aofsorular.com
HUK115U

Siyasi İktidar

3. Ünite 20 Soru
S

Siyasal iktidar nedir?

Siyasi iktidar, seçimle veya irsî olarak yönetim yetkisine sahip olan ve devletin icra erklerini elinde bulunduran iktidar şeklinde ifade edilebilir. Siyasi ik­tidar ile egemenlik aynı anlama gelmez. Zira siyasi ik­tidar, egemenlikten farklı olarak; soyut değil somut­tur, daimi değil geçicidir, hakeza sahibi değişmeyen değil değişendir. Siyasi iktidar sınırsız bir güç değil­dir. Siyasi iktidarı sınırlandırmaya yönelik temel me­kanizmalar bulunmaktadır. Bunlar; serbest seçimler, şeffaflık, kanunlar, kuvvetler ayrılığının benimsenmiş olması ve sivil toplum örgütleri şeklinde sıralanabilir.

S

Siayasal iktidarın ayırt edici özellikleri nelerdir?

Siyasi iktidarın ayırt edici temel bazı özellikleri vardır. Siyasi iktidar en üst iktidardır. Siyasi iktidarla ülkedeki diğer iktidar birimleri arasında eşitlik ilişkisi yoktur. Siyasi iktidar fiziki güç kullanma yetkisine sa­hiptir. Ancak siyasi iktidarın kullanma yetkisini haiz (sahip) olduğu iktidar jakobenist (tepeden inmeci-zorba) güç kullanma yetkisi biçiminde ortaya çık­maz. Siyasi iktidarın güç kullanma yetkisi rıza-itaat ilişkisi muvacehesindeki güç kullanma yetkisidir.

S

Siyasal iktidarın meşruluğu ne anlama gelmektedir?

Siyasi iktidarı illegal-hukuk dışı oluşumlardan ayıran en temel özellik meşruluktur. Zira her devlette yönetenlerin yetkilerinin meşruiyetinin ze­minini oluşturan bir hukuki düzen ve buna bağlı bir siyasi düzen dâhilinde işleyen siyasi iktidar vardır. Bu çerçevede siyasi iktidarın meşruluğu; yönetilenler tarafından ona itaat edilmesi hususundaki genel kanaatin var­lığına dayanır. Siyasi iktidarın meşruluk temellerinin ne olduğu hususunda, önemli siyaset bilimci­leri arasında yer alan Max Weber’in ve David Easton’un tipolojileri bulunmaktadır. Weber’in tipolojisi kısaca açıklanacak, Easton’un tipoloji­sinin ise sayılmasıyla yetinilecektir. Max Weber’e göre siyasi iktidar meşruiyetini üç kaynaktan bi­rinden almış olabilir. Bunlardan birincisi geleneksel otoritedir. Buna göre siyasi iktidar meşruiyetini, uzun süreden beri iktidarın belli soydan gelenler arasında el değiştirmesinin kabul görmesinden almaktay­sa geleneksel otoritenin varlığından söz edilir. Mesela, monarşi ile yönetilen devletlerde siyasi iktidarların meşruiyet kaynağı böyledir. İkincisi hukuki otoritedir. Buna göre siyasi iktidar, ikti­dardakilerin önceden belli kurallar çerçevesinde hareket etmek suretiyle yönetim yetkisine sahip olmaktaysa bu durumda hukuki otoriteden bah­sedilir. Günümüzde seçim kanunları çerçevesinde yarışarak iktidara gelen hükümetlerde meşruiyet kaynağı böyledir. Üçüncüsü karizmatik otorite­dir. Buna göre; özellikle yeni kurulmakta olan devletler bakımından meşruiyet kaynağı karizma­tik otoritedir. Karizmatik otorite, baştaki liderin, halk kitlesini arkasından sürükleyebilme, onları etkileyebilme özelliğine sahip olması anlamında kullanılmaktadır. Karizmatik liderin dâhiyane zekâ sahibi olması şart değildir. Karizmatiklik halkın lidere atfettiği bir özelliktir. David Easton ise siyasi iktidarın meşruiyetini ideolojik kaynak, yapısal kaynak ve liderlerin nitelikleri şeklinde sınıflandırmıştır. Easton’un tipolojisi içerik itiba­rıyla Weber’in tipolojisiyle benzeştiği için açıkla­ma yapılmasına gerek görülmemiştir.

S

Egemenlik nedir ve egemenliğin boyutları nelerdir?

Beşerî ve siyasi bir yönü bulunan, devlet tüzel kişiliğinden kaynaklı ve onun adeta tamamlayıcı par­çası olan bu manada en üst buyurma gücüne egemenlik denir. Genel olarak egemenlik teorilerini iki temel başlık altında ele almak mümkündür. Egemenliğin iç ve dış olmak üzere iki boyutu vardır. İç egemenlikten kastedilen, bir devletin hâkimiyet alanındaki herkesi kapsamak üzere onlar karşısında mutlak gücü temsil etmesidir. Dış egemenlikten kastedilen ise devletin iç ege­menliğinin mutlaklığına diğer devletlerin saygı göstermesi, dolayısıyla onlar karşısında bağımsızlığının kabullenilmiş olmasıdır.

S

Egemenlik teorilerinin sınıflandırılması nasıldır?

Egemenlik teorileri genel olarak teokratik ve demokratik olmak üzere ikiye ayrılır. Demokratik egemenlik teorileri de kendi içinde milli ve halk egemenliği olmak üzere iki alt kısma ayrılır. Bu çerçevede, teokratik egemenlik teorisine göre, egemenliğin asıl sahibi Allah’tır. Dünyadaki liderler onun bir elçisidirler. Osmanlı İmparatorluğu egemenlik anlayışı itibarıyla bu kategoride yer alır. Demokratik egemenlik teorisine göre ise egemenliğin sahibi insanlardır. Günümüzde teokratik egemenlik yaklaşımı terk edilmiştir. Teokratik egemenlik yaklaşımının terk edilerek demokratik egemenlik teorilerinin kabulü ve “egemenlik” kavramının terminolojik boyutuyla literatüre girmesinde siyasal alanın laikleşmesi sü­reci etkili olmuştur. Demokratik egemenlik teorisi altında milli egemenlik ve halk egemenliği teorileri yer alır.

S

Milli egemenlik teorisi ne anlama gelmektedir?

Milli Egemenlik Teorisi

Milli egemenlik teorisini beş temel önermeyle ortaya koymak mümkündür. Buna göre; a) Egemen­lik milletle aittir. b) Millet soyut bir kavram olarak algılanmaktadır. c) Millet, geçmişte, gelecekte ve hâlihazırda yaşayanları kapsar tarzda kullanılmaktadır. d) Egemenlik bölünemez. Yani milletin her bir ferdi egemenlik yetkisini tek başına kullanamaz. e) Dolayısıyla bu teori gereğince oy kullanmak bir yetki değil, görevdir. Bu teorinin temsilî demokrasi bakımından bir ilham kaynağı olduğu ifade edilebilir.

S

Halk egemenliği teorisi ne anlama gelmektedir?

Halk Egemenliği Teorisi

Milli egemenlik teorisinde olduğu gibi bu teoriyi de beş temel önermeyle ortaya koymak mümkündür: a) Egemenlik halka aittir. b) Halk somuttur. c) Çünkü halk, sadece hâlihazırda yaşayanları kastetmek üzere kullanılmaktadır. d) Dolayısıyla egemenlik bölünebilir. e) Yani bu teori gereğince, oy kullanmak bir görev değil yetkidir. Bu teorinin doğrudan ve yarı-doğrudan demokrasiler bakımından ilham kaynağı teşkil ettiği söylenebilir. Ancak “mil­let” kavramı ile “halk” kavramının aynı anlamda kullanılmasının yaygın hâle gelmiş olması karşı­sında milli egemenlik teorisi ile temsilî demokrasi, aynı şekilde halk egemenliği teorisi ile doğrudan ve yarı-doğrudan demokrasi arasındaki ilişki zayıfla­mış hatta yok olmuştur

S

Emredici vekalet teorisi ne anlama gelmektedir?

Emredici Vekâlet Teorisi

Emredici vekalet teorisi, oy kullanma hakkının henüz yeni yeni kabul görmeye başladığı dönem­lerde söz konusu olmuştur. Dolayısıyla ilkel bir yaklaşımdır. Günümüzde kabul görmemektedir. Emredici vekalet teorisinde seçmen ile temsilci arasındaki ilişkinin türü özel hukuktaki vekalet gibidir. Benzetmek gerekirse, bir avukatın müvekkili ile ilişkisi gibidir. Bu çerçevede emredici vekâletin içeriği aşağıdaki cümlelerle özetlenebilir.

  • Seçmenlerle temsilciler arasındaki temsil ilişki­sinin hukuki niteliği özel hukuktaki vekâlettir.
  • Dolayısıyla seçmenler temsilcilerine emir ve talimat verebilir.
  • Seçmenler temsilcilerini görevlerinden azledebilir.
  • Temsilciler seçmenlere hesap vermek zo­rundadır.
  • Çünkü temsilcilerin maaşı seçmenler tara­fından karşılanmaktadır.

Bu temsil ilişkisi anlayışının, 1876 Kanun-ı Esasi dâhil Türk anayasalarının hiçbiri bakımından geçerli olduğu söylenemez.

S

Temsili vekalet nedir?

Temsilî Vekâlet Teorisi

Günümüzde kabul gören ve tatbikatta benim­sen yaklaşım temsilî vekalet teorisidir. Temsilî vekalet teorisinde seçmenle temsilci arasındaki ilişki bir siyasal güven ilişkisidir. Bu teoriye göre temsilci sadece seçildiği yöreyi ve kendisine oy verenleri de­ğil, bütün milleti temsil etmek üzere seçilir. Ben­zetmek gerekirse, bir Türk vatandaşının askerlik görevini (vatan hizmeti) yerine getirmesi gibi. Bir Türk vatandaşı ülkenin herhangi bir ilinde, ilçesin­de veya semtinde vatan hizmetini yerine getirebilir. Aynı şekilde vatan hizmeti; karada, denizde, ha­vada yerine getiriliyor olabilir. Dolayısıyla nasıl ki bir vatandaş, nerede ve hangi birimde olursa olsun vatan hizmetini yerine getirdiğinde, sadece o yer ve birim adına hareket eden konumunda değerlendi­rilmiyorsa temsilcilerde de durum aynıdır. Şimdiye dek ifade edilenlerden hareketle temsili vekalet teo­risi aşağıdaki tümcelerle özetlenebilir:

  • Seçmenlerle temsilciler arasındaki temsil ilişkisinin hukuki niteliği siyasaldır. Yani bir güven ilişkisidir.
  • Dolayısıyla seçmenler temsilcilerine emir ve talimat veremez.
  • Seçmenlerin temsilcilerini görevlerinden az­letmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla seç­menler temsilcilerini ne bireysel olarak ne de kolektif bir şekilde görevlerinden alamaz.
  • Temsilciler seçmenlere hesap vermek zo­runda değildir.
  • Çünkü temsilcilerin maaşı seçmenler tara­fından değil merkezî yönetim bütçesinden karşılanmaktadır.
  • Bu temsil ilişkisi anlayışında temsil yetkisi her bir milletvekiline teker teker verilmiş olmayıp bir organa tevdi edilmiştir. Buna kolektif temsil ilkesi denir.
  • Bunları karşılayıcı düzenlemelere örnek ola­rak Anayasanın 80 inci maddesi gösterilebi­lir. Buna göre; “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini se­çenleri değil, bütün Milleti temsil ederler.”

Temsilî vekâlet teorisi yaklaşımı, 1876 Kanun-ı Esasi dâhil, Türk anayasalarının anayasaların hepsi bakımından geçerli olan bir temsil ilişkisi anlayışıdır.

Ancak, 2002 yılının Aralık ayında Recep Tayyip Erdoğan’nın milletvekili seçilerek başbakan olması­nın yolunu açmak amacıyla bir parça bahsi geçen temsil ilişkisi anlayışıyla çelişen şu düzenlemeye yer verilmiştir. “… bir ilin veya seçim çevresinin,  Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üyesinin kalmaması hâlinde, boşalmayı takip eden doksan günden son­raki ilk Pazar günü ara seçim yapılır…” Çünkü az önce ifade edilen 80 inci madde mucibince, her bir milletvekili sadece seçildiği bölgeyi temsil etmek üzere değil, tüm ülkeyi temsil etmek üzere seçilmiştir. Dolayısıyla, değişiklikler çerçevesinde, “… bir ilin veya seçim çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsilcisinin…. kalmaması…” şeklindeki ibare tercih edilmemiştir. Aksi takdirde 80 inci maddede yer alan düzenlemeyle açık bir çelişki doğmuş olurdu.

S

Devletin ortaya çıkışını açıklayan teoriler nelerdir?

Anayasa hukukunun en geniş anlamda konusu devlettir. Zira devletin rolünün belirlenmesi ve va­tandaşlarıyla olan ilişkilerinin izahı açısından anayasa hukuku temel bir bilim dalı niteliğindedir. Devletin ortaya çıkışını açıklayan çeşitli teoriler bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sosyal sözleşme teorisini esas ala­rak açıklayan görüştür. Buna göre devlet olmadan evvel insanlar tabii ortamda serbestçe hayatlarını sürdürmek­tedir. Mamafih nüfusun artması, düzenin bozulması gibi nedenler sonucu yönetilenler nizam ve intizamın sağlanması ve kuralların ihdası amacıyla bu iki hususta devlet lehine feragati kapsayan sözleşme yapmışlardır. İkincisi, devletin temelinin aile olduğunu ve ailenin ge­nişleyerek şümullü bir hâle gelmesiyle ortaya çıktığını savunan aile teorisidir. Üçüncüsü, devletin insanlar gibi doğup gelişen ve sonra da ölen biyolojik bir yapı olduğunu savunan biyolojik teoridir. Dördüncüsü devletin sınıflar arası çatışmadan doğduğunu, devletin sosyal sınıflar arası bir ekonomik mücadelenin ürünü olduğunu (Marksist teori) savunan sınıflar arası çatış­ma teorisidir. Beşincisi devletin; sosyal, ferdi, coğrafi ve benzeri etkenler nedeniyle bir kolektiviteden kaynakla­nan teşkilatlanmanın ürünü olarak ortaya çıktığını ileri süren pozitivist teoridir.

S

Devlet nedir ve devletin kurucu unsurları nelerdir?

Devletin tanımlanmasında en çok kabul gören yaklaşım, devleti unsurlarına ayırarak yapılan tanımdır. Buna göre devlet; belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insan topluluğunun bir egemen­lik anlayışı altında örgütlendirdiği hukuki ve siya­si düzeni olan tüzel kişiliği haiz süreklilik arz eden uluslararası siyasi bir kuruluş olarak tarif edilebilir. Bu tanımdan hareketle devletin üç temel kurucu unsuru olduğu söylenebilir. Bun­lar; beşerî unsur (insan topluluğu), fiziki unsur (ülke) ve yukarıdaki başlıkta işlenen egemenlik unsurudur. Bu unsurlar arasına hukuki ve siyasi düzen unsurunun da ilave edilmesi mümkün­dür. Her devlette yönetenlerin yetkilerinin meş­ruiyetinin zeminini oluşturan bir hukuki düzen ve buna bağlı bir siyasi düzen dâhilinde işleyen siyasi iktidar vardır. Bu husus devleti illegal yapılardan, hakeza terör ör­gütlerinden ayıran temel bir ölçüttür. Öte yandan illegal yapılardan farklı olarak söz konusu ölçüt nedeniyle devlette bir yeknesaklık vardır. Yerden yere, kişiden kişiye, olaydan olaya değişkenlik arz eden uygulamalar yoktur.

S

Devletin unsurlarından insan topluluğu ile ilgili olan beşeri unsur ne anlama gelmektedir?

Beşerî Unsur-İnsan Topluluğu

Devletin olmazsa olmaz kurucu unsurların­dan birincisi insan topluluğu unsurudur. Zira devlet beşerî bir müessesedir. Ancak belirtmek gerekir ki devletin kurucu unsuru olarak insan topluluğu unsurunun kemiyeti değil keyfiyeti önemlidir. Dolayısıyla önemli olan bir araya gelen insanların sayısı değil sıfatıdır. Çünkü devle­tin kurucu unsurlarından biri olan insan toplu­luğundan kastedilen tesadüfen bir araya gelmiş bir kitle değildir. Devletin kurucu unsuru olma bağlamında, bir arada bu­lunan insanların belli bağlarla birbirlerine bağlı kişilerden oluşan bir kitleyi kastetmek üzere kul­lanıldığı söylenebilir. Bir arada bulunan insan­ların birbirlerine bağlılığını açıklamak üzere iki temel teoriden söz edilebilir.

Objektif Millet Anlayışı-Maddi Ölçüt

Bu teoriye göre, bir arada bulunan insanla­rı birbirine bağlayan unsurlar maddi niteliklidir. Yani, devletin kurucu unsuru olarak bir araya gelen insanların vücut verdiği milletten söz edilebilme­si için, onların aynı dili konuşmaları, aynı ırktan gelmiş olmaları, aynı dine mensubiyetleri gibi kri­terlerin varlığı gerekmektedir. Ancak, teknolojinin ulaştığı seviye ve buna bağlı olarak iletişim bakımından dünyanın küçül­düğü günümüz koşullarında bu teorinin önemini kaybettiği söylenebilir.

Sübjektif Millet Anlayışı-Manevi Ölçüt

Bu teoriye göre, bir arada bulunan insanları birbirine bağlayan unsurlar manevi niteliklidir. Dolayısıyla, bir arada bulunan insanların aynı ırktan gelmiş olmaları, aynı dili konuşmaları veya aynı dine mensup olmaları şart değildir. İnsan topluluğunun fertlerinin aynı tarih, kültür, hatı­ra mirasını paylaşmaları, üzüntüde, mutlulukta ortak hareket edebilme hissiyatını taşımaları ve geleceğe yönelik birlikte yaşama arzusu içinde bulunmaları gibi manevi ölçütlerin varlığı mil­letten söz edilebilmesi için yeterlidir. Günümüzde kabul gören yaklaşım budur.

Türk anayasacılık tarihi itibarıyla bakıldığın­da; 1876 Kanun-ı Esasi’nin yeni bir milli kim­lik bilinci ortaya koymadığı söylenebilir. 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 1876 Kanun-ı Esasisi’ni resmen ilga etmediği dikkate alındığın­da, aynı durumun bu anayasa bakımından da ge­çerliliği söz konusudur.

1924 Teşkilât-ı Esasiyesi’ne gelince; ilk şeklinde millet kavramından açıkça söz edilmemekle bera­ber bu Anayasa’nın 88’inci maddesinde; “Türkiye ahalisinde din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” hükmü getirilmiş olmakla yurttaşlık/vatandaşlıkla ilgili ilk yasal dü­zenleme yapılmıştır. 1924 Anayasası’nın mezkûr hükmü, 1928 yılında çıkarılan Vatandaşlık Kanu­nu’ndaki düzenlemeler ve daha sonraki gelişmeler dikkate alındığında, subjektif milliyetçilik yaklaşı­mından mülhem bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle vatandaşlık bağının kurulması bakımın­dan esnek ve genişletici bir tercihin benimsemiş olduğu anlaşılmaktadır. 1924 Anayasası’nda 1937 yılında yapılan anayasa deği­şiklikleri kapsamında milliyetçilik ilkesinin Anaya­sa metnine girdiği belirtilmelidir.

1961 Anayasası’yla bu düzenlemenin milli devlet ve Türk milliyetçiliği şeklinde tevil edildiği, 1982 Anayasası’nda ise Cumhuriyet’in nitelikle­ri arasında yer alan Atatürk milliyetçiliği şeklinde tekemmül ettiği görülmektedir. Kuşkusuz, Atatürk milliyetçiliğinden kastedilen subjektif millet anla­yışıdır. 1982 Anayasası’nın 66’ıncı maddesi millet ve milliyetçilik anlayışıyla ilgili temel bir maddedir.

Ancak 1982 Anayasası’nda Cumhuriyet’in nite­likleri arasında zikredilen “Atatürk milliyetçiliği”nin anlamlandırılması tamamen kendinden menkul değildir. Zira Atatürk milliyetçiliğinin temelleri, subjektif milliyetçiliğin fikir öncülüğünü yapan Fransız Ernest Renan’ın düşüncelerine dayanır.

S

Devletin unsurlarından ülke ile ilgili olan fiziki unsur ne anlama gelmektedir?

Fiziki Unsur-Ülke

Devletinin temel kurucu unsurlarından bir ta­nesi de sınırları belli ve üzerinde devamlı olarak egemenlik kurulabilen sabit bir kara parçasının varlığıdır. Dolayısıyla kara parçası bakımından da insan topluluğu ögesinde olduğu gibi, kemiyet (yüzölçümü) değil, keyfiyet önemlidir. Denize kıyısı olan devletler bakımından kara suları üzerinde de mutlak egemenlik geçerli­dir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bakımından ge­çerli olmak üzere, kara sularının karşılığı , kıyı şeri­dinden başlayıp, 12 mile kadar olan alandır. Lakin Ege Denizi’nde mesafe 6 mildir. Belirtmek gerekir ki, mil mesafesi her devletin kendi tasarrufuyla keyfi bir şekilde belirleyebileceği bir husus değildir. Uzaklığın belirlenmesinde kıyı devletlerinin hakla­rı da dikkate alınmak üzere bu mesafenin genelde 3 ila 18 mil arasında değiştiği görülmektedir. Yuka­rıda ifade edildiği üzere kara sularının rejimi top­rak parçasının rejimine tabidir. Dolayısıyla bu alan üzerinde ilgili devletin egemenlik hakları tamdır.

S

Egemenliğin kaynağına göre devlet türleri nelerdir?

Egemenliğin Kaynağına Göre Devlet Türleri

Egemenliğin kaynağına göre devlet türleri mo­narşi, oligarşi ve cumhuriyet olmak üzere üçe ayrılır. Monarşik devlet, egemenliğin kaynağının tek kişiye ait olduğu devlet şekli olarak tanımlanabilir. Monarşik devleti iki başlık altında ele almak müm­kündür. Bunlardan birincisi kralın tahta geçişine göre monarşik devlettir ki, irsî ve seçimli olmak üzere ikiye ayrılır. İkincisi kralın yetkilerinin geniş­liğine göre monarşik devlettir ki, mutlak ve meşruti olmak üzere ikiye ayrılır.

Kralın tahta geçişine göre monarşi türlerinden biri olan irsî monarşi, devlet iktidarının hane­danlık (veraset-babadan oğula geçme) yoluyla el değiştirdiği monarşi şeklidir. Diğeri olan seçimli monarşi ise devlet iktidarının babadan oğula geç­mek suretiyle el değiştirmesinin fiili imkânsızlığı hâlinde, mesela iktidarı devralacak erkek evladın bulunmaması hâlinde, kabilelerin ileri gelenlerinin tıkanıklığı gidermek için monarkı seçim yo­luyla belirlediği monarşi tipidir. Ancak bu durum, monarşinin demokrasiye dönüştüğü anlamına gelmez. Zira seçimle saltanat hakkını elde eden monark seçildikten sonra kendisini seçenlerin temsilcisi gibi hareket etmez. Çünkü asıl amaç tıkanıklığı gidermek için seçim yolunun işletilme­sidir. Kaldı ki, seçime herkesin katılamaması da zaten bu ifadeyi doğrulamaktadır. Bunların yanı sıra, bu tür monarşide seçilen kişi belli bir süre görev yapmak üzere değil ömür boyu görev yap­mak üzere seçilir.

Kralın yetkilerinin genişliğine göre monar­şik devlet türlerinden biri olan mutlak monarşi, kralın saltanat haklarının hukuki bir sınırlamaya tabi tutulmadığı monarşi demektir. 1876 Kanun-ı Esasi’nin ilanına kadar Osmanlı İmparatorluğu mutlak monarşik devletti. Belirtmek gerekir ki, monarşik devletle despotizm-diktatörlük aynı an­lama gelmemektedir. Çünkü despotizmden farklı olarak, monarşik devlet yapısında hangi kral başa geçerse geçsin devlet yönetiminin nasıl işleyeceği önceden bellidir. Dolayısıyla müesses bir nizam, kurumsallaşmış bir devlet düzeni vardır. Kralın yetkilerinin genişliğine göre monarşik devlet tür­lerinden diğeri olan meşruti monarşi, kralın salta­nat haklarının yasal bir sınırlamaya tabi tutularak bir meclisle paylaşmak şeklinde sınırlandırıldığı monarşi demektir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1876 Kanun-ı Esasi’nin ila­nıyla mutlak monarşiden meşruti monarşiye geçiş noktasında bir adım attığını ancak gerçek ve batılı anlamda meşruti monarşiye geçişin 1909 anayasa değişiklikleriyle sonuçlandı­rıldığı ifade edilmelidir.

Oligarşi, imtiyazlı kabul edilen belli bir zümre­nin yönetme yetkisini elinde bulundurduğu devlet türü olarak ifade edilebilir.

Cumhuriyet, devlet iktidarının irsî olarak el değiştirmediği, seçimle belirlendiği ve demokratik yönetim tarzının hâkim olduğu bir devlet şeklidir. Doktrinde üzerinde kahir ekseriyetle ittifak edilen cumhuriyet tanımı, cumhuriyetin monarşinin tersi olduğu şeklindedir. Ancak, bu tanımı mutlak doğru olarak kabul etmek müm­kün değildir. Çünkü bazı devletler monarşik devlet olmalarına rağmen, demokrasiyle yönetiliyor olabi­lirler. İngiltere buna örnektir. Benzer şekilde, devlet şekli olarak cumhuriyet be­nimsenmesine rağmen, anti-demokratik bir yöne­tim olabilir. Irak bakımından durum böyledir.

S

Egemenliğin yapısı bakımından devlet türleri nelerdir?

Egemenliğin Yapısı Bakımından Devlet Türleri

Egemenliğin yapısı bakımından devlet, üni­ter (tek-basit) devlet ve mürekkep (bileşik-karma) devlet olmak üzere iki temel başlık altında ele alı­nabilir. Üniter devlet türü merkezî ve bölgeli ol­mak üzere iki kısma ayrılır. Mürekkep devlet türü ise devlet birlikleri ve devlet toplulukları şeklinde sınıflandırılmaktadır. Devlet birlikleri şahsi birlik ve hakiki birlik olmak üzere iki kategoriye ayrıl­maktadır. Devlet toplulukları ise konfederasyon ve federasyon olmak üzere ikiye ayrılır.

S

Üniter devlet ne anlama gelmektedir?

Üniter Devlet, ülkenin tek bir merkezden yö­netildiği, hakeza tek bir yasamasının, yürütmesi­nin ve yargısının olduğu devlet demektir. 1982 Anayasası’nın, değiştirilmesi ve de­ğiştirilmesinin teklif edilmesi yasak olan maddeleri arasında yer alan üçüncü maddenin ilk fıkrasının ilk cümlesinde; “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bö­lünmez bir bütündür” hükmüne yer verilmekle üni­ter devlet yapısı kabul edilmiştir. Mezkûr hükmün mefhumu muhalifinden hareketle, Anayasanın, fe­deral devlet yapılanmasının önünü kapattığı sonu­cuna ulaşılabilir. Üniter devlet türünde, devletin tek meclisli bir yapıya sahip olması şart değildir. Dolayı­sıyla iki meclisli yapının varlığı üniter devlet türü ba­kımından bağdaşmaz bir durum değildir. Zira 1961 Anayasası döneminde iki meclisli bir yapı tercih edilmiş olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti bir üniter devletti. Zira bu Anayasa’nın 63. maddesinin ilk fıkrasına göre; “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mil­let Meclisi ve Cumhuriyet Senatosundan kuruludur.

Kamu hizmetlerinde verim ve etkinlik sağlamak gibi nedenlerle birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatlarının oluşturulması üniter devlet tü­rüne aykırı değildir. Bu yönde olmak üzere, 1982 Anayasası’nın 126’ıncı maddesinin üçüncü fıkrası­na göre; “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Dolayısıyla fıkrada belirtilen neviden yapılanmaların tercih edilmesi üniter devlet türünden feragat anlamına gelmez.

Üniter devlet türünün bir şekli olan bölgeli üniter devlette devletin bazı bölgelere ayrılarak, güçlendirilmiş yetkilere sahip hâle getirilmiş ol­maları tercih edilmiş olabilir. İtalya, İspanya gibi bazı ülkeler bölgeli üniter devlete örnektir. Bölgeli üniter devlet olarak nitelenen bu tür bir yapının federal devlet demek olmadığı da ifade edilmelidir.

S

Mürekkep devlet ne anlama gelmektedir?

Mürekkep devlet, birden fazla devletin sıkı ya da gevşek bağlarla ilişki kurarak, sürekli veya geçici bir süre için sınırlı ve sınırsız sayıdaki menfaatleri­ni gerçekleştirmek üzere bir araya gelmek suretiyle oluşan yapılardır.

Mürekkep devlet başlığı altında yer alan birinci alt başlık devlet birlikleridir. Bunun iki türü bulun­maktadır. Bunlardan birincisi, birden fazla monar­şik devletin, evlilik, miras gibi sebepler sonucu aynı hükümdarın yönetimi altında toplandığı şahsi bir­lik türüdür. Bu tür birlikler baştaki kralın ömrüyle sınırlı olduğundan geçicidirler. Bunun yanı sıra bu neviden birliklerde devletler, ortak kralın dışında her açıdan bağımsızdırlar. Devlet birliklerinden di­ğeri ise birden fazla monarşik devletin iç işlerinde bağımsızlıklarını koruyarak dış ilişkilerinde birlikte hareket etmek üzere bir araya gelmek suretiyle olu­şan hakiki birliklerdir. Her iki devlet birliği türü­nün günümüzde örneği yoktur.

Mürekkep devlet başlığı altında yer alan ikinci alt başlık devlet topluluklarıdır. Devlet toplulukları federasyon/federal devlet ve konfederasyon olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi olan federasyon, birden fazla federe devletin sınırsız sayıdaki çıkarlarını ulaş­mak için iç işlerinde bağımsızlıklarını koruyarak dış ilişkilerinde ayrı bir tüzel kişiliği haiz federal devlete bağlı olarak hareket ettiği devlet topluluğu türüdür. Federal devletlerde, yapıları gereği iki meclisli bir ya­pılanma söz konudur. Federal devlet yapılanmasına Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsviçre, Avustralya, Rusya, Kanada, örnek gösterilebilir. Avrupa Birliği hem federasyon hem de konfederasyonun özelliklerinden bir kısmının bu­lunması hasebiyle sui generis bir yapı olarak kabul edilebilir. İkincisi olan konfede­rasyon, birden fazla konfedere devletin sınırlı sayıda­ki menfaatlerini gerçekleştirmek için, bağımsızlıkla­rını ve tüzel kişiliklerini kaybetmeksizin tüzel kişiliği olmayan konfederasyon altında bir araya gelmele­riyle oluşan devlet topluluğu yapısıdır. Günümüzde örneği yoktur.

S

Devlet türlerinden federasyon ve konfederasyonu karşılaştırınız?

Federasyon – Konfederasyon Mukayesesi

  • Federasyon, birden fazla federe devletten teşekkül ettiği hâlde, konfederasyon birden fazla konfedere devletten teşekkül etmiş devletler topluluğu yapısıdır.
  • Federal devlet yapılanmasında federe dev­letlerin dış ilişkilerinde tam bağımsızlıkları olmadığı hâlde, konfederasyonun altındaki konfedere devletler bağımsızlıklarını muha­faza ederler.
  • Federasyonun üyesi federe devletlerin ulus­lararası arenada tüzel kişilikleri bulunmadığı hâlde, konfederasyona üye konfedere dev­letler tüzel kişiliklerini muhafaza ederler.
  • Federasyonun tüzel kişiliği olduğu hâlde, konfederasyonun tüzel kişiliği yoktur.
  • Federasyon, üyesi bulunan federe devletler üzerinde güç kullanma yetkisine sahip ol­duğu hâlde, konfederasyonun böyle bir yet­kisi bulunmamaktadır.
  • Federasyonun altındaki federe devletler or­tak ve sınırsız sayıdaki menfaatlerini gerçek­leştirmek üzere bir araya geldikleri hâlde, konfederasyonun üyesi konfedere devletler ortak ancak sınırlı sayıdaki menfaatlerine hizmet etmek üzere bir araya gelir.
  • Federasyonda birden fazla federe devlet sert bir anayasaya istinaden bir araya geldiği hâlde, konfederasyonda birden fazla devlet anlaşmaya dayalı olarak bir araya gelmiştir.
  • Federasyonda birden fazla federe devleti birbirlerine bağlayan bağ kanuni olduğu hâlde, konfederasyonda akdidir.
  • Dolayısıyla federasyonda birden fazla federe devleti birbirine bağlayan bağ konfederas­yona nazaran daha güçlüdür.
  • Federasyon üyesi federe devletler federas­yondan diledikleri zaman, savaş müeyyi­desiyle karşılaşacakları korkusuyla ayrı­lamayacakları hâlde, konfederasyona üye konfedere devletler diledikleri zaman kon­federasyondan ayrılabilirler.
  • Her federe devletin, federal devlet anaya­sasına aykırı olmamak kaydıyla ayrı bir anayasaya sahip olması mümkündür. Kon­federasyonda ise ayrı bir konfederasyon anayasası söz konusu olmayıp, bağımsız devletlerin ayrı ayrı anayasaları mevcuttur.
  • Federasyonda birden fazla vatandaşlık söz konusudur. Zira her federe devletin va­tandaşı federasyon üyesi federe devletlerin tümünde serbest dolaşım hakkına sahiptir. Ancak konfederasyonda aynı durum geçerli değildir.
S

Federal devlet ve üniter devleti karşılaştırınız?

Federal Devlet-Üniter Devlet Mukayesesi

  • Üniter devlette tek yasama, tek yürütme olduğu hâlde, federal devlette, bu organlar birden fazladır. Zira federal devlette hem federe devletin hem de federal devletin ayrı ayrı yasama ve yürütme organları vardır.
  • Federal devlet türü iki meclisin varlığını be­raberinde getirirken, üniter devlet türünde iki meclisin veya tek meclisin varlığı bir ter­cih meselesidir (Özbudun, 2017:268).
  • Üniter devlette yetkilerin paylaşımı ademi merkezî olmak üzere paylaştırılmıştır. Bu çerçevede merkeze bağlı olarak başkent ve taşra teşkilatları bulunmaktadır. Ademi merkezî olarak ise yerel yerinden yönetim­ler (belediyeler gibi) ve hizmet yerinden yönetim (üniversiteler gibi) şeklinde teşki­latlar vardır. Halbuki federasyonda yetki­lerin paylaşımı federal devlet, federe devlet şeklindedir.
  • Üniter devlette ademi merkezî idarenin yetkileri hususunda merkezî idare kural olarak, yetkileri artırma ya da azaltma şek­linde olmak üzere her zaman tasarrufta bu­lunabileceği hâlde, federal devlet toplulu­ğunda federe devletlerin yetkilerinin neler olduğu önceden belli olup federal devle­tin bunlara müdahale etmesi kural olarak mümkün değildir.
S

Egemenliğin tezahürü ne şekilde gerçekleşmektedir?

Egemenliğin tezahürü (ortaya çıkışı-somutlaşması) siyasal temsil ile olur. Zira kitlelerin yasa koyma, yönetme ve yargılama gibi egemenlikle ilgili yetkilerini doğrudan kullanmaları mümkün değildir. Bu tür­den yetkilerin kitleler tarafından doğrudan kullanması istisnaidir. Asıl olan yetkilerin, temsilciler ve yetkili kişi ya da organlar eliyle kullanılmasıdır. Günümüzde, İsviçre’de az nüfuslu bazı kantonlarda halk her tür karara katılabilmektedir. Bu amaçla halk agora ve forum denen meydanlara gelmek suretiyle alınan kararlara iştirak etmektedir. Dolayısıyla doğrudan demokrasi gereği bir uygulama söz konusu olmaktadır. Doğrudan demokraside halkın alınan her karara katılması esastır. Oysa günümüzde nüfus çoğunluğunun oldukça artmış olması karşısında doğrudan demokrasi gereği halkın her karara iştirak ettirilmesi güç gö­zükmektedir. Binaenaleyh temsilî demokrasi gereği halk, egemenliğini seçilmiş veya atanmış kişiler eliyle kullanmaktadır. Lakin teknolojik imkânların hızlı bir şekilde gelişiyor olması karşısında doğrudan demok­rasinin uygulama kabiliyeti bulabileceği ifade edilmelidir. İnternet ve bu yolla oluşturulan sosyal ağlarla halkın her karara iştirak ettirilmesi mümkün hâle gelebilir. Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu, seçmelerin temsilcileriyle ilişkilerinin mahiyetidir.