aofsorular.com
SİY301U

Soğuk Savaş Döneminde Balkanlarda Siyaset ve Ekonomi

5. Ünite 20 Soru
S

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Balkanlar'daki yönetimlerin yapısı nasıldır?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Balkanlar kendini iki kutuplu yeni bir dünya düzeninde bulmuştur. Dönemin büyük güçlerinin kararlarıyla Yunanistan hariç, Balkanlar Sovyetler Birliği’nin (SSCB) etki alanına bırakılmış ve komünist partiler tarafından yönetilmeye başlamıştır. Komünizm Balkanlardaki monarşileri ve çok partili sistemi
tasfiye etmiş ve ülkeleri totaliter rejimler altında yöneten güçlü liderler yaratmıştır. Komünist yönetim altındaki Balkan ülkeleri merkezden planlanan ekonomi modeline geçiş yapmış ve kendi kendine yeterlilik politikalarıyla kalkınmaya çalışmıştır.

S

Marshall Planı ve Nato'nun kurulma süreci nasıl olmuştur?

İkinci Dünya Savaşı sonunda Avrupa ülkeleri milyonlarca kayıp vermiş, şehirleri harap olmuş ve ekonomik olarak çökmüş bir durumdaydı. Avrupa’nın yeniden inşasını ve ekonomik canlanmasını kolaylaştırmak maksadıyla ABD, 1947 yılında “Marshall Planı” adı altında bir ekonomik yardım paketi açıklamıştır. 1948-1951 yılları arasında uygulanan bu planın diğer temel amaçları ise ABD’nin ekonomik ve siyasal anlayışının Avrupa’da yerleştirilmesi ve komünizmin cazibesinin azaltılmasıydı. Doğu Avrupa’ya hızla yayılan komünist yönetimlerin Batı Avrupa’ya yayılmasını önlemek için Batı Avrupa ülkelerinin tek bir güç olarak bir araya gelmesi gerektiğini düşünen ABD, Batı Avrupa’nın iktisadi bütünleşmesini de desteklemiştir. 7-11 Mayıs 1948’de çeşitli Batı Avrupa ülkelerinden gelen 750 delegenin katılımıyla Lahey’de düzenlenen Avrupa Kongresi ile başlayan “Avrupa Hareketi” bütünleşme yönündeki eğilimleri hızlandırmış ve günümüzdeki Avrupa Birliği’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Giderek artan komünizm tehdidine karşı ABD ayrıca 4 Nisan 1949’da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) isimli askerî ittifakın oluşturulmasına da öncülük etmiştir. ABD, bütün bu ekonomik, siyasi ve askerî girişimleri sayesinde nüfuzunu kısa sürede dünyanın önemli bir bölümüne yaymayı başarmıştır. ABD’nin yardımlarından istifade eden Türkiye ve Yunanistan, 1952 yılında NATO üyeliğine kabul edilerek resmen Batı Bloku içindeki yerlerini almıştır.

S

Varşova Paktı neden kurulmuştur?

Diğer taraftan Marshall Planı’nı ve NATO’yu kendine yönelik bir tehdit olarak gören SSCB, güç dengesini sağlamak maksadıyla kendi girişimlerini başlatmıştır. Bu girişimlerin sonucunda Doğu Bloku ülkeleri arasında 25 Ocak 1949’da Karşılıklı İktisadi Yardım Konseyi (KİYK; İngilizce Council for Mutual Economic Assistance - Comecon) kurulmuş, 14 Mayıs 1955’te imzalanan Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması ile de “Varşova Paktı” olarak bilinen askerî ve siyasi ittifak oluşturulmuştur. Böylece Avrupa bir “Demir Perde” ile siyasi, ekonomik ve askerî bakımdan ikiye bölünmüştür

S

Bağlantısızlar Hareketi ve bu süreçte Yugoslavya'nın rolü nedir?

Balkanlardaki sosyalist rejimler içerisinde Batı ve Doğu Blokları arasında başarılı bir denge siyaseti izleyebilen tek ülke Yugoslavya olmuştur. Komünist Yugoslavya’nın lideri Josip Broz Tito, Bağlantısızlar Hareketi’ne öncülük ederek Soğuk Savaş döneminde Yugoslavya’yı dünya siyasetinde önemli bir ülke hâline getirmiştir. 18-24 Nisan 1955’te Endonezya’da toplanan Bandung Konferansı, iki blokta da yer almayı reddeden ülkeleri bir araya getiren ilk büyük etkinlik olmuştur. Bu konferans, özellikle Asya ve Afrika’da bağımsızlığına yeni kavuşan ve dünya siyasetinde kendine yer arayan eski sömürge ülkelerinin ilgisini çekmiştir. Şiddeti giderek artan Soğuk Savaş ortamında daha adil ve daha kapsayıcı bir uluslararası düzenin oluşturulması amacıyla 1961 yılında Belgrad’da düzenlenen konferansla Bağlantısızlar Hareketi kurulmuş, hareketin ilk genel sekreterliğine Tito seçilmiştir. İlerleyen yıllarda Bağlantısızlar Hareketi hızla büyümüş ve Birleşmiş Milletler tarafından bağımsızlığı tanınan ülkelerin yaklaşık 2/3’ünü bünyesinde toplamıştır.

Birçok siyasi gözlemciye göre Bağlantısızlar Hareketi’nin gelişiminde lider ülke Yugoslavya, lider şahsiyet ise Tito olmuştur. Bağlantısızlar Hareketi şemsiyesi altında Yugoslavya çeşitli krizlerde arabuluculuk yapmış, Asya ve Afrika’da yollar, barajlar, limanlar, kanallar ve tesisler inşa etmiş, teknik eğitim ve yardım faaliyetlerinde bulunmuş ve dünyanın birçok ülkesinden öğrenci kabul etmiştir. Bu faaliyetleri bağlantısız ülkelerde büyük takdirle karşılanan Tito’nun adı hâlâ birçok Afrika ve Asya ülkesinin caddelerinde yaşamaktadır. Yugoslavya’nın
Bağlantısızlar Hareketi içinde oynadığı aktif rol, Tito’nun Hitler’den sonra Stalin’in hegemonyasına karşı gösterdiği direnişin bir yansımasıydı.

S

Yugoslavya içinde oluşan federal birimleri açıklayınız.

AVNOJ’un Kasım 1943’teki ikinci kongresinde Yugoslavya’nın demokratik ve federal temelde yeniden yapılandırılma kararı verilmişti. Devletin nihai yapısı ve sınırları ise ancak savaşın sonunda kesinleşebilmiştir. AVNOJ’un 7-10 Ağustos 1945’te yapılan üçüncü kongresinde Federal Demokratik Yugoslavya’nın altı federal birim ve iki özerk bölgeden oluşturulması karara bağlanmıştır. Buna göre Sırbistan, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ, Makedonya (bugünkü Kuzey Makedonya) ve Slovenya federal birimler, Kosova ve Voyvodina ise
Sırbistan’a bağlı özerk bölgeler olarak belirlenmiştir. 11 Kasım 1945 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerin ardından büyük bir çoğunlukla Meclise giren Yugoslavya Komünist Partisi, 29 Kasım 1945’te monarşiyi kaldırarak ülkenin adını Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti olarak ilan etmiştir. Ocak 1946’da ilan edilen yeni anayasada ülkedeki federal birimler de cumhuriyet olarak adlandırılmıştır. 

Tito yönetiminde Yugoslavya’nın ismi üç kez değişmiştir. Demokratik Federal Yugoslavya adıyla kurulan ülkenin ismi 29 Kasım 1945’te Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti, 7 Nisan 1963’te ise Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti olarak değiştirilmiştir.

S

Stalin ile Tito'nun arasını açan sebepler nelerdir?

Savaş sonrası dönemde Stalin Tito’dan başlıca üç konuda rahatsızlık duymaktaydı. Birincisi, Tito Balkan Federasyonunun oluşturulmasıyla ilgili olarak Moskova’nın ön onayını almadan bazı adımlar atmaktaydı. Stalin her ne kadar Balkan Federasyonunun oluşturulması fikrine sıcak bakmışsa da Tito’nun dış politikada bağımsız hareket etmesini hazmedememiştir. Stalin’e göre Tito Kominformun hiyerarşisine uymamakta ve Sovyetler Birliği Komünist Partisini devre dışı bırakmaktaydı.

Stalin’i rahatsız eden ikinci husus, 1947 yılından itibaren Tito’nun Moskova’dan gelen bazı talepleri reddetmeye başlamasıydı. Örneğin, Moskova’nın 1947’de Adriyatik Denizi kıyılarında beş adet limanın (Pula, Split, Şibenik, Boka Kotorska ve inşa edilecek yeni bir liman) SSCB deniz kuvvetlerinin kullanımına açılmasına yönelik talebi Tito tarafından kabul görmemiştir.

Tito’nun Yunanistan İç Savaşı’na karışması ve oradaki komünistlere destek vermesi de Stalin’i rahatsız etmiştir. Zira Stalin, Churchill ile vardığı anlaşmayla Yunanistan’ı Batı Blokuna bırakmayı kabul etmişti. Bunun yanında ABD, Balkan ülkelerinin Yunanistan İç Savaşı’na kuvvet göndermeleri durumunda kendi askerlerini Yunanistan’a sevk edeceğini Moskova’ya bildirmişti. Bu senaryo gerçekleşseydi, Yunanistan İç Savaşı Balkanlara yayılabilir ve SSCB’nin müdahalesini gerektirebilirdi. Bu sebeple Stalin Balkan ülkelerinin Yunanistan İç Savaşı’na fazla karışmalarını istememiştir.

S

Planlı Ekonomi Modeli nedir?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği, “planlı ekonomi” olarak bilinen iktisadi sistemi, Batı Blokunda yer alan Yunanistan dışındaki bütün Balkan ülkelerine ihraç etmiştir. Bu ülkelerin en önemli özelliklerinden biri, devletin toplum ve ekonomi üzerindeki kontrolüydü. Bu ülkelerde sermaye ve üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanırken gerçek kişilerin üretim araçlarına sahip olmaları yasaklanmış ve ekonomik hayat tamamen devletin öngördüğü biçimde düzenlenmiştir. Sıkı bir planlama mekanizması sayesinde neyin, ne zaman, nerede, ne kadar ve nasıl üretilip tüketileceği önceden belirlenmeye çalışılmış, bu sayede kaynaklar ve gelirler serbest piyasa mekanizmasının tam karşıtı olan “emredici ilkeye” göre dağıtılmıştır. Merkezî kontrolün daha kolay yapılması için, büyük tekelci şirketler kurulmuş ve ağır sanayiye öncelik verilmiştir. Hizmetler sektörünün genelde ihmal edildiği bu düzende tüketim mallarının üretimine de fazla önem verilmediğinden bu mallarda sık sık kıtlıklar yaşanmıştır.

S

Kolektifleşme nedir?

Özel mülkiyetteki gayrimenkullerin ortak mülkiyete, yani devlet mülkiyetine veya toplumsal mülkiyete dönüştürülmesine kolektifleştirme denir. Kolektifleştirme, özel mülkiyeti verimsiz, ahlaksız ve ideolojik hedefleri için bir engel olarak gören komünizm, sosyalizm ve faşizm gibi siyasi ideolojilerce benimsenen bir uygulamadır.

S

Hoxha neden Yugoslavya'dan uzaklaşmıştır?

Tito ile Stalin arasındaki ilişkilerin bozulmaya başlamasıyla SSCB Temmuz 1947’den itibaren Arnavutluk’a kredi vermeye başlamış ve bu ülkeyi Yugoslavya’dan uzaklaştıracak girişimlerde bulunmuştur. 1948’de SSCB ile Yugoslavya arasındaki ilişkiler tamamen kopunca Hoxha Stalin’in tarafında yer almayı tercih etmiştir. Stalin’den Arnavut halkına saygısı olan büyük bir lider olarak bahseden Hoxha, Stalin sayesinde Yugoslavya’nın Arnavutluk’u yutamadığını dile getirmiştir. 1950 yılında Arnavutluk’un bugünkü Kuçova (Kuçovë) kentinin adı “Stalin şehri” anlamına gelen Qyteti Stalin olarak değiştirilmiştir.

Hoxha Stalin’le yakınlaşmasının ardından ABD, Britanya ve Yugoslavya’yı Arnavutluk’un en büyük düşmanları olarak göstermeye başlamıştır. Yugoslavya çatısı altındaki Sırbistan ve Karadağ daha önceki dönemlerde defalarca Arnavutluk topraklarını işgal ettiklerinden Yugoslavya’nın Arnavutluk üzerindeki emellerine ilişkin şüpheler devam ediyordu. ABD ve Britanya’nın ise 1947, 1949, 1950 ve 1952 yıllarında Arnavutluk’ta isyan çıkarmak suretiyle Hoxha’nın yönetimini devirmeye çalıştıkları ise daha sonraları ortaya çıkmıştır. Ancak o yıllarda Britanya Gizli İstihbarat Servisinin (MI6) üst düzey yöneticisi olan Kim Philby’in Hoxha’nın aleyhine yapılan planları KGB’ye bildirmesiyle Hoxha her seferinde gerekli önlemleri alarak kurtulmayı başarmıştır. Belki de Stalin’in bu konudaki yardımları sebebiyle Hoxha ölümüne kadar Stalinist bir siyaset izlemiştir.

S

Arnavutluk SSCB'den neden uzaklaşmıştır?

Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümünün ardından Sovyetler Birliği’nin yeni lideri olan Nikita Hruşçov (Kruşçev), bir yandan Yugoslavya ile yeniden yakınlaşmaya, diğer yandan Stalin’in mirasıyla hesaplaşmaya başlamıştır. Hruşçov’un Stalin’in politikalarını eleştirmesinden büyük rahatsızlık duyan Hoxha, SSCB’nin bu dönemde Arnavutluk’ta füze üssü kurma taleplerini şüpheyle karşılamış, ayrıca Moskova’nın Arnavutluk’u SSCB’nin “meyve bahçesine” dönüştürmeye çalıştığından endişe etmiştir. Hoxha’nın olumsuz tavırları karşısında Moskova
önce Arnavutluk’a sağladığı ekonomik yardımları azaltmış, 1961 yılında ise Tiran ile olan bütün ilişkilerini kesmiştir. Böylelikle SSCB’nin daha önce Arnavutluk’a gönderdiği yaklaşık 3.000 sektörel uzman geri çağrılmış, Doğu Bloku ülkelerinde öğrenim gören Arnavut üniversite öğrencilerinin bursları kesilmiş, ayrıca Moskova’nın talimatıyla Doğu Blokunun diğer ülkeleri de Arnavutluk’la ilişkilerini sona erdirmiştir

S

Arnavutluk neden Çin ile yakın ilişkiler kurmuş, daha sonra neden bu ilişkiler kopmuştur?

Önce komşu Yugoslavya’yı, ardından mesafe olarak daha uzak olan Sovyetler Birliği’ni kaybeden Hoxha, ilgisini daha da uzak diyarlara yönelterek bu sefer Çin Halk Cumhuriyeti ile yakınlaşmaya başlamıştır. Çin Komünist Partisinin lideri Mao Zedong’un Stalinist bir politika izlediğini düşünen Hoxha, 1975 yılına kadar Çin’den 838 milyon dolar (2020 yılındaki karşılığı 4 milyar dolar) tutarında kredi almayı başarmıştır. Böylelikle SSCB’nin izlediği yıpratıcı politikalara rağmen Arnavutluk ekonomisi Çin sayesinde ayakta kalmış, bu dönemde yaklaşık 6.000 Çinli uzman da Arnavutluk’un kalkınmasına katkıda bulunmuştur.
Şubat 1972’de ABD Başkanı Richard Nixon’un Çin’e yaptığı ziyaret ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için önemli bir adım olmuş, iki ülke arasında buzların erimesini ideolojik olarak yanlış bulan Hoxha ise bu durumu tepkiyle karşılamıştır. 1975 yılından itibaren Çin’in Arnavutluk’a açtığı kredilerin geri ödemesini talep etmesinin ardından Arnavutluk borçları ödeyecek ekonomik gücü bulunmadığı gerekçesiyle bunu reddetmiştir. İlişkilerin giderek soğumasının sonucu olarak Çin 1978’den itibaren Arnavutluk’a bütün desteğini kesmiş ve Arnavutluk yapayalnız bir ülke olarak ortada kalmıştır. 
S

Todor Jivkov iktidara nasıl gelmiştir?

 
Stalin’in 1953’teki ölümü ve Hruşçov’un Stalin’in mirasıyla hesaplaşmaya başlamasıyla Bulgaristan Komünist Partisi de kendi içinde bir kadro değişikliğine gitmiştir. Stalinist çizgideki “Moskova komünistleri” tasfiye edilirken yerlerini İkinci Dünya Savaşı sırasında Bulgaristan’daki direniş hareketinde bulunmuş olan “yerli komünistler” almıştır. Bu çerçevede 1954 yılında Todor Jivkov Bulgaristan Komünist Partisinin yeni lideri olurken Çervenkov
1956 yılında başbakanlıktan ayrılarak yerine bir diğer yerli komünist Anton Yugov gelmiştir. Stalin
sonrası döneminde de SSCB Bulgaristan’ın patronu ve koruyucusu olarak kalmaya devam etmiş, Bulgaristan ise Moskova tarafından kendine biçilen ekonomik rol kapsamında SSCB ve diğer Doğu Bloku ülkelerine taze ve işlenmiş tarım ürünleri sağlamayı sürdürmüştür. Jivkov, 1968’de Çekoslovakya’da başlayan liberalleşme hareketlerinin (Prag Baharı) bastırılması için SSCB’nin bu ülkeyi işgaline destek vermiş, ayrıca Çin-Sovyet ayrılığında ve SSCB’nin İsrail karşıtı politikalarında tamamen Moskova’nın yanında olmuştur. Bu politikaya karşılık SSCB Bulgaristan’a sanayileşme yolunda ham madde ve teknoloji transferi gibi desteklerde bulunmuştur. Genel sekreterlik görevine geldiği 1954 yılından itibaren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) içindeki gücünü giderek artıran Jivkov, 1962 yılında başbakanlığa gelmiştir.
S

Yugoslavya'nın benimsediği özyönetim anlayışını açıklayınız.

 
Dar anlamda öz yönetim, işçilerin kendi işletmelerindeki karar alma sürecine doğrudan katılımlarını ifade eder. Üretim araçları işçi topluluklarının veya tüm toplumun mülkiyetindedir. İşçiler küçük topluluklarda doğrudan doğruya, büyük topluluklarda ise işçi konseylerindeki temsilcileri aracılığıyla üretim ve gelir dağılımı konularında karar verirler. Daha geniş anlamda öz yönetim, ekonomi sektörünün çeşitli konsey ve kurullar yoluyla
örgütlenme biçimidir. Burada öz yönetim, her düzeyde politika geliştirilmesi ve uygulanmasından ve göreceli olarak daha özerk işletmeler arasındaki koordinasyonun sağlanmasından sorumlu en yüksek otoritedir. En geniş anlamda öz yönetim ise sosyalist toplumun ekonomi, siyaset ve kültür alanlarındaki temel yapısıdır. Burada hem üretim kollarına, hem de bölgeler düzeyinde örgütlenmiş öz yönetim konseylerine toplumsal yaşamın her alanında temel kararlar alma yetkisi tanınmıştır.
S

Yunanistan'da Konstantinos Karamanlis' döneminde ne gibi gelişmeler olmuştur?

 
Kıbrıs’taki fiyasko, Yunanistan’daki askerî rejimin de sonunu getirmiştir. Hem ordu hem de toplum içindeki desteğini kaybeden askerî rejimin davetiyle darbeden önceki başbakan Konstantinos Karamanlis Yunanistan’a dönmüş ve ülkeyi seçime götürecek olan Ulusal Birlik Hükûmeti’ni kurmuştur. 17 Kasım 1974’te gerçekleştirilen genel seçimde Karamanlis’in başında olduğu Yeni Demokrasi (ND) partisi 300 kişilik parlamentoda 220 sandalye elde etmiştir. Ülkenin bundan sonraki yönetim şeklini belirlemek üzere 8 Aralık 1974’te düzenlenen referandumda katılımcıların %31’i monarşinin kalmasını savunurken %69’unun oyuyla cumhuriyet ilan edilmiştir. Haziran 1975’te kabul edilen yeni anayasa ile ülkenin parlamenter demokrasiye geçişi tescil edilirken 1947’den beri yasaklı olan KKE yeniden yasallaştırılmış, iç savaş ve sonrasında yurt dışına kaçmış olan siyasi mültecilerin ülkeye dönüşlerine aşamalı olarak müsaade edilmiştir. 1974-1980 yılları arasında başbakanlık, 1980-
1985 ve 1990-1995 yılları arasında ise cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Karamanlis, Yunanistan’da cumhuriyet döneminin en önemli siyasetçilerinden biri olmuştur. Askerî yönetim döneminde bozulmuş olan Avrupa ile ilişkiler Karamanlis döneminde hızla düzelmiş, 1975’te Avrupa Topluluğuna (1993’ten sonraki adıyla Avrupa Birliği) başvuran Yunanistan 1981’de bu kuruluşa tam üyeliğe kabul edilmiştir. 1974 yılında NATO’nun
askerî kanadından ayrılmış olan Yunanistan, Karamanlis hükûmetinin çabaları sonucu 1980’de NATO’nun askerî kanadına yeniden dahil olmuştur
S

Yunanistan'da iktidara gelen Pan-Helenik Sosyalist Hareket (PASOK) hareketi nasıl bir politika izlemiştir?

Yunanistan’da 1981 yılında gerçekleştirilen genel seçimi her alanda kapsamlı bir değişim vadeden Pan-Helenik Sosyalist Hareket (PASOK) kazanmış ve böylece Yunanistan’da ilk kez sosyalist bir hükûmet kurulmuştur. PASOK’un 1981-1989 yılları arasındaki iktidarı döneminde başbakanlık görevini yürüten Andreas Papandreu, ülkeyi dönemin güçlü devletlerinden bağımsız bir şekilde yönetmeye çalışmıştır. Yunanistan’ın İkinci Dünya
Savaşı’nın bitiminden beri ABD ve Batı Avrupa’ya koşulsuz bağlılığını eleştiren PASOK Batı karşıtı söylemleriyle Yunanistan’ın Batılı ülkelerle ilişkilerine âdeta meydan okumuştur.

S

Balkan Paktı'nın oluşumu ve işlevini açıklayınız.

Ortak Sovyet tehdidi yüzünden Atina’nın önerisi ve ABD’nin teşvikiyle 1953 yılında Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında Balkan Paktı oluşturulmuştur. Bu Pakt kapsamında taraflar arasında toplam dört adet antlaşma ve sözleşme imzalanmıştır. 28 Şubat 1953’te Ankara’da imzalanan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’yla taraflar Balkanlarda barış ve güvenliği korumayı, ortak çıkarlarını ilgilendiren konularda dış işleri bakanları seviyesinde istişare etmeyi, savunma alanında koordineli kararlar almayı, ayrıca ekonomi, teknoloji ve kültür alanlarında iş birliğine gitmeyi taahhüt etmiştir. 7 Kasım 1953 tarihinde bu Antlaşma’ya ek olarak imzalanan sözleşmede Balkan Paktı’nın daimî sekretaryasının oluşturulması kararlaştırılmış ve sekretaryanın çalışma organları belirlenmiştir.
Balkan Paktı üyeleri arasında 9 Ağustos 1954’te İttifak, Siyasi İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Hakkında Bled Antlaşması imzalanmıştır. Bu Antlaşma’yla Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasındaki ilişkiler ittifak seviyesine yükseltilmiş ve aralarındaki askerî iş birliği resmiyet kazanmıştır. Bu kapsamda, üye ülkelerin herhangi birine yönelik bir saldırı gerçekleşmesi durumunda tarafların ortak savunma yükümlülükleri belirlenmiştir. Son olarak 2 Mart 1955’te Ankara’da Balkan Danışma Meclisinin Kurulması Hakkında Sözleşme imzalanmış, böylece Balkan Paktına parlamentolar arası iş birliği boyutu da kazandırılmıştır. 
S

Balkan Paktı neden uygulamaya geçemeden dağılmıştır?

SSCB’nin “de-Stalinizasyon” politikaları kapsamında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Hruşçov’un 26 Mayıs 1955’te Belgrad’ı ziyaret etmesiyle iki ülke arasındaki siyasi savaş bitirilmiş, Yugoslavya için Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla da Balkan Paktı fiilen işlevsiz hâle gelmiştir. Yugoslavya’nın SSCB ve diğer sosyalist ülkelere tekrar yakınlaşmaya başlaması Türkiye ve Yunanistan’ı rahatsız etmiştir. Öte yandan Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkileri de özellikle Kıbrıs sorunu yüzünden 1950’lerin ikinci
yarısında hızlı bir şekilde bozulmuş, Yunanistan’da esas tehlikenin kuzeyden –yani Varşova Paktı üye
ülkelerinden– değil, doğudan –yani Türkiye’den– geldiği görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu gelişmeler karşısında Balkan Paktı henüz uygulamaya geçirilemeden rafa kaldırılmıştır.
S

Enver Hoxha döneminde Arnavutluk'un dine bakışı nasıldı?

Ülkeden ülkeye farklar gözlenmekle birlikte, komünizm döneminde Balkanlarda din üzerinde de kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun en radikal örneği olarak Arnavutluk’un lideri Enver Hoxha 1967 yılında bütün dinleri yasaklamış ve Arnavutluk’u dünyanın ilk ateist devleti ilan etmiştir. Bunun ardından ülkedeki birçok imam ve rahip tutuklanmış, evlerde kutsal kitapların bulundurulması ve dinî ibadetlerin yapılması suç sayılmıştır. 1991 yılına kadar dinî yasağın sürdüğü Arnavutluk’ta cami ve kiliseler ya yıkılmış ya da depolara, kültür merkezlerine, sinemalara dönüştürülmüştür. 1991 yılındaki değerlendirmeye göre Arnavutluk’ta yaşayan Müslümanlar dinî kimliklerinin bilincinde olmalarına rağmen İslamiyet hakkında çok az bilgiye sahiptirler.

S

Komünizm döneminde İslami hareketlere bakış açısı nasıldı?

Komünizm döneminde İslami hareketler bütün Balkan ülkelerinde gizli polis teşkilatlarının takibi altında tutulmuştur. Örneğin İkinci Dünya Savaşı öncesinde bir grup Boşnak tarafından Müslümanların kültürel ve manevi kalkınmalarını sağlamak amacıyla kurulmuş olan Genç Müslümanlar (Mladi Muslimani) adlı örgüt savaşın ardından sosyalist hükûmetin hedefinde yer almıştır. 1946 yılından itibaren başlayan tutuklama ve yargılamaların sonucunda teşkilat üyelerinden onlarca kişi ölüm cezasına, binin üzerinde kişi ise uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. 1983 yılında aralarında daha sonra Bosna-Hersek cumhurbaşkanlığı görevine gelecek olan Alija Izetbegović’in de bulunduğu 13 Boşnak, Bosna-Hersek’i bir İslam devletine dönüştürmeye çalışmakla suçlanmış ve hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Izetbegović’e yönelik suçlamalarda yazmış olduğu İslam Deklarasyonu isimli kitabın Bosna-Hersek’te kurulmak istenen şeriat devletinin bir tasarısı olduğu öne sürülmüştür. Oysa 1960’ların sonlarında yazılan bu kitap, bütün İslam âlemine hitap eden bir eser olup kitapta Bosna’nın adı bile anılmamaktaydı. Zaten Izetbegović’in kitabında ortaya koyduğu ve özellikle Sırplar tarafından “köktendinci” olarak nitelendirilen birçok görüş İslam’ın herkesçe bilinen temel ilkeleriydi.

S

Yugoslavya'daki Boşnaklar'a yönelik Balkan ülkelerinin tutumu nasıldı?

Sırbistan ve Hırvatistan’ın olumsuz tutumları nedeniyle Yugoslavya’daki Boşnakların ulus kimliği uzun süre inkâr edilmiştir. Bununla amaçlanan, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yönetimi altında Avrupalılaşmaya başlayan Boşnakların asimilasyon yoluyla Sırp, Hırvat veya genel anlamda Yugoslav kimliğini benimsemelerini sağlamaktı. 1948 yılındaki nüfus sayımında Boşnaklara hangi halka mensup olduklarına ilişkin “Müslüman Sırplar”, “Müslüman Hırvatlar” ve “kararsızlar” şeklinde üç seçenek bırakılmıştı. Boşnakların ayrı bir halk olarak tanınmaları gerektiği hususu ancak 1968 yılında gündeme gelmiş, 1971 tarihli anayasa değişikliğiyle Boşnaklar “Müslümanlar” adı altında Yugoslavya’nın kurucu halkları arasında sayılmıştır. Ancak bu yapılırken ulusal ya da etnik kimliği ifade eden “Boşnak” kelimesinin özellikle kullanılmadığının altı çizilmelidir. Boşnakları Yugoslavya’da yaşayan diğer Müslümanlardan ayırt etmek için “Müslüman” kelimesi Boşnaklar için kullanıldığında büyük harfle, diğerleri için kullanıldığında ise küçük harfle başlayarak yazılmıştır. “Boşnak” kelimesinin bir ulus kimliği olarak “kullanımı ancak 1993 yılında Bosna-Hersek’te resmiyet kazanabilmiş, 1995 tarihli Dayton Barış Antlaşması’yla ise uluslararası toplum tarafından kabul görmüştür.