Siyasi İktidar
Siyasal iktidar nedir?
Siyasi iktidar, seçimle veya irsî olarak yönetim yetkisine sahip olan ve devletin icra erklerini elinde bulunduran iktidar şeklinde ifade edilebilir. Siyasi iktidar ile egemenlik aynı anlama gelmez. Zira siyasi iktidar, egemenlikten farklı olarak; soyut değil somuttur, daimi değil geçicidir, hakeza sahibi değişmeyen değil değişendir. Siyasi iktidar sınırsız bir güç değildir. Siyasi iktidarı sınırlandırmaya yönelik temel mekanizmalar bulunmaktadır. Bunlar; serbest seçimler, şeffaflık, kanunlar, kuvvetler ayrılığının benimsenmiş olması ve sivil toplum örgütleri şeklinde sıralanabilir.
Siayasal iktidarın ayırt edici özellikleri nelerdir?
Siyasi iktidarın ayırt edici temel bazı özellikleri vardır. Siyasi iktidar en üst iktidardır. Siyasi iktidarla ülkedeki diğer iktidar birimleri arasında eşitlik ilişkisi yoktur. Siyasi iktidar fiziki güç kullanma yetkisine sahiptir. Ancak siyasi iktidarın kullanma yetkisini haiz (sahip) olduğu iktidar jakobenist (tepeden inmeci-zorba) güç kullanma yetkisi biçiminde ortaya çıkmaz. Siyasi iktidarın güç kullanma yetkisi rıza-itaat ilişkisi muvacehesindeki güç kullanma yetkisidir.
Siyasal iktidarın meşruluğu ne anlama gelmektedir?
Siyasi iktidarı illegal-hukuk dışı oluşumlardan ayıran en temel özellik meşruluktur. Zira her devlette yönetenlerin yetkilerinin meşruiyetinin zeminini oluşturan bir hukuki düzen ve buna bağlı bir siyasi düzen dâhilinde işleyen siyasi iktidar vardır. Bu çerçevede siyasi iktidarın meşruluğu; yönetilenler tarafından ona itaat edilmesi hususundaki genel kanaatin varlığına dayanır. Siyasi iktidarın meşruluk temellerinin ne olduğu hususunda, önemli siyaset bilimcileri arasında yer alan Max Weber’in ve David Easton’un tipolojileri bulunmaktadır. Weber’in tipolojisi kısaca açıklanacak, Easton’un tipolojisinin ise sayılmasıyla yetinilecektir. Max Weber’e göre siyasi iktidar meşruiyetini üç kaynaktan birinden almış olabilir. Bunlardan birincisi geleneksel otoritedir. Buna göre siyasi iktidar meşruiyetini, uzun süreden beri iktidarın belli soydan gelenler arasında el değiştirmesinin kabul görmesinden almaktaysa geleneksel otoritenin varlığından söz edilir. Mesela, monarşi ile yönetilen devletlerde siyasi iktidarların meşruiyet kaynağı böyledir. İkincisi hukuki otoritedir. Buna göre siyasi iktidar, iktidardakilerin önceden belli kurallar çerçevesinde hareket etmek suretiyle yönetim yetkisine sahip olmaktaysa bu durumda hukuki otoriteden bahsedilir. Günümüzde seçim kanunları çerçevesinde yarışarak iktidara gelen hükümetlerde meşruiyet kaynağı böyledir. Üçüncüsü karizmatik otoritedir. Buna göre; özellikle yeni kurulmakta olan devletler bakımından meşruiyet kaynağı karizmatik otoritedir. Karizmatik otorite, baştaki liderin, halk kitlesini arkasından sürükleyebilme, onları etkileyebilme özelliğine sahip olması anlamında kullanılmaktadır. Karizmatik liderin dâhiyane zekâ sahibi olması şart değildir. Karizmatiklik halkın lidere atfettiği bir özelliktir. David Easton ise siyasi iktidarın meşruiyetini ideolojik kaynak, yapısal kaynak ve liderlerin nitelikleri şeklinde sınıflandırmıştır. Easton’un tipolojisi içerik itibarıyla Weber’in tipolojisiyle benzeştiği için açıklama yapılmasına gerek görülmemiştir.
Egemenlik nedir ve egemenliğin boyutları nelerdir?
Beşerî ve siyasi bir yönü bulunan, devlet tüzel kişiliğinden kaynaklı ve onun adeta tamamlayıcı parçası olan bu manada en üst buyurma gücüne egemenlik denir. Genel olarak egemenlik teorilerini iki temel başlık altında ele almak mümkündür. Egemenliğin iç ve dış olmak üzere iki boyutu vardır. İç egemenlikten kastedilen, bir devletin hâkimiyet alanındaki herkesi kapsamak üzere onlar karşısında mutlak gücü temsil etmesidir. Dış egemenlikten kastedilen ise devletin iç egemenliğinin mutlaklığına diğer devletlerin saygı göstermesi, dolayısıyla onlar karşısında bağımsızlığının kabullenilmiş olmasıdır.
Egemenlik teorilerinin sınıflandırılması nasıldır?
Egemenlik teorileri genel olarak teokratik ve demokratik olmak üzere ikiye ayrılır. Demokratik egemenlik teorileri de kendi içinde milli ve halk egemenliği olmak üzere iki alt kısma ayrılır. Bu çerçevede, teokratik egemenlik teorisine göre, egemenliğin asıl sahibi Allah’tır. Dünyadaki liderler onun bir elçisidirler. Osmanlı İmparatorluğu egemenlik anlayışı itibarıyla bu kategoride yer alır. Demokratik egemenlik teorisine göre ise egemenliğin sahibi insanlardır. Günümüzde teokratik egemenlik yaklaşımı terk edilmiştir. Teokratik egemenlik yaklaşımının terk edilerek demokratik egemenlik teorilerinin kabulü ve “egemenlik” kavramının terminolojik boyutuyla literatüre girmesinde siyasal alanın laikleşmesi süreci etkili olmuştur. Demokratik egemenlik teorisi altında milli egemenlik ve halk egemenliği teorileri yer alır.
Milli egemenlik teorisi ne anlama gelmektedir?
Milli Egemenlik Teorisi
Milli egemenlik teorisini beş temel önermeyle ortaya koymak mümkündür. Buna göre; a) Egemenlik milletle aittir. b) Millet soyut bir kavram olarak algılanmaktadır. c) Millet, geçmişte, gelecekte ve hâlihazırda yaşayanları kapsar tarzda kullanılmaktadır. d) Egemenlik bölünemez. Yani milletin her bir ferdi egemenlik yetkisini tek başına kullanamaz. e) Dolayısıyla bu teori gereğince oy kullanmak bir yetki değil, görevdir. Bu teorinin temsilî demokrasi bakımından bir ilham kaynağı olduğu ifade edilebilir.
Halk egemenliği teorisi ne anlama gelmektedir?
Halk Egemenliği Teorisi
Milli egemenlik teorisinde olduğu gibi bu teoriyi de beş temel önermeyle ortaya koymak mümkündür: a) Egemenlik halka aittir. b) Halk somuttur. c) Çünkü halk, sadece hâlihazırda yaşayanları kastetmek üzere kullanılmaktadır. d) Dolayısıyla egemenlik bölünebilir. e) Yani bu teori gereğince, oy kullanmak bir görev değil yetkidir. Bu teorinin doğrudan ve yarı-doğrudan demokrasiler bakımından ilham kaynağı teşkil ettiği söylenebilir. Ancak “millet” kavramı ile “halk” kavramının aynı anlamda kullanılmasının yaygın hâle gelmiş olması karşısında milli egemenlik teorisi ile temsilî demokrasi, aynı şekilde halk egemenliği teorisi ile doğrudan ve yarı-doğrudan demokrasi arasındaki ilişki zayıflamış hatta yok olmuştur
Emredici vekalet teorisi ne anlama gelmektedir?
Emredici Vekâlet Teorisi
Emredici vekalet teorisi, oy kullanma hakkının henüz yeni yeni kabul görmeye başladığı dönemlerde söz konusu olmuştur. Dolayısıyla ilkel bir yaklaşımdır. Günümüzde kabul görmemektedir. Emredici vekalet teorisinde seçmen ile temsilci arasındaki ilişkinin türü özel hukuktaki vekalet gibidir. Benzetmek gerekirse, bir avukatın müvekkili ile ilişkisi gibidir. Bu çerçevede emredici vekâletin içeriği aşağıdaki cümlelerle özetlenebilir.
- Seçmenlerle temsilciler arasındaki temsil ilişkisinin hukuki niteliği özel hukuktaki vekâlettir.
- Dolayısıyla seçmenler temsilcilerine emir ve talimat verebilir.
- Seçmenler temsilcilerini görevlerinden azledebilir.
- Temsilciler seçmenlere hesap vermek zorundadır.
- Çünkü temsilcilerin maaşı seçmenler tarafından karşılanmaktadır.
Bu temsil ilişkisi anlayışının, 1876 Kanun-ı Esasi dâhil Türk anayasalarının hiçbiri bakımından geçerli olduğu söylenemez.
Temsili vekalet nedir?
Temsilî Vekâlet Teorisi
Günümüzde kabul gören ve tatbikatta benimsen yaklaşım temsilî vekalet teorisidir. Temsilî vekalet teorisinde seçmenle temsilci arasındaki ilişki bir siyasal güven ilişkisidir. Bu teoriye göre temsilci sadece seçildiği yöreyi ve kendisine oy verenleri değil, bütün milleti temsil etmek üzere seçilir. Benzetmek gerekirse, bir Türk vatandaşının askerlik görevini (vatan hizmeti) yerine getirmesi gibi. Bir Türk vatandaşı ülkenin herhangi bir ilinde, ilçesinde veya semtinde vatan hizmetini yerine getirebilir. Aynı şekilde vatan hizmeti; karada, denizde, havada yerine getiriliyor olabilir. Dolayısıyla nasıl ki bir vatandaş, nerede ve hangi birimde olursa olsun vatan hizmetini yerine getirdiğinde, sadece o yer ve birim adına hareket eden konumunda değerlendirilmiyorsa temsilcilerde de durum aynıdır. Şimdiye dek ifade edilenlerden hareketle temsili vekalet teorisi aşağıdaki tümcelerle özetlenebilir:
- Seçmenlerle temsilciler arasındaki temsil ilişkisinin hukuki niteliği siyasaldır. Yani bir güven ilişkisidir.
- Dolayısıyla seçmenler temsilcilerine emir ve talimat veremez.
- Seçmenlerin temsilcilerini görevlerinden azletmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla seçmenler temsilcilerini ne bireysel olarak ne de kolektif bir şekilde görevlerinden alamaz.
- Temsilciler seçmenlere hesap vermek zorunda değildir.
- Çünkü temsilcilerin maaşı seçmenler tarafından değil merkezî yönetim bütçesinden karşılanmaktadır.
- Bu temsil ilişkisi anlayışında temsil yetkisi her bir milletvekiline teker teker verilmiş olmayıp bir organa tevdi edilmiştir. Buna kolektif temsil ilkesi denir.
- Bunları karşılayıcı düzenlemelere örnek olarak Anayasanın 80 inci maddesi gösterilebilir. Buna göre; “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler.”
Temsilî vekâlet teorisi yaklaşımı, 1876 Kanun-ı Esasi dâhil, Türk anayasalarının anayasaların hepsi bakımından geçerli olan bir temsil ilişkisi anlayışıdır.
Ancak, 2002 yılının Aralık ayında Recep Tayyip Erdoğan’nın milletvekili seçilerek başbakan olmasının yolunu açmak amacıyla bir parça bahsi geçen temsil ilişkisi anlayışıyla çelişen şu düzenlemeye yer verilmiştir. “… bir ilin veya seçim çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üyesinin kalmaması hâlinde, boşalmayı takip eden doksan günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılır…” Çünkü az önce ifade edilen 80 inci madde mucibince, her bir milletvekili sadece seçildiği bölgeyi temsil etmek üzere değil, tüm ülkeyi temsil etmek üzere seçilmiştir. Dolayısıyla, değişiklikler çerçevesinde, “… bir ilin veya seçim çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsilcisinin…. kalmaması…” şeklindeki ibare tercih edilmemiştir. Aksi takdirde 80 inci maddede yer alan düzenlemeyle açık bir çelişki doğmuş olurdu.
Devletin ortaya çıkışını açıklayan teoriler nelerdir?
Anayasa hukukunun en geniş anlamda konusu devlettir. Zira devletin rolünün belirlenmesi ve vatandaşlarıyla olan ilişkilerinin izahı açısından anayasa hukuku temel bir bilim dalı niteliğindedir. Devletin ortaya çıkışını açıklayan çeşitli teoriler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sosyal sözleşme teorisini esas alarak açıklayan görüştür. Buna göre devlet olmadan evvel insanlar tabii ortamda serbestçe hayatlarını sürdürmektedir. Mamafih nüfusun artması, düzenin bozulması gibi nedenler sonucu yönetilenler nizam ve intizamın sağlanması ve kuralların ihdası amacıyla bu iki hususta devlet lehine feragati kapsayan sözleşme yapmışlardır. İkincisi, devletin temelinin aile olduğunu ve ailenin genişleyerek şümullü bir hâle gelmesiyle ortaya çıktığını savunan aile teorisidir. Üçüncüsü, devletin insanlar gibi doğup gelişen ve sonra da ölen biyolojik bir yapı olduğunu savunan biyolojik teoridir. Dördüncüsü devletin sınıflar arası çatışmadan doğduğunu, devletin sosyal sınıflar arası bir ekonomik mücadelenin ürünü olduğunu (Marksist teori) savunan sınıflar arası çatışma teorisidir. Beşincisi devletin; sosyal, ferdi, coğrafi ve benzeri etkenler nedeniyle bir kolektiviteden kaynaklanan teşkilatlanmanın ürünü olarak ortaya çıktığını ileri süren pozitivist teoridir.
Devlet nedir ve devletin kurucu unsurları nelerdir?
Devletin tanımlanmasında en çok kabul gören yaklaşım, devleti unsurlarına ayırarak yapılan tanımdır. Buna göre devlet; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunun bir egemenlik anlayışı altında örgütlendirdiği hukuki ve siyasi düzeni olan tüzel kişiliği haiz süreklilik arz eden uluslararası siyasi bir kuruluş olarak tarif edilebilir. Bu tanımdan hareketle devletin üç temel kurucu unsuru olduğu söylenebilir. Bunlar; beşerî unsur (insan topluluğu), fiziki unsur (ülke) ve yukarıdaki başlıkta işlenen egemenlik unsurudur. Bu unsurlar arasına hukuki ve siyasi düzen unsurunun da ilave edilmesi mümkündür. Her devlette yönetenlerin yetkilerinin meşruiyetinin zeminini oluşturan bir hukuki düzen ve buna bağlı bir siyasi düzen dâhilinde işleyen siyasi iktidar vardır. Bu husus devleti illegal yapılardan, hakeza terör örgütlerinden ayıran temel bir ölçüttür. Öte yandan illegal yapılardan farklı olarak söz konusu ölçüt nedeniyle devlette bir yeknesaklık vardır. Yerden yere, kişiden kişiye, olaydan olaya değişkenlik arz eden uygulamalar yoktur.
Devletin unsurlarından insan topluluğu ile ilgili olan beşeri unsur ne anlama gelmektedir?
Beşerî Unsur-İnsan Topluluğu
Devletin olmazsa olmaz kurucu unsurlarından birincisi insan topluluğu unsurudur. Zira devlet beşerî bir müessesedir. Ancak belirtmek gerekir ki devletin kurucu unsuru olarak insan topluluğu unsurunun kemiyeti değil keyfiyeti önemlidir. Dolayısıyla önemli olan bir araya gelen insanların sayısı değil sıfatıdır. Çünkü devletin kurucu unsurlarından biri olan insan topluluğundan kastedilen tesadüfen bir araya gelmiş bir kitle değildir. Devletin kurucu unsuru olma bağlamında, bir arada bulunan insanların belli bağlarla birbirlerine bağlı kişilerden oluşan bir kitleyi kastetmek üzere kullanıldığı söylenebilir. Bir arada bulunan insanların birbirlerine bağlılığını açıklamak üzere iki temel teoriden söz edilebilir.
Objektif Millet Anlayışı-Maddi Ölçüt
Bu teoriye göre, bir arada bulunan insanları birbirine bağlayan unsurlar maddi niteliklidir. Yani, devletin kurucu unsuru olarak bir araya gelen insanların vücut verdiği milletten söz edilebilmesi için, onların aynı dili konuşmaları, aynı ırktan gelmiş olmaları, aynı dine mensubiyetleri gibi kriterlerin varlığı gerekmektedir. Ancak, teknolojinin ulaştığı seviye ve buna bağlı olarak iletişim bakımından dünyanın küçüldüğü günümüz koşullarında bu teorinin önemini kaybettiği söylenebilir.
Sübjektif Millet Anlayışı-Manevi Ölçüt
Bu teoriye göre, bir arada bulunan insanları birbirine bağlayan unsurlar manevi niteliklidir. Dolayısıyla, bir arada bulunan insanların aynı ırktan gelmiş olmaları, aynı dili konuşmaları veya aynı dine mensup olmaları şart değildir. İnsan topluluğunun fertlerinin aynı tarih, kültür, hatıra mirasını paylaşmaları, üzüntüde, mutlulukta ortak hareket edebilme hissiyatını taşımaları ve geleceğe yönelik birlikte yaşama arzusu içinde bulunmaları gibi manevi ölçütlerin varlığı milletten söz edilebilmesi için yeterlidir. Günümüzde kabul gören yaklaşım budur.
Türk anayasacılık tarihi itibarıyla bakıldığında; 1876 Kanun-ı Esasi’nin yeni bir milli kimlik bilinci ortaya koymadığı söylenebilir. 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 1876 Kanun-ı Esasisi’ni resmen ilga etmediği dikkate alındığında, aynı durumun bu anayasa bakımından da geçerliliği söz konusudur.
1924 Teşkilât-ı Esasiyesi’ne gelince; ilk şeklinde millet kavramından açıkça söz edilmemekle beraber bu Anayasa’nın 88’inci maddesinde; “Türkiye ahalisinde din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” hükmü getirilmiş olmakla yurttaşlık/vatandaşlıkla ilgili ilk yasal düzenleme yapılmıştır. 1924 Anayasası’nın mezkûr hükmü, 1928 yılında çıkarılan Vatandaşlık Kanunu’ndaki düzenlemeler ve daha sonraki gelişmeler dikkate alındığında, subjektif milliyetçilik yaklaşımından mülhem bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle vatandaşlık bağının kurulması bakımından esnek ve genişletici bir tercihin benimsemiş olduğu anlaşılmaktadır. 1924 Anayasası’nda 1937 yılında yapılan anayasa değişiklikleri kapsamında milliyetçilik ilkesinin Anayasa metnine girdiği belirtilmelidir.
1961 Anayasası’yla bu düzenlemenin milli devlet ve Türk milliyetçiliği şeklinde tevil edildiği, 1982 Anayasası’nda ise Cumhuriyet’in nitelikleri arasında yer alan Atatürk milliyetçiliği şeklinde tekemmül ettiği görülmektedir. Kuşkusuz, Atatürk milliyetçiliğinden kastedilen subjektif millet anlayışıdır. 1982 Anayasası’nın 66’ıncı maddesi millet ve milliyetçilik anlayışıyla ilgili temel bir maddedir.
Ancak 1982 Anayasası’nda Cumhuriyet’in nitelikleri arasında zikredilen “Atatürk milliyetçiliği”nin anlamlandırılması tamamen kendinden menkul değildir. Zira Atatürk milliyetçiliğinin temelleri, subjektif milliyetçiliğin fikir öncülüğünü yapan Fransız Ernest Renan’ın düşüncelerine dayanır.
Devletin unsurlarından ülke ile ilgili olan fiziki unsur ne anlama gelmektedir?
Fiziki Unsur-Ülke
Devletinin temel kurucu unsurlarından bir tanesi de sınırları belli ve üzerinde devamlı olarak egemenlik kurulabilen sabit bir kara parçasının varlığıdır. Dolayısıyla kara parçası bakımından da insan topluluğu ögesinde olduğu gibi, kemiyet (yüzölçümü) değil, keyfiyet önemlidir. Denize kıyısı olan devletler bakımından kara suları üzerinde de mutlak egemenlik geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bakımından geçerli olmak üzere, kara sularının karşılığı , kıyı şeridinden başlayıp, 12 mile kadar olan alandır. Lakin Ege Denizi’nde mesafe 6 mildir. Belirtmek gerekir ki, mil mesafesi her devletin kendi tasarrufuyla keyfi bir şekilde belirleyebileceği bir husus değildir. Uzaklığın belirlenmesinde kıyı devletlerinin hakları da dikkate alınmak üzere bu mesafenin genelde 3 ila 18 mil arasında değiştiği görülmektedir. Yukarıda ifade edildiği üzere kara sularının rejimi toprak parçasının rejimine tabidir. Dolayısıyla bu alan üzerinde ilgili devletin egemenlik hakları tamdır.
Egemenliğin kaynağına göre devlet türleri nelerdir?
Egemenliğin Kaynağına Göre Devlet Türleri
Egemenliğin kaynağına göre devlet türleri monarşi, oligarşi ve cumhuriyet olmak üzere üçe ayrılır. Monarşik devlet, egemenliğin kaynağının tek kişiye ait olduğu devlet şekli olarak tanımlanabilir. Monarşik devleti iki başlık altında ele almak mümkündür. Bunlardan birincisi kralın tahta geçişine göre monarşik devlettir ki, irsî ve seçimli olmak üzere ikiye ayrılır. İkincisi kralın yetkilerinin genişliğine göre monarşik devlettir ki, mutlak ve meşruti olmak üzere ikiye ayrılır.
Kralın tahta geçişine göre monarşi türlerinden biri olan irsî monarşi, devlet iktidarının hanedanlık (veraset-babadan oğula geçme) yoluyla el değiştirdiği monarşi şeklidir. Diğeri olan seçimli monarşi ise devlet iktidarının babadan oğula geçmek suretiyle el değiştirmesinin fiili imkânsızlığı hâlinde, mesela iktidarı devralacak erkek evladın bulunmaması hâlinde, kabilelerin ileri gelenlerinin tıkanıklığı gidermek için monarkı seçim yoluyla belirlediği monarşi tipidir. Ancak bu durum, monarşinin demokrasiye dönüştüğü anlamına gelmez. Zira seçimle saltanat hakkını elde eden monark seçildikten sonra kendisini seçenlerin temsilcisi gibi hareket etmez. Çünkü asıl amaç tıkanıklığı gidermek için seçim yolunun işletilmesidir. Kaldı ki, seçime herkesin katılamaması da zaten bu ifadeyi doğrulamaktadır. Bunların yanı sıra, bu tür monarşide seçilen kişi belli bir süre görev yapmak üzere değil ömür boyu görev yapmak üzere seçilir.
Kralın yetkilerinin genişliğine göre monarşik devlet türlerinden biri olan mutlak monarşi, kralın saltanat haklarının hukuki bir sınırlamaya tabi tutulmadığı monarşi demektir. 1876 Kanun-ı Esasi’nin ilanına kadar Osmanlı İmparatorluğu mutlak monarşik devletti. Belirtmek gerekir ki, monarşik devletle despotizm-diktatörlük aynı anlama gelmemektedir. Çünkü despotizmden farklı olarak, monarşik devlet yapısında hangi kral başa geçerse geçsin devlet yönetiminin nasıl işleyeceği önceden bellidir. Dolayısıyla müesses bir nizam, kurumsallaşmış bir devlet düzeni vardır. Kralın yetkilerinin genişliğine göre monarşik devlet türlerinden diğeri olan meşruti monarşi, kralın saltanat haklarının yasal bir sınırlamaya tabi tutularak bir meclisle paylaşmak şeklinde sınırlandırıldığı monarşi demektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1876 Kanun-ı Esasi’nin ilanıyla mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçiş noktasında bir adım attığını ancak gerçek ve batılı anlamda meşruti monarşiye geçişin 1909 anayasa değişiklikleriyle sonuçlandırıldığı ifade edilmelidir.
Oligarşi, imtiyazlı kabul edilen belli bir zümrenin yönetme yetkisini elinde bulundurduğu devlet türü olarak ifade edilebilir.
Cumhuriyet, devlet iktidarının irsî olarak el değiştirmediği, seçimle belirlendiği ve demokratik yönetim tarzının hâkim olduğu bir devlet şeklidir. Doktrinde üzerinde kahir ekseriyetle ittifak edilen cumhuriyet tanımı, cumhuriyetin monarşinin tersi olduğu şeklindedir. Ancak, bu tanımı mutlak doğru olarak kabul etmek mümkün değildir. Çünkü bazı devletler monarşik devlet olmalarına rağmen, demokrasiyle yönetiliyor olabilirler. İngiltere buna örnektir. Benzer şekilde, devlet şekli olarak cumhuriyet benimsenmesine rağmen, anti-demokratik bir yönetim olabilir. Irak bakımından durum böyledir.
Egemenliğin yapısı bakımından devlet türleri nelerdir?
Egemenliğin Yapısı Bakımından Devlet Türleri
Egemenliğin yapısı bakımından devlet, üniter (tek-basit) devlet ve mürekkep (bileşik-karma) devlet olmak üzere iki temel başlık altında ele alınabilir. Üniter devlet türü merkezî ve bölgeli olmak üzere iki kısma ayrılır. Mürekkep devlet türü ise devlet birlikleri ve devlet toplulukları şeklinde sınıflandırılmaktadır. Devlet birlikleri şahsi birlik ve hakiki birlik olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Devlet toplulukları ise konfederasyon ve federasyon olmak üzere ikiye ayrılır.
Üniter devlet ne anlama gelmektedir?
Üniter Devlet, ülkenin tek bir merkezden yönetildiği, hakeza tek bir yasamasının, yürütmesinin ve yargısının olduğu devlet demektir. 1982 Anayasası’nın, değiştirilmesi ve değiştirilmesinin teklif edilmesi yasak olan maddeleri arasında yer alan üçüncü maddenin ilk fıkrasının ilk cümlesinde; “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmüne yer verilmekle üniter devlet yapısı kabul edilmiştir. Mezkûr hükmün mefhumu muhalifinden hareketle, Anayasanın, federal devlet yapılanmasının önünü kapattığı sonucuna ulaşılabilir. Üniter devlet türünde, devletin tek meclisli bir yapıya sahip olması şart değildir. Dolayısıyla iki meclisli yapının varlığı üniter devlet türü bakımından bağdaşmaz bir durum değildir. Zira 1961 Anayasası döneminde iki meclisli bir yapı tercih edilmiş olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti bir üniter devletti. Zira bu Anayasa’nın 63. maddesinin ilk fıkrasına göre; “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan kuruludur.”
Kamu hizmetlerinde verim ve etkinlik sağlamak gibi nedenlerle birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatlarının oluşturulması üniter devlet türüne aykırı değildir. Bu yönde olmak üzere, 1982 Anayasası’nın 126’ıncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Dolayısıyla fıkrada belirtilen neviden yapılanmaların tercih edilmesi üniter devlet türünden feragat anlamına gelmez.
Üniter devlet türünün bir şekli olan bölgeli üniter devlette devletin bazı bölgelere ayrılarak, güçlendirilmiş yetkilere sahip hâle getirilmiş olmaları tercih edilmiş olabilir. İtalya, İspanya gibi bazı ülkeler bölgeli üniter devlete örnektir. Bölgeli üniter devlet olarak nitelenen bu tür bir yapının federal devlet demek olmadığı da ifade edilmelidir.
Mürekkep devlet ne anlama gelmektedir?
Mürekkep devlet, birden fazla devletin sıkı ya da gevşek bağlarla ilişki kurarak, sürekli veya geçici bir süre için sınırlı ve sınırsız sayıdaki menfaatlerini gerçekleştirmek üzere bir araya gelmek suretiyle oluşan yapılardır.
Mürekkep devlet başlığı altında yer alan birinci alt başlık devlet birlikleridir. Bunun iki türü bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, birden fazla monarşik devletin, evlilik, miras gibi sebepler sonucu aynı hükümdarın yönetimi altında toplandığı şahsi birlik türüdür. Bu tür birlikler baştaki kralın ömrüyle sınırlı olduğundan geçicidirler. Bunun yanı sıra bu neviden birliklerde devletler, ortak kralın dışında her açıdan bağımsızdırlar. Devlet birliklerinden diğeri ise birden fazla monarşik devletin iç işlerinde bağımsızlıklarını koruyarak dış ilişkilerinde birlikte hareket etmek üzere bir araya gelmek suretiyle oluşan hakiki birliklerdir. Her iki devlet birliği türünün günümüzde örneği yoktur.
Mürekkep devlet başlığı altında yer alan ikinci alt başlık devlet topluluklarıdır. Devlet toplulukları federasyon/federal devlet ve konfederasyon olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi olan federasyon, birden fazla federe devletin sınırsız sayıdaki çıkarlarını ulaşmak için iç işlerinde bağımsızlıklarını koruyarak dış ilişkilerinde ayrı bir tüzel kişiliği haiz federal devlete bağlı olarak hareket ettiği devlet topluluğu türüdür. Federal devletlerde, yapıları gereği iki meclisli bir yapılanma söz konudur. Federal devlet yapılanmasına Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsviçre, Avustralya, Rusya, Kanada, örnek gösterilebilir. Avrupa Birliği hem federasyon hem de konfederasyonun özelliklerinden bir kısmının bulunması hasebiyle sui generis bir yapı olarak kabul edilebilir. İkincisi olan konfederasyon, birden fazla konfedere devletin sınırlı sayıdaki menfaatlerini gerçekleştirmek için, bağımsızlıklarını ve tüzel kişiliklerini kaybetmeksizin tüzel kişiliği olmayan konfederasyon altında bir araya gelmeleriyle oluşan devlet topluluğu yapısıdır. Günümüzde örneği yoktur.
Devlet türlerinden federasyon ve konfederasyonu karşılaştırınız?
Federasyon – Konfederasyon Mukayesesi
- Federasyon, birden fazla federe devletten teşekkül ettiği hâlde, konfederasyon birden fazla konfedere devletten teşekkül etmiş devletler topluluğu yapısıdır.
- Federal devlet yapılanmasında federe devletlerin dış ilişkilerinde tam bağımsızlıkları olmadığı hâlde, konfederasyonun altındaki konfedere devletler bağımsızlıklarını muhafaza ederler.
- Federasyonun üyesi federe devletlerin uluslararası arenada tüzel kişilikleri bulunmadığı hâlde, konfederasyona üye konfedere devletler tüzel kişiliklerini muhafaza ederler.
- Federasyonun tüzel kişiliği olduğu hâlde, konfederasyonun tüzel kişiliği yoktur.
- Federasyon, üyesi bulunan federe devletler üzerinde güç kullanma yetkisine sahip olduğu hâlde, konfederasyonun böyle bir yetkisi bulunmamaktadır.
- Federasyonun altındaki federe devletler ortak ve sınırsız sayıdaki menfaatlerini gerçekleştirmek üzere bir araya geldikleri hâlde, konfederasyonun üyesi konfedere devletler ortak ancak sınırlı sayıdaki menfaatlerine hizmet etmek üzere bir araya gelir.
- Federasyonda birden fazla federe devlet sert bir anayasaya istinaden bir araya geldiği hâlde, konfederasyonda birden fazla devlet anlaşmaya dayalı olarak bir araya gelmiştir.
- Federasyonda birden fazla federe devleti birbirlerine bağlayan bağ kanuni olduğu hâlde, konfederasyonda akdidir.
- Dolayısıyla federasyonda birden fazla federe devleti birbirine bağlayan bağ konfederasyona nazaran daha güçlüdür.
- Federasyon üyesi federe devletler federasyondan diledikleri zaman, savaş müeyyidesiyle karşılaşacakları korkusuyla ayrılamayacakları hâlde, konfederasyona üye konfedere devletler diledikleri zaman konfederasyondan ayrılabilirler.
- Her federe devletin, federal devlet anayasasına aykırı olmamak kaydıyla ayrı bir anayasaya sahip olması mümkündür. Konfederasyonda ise ayrı bir konfederasyon anayasası söz konusu olmayıp, bağımsız devletlerin ayrı ayrı anayasaları mevcuttur.
- Federasyonda birden fazla vatandaşlık söz konusudur. Zira her federe devletin vatandaşı federasyon üyesi federe devletlerin tümünde serbest dolaşım hakkına sahiptir. Ancak konfederasyonda aynı durum geçerli değildir.
Federal devlet ve üniter devleti karşılaştırınız?
Federal Devlet-Üniter Devlet Mukayesesi
- Üniter devlette tek yasama, tek yürütme olduğu hâlde, federal devlette, bu organlar birden fazladır. Zira federal devlette hem federe devletin hem de federal devletin ayrı ayrı yasama ve yürütme organları vardır.
- Federal devlet türü iki meclisin varlığını beraberinde getirirken, üniter devlet türünde iki meclisin veya tek meclisin varlığı bir tercih meselesidir (Özbudun, 2017:268).
- Üniter devlette yetkilerin paylaşımı ademi merkezî olmak üzere paylaştırılmıştır. Bu çerçevede merkeze bağlı olarak başkent ve taşra teşkilatları bulunmaktadır. Ademi merkezî olarak ise yerel yerinden yönetimler (belediyeler gibi) ve hizmet yerinden yönetim (üniversiteler gibi) şeklinde teşkilatlar vardır. Halbuki federasyonda yetkilerin paylaşımı federal devlet, federe devlet şeklindedir.
- Üniter devlette ademi merkezî idarenin yetkileri hususunda merkezî idare kural olarak, yetkileri artırma ya da azaltma şeklinde olmak üzere her zaman tasarrufta bulunabileceği hâlde, federal devlet topluluğunda federe devletlerin yetkilerinin neler olduğu önceden belli olup federal devletin bunlara müdahale etmesi kural olarak mümkün değildir.
Egemenliğin tezahürü ne şekilde gerçekleşmektedir?
Egemenliğin tezahürü (ortaya çıkışı-somutlaşması) siyasal temsil ile olur. Zira kitlelerin yasa koyma, yönetme ve yargılama gibi egemenlikle ilgili yetkilerini doğrudan kullanmaları mümkün değildir. Bu türden yetkilerin kitleler tarafından doğrudan kullanması istisnaidir. Asıl olan yetkilerin, temsilciler ve yetkili kişi ya da organlar eliyle kullanılmasıdır. Günümüzde, İsviçre’de az nüfuslu bazı kantonlarda halk her tür karara katılabilmektedir. Bu amaçla halk agora ve forum denen meydanlara gelmek suretiyle alınan kararlara iştirak etmektedir. Dolayısıyla doğrudan demokrasi gereği bir uygulama söz konusu olmaktadır. Doğrudan demokraside halkın alınan her karara katılması esastır. Oysa günümüzde nüfus çoğunluğunun oldukça artmış olması karşısında doğrudan demokrasi gereği halkın her karara iştirak ettirilmesi güç gözükmektedir. Binaenaleyh temsilî demokrasi gereği halk, egemenliğini seçilmiş veya atanmış kişiler eliyle kullanmaktadır. Lakin teknolojik imkânların hızlı bir şekilde gelişiyor olması karşısında doğrudan demokrasinin uygulama kabiliyeti bulabileceği ifade edilmelidir. İnternet ve bu yolla oluşturulan sosyal ağlarla halkın her karara iştirak ettirilmesi mümkün hâle gelebilir. Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu, seçmelerin temsilcileriyle ilişkilerinin mahiyetidir.