Makroekonominin Genel İlkeleri
Ekonominin içerisinde birçok değişken bulunmaktadır. Bu değişkenler içerisinde temel makroekonomik değişkenler aşağıda incelenmiştir.
Millî Gelir?
Millî gelir kavramı ekonomiyi bir bütün olarak
inceleyen makroekonominin en önemli inceleme
konuları arasında yer almaktadır. Makroekonomi
bireylerin gelirleri veya firmaların hasılatlarıyla
değil, ekonomide üretilen toplam hasıla ile ilgilenmektedir. Bir ülkede belirli bir dönem içinde üretin nihai mal ve hizmetlerin parasal karşılığı millî
gelir olarak tanımlanmaktadır. Millî gelir iktisat
literatüründe temel olarak iki kavramla açıklanır.
Bunlar Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ve Gayri
Safi Millî Hasıla (GSMH) kavramlarıdır.
GSYH, bir ülkenin sınırları içerisinde belirli bir
dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin toplamından oluşmaktadır. GSMH
ise bir ülkenin vatandaşları tarafından ülke sınırları içerisinde ve dışarısında üretilen nihai mal ve
hizmetlerin toplam parasal değerini temsil etmektedir. Burada sözü edilen belirli bir dönem genellikle 1 yıl olarak belirlenmektedir. Kavramda yer
alan nihai mal ve hizmet terimi ise üretimde ara
malı olarak kullanılmayan, tüketime hazır mal ve
hizmetleri tanımlamaktadır. Millî gelir hesaplamalarında nihai mal ve hizmetlerin parasal değerinin
kullanılmasındaki amaç, millî gelir hesaplanırken
mükerrer saymanın önüne geçmektir. Örneğin,
marketten aldığımız ekmeğin parasal karşılığını millî gelir hesaplamalarında kullandığımızda,
ekmeğin üretiminde yer alan buğdayın ve unun
katma değerini de hesaba katmış oluruz. Eğer ekmeğin üretiminde kullanılan buğdayın ve unun
değerini ayrıca hesaplar ve millî gelire ilave edersek
bu ara malların değerini mükerrer saymış oluruz.
Bu durumun önüne geçebilmek için millî gelir hesaplamalarında yalnızca nihai mal ve hizmetlerin
parasal değeri kullanılmakta, ara mallarının parasal
karşılığı hesaplamalarda yer almamaktadır. Burada
bahsedilmesi gereken önemli bir diğer nokta ise
hangi malların nihai mal, hangi malların ise ara
malı olarak değerlendirileceği ile ilgilidir. Bu ayrımı yapmak millî gelir hesaplamalarında oldukça
önemlidir. Öyle ki, aynı mal bazı durumlarda nihai
mal bazı durumlarda ise ara malı olarak kullanılabilir. Örneğin, marketten aldığımız ve tükettiğimiz
süt nihai mal iken, aynı ürün yoğurt yapımında
kullanıldığında ara malı olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle nihai mal ve ara malı ayrımının
doğru yapılması millî gelirin sağlıklı hesaplanmasında önem arz etmektedir.
GSYH ve GSMH kavramları ekonominin genel
büyüklüğü hakkında bilgi verirken, o ülke de yaşayan
insanların genel refah düzeyleri hakkında bir fikir vermez. Bu nedenle millî gelir kavramını açıklarken
bahsetmemiz gereken iki önemli kavram daha vardır. Bunlar?
Bunlar; Kişi Başına Düşen GSYH (KBGSYH)
ve Kişi Başına Düşen GSMH (KBGSMH) kavramlarıdır. Burada KBGSYH, toplam GSYH’nin
ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen değeri,
KBGSMH ise toplam GSMH’nin yine ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen kişi başına geliri
temsil etmektedir.
Millî gelirden bahsederken genellikle GSYH
ima edilmektedir. Yani bir ülkenin kendi sınırları
içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerinden söz edilmektedir. GSYH’deki yıllık yüzde
artış ise ekonomik büyüme olarak nitelendirilir.
