiirler doğar. İnsanın doğayı çözemediği, kontrol edemediği, özel mülkiyetin ve devletlerin olmadığı ilkel çağdaki şiir ilahi ve lirik şiir iken, özel mülkiyetin, kralların, devletlerin, savaşların olduğu eski çağda destanlar vardır. İnsana iki yaşamı olduğu fikrini veren Hristiyanlıkla birlikte çağdaş uygarlık kurulmuştur. İnsanda melankoli ve şeylerin nedenlerini merak etme ve sorgulama özelliği gelişmiştir. Bütün bunlar dram adında yeni bir türün doğuşunu müjdeler. Hugo özetle insanın kendini ve doğayı algılama biçimleri ve sosyal ve siyasal arka plan değiştikçe insanın ihtiyaç duyduğu ve ürettiği sanatın niteliğinin de değiştiğini söyler.

S

Sanat-zanaat ayrımı nasıl yapılır?

Geleneksel olarak insan yapısı bir üründe işlev ön plandaysa zanaat, güzellik kaygısı ön plandaysa sanat olarak tanımlanır ancak bu o kadar da kullanışlı ve kesin bir ayrım olamaz. Gombrich Sanatın Öyküsü (Story of Art)’nde güzellik ve işlevin birlikteliğini şu örnekle anlatır:

Bilindiği gibi çok güzel yapılar vardır ve bunlardan bazıları gerçek anlamda birer sanat yapıtıdır. Ne var ki dünyada belirli amaçlarla dikilmemiş tek bir yapı gösteremezsiniz. Bu yapıları tapınma, vakit geçirme yeri veya konut olarak kullanan kimseler onları özellikle işe yararlılık ölçülerine göre değerlendirirler. Bundan başka yapının çizgisini veya oranlarını kendi beğenilerine az-çok uygun bulabilirler ve yapıyı yalnız kullanılma açısından değil binayı bütün haline getiren mimarın çabası açısından da değerlendirebilirler. Çoğunlukla geçişte resim ve heykel sanatına karşı tutumun bundan farkı yoktu. Bu sanatlar salt sanat yapıtları değil belirli görevleri olan nesneler sayılırdı.

S

Gombrich’e göre ilkellerin sanatını Avrupa sanatından ayıran şey nedir?

Gombrich’e göre ilkellerin sanatını Avrupa sanatından ayıran şey, gerçeğe yakın olmamaları değildir –bilakis gerçeğe oldukça yakın resim ve heykellere rastlanmıştır- bu sanat eserlerinin arkasındaki kafa yapısıdır. Sanata salt güzel ya da estetik haz verici olarak yaklaşmak modern bir yaklaşımdır, halbuki ilkeller için bu eserler çoğunlukla bir etkiyi simgeliyordu: kontrol etmek, özdeşleşmek, gücünü almak, büyü yapmak, simgelemek gibi.

S

Gombrich'e göre sanat-zanaat ayrımı ne zaman yapılmaya başlanır?

Gombrich, İ.Ö. V. yüzyılın sonlarına doğru sanat ve zanaat ayrımının yapılabilmeye başlandığını yazar. Bu dönemde çeşitli sanat ekolleri, yani çeşitli kentlerin ustalıklarını birbirinden ayıran teknik ve geleneklerle değişik üsluplar üzerinde tartışılmaktadır. Ekoller arasında yapılan karşılaştırma ve yarışma, sanatçıları daha büyük girişimlere yerel Yunan sanatındaki çeşitliliğe katkıda bulunur. Değişik üsluplar birleşerek sonsuz ve rahat bir zarafet üretirler.

S

Helenistik sanat döneminin özellikleri nelerdir?

Mimaride ve heykelde şatafat, göz kamaştırıcılık ve parlaklık öne çıkar. Helenistik sanatın amacı etkilemektir, bunu da başarır. Helenistik dönemde sanat artık büyü ve dinle olana eski bağını büyük ölçüde yitirmiştir. Bu çağda varlıklı kimseler sanat yapıtlarını derlemeye, ünlü yapıtları kopya ettirmeye, elde edebildiklerinin özgünlerini sağlamaya ve buldukları özgün yapıtlar için yüksek ücretler ödemeye başlarlar. Yazarlar sanatçılar hakkında yaşam öyküleri yazmaya, gezginler için kılavuzlar hazırlamaya başlarlar. Eski Doğu sanatında ressamlar günlük yaşam ve savaş sahneleri dışında manzarayla ilgilenmezken, Helenistik dönemle birlikte ölüdoğa, hayvan ve manzara resimleri yapılmaya başlanır.

S

Hıristiyanlığın kabulünden sonra Doğu sanatı nasıl etkilenir?

Hıristiyanlığın kabulünden sonra Roma sanatı ve Helenistik sanat Doğu sanatını da etkiler. Mısır’da ölülerin portreleri, Hindistan’da tanrılar tıpkı Roman ve Yunan tanrıları gibi imgeselleştirilerek heykelleri yapılır. Museviler havralarına kutsal öykülerin resimlerini yaparlar. Musevilikte putperestlik korkusuyla resmin yasaklanmasına rağmen, gerçekçi olmayan, insanlara Tanrı’yı, Tanrı’nın gücünü ve eski Ahit öykülerini anımsatıcı olma özelliği taşıyan resimler yapılır. Bu resimler havrayı süslemekten çok kutsal tarihi görsel olarak resmetmek amacıyla yapılmışlardır.

S

“Sanat için sanat” anlayışı nasıl bir anlayıştır?

“Sanat için sanat” ya da Türkçe’de daha sık kullanılan şekliyle “sanat sanat içindir” görüşü, Théophile Gautier tarafından kuramsallaştırılan ve sanatçının (bir fikre, bir ideolojiye) bağlılığını reddeden ve sanatın tek amacını güzellikte gören sanat anlayışıdır. Bu görüşün tohumlarına ilk olarak Rönesans döneminde rastlanmakla birlikte bir kuram olarak savunulması ve taraftar toplaması 19. yüzyılda gerçekleşir.

S

Gautier’in romanı Mademoiselle de Maupin’in önsözünde yazdığı temel fikir nedir?

Gautier’nin metninde temel fikir, sanatın ken- disinden başka bir amacı olmadığıdır. Sanatsal yaratımın tamamen sebepsiz olması gerekir. Gautier, değirmenleri kiliselere, ekmeği, ruhun gıdasına tercih eden insanları örnek vererek sanatta yararlılık aramayı buna benzetir. Yararlılık nedir, diye sorar ve her şeyden önce dünyada olmamızın, yaşıyor olmamızın bir yararı olmadığını savunur.

S

Sanatçının özgün olma fikri nasıl doğmuştur?

Sanatçının özgün (orijinal) olma fikri Rönesans’ta yeniden doğar. Orta Çağ’da sanatçılar eserlerine imza atmazlar bile, halbuki Rönesans’la birlikte sanatçılar eserlerini imzalıyor, kendi üs- luplarını eserlerine yansıtıyor ve ün kazanıyorlardı. 19. yüzyılda sanatta özgünlük, bireysel üslup ve ayırıcılık gibi özellikler son derece önemli olmaya başladı. Güzelliğin sanatta esas amaç –hatta tek amaç- olması düşüncesinin kuramsallaşmasıyla birlikte sanatçının rolü ön plana çıktı. Eserde eleştiri konusu edilecek ya da eseri değerli kılacak şey onun sanatsal niteliğiydi ve buna göre asıl önemli olan bu sanatsal niteliğin, dolayısıyla güzelliğin yaratımıydı. Sanatçının imzası olan üslubu bu yaratımın araçlarını bize sunuyordu.

S

Edebiyat nasıl tanımlanmaktadır?

Güzel sanatların bir dalı olan edebiyat bazı sözlüklerde şöyle tanımlanmıştır:

Edebiyat: “olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, yazın” (TDK sözlüğü)

Edebiyat: Yaratıcı ya da eleştirel nitelikte, bilimsel yazılardan ayırt edilen, sürekli bir değere, biçim kusursuzluğuna sahip, güçlü duygusal etki yaratan düşünce, duygu ve imgelerin söz ya da yazıyla anlatılması sanatı, yazın. (Resimli Ansiklopedik Büyük Sözlük)

Edebiyat: 1. Düzyazı ve şiirde yazılı kompozisyonlar, özellikle kalıcı nitelikli ve sanatsal değere sahip olanlar. / 2. Belli bir ülkede ya da belli bir dönemde üretilen yazılar, örneğin Fransız edebiyatı, Rönesans dönemi edebiyatı vs. (The Webster’s dictionary)

Edebiyat: Didaktik ya da açıklayıcı değerden çok sanatsal değere sahip yazılar. (Collier’s dictionary)

S

Resimli Ansiklopedik Büyük Sözlük'te edebiyat akımı nasıl tanımlanmıştır?

Edebiyat akımı: Edebiyat sanatı konusunda aynı görüşte olan sanatçıların oluşturduğu topluluk. / Öncü bir edebiyatçının ya da edebiyatçılar topluluğunun geliştirdiği, biçim ve içerik önünden birtakım yenilikler getiren anlayış, akım, okul.

S

Akımlar nasıl başlar?

Akımlar çoğunlukla o dönemde yaygın ve yerleşik olan akımlara karşı çıkılmasıyla başlar: Romantizmin klasisizme, realizmin romantizme, sem- bolizmin realizme bir tepki olarak gelişmesi gibi. Böylece her yeni akım, üslup, içerik, sanatta amaç ve işlev konusunda yeni önerilerle gelir.

S

Birden çok akımı içine alan genel nitelikli akımlara örnek veriniz.

Örneğin modernizm akımı, 19. yüzyıl sonlarında doğmuş ve 1960’larda yerini postmodernizme bırakıncaya kadar devam etmiştir. Sürrealizm, kübizm, ekspresyonizm, dadaizm gibi akımlar modernizm akımının birer parçasıdır. Postmodernizm içinde büyülü gerçekçilik, mistisizm, postkoloniyalizm gibi akımlar yer alır.

S

Batı medeniyetinin temeli nereden gelmektedir?

Bugün genel kabul gören görüşe göre Batı medeniyetinin temeli Eski Yunan ve Latin kültür vesanatıdır. İnanış bakımından –Reformdan sonra ortaya çıkan farklı mezhepler olsa da- Hristiyan- dır. Felsefî köklerini Eski Yunan’dan alır. Eski Yunan ve Latin, Orta Çağ, Hümanizm, Aydınlanma,Modernizm çizgisini takip eder. Bu medeniyet için önemli tarihsel dönüşümler Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi devrimi, Bilim devrimi ve liberal demokrasilerin gelişmesidir. Rönesans Antik Çağ’daki köklere dönüşü temsil eder, bu ve takip eden diğer gelişmeler bugünkü Batılı toplumların, siyasal, ekonomik, dinî ve toplumsal yapısını şekillendirmede etkili olmuştur.

S

Gerçek nasıl tanımlanmaktadır?

TDK sözlüğünde gerçek, “düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan” olarak tanımlanmıştır. Oxford sözlüğüne göre gerçek, şeylerin göründüğü ya da hayal edildiği gibi değil, gerçekten oldukları durumdur. Genelde sözlük tanımlarına bakıldığında nesnel (objektif) bir ger- çekliğin var olduğu kabulüyle tanımlandığı görülür. Oysa gerçek, gerçeğin doğası ve bilinebilirliği, felsefe tarihinin en eski ve uzun ömürlü tartışma konularından biridir.

S

Eleacılara göre gerçek nedir?

Antikçağ Yunan Eleacılığından başlayarak günümüze kadar sürüp gelen idealist felsefenin gerçek anlayışı, bu felsefenin doruğu olan Hegel’de şu deyimle dile gelir: “Gerçek, ussal (aklî) olandır.”

Eleacılara göre duyularımızla algıladığımız her şey bir yanılsama, bir görüntüden ibaretti. Var olan şeylerin tümü yanılsama, görünüştü. Sadece tek ve evrensel varlık gerçekti, ama varlık var olmuş değildi, çünkü gerçek olan var olmazdı. Ancak akılla bilinebilir, akılla tanınabilirdi.

Ele acılar, şeylerin gerçek açıklamalarının varoluşun evrensel bir birliği anlayışında yattığını ileri sürdüler. Öğretiye göre, duyular bu birliği anlayamaz çünkü bildirileri tutarsızdır; yalnız düşünceyle, duyunun sahte görünüşlerinin ötesine geçebiliriz ve “Her şey Birdir” olan temel gerçeğin varlık bilgisine ulaşabiliriz.

S

Tümellerin gerçek olup olmadığıyla ilgili düşünceler nelerdir?

Platon, tümellerin gerçek özler olduğu ve niteliklerden bağımsız olarak var olduğu görüşündedir.

Aristo ise tümellerin gerçek özler olduğu görüşündedir, ancak varlıkları, onları örnekleyen niteliklere bağlıdır. Yani kedi olmasaydı kedilik tümeli olma- yacaktı; kedilik tümelinin olması kedinin varlığına bağlıdır.

Kant ve Hegel gibi idealistler, tümellerin gerçek olmadığını, ancak akılcı varlıkların zihnindeki fikirler olduğunu ileri sürmektedirler. Tümellere saf aklın temel kategorileri (veya bu temel kategorilerden türetilmiş ikincil kavramlar) olarak bakarlar. Tümeller, idealizmde, özünde yargılamanın yapıldığı rasyonaliteye bağlıdırlar.

S

Maddeciliğe göre gerçek nedir?

Gerçekçiliğin (realizmin) bir türü olan maddeciliğe göre “gerçek daima somuttur.” Gerçek, bilinçten bağımsız, somut ve nesneldir. Bilinçten bağımsız olarak tüm var olanlar gerçektirler. Bu anlamda gerçek deyimi, madde ve nesne deyimleriyle de ilişkilidir. Lenin, “Madde, bize duyumlarlaverilen nesnel gerçekliktir,” der. Tüm nesneler de gerçektirler. Gerçek deyince bilincimizin dışında nesnel olarak ortaya çıkmış bulunan nesne, nitelik, koşul, durum vb. gibi olgu ve olayları anlarız. Hakikat de bu nesnel gerçeğin bilincimizdeki yansısıdır. Duyumlarımız, algılarımız, tasarımlarımız, kuramlarımız nesnel gerçeğe uygun oldukları oranda hakikat olur. Demek ki her hakikât nesneldir. Gerçeğe uygun düşmeyen öznel kanılarımız, tasarımlarımız, düşlerimiz, yapıntılarımız ve yanılsamalarımız hakikât değildir.

S

Kant'a göre güzel nedir?

Metafizik güzel anlayışının en belirgin tanımını Kant vermiştir. Kant’a göre güzel:

  1. Çıkarsız olarak hoşa giden şeydir. Örneğin ahlâki hazdan farklıdır, herhangi bir fayda düşüncesine dayanmaz.

  2. Herkesin hoşuna giden şeydir yani evrenseldir. Duyarlık kişiden kişiye değişse de bilgi yetilerimiz genel kanunlara uymaktadır; bu kanunların evrenselliği zevk yargısının evrenselliğini gerektirir.

  3. Kendi dışında hiçbir amaç olmadan hoşa giden şeydir. Zevk yargısının konusu olan güzellik, öznel ve nesnel bütün amaçlardan uzaktır; bir şeydeki biçimin, hayal gücü ile düşünme gücü arasındaki ahenge uymasından doğar.

  4. Zorunlu olarak hoşa giden şeydir. Güzellik yargısı evrensel olduğuna göre zorunludur.