Soğuk Savaş Sonrası Çatışmalar ve Dönüşümler
Yugoslavya’nın dağılmasını açıklayan yaklaşımlar nelerdir?
Yugoslavya’nın dağılması genel olarak üç değişik yaklaşım çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Bir yaklaşım, Slobodan Milošević (Sırbistan) ve Franjo Tuđman (Hırvatistan) gibi liderlerin etnik ayrılıkçılığı kasten teşvik ettiğini savunmakta ve yaşanan savaşları bu kapsamda izah etmektedir. Başka bir yaklaşıma göre, Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Balkanlara miras bıraktığı farklı din ve kültürler 1990’lı yıllarda yaşanan savaşlara sebep olmuştur. Bu çerçevede, Müslüman, Ortodoks ve Katolikler arasında var olan tarihsel husumetlerin 1990’larda etnik düşmanlığa dönüştüğü ve savaşlara yol açtığı ileri sürülmektedir. Uluslararası sistemi referans noktası olarak dikkate alan son yaklaşım ise iki ana gruba ayrılmaktadır. Birinci gruptakiler, dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmelerin Yugoslavya’ya yansıdığına ülkede artan işsizlik karşısında etnik siyasetin izlenmeye başladığına ve etnik düşmanlığa dönüştüğüne dikkat çekmektedir. İkinci gruptakiler ise, kendi çıkarları peşinde koşan küresel güçlerin komploları yüzünden Yugoslavya’nın dağıldığına inanmaktadır.
Tito’nun Yugoslavya’sı neden üçayaklı bir tabureye benzetilmektedir?
Tito’nun Yugoslavyası üçayaklı bir tabureye benzetilmektedir. Birinci ayağını ülkenin lideri Tito, ikinci ayağını güçlü Yugoslavya Halk Ordusu, üçüncü ayağını ise komünizm ideolojisi oluşturmaktaydı. 1980 yılında Tito’nun ölümüyle birlikte Yugoslavya’nın bir ayağı yıkılmış, Yugoslavya’nın temelleri sarsılmaya başlamıştır. 1991’in ikinci yarısında Yugoslavya Halk Ordusu adım adım Sırp ordusuna dönüştürülmüş, Sovyetler Birliği’nin Aralık 1991’de dağılmasıyla ise komünizm ideolojisi resmen çökmüştür. Böylece her üçayağını da yitiren Yugoslavya’nın varlığını destekleyecek bir altyapı kalmamıştır.
Eylül 1986’daSırp Bilim ve Sanat Akademisi tarafından yayımlanan muhtıranın (Memorandum SANU) Yugoslavya’daki etkileri nelerdir?
Eylül 1986’da Sırp Bilim ve Sanat Akademisi tarafından yayımlanan ve Sırp milliyetçi bakış açısıyla Yugoslavya’nın eleştirisini yapan muhtıra (Memorandum SANU) deprem etkisi yaratmış ve Yugoslavya’nın dağılma sürecinde önemli bir etken olmuştur. Muhtırada, diğerleri arasında, Sırbistan’ın başta Hırvatistan ve Slovenya olmak üzere Yugoslavya’nın diğer federal birimleri tarafından siyasi, ekonomik, kültürel ve bilimsel alanlarda kenara itildiğini vurgulamaktaydı. Diğer yandan Sırbistan’a yeterince yatırım yapılmadığı, Sırpların eşit haklara sahip olmadığı ve asimilasyon tehlikesi altında olduğu, Kosova’daki Sırpların sürgün edildiği ve Yugoslavya içinde Sırbistan sınırlarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmekteydi. Muhtırada ileri sürülen bu görüşler, komünizm maskesi altında gizlenen Sırbistan’daki milliyetçi hareketleri canlandırmış ve Sırpların lideri olarak ortaya çıkacak olan Slobodan Milošević’in politikalarına rehberlik etmiştir.
1990’lı yıllarda Yugoslavya’da yapılan seçimlerin önemi nedir?
1990 yılında Yugoslavya’da ilk çok partili seçimler gerçekleştirilmiştir. Bu seçimlerle Yugoslavya cumhuriyetlerinde yeni sosyalist partiler dışında, komünist parti geçmişi olmayan, Batı ülkeleriyle ilişkileri ve demokratikleşmeyi önemseyen yeni siyasi hareketler ortaya çıkmıştır. Hırvatistan ve Slovenya’da aynı zamanda Yugoslavya’dan ayrılma yanlısı siyasi partiler hızla güçlenmiştir. Hırvatistan’da Nisan-Mayıs 1990’da düzenlenen genel seçimlerde Franjo Tuđman liderliğindeki Hırvat Demokratik Birliği (HDZ) 351 kişilik Hırvatistan meclisinde 205 sandalye kazanarak zafer elde etmiştir. Slovenya’da Nisan 1990’da düzenlenen ilk çok partili seçimlerden ise Hırvatistan’daki gibi güçlü bir siyasi parti çıkmamış ancak komünist olmayan ve Milošević’in politikalarını onaylamayan partiler DEMOS (Slovenya Demokratik Muhalefeti) isimli koalisyonun altında toplanarak Slovenya meclisinde çoğunluğu sağlamıştır. Bosna-Hersek ve Makedonya’da ise genellikle partiler etnik temelde kurulmuş ve her vatandaş etnik bakımdan kendine yakın bulduğu siyasi partilere oy vermiştir. Kasım-Aralık 1990’da Bosna-Hersek’te düzenlenen genel seçimlerde Boşnaklar çoğunlukla Demokratik Eylem Partisine (SDA), Sırplar çoğunlukla Sırp Demokratik Partisine (SDS), Hırvatlar ise çoğunlukla Bosna-Hersek Hırvat Demokratik Birliğine (HDZ BiH) oy vermeyi tercih etmiş, seçimlerle birlikte oluşan yeni ortamda Yugoslavya’nın dağılması an meselesi olmuştur.
1990 yılı sonlarından itibaren Yugoslavya’daki cumhuriyetlerde bağımsızlık ilanları nasıl gerçekleşmiştir?
1990 yılı sonlarından itibaren Yugoslavya’daki cumhuriyetlerde bağımsızlık ilanına ilişkin bir dizi referandum gerçekleştirilmiştir. 23 Aralık 1990’da Slovenya’da düzenlenen referandumda bağımsızlıktan yana oy çıkmış ancak Belgrad’la diyalog yoluyla bir dağılmayı sağlamak maksadıyla Slovenya bağımsızlığını hemen ilan etmemiştir. 19 Mayıs 1991’de Hırvatistan, 8 Eylül 1991’de Makedonya, 29 Şubat-1 Mart 1992’de ise Bosna-Hersek’te de benzer bağımsızlık referandumları düzenlenmiş ve hepsinde sonuç bağımsızlık ilanı yönünde çıkmıştır. Yugoslavya’nın diyalog yoluyla dağılması için Milošević’le yapılan müzakereler herhangi bir sonuç vermeyince Hırvatistan ve Slovenya parlamentoları 25 Haziran 1991’de bağımsızlıklarını ilan etmiştir.
Yugoslavya’da yaşanan kriz karşısında Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumu ne olmuştur?
Soğuk Savaş sırasında SSCB ile yürütülen ideolojik mücadeleye büyük enerji harcamış olan ABD’de Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasının ardından genel görüş ülkenin kendi sorunlarına yoğunlaşılması yönündeydi. Bu sebeple ABD’de askerî harcamaların kısılmasına ilişkin argümanlar ileri sürülmüş ve ülkenin dış politika uzmanları Yugoslavya coğrafyasında yaşananlara karşı Washington’un pasif kalmasından yana olmuştur. Zaten komünizmin çöküşüyle birlikte ABD’nin Avrupa’da Yugoslavya gibi bir tampon bölgeye ihtiyacı kalmamıştı. Yugoslavya’nın dağılmasının Amerikan çıkarlarını etkilemeyeceğini düşünen Washington’un tercihi, krizle Avrupa Topluluğunun ilgilenmesi yönündeydi. Savaşlar başlamadan önce ABD’nin öncelikli hedefi Yugoslavya’nın bütünlüğünü koruyarak bu ülkeye Batı tipi demokrasiyi ve piyasa ekonomisini kabul ettirmekti. Bu amaçla ABD ilk başlarda Belgrad’daki federal yönetimi muhatap almış, bağımsız olmaya çalışan Slovenya ve Hırvatistan ise bundan son derece rahatsız olmuştur. Federal yapının demokratik bir şekilde korunması fikriyle ABD Dışişleri Bakanı James Baker Haziran 1991’de Belgrad’ı ziyaret etmiştir. Ancak Yugoslavya’daki çatlaklar derinleşince, ABD bu sefer konfederal bir Yugoslavya’nın inşası fikrini ortaya atmış ancak bu da Sırbistan tarafından kabul edilmemiştir.
7 Eylül 1991’de Hollanda’nın Lahey kentinde kurulan Badinter Komisyonunun amacı ve rolü nedir?
Hırvatistan’da artan şiddetin karşısında dehşete düşen AT’nin girişimleriyle 7 Eylül 1991’de dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Carrington’un başkanlığında Hollanda’nın Lahey kentinde Yugoslavya ile ilgili bir barış konferansı toplanmıştır. Bunun yanı sıra “Badinter Komisyonu” olarak bilinen bir tahkim komisyonu kurularak Yugoslavya’daki krizin barışçıl çözümünü kolaylaştıracak yasal konularda görüş bildirmeye başlamıştır. Ancak AT, çatışan taraflara defalarca ültimatom vermesine ve Yugoslavya’ya yönelik ekonomik ambargo ve silah ambargosu uygulamasına rağmen Yugoslavya topraklarında yaşanan savaşları engelleyememiştir. AT tarafından kurulan Badinter Komisyonu, 7 Aralık 1991’de Yugoslavya’nın dağılma sürecinde olduğunu ve federal devlet kurumlarının artık çalışmadığını belirtmiştir. 4 Temmuz 1992’de ise, Komisyon söz konusu dağılma sürecinin tamamlandığını ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin artık var olmadığını açıklamıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de 19 Eylül 1992 tarihli ve 777 sayılı Kararı’yla, Yugoslavya’nın artık var olmadığı görüşünü kabul etmiştir. Badinter Komisyonu bağımsızlığını ilan eden cumhuriyetlerin sınırlarının sadece “tarafların barışçıl anlaşmasıyla” değişebileceğini de belirtmiştir. Badinter Komisyonu’nun bu kararları, Belgrad’ın Yugoslavya’daki bütün Sırpları hukuk yoluyla Sırbistan’a bağlama politikasını başarısızlığa uğratmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya ve Slovenya bağımsız devletler olarak dünya sahnesine çıkmıştır.
Bosna savaşı nasıl ortaya çıkmıştır?
Bosna-Hersek, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde hiçbir rol oynamamasına rağmen Büyük Sırbistan projesi yüzünden bu sürecin en büyük kurbanı olmuştur. Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık ilanının ardından Bosna-Hersek de 1992 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak bundan önce Bosnalı Sırplar Bosna-Hersek’in bağımsızlığını ilan etme ihtimaline karşı 9 Ocak 1992’de kendi anayasalarını kabul ederek Bosna-Hersek toprakları içinde “Sırp Cumhuriyeti’ni ilan etmişlerdi. Ardından Bosna’nın doğusundaki şehirlere saldıran Bosnalı Sırplar, bu kentleri birer birer kontrol altına almış ve sivillere yönelik katliamlar gerçekleştirmiştir. Böylece bir savaşın içinde kendini bulmuş ve Mayıs 1992’ye kadar Bosna topraklarının %60’ı etnik temizlik yoluyla Bosnalı Sırpların kontrolüne geçmiştir. Bununla birlikte Bosna Savaşı yıllarında Sırbistan’daki Milošević yönetimi sadece Bosna-Hersek’e saldırı düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda Bosna-Hersek topraklarını aralarında paylaşmak üzere Hırvatistan’la gizlice görüşmelerini sürdürmüştür.
Birleşmiş Milletler Cemiyetinin Bosna Savaşı’na yönelik tutumu ne olmuştur?
Yugoslavya Ordusunun Bosna’daki ilerleyişi sırasında toplanan BM Güvenlik Konseyi, 15 Mayıs 1992 tarihli ve 752 sayılı Kararı’yla Bosna-Hersek’e yönelik bir saldırının düzenlenmekte olduğunu kabul etmiş, Karar’ın 3. maddesinde Yugoslavya Ordusu ile Hırvatistan askerî birliklerinin Bosna-Hersek’teki gelişmelere karıştıklarını belirterek derhâl buna son vermelerine yönelik çağrıda bulunmuştur. Bu çağrıya uyulmadığı için BM Güvenlik Konseyi 30 Mayıs 1992 tarihli ve 757 sayılı Kararı’yla saldırgan YFC’ye karşı ekonomik ambargo uygulamasını başlatmıştır. BM Genel Kurulunun 18 Aralık 1992 tarihli ve 47/121 sayılı Kararı’nda ise “daha çok toprak elde etmek uğruna, Sırbistan ve Karadağ silahlı kuvvetlerinin Bosna-Hersek’te yoğunlaşan saldırgan eylemlerinden ciddi kuşku duyuluyor” denmiştir. BM’nin bu kararları bağımsız bir devlet olan Bosna-Hersek’in komşularının saldırısına uğradığını açıkça ortaya koymaktaydı. Buna rağmen uluslararası toplum tarafından Bosna Savaşı’na daha ziyade bir iç savaş olarak yaklaşılmış ve kıyımların durdurulması için aktif bir çaba sarf edilmemiştir. Bosna Savaşı’nın sona erdirilmesine ve ülkenin idari yapısının belirlenmesine yönelik başlatılan Carrington ve Cutileiro Planı (Mart 1992), Londra Konferansı (Ağustos 1992), Vance-Owen Planı (Kış İlkbahar 1993), Owen-Stoltenberg Planı (Ağustos 1993) ve Temas Grubu Planı (Temmuz 1994) gibi girişimlerden herhangi bir netice alınamamıştır. Batılıların bu girişimlerdeki en büyük hatası, saldırganı ödüllendiren, kurbanı ise cezalandıran bir siyaset izlemiş olmalarıdır. Batılı diplomatların sunduğu barış planları Bosna-Hersek’in etnik temizlik yoluyla yeniden şekillendirilen iç sınırlarını bir noter gibi onayladığından bunun farkında olan Sırplar hep daha fazla toprağın peşinde koşmuş, bu yüzden barış müzakereleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bosna Savaşı’na yönelik Amerika Birleşik Devletlerinin tutumu ne olmuştur?
ABD, 1992’nin ikinci yarısından itibaren Bosnalı Sırpları ve onları destekleyen Belgrad’ı açık bir şekilde eleştirmeye başlamış ancak bütün bunlar retorikten öteye geçmemiştir. ABD’nin 41. Başkanı George H. W. Bush defalarca Sırpların etnik temizlik girişimlerini kınamış, bölgeye barış gücü askerleri göndermiş ancak Bosnalı Sırplara yönelik askerî müdahaleyi aklından geçirmemiştir. 1992’deki seçim kampanyasında Bosna’da askerî müdahale sözünü veren Bill Clinton da Ocak 1993’te iktidara geldikten sonra Boşnakların yaşadığı trajedi karşısında uzun süre seyirci kalmıştır. Bush ve Clinton’un bu tavırları ABD’nin stratejik çıkarlarının zedelenmediği yerlerde dünya polisliğini üstlenmek istemedikleri şeklinde yorumlanmaktadır. 1994 yılından itibaren ABD’nin Bosna Savaşı karşısındaki tutumu değişmeye başlamıştır. Bu tutum değişikliğine yol açan faktörlerden biri, 5 Şubat 1994’te Boşnakların kontrol ettiği Saraybosna’daki Markale pazarına yapılan saldırı sonucunda 70’e yakın sivilin öldürülmesi ve en az 100 kişinin yaralanması olmuştur. Bu olaydan sonra ABD, BM’nin silah ambargosuna rağmen İran’dan ve diğer bazı Müslüman ülkelerden silahların Hırvatistan üzerinden Boşnaklara iletilmesine göz yummaya başlamış, hatta kendisi de Boşnaklara gizli bir şekilde silah yardımı yapmıştır. Bu dönemde ABD Sırplara karşı savaşan Hırvatları da güçlendirmeye çalışmış ve Hırvatistan’ın Krayina bölgesindeki Sırpların bastırılması için Hırvatistan ordusuna özel eğitim vermeye başlamıştır. Boşnaklar ve Hırvatlar arasında barışın sağlanması Avrupalı devletlerin ve ABD’nin ara buluculuğuyla mümkün olmuştur.
Bosna Savaşı nasıl sona ermiştir?
Krayina ve Srebrenitsa’nın düşmesinden üç ay sonra taraflar arasında barışın sağlanması mümkün olmuştur. ABD’nin inisiyatifiyle bir araya gelen Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı İzetbegović, YFC Cumhurbaşkanı Milošević ve Hırvatistan Cumhurbaşkanı Tuđman’ın 21 Kasım 1995’te imzaladığı Dayton Barış Antlaşması ile Bosna Savaşı sona ermiştir.
Bosna-Hersek Hükûmetinin 20 Mart 1993’te Uluslararası Adalet Divanına başvurarak Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin (Soykırım Sözleşmesi) ihlal edildiği gerekçesiyle, Sırbistan ve Karadağ’a (YFC) karşı açtığı dava nasıl sonuçlanmıştır?
Bosna-Hersek Hükûmeti 20 Mart 1993’te Uluslararası Adalet Divanına başvurarak Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin (Soykırım Sözleşmesi) ihlal edildiği gerekçesiyle, YFC’ye (Sırbistan ve Karadağ’a) karşı dava açılmıştır. 13 yıllık bir aradan sonra dava 26 Şubat 2006’da görülmeye başlamış ve 26 Şubat 2007’de karara bağlanmıştır. Kararda, soykırımın sadece Srebrenitsa’da gerçekleştiği, Bosna-Hersek’in diğer bölgelerinde işlenen katliamların soykırım olarak nitelenebilmesi için ise yeterince kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca Sırbistan, Soykırım Sözleşmesi’nin 3. Maddesinde etkili cezaların verilmesini öngören hususların hiçbirinden sorumlu tutulmamış, yalnızca soykırımı önlemediğinden ve suçluları tutuklayıp Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesine teslim etmediğinden dolayı suçlu bulunmuştur. Birçok uzman, Uluslararası Adalet Divanının bu kararını siyasi bulmuş, Divanı Sırbistan’ın Bosna Savaşı’ndaki rolünü ispatlayan delilleri göz ardı etmekle suçlamış ve alınan kararı Bosna’daki soykırımın örtbas edilmesi olarak nitelendirmiştir.
Kosova bağımsızlığını nasıl ilan etmiştir?
1990’ların başlarında Sırbistan’ın başlattığı savaşlar karşısında Kosovalı Arnavutlar pasif bir direniş politikası benimsemiş, Ibrahim Rugova ve kurucusu olduğu Kosova Demokratik Birliği (LDK) adlı parti bu fikrin sembolü hâline gelmiştir. Rugova pasif direniş politikasıyla farklı ülkelerle diplomatik ilişkilerini ilerleterek Kosova sorununun uluslararası gündemde yer almasını sağlamıştır. LDK’nin liderliğinde Kosova’da 26-30 Eylül 1991 tarihlerinde düzenlenen halk oylamasının sonucunda Kosova’nın bağımsızlığı ilan edilmiştir. Her ne kadar Rugova’nın pasif direnişi dünyada ses getirmişse de Kosova’nın bağımsızlığı hiçbir ülke tarafından tanınmamıştır.
Kosova’daki savaş nasıl bitmiştir?
Kosova’daki savaş, 9 Haziran 1999 tarihinde Makedonya’nın Kumanova kentinde NATO, YFC Ordusu ve Sırbistan İçişleri Bakanlığı temsilcileriarasında imzalanan bir antlaşmayla fiilen bitirilmiştir. Antlaşmanın ardından Sırp silahlı kuvvetleri Kosova’dan geri çekilmiş ve yerine NATO’ya bağlı Kosova Barış Gücü (KFOR) geçmiştir. KFOR’u takiben, BM Güvenlik Konseyinin 1244 sayılı Kararı gereğince Kosova’da UNMIK (United Nations Interim Administration Mission in Kosovo) adı altında geçici bir BM yönetimi kurulmuştur.
Sırbistan ve AB ilişkilerini zorlaştıran nedenler nelerdir?
Kosova’nın Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan etmesi ve AB ülkelerinin çoğunluğunca tanınması üzerine Sırbistan hükûmeti ülkenin AB üyelik sürecini askıya alacağına dair sinyaller vermiştir. Sırbistan ve AB ilişkileri zorlaşmaya başlamıştır. Fakat dönemin AB yanlısı cumhurbaşkanı Bo ris Tadić hükûmeti devre dışı bırakarak 29 Nisan 2008 tarihinde AB ile İstikrar ve İşbirliği Anlaşması’nı imzalamıştır. Sırbistan’ın AB ile ilişkilerini zorlaştıran unsurlardan biri de Belgrad’ın Rusya’ya olan bağımlılığı olmuştur. Özellikle Brüksel ile Belgrad arasındaki bir yakınlaşmanın Rusya’nın Kosova konusunda Sırbistan’ı desteklemekten vazgeçirebileceğinden endişe edilmektedir. Yine de 2010’ların başından bu yana Sırbistan’da Batı dünyası yerine Rusya’yla ilişkilerin gelişmesini savunan partiler oldukça azınlıktadır. SNS liderliğindeki hükûmetler ise NATO’ya mesafeli kalmaya devam etmekle birlikte AB’ye üye olmak için büyük çaba sarf etmekte ve Ocak 2014’ten beri AB ile tam üyelik müzakerelerini sürdürmektedir.
AB ve Batının Karadağ’ın bağımsızlığını desteklememesinin nedeni nedir?
Batı dünyası Karadağ’ın bağımsızlığını değil, Sırbistan ile bir arada kalmasını savunmuştur. Bağımsız bir Karadağ’ın bölgeyi istikrarsızlaştırabileceği endişesini taşıyan Batılı ülkeler, aynı zamanda Karadağ’ın Sırbistan’da demokrasinin güçlenmesine yardımcı olacağı düşüncesini taşımaktaydı.
1990’ın başında sosyalist anlayışın iflas etmesi sonucunda Balkanlarda iktidara gelen yeni yönetimlerin temel görevleri neler olmuştur?
1990’ın başında sosyalist anlayışın iflas etmesi sonucunda Balkanlarda iktidara gelen yeni yönetimlerin temel görevleri, yeni bir siyaset, ekonomi ve toplum yapısı inşa etmek olmuştur. Kapsamlı dönüşüm süreçleriyle karşı karşıya kalan bütün eski komünist ülkeler piyasa ekonomisine geçme ve buna bağlı olarak özelleştirmeleri gerçekleştirme, demokratikleşme, sivil toplumu inşa etme, zihniyet değişimini sağlama, millî kimliği yeniden şekillendirme, uluslararası ilişkileri yeniden düzenleme gibi çetin görevlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Bulgaristan ile Kuzey Makedonya'nın ilişkileri nasıldır?
Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya ile ilişkilerinde olumlu yönde gelişmeler yaşanmış olmakla birlikte iki ülke arasındaki sorunlar bulunmaktadır. Bulgaristan’da hâlâ Makedonların Bulgar olduğuna ve Makedoncanın Bulgarca dilinin bir şivesi olduğuna yönelik yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Ayrıca son yıllarda Sofya’nın Kuzey Makedonya vatandaşlarına kolaylaştırılmış bir prosedürle Bulgar pasaportu vermesi ve her yıl yüzlerce Makedon gencin burslu olarak Bulgaristan’daki üniversitelere kayıt yaptırması Kuzey Makedonya’da tartışma ve endişelere yol açmakta, bazı Makedon politikacı ve yazarlar Bulgaristan’ın bu tür uygulamalarla Makedonya’yı Bulgarlaştırmaya çalıştığını dile getirmektedir. Diğer taraftan Başbakan Borisov’un deyimiyle “Makedonya’nın Bulgar tarihinin bir kısmını sahiplenmeye çalışması” sebebiyle Bulgaristan bu ülkeye NATO ve AB üyeliği yolunda zaman zaman zorluklar çıkarmıştır. Yine de Bulgaristan ile Kuzey Makedonya hükûmetleri arasında Ağustos 2017’de imzalanan Dostluk Anlaşması iki ülke arasındaki ilişkilerin ilerletilmesi yönünde önemli bir gelişme olmuştur.
Soğuk Savaş’ın ardından Romanya’nın dış politikası ne olmuştur?
Soğuk Savaş’ın ardından dış politikasını Batı dünyasıyla bütünleşme hedefi üzerine kuran Romanya, 2004 yılında NATO’ya, 2007 yılında da AB’ye üye olmuştur. AB’ye katılım sonrası takip süreci devam eden Romanya, henüz Schengen ve Euro bölgelerine dahil edilmemiştir. Özellikle NATO’ya girişinin ardından Romanya’nın ABD ile ilişkilerinin bir hayli derinleştiği gözlemlenmektedir. ABD’nin Karadeniz havzasındaki en yakın müttefiki olma arzusundaki Romanya, bu suretle hem bölgesindeki gücünü artırmaya hem de güvenliğini garanti altına almaya çalışmaktadır. Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ilhak etmesinden sonra Romanya için ABD ile yakın ilişkileri korumak âdeta bir zaruret hâline gelmiş, Romanya neredeyse ABD’yi her konuda kayıtsız şartsız desteklemeye başlamıştır.
Soğuk Savaş sonrasında Balkanlarda Yunanistan’ın durumu ne olmuştur?
Balkanlardaki diğer ülkelerin aksine Yunanistan Soğuk Savaş sonrasında bir siyasi veya iktisadi dönüşüm geçirmemiştir. 1990’ların başlarında Yunanistan, bir AT ve NATO ülkesi olarak Balkanlarda lider ülke rolünü oynamaya çalışmış fakat bölgedeki ülkelerin çoğuyla sorunlar yaşamıştır. Yugoslavya Krizi’nde tarafsız bir ara bulucu olmayı başaramayan Yunanistan, Sırbistan ile yakınlaşmıştır. Bosna Savaşı sırasında Sırbistan’a uygulanan ekonomik ambargolara uymayan Yunanistan, aynı zamanda gönüllü birlikleriyle Sırplara destek vermiştir. 1990’ların ikinci yarısında Yunanistan Balkanlardaki rolünü “istikrarın ve ekonomik kalkınmanın garantörü” olarak yeniden tanımlamış ve komşu ülkelerle ilişkilerini aşamalı olarak düzeltmeye başlamıştır. Bu dönemde Atina özellikle Balkan ülkelerine yönelik izlediği ekonomik diplomasiyle dikkat çekmiştir.