Burada GSYH kavramının ne ifade ettiğinin bilinmesinin yanında GSYH’nin nasıl hesaplandığının da bilinmesi konunun daha iyi anlaşılması
için önem arz etmektedir. GSYH’nin ölçülmesinde
ise temel olarak üç farklı yöntemden faydalanılır.
Bunlar; Üretim Yöntemi, Gelir Yöntemi ve Harcama Yöntemidir. Her üç yöntemle ulaşılan GSYH
değerleri birbirine eşittir.
GSYH üretim yöntemi ile hesaplanırken genellikle iki yol izlenir. Bunlardan ilkinde, ekonomide
üretilen nihai mal ve hizmetlerin toplam değeri hesaplanırken, diğerinde üretilen mal ve hizmetlerin
her aşamadaki katma değeri toplanarak millî gelir
hesaplanmaktadır?
GSYH nihai mal ve hizmetlerin parasal değeri
toplanarak hesaplanırken, ekonomide tüm firmalar
tarafından üretilen mal ve hizmetlerin miktarı ile
fiyatları çarpılarak toplanır ve millî gelir hesaplanır.
Burada kullanılan genel formül şu şekildedir:
Eşitlikte pi ekonomideki n tane mal ve hizmetin fiyatını qi ise ürünlerin miktarını temsil etmektedir. Bu şekilde ekonomideki tüm mal ve hizmetlerin miktarları ve fiyatlarını çarpıp her birini
toplayarak GSYH değerine ulaşabiliriz.
Üretim yöntemi ile GSYH hesaplarken başvurulan bir diğer yol ise nihai ürün elde edilirken üretimin her aşamasında elde edilen katma değerlerin
toplanmasıdır. Örneğin, marketten alınan bir ekmeğin üretilmesi için öncelikle una ihtiyaç vardır.
Unun üretilmesi için ise öncelikle buğdaya ihtiyaç
vardır. Eğer nihai mal ve hizmetlerin fiyatları ile
GSYH hesaplıyor olsaydık nihai mal olan ekmeğin
marketten satış fiyatını toplam hasılaya dâhil etmemiz yeterli olurdu. Katma değer yöntemiyle bu
hesabı yaparken ekmeğin satış fiyatını değil ekmek
üretilirken üretimin her bir aşamasındaki katma
değerleri toplamamız gerekecektir.
GSYH hesaplamasında kullanılan bir diğer yöntem ise gelir yöntemidir?
Burada, mal ve hizmetlerin
üretim aşamasında yer alan üretim faktörlerinin toplam üretimden aldıkları paylar toplanarak GSYH değerine ulaşılmaktadır. Temel olarak dört üretim faktörü vardır. Bunlar; emek, sermaye, toprak ve girişimcidir. Bu üretim faktörlerinin ise dört tür geliri vardır. Bunlar; emek faktörünün elde ettiği ücret, sermaye
faktörünün elde ettiği faiz, toprak faktörünün elde ettiği rant ve girişimcinin elde ettiği kardır. Bu gelirlerin toplamına, doğrudan gelir sayılmayan ancak GSYH içinde yer alan dolaylı vergiler ve amortismanları
da dâhil ederek GSYH’yi hesaplayabiliriz.
Burada dolaylı vergiler, mal ve hizmetlerin fiyatlarına dâhil edilmiş, hane halkları tarafından harcama
yapılırken ilgili malın fiyatı içerisinde ödemesi yapılan katma değer vergisi gibi vergileri temsil etmektedir.
GSYH hesaplamasında başvurulan bir diğer yöntem ise harcamalar yöntemidir?
Nihai mal ve hizmet
üretiminde yer alan üretim faktörleri aynı zamanda üretilmiş mal ve hizmetleri satın alırlar. Dolayısıyla
üretim faktörleri bir taraftan gelir elde ederken diğer taraftan çeşitli harcamalarda bulunurlar. Bu harcamaların toplamı da yine bize GSYH değerini vermektedir.
Devletin olmadığı dışa kapalı bir ekonomide ekonomi iki kesimden oluşur. Bunlar hane halkı ve firmalardır. Ancak günümüzde bu tür bir ekonomiyle karşılaşmak mümkün değildir. Günümüz ekonomilerinde
hane halkı ve firmaların yanı sıra devlet kesimi ve dış kesim de analizlere dâhil edilmelidir. Hane halkı ve
firmalar gelirlerinin bir kısmını tüketim harcamalarına (C) ayırırken bir kısmını yatırım harcamalarında
(I) kullanırlar. Benzer şekilde devlet de bir takım tüketim ve yatırım harcamalarında (G) bulunur. Dolayısıyla tüm bu harcamaların toplamı bize yine GSYH değerini verecektir. Ancak günümüz dışa açık ekonomileri için eşitliğe ihracat (X) ve ithalatın (M) da dâhil edilmesi gerekir. Burada ihracattan elde edilen gelir
eşitliğe eklenirken, ithalat için yapılan harcamalar eşitlikten çıkarılır ve net ihracat (X – M) değeri modele
dâhil edilir.
Makroekonominin çalışma alanına giren diğer iki önemli kavram ise istihdam ve işsizlik kavramlarıdır?
İstihdam kavramı geniş anlamda tüm
üretim faktörleri için kullanılsa da dar anlamda
emek faktörü için kullanılan bir kavramdır. Biz de
burada istihdam kavramından bahsederken emek
faktörünün istihdamından bahsedeceğiz. İstihdam
kavramı daha iyi anlayabilmek için tam istihdam
ve eksik istihdam kavramlarının bilenmesi gerekir.
Tam istihdam, ekonomide iş arayanların tamamının iş bulduğu durumu temsil etmektedir. Ancak
günümüz ekonomilerinde emek faktörünün tam
istihdamı oldukça güçtür. Burada karşımıza eksik
istihdam kavramı çıkmaktadır. Eğer bir ekonomide çalışma istek ve arzusunda olup iş arayan ancak
bulamayan bir kitle varsa bu ekonomi için eksik
istihdam söz konusudur. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi eksik istihdam bize ekonomide işsizlerin
olduğunu yani işsizlik olgusunu ima etmektedir.
İktisatta, çalışma istek ve arzusunda olup, cari
ücret düzeyinden çalışmaya razı olmasına rağmen
iş arayan ancak bulamayanlara işsiz adı verilmektedir. Bir ekonomi için işsizlik oranı ise tanımda
bahsi geçen işsizlerin toplam işgücü içindeki payını
ifade etmektedir. Toplam işgücü ise, istihdam edilenler ve işsizlerin toplamından oluşmaktadır.
İşsizliğin temel olarak üç türü vardır. Bunlar;
Geçici (Friksiyonel) İşsizlik?
Geçici (Friksiyonel) İşsizlik
Ekonomilerde her zaman yeni iş hayatına girecek olanlar, bir işi bıraktıktan sonra tekrar başka iş
arayanlar veya iş değiştirenler olmaktadır. Bu durumlarda ortaya çıkan işsizlik türüne geçici, friksiyonel veya arızi işsizlik adı verilmektedir. Bu tür
işsizlik ekonomiler tam istihdam düzeyinde iken
dahi karşılaşılabilecek işsizlik türüdür. Bu nedenle
her ekonomide düşük bir seviyede friksiyonel işsizlik olması normal kabul edilir.
İşsizliğin temel olarak üç türü vardır. Yapısal İşsizlik?
Yapısal İşsizlik
Üretim yapısında meydana gelen değişikliklerin
uyarlanma sürecinde oluşan işsizlik türüne yapısal
işsizlik adı verilir. Diğer bir ifadeyle yapısal işsizlik
ekonomilerde meydana gelen yapısal değişikliklerden kaynaklanan işsizlik türüdür. Bu tür işsizlik
teknolojik gelişme, tüketicilerin talep yapısının
değişmesi veya firmaların üretim yapılarının değişmesi gibi çok sayıda faktörden etkilenmektedir.
Örneğin, doğalgaz tüketiminin giderek yaygınlaşması, soba talebini azaltacaktır. Bu durumda, zamanla daha az soba üretimi gerçekleştirilecek ve bu
sektörde çalışanlar belirli bir zaman sonra işsiz kalacaktır. Bu ve bunun gibi ekonominin genel yapısında meydana gelen değişmelerin yol açtığı işsizlik
türü yapısal işsizliği tanımlamaktadır. Geçici işsizlikte olduğu gibi ekonomilerde yapısal işsizliği de
tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu
nedenle belirli bir düzeyde oluşan yapısal işsizlik
normal kabul edilmektedir. Geçici işsizlik oranı ile
yapısal işsizlik oranının toplamına doğal işsizlik
oranı adı verilmektedir. Gelişmiş ülkeler için yaklaşık %5-6 civarında bir işsizlik oranı doğal işsizlik
oranı olarak kabul edilir.
İşsizliğin temel olarak üç türü vardır. Konjonktürel İşsizliktir. ?
Konjonktürel İşsizlik
Her ekonomide belirli dönemlerde toplam
hasılanın artması veya azalması şeklinde görülen
konjonktürel dalgalanmalar yaşanmaktadır. Konjonktürel işsizlik ise ekonominin daralma dönemlerinde talepte yaşanan azalmalara bağlı olarak
oluşan işsizlik türünü tanımlar. Ekonomilerin daralma dönemlerinde yeni iş alanlarının oluşması da
oldukça güçtür. Bu nedenle ekonomilerin daralma
dönemlerinde iş bulma süresi de uzamaktadır. Öte
yandan konjonktürel işsizlik fiili hasılanın, tam istihdam hasılasını temsil eden potansiyel hasılanın
altında kalmasına yol açmaktadır. Bir ekonomide
toplam işsizlik oranı geçici ve yapısal işsizliği içeren
doğal işsizlik oranı ile konjonktürel işsizlik oranının toplamından oluşmaktadır.
İşsizliğin parasal olarak ölçülebilen ekonomik
maliyetleri ve parasal olarak ölçülmesi mümkün olmayan sosyal maliyetleri vardır?
. İşsizliğin en önemli ekonomik maliyeti yaşanan hasıla kaybıdır. Eğer
bir ekonomide işsizlik oranı doğal işsizlik oranının
üzerinde ise, diğer bir ifadeyle konjonktürel işsizlik söz konusu ise fiili hasıla potansiyel hasılanın
altında kalmaktadır. Bu durumda ekonomide bir
çıktı açığı oluşmaktadır. İşsizlik oranı ile çıktı açığı arasındaki ilişki ilk kez Arthur Okun tarafından
ortaya konulmuştur. Okun Yasası’na göre, ABD
için doğal işsizlik oranının üzerindeki her 1 puan
artış, fiili hasılayı potansiyel hasılanın %2.5’i kadar
azaltmaktadır.
İşsizliğin ekonomik olmayan ve parasal olarak
ölçülmesi mümkün olmayan sosyal maliyetleri de
söz konusudur. Buradaki en önemli sosyal maliyet,
işsizliğin bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlıkları üzerinde oluşturduğu olumsuz etkilerdir. Uzun süre
devam eden işsizlik bireylerin fiziksel ve psikolojik
dengelerini bozmakta, aile içi sorunların yaşanması, suç oranlarının artması gibi istenmeyen çok sayıda toplumsal problemi tetiklemektedir.
Makroekonominin ilgi alanına giren bir diğer
önemli kavram ise enflasyondur?
Enflasyon kısaca
fiyatlar genel düzeyinde yaşanan sürekli artışlar
şeklinde tanımlanır. Bu tanımda dikkat edilmesi
gereken iki nokta vardır. Bunlardan ilki, ‘fiyatlar
genel düzeyi’, diğeri ise ‘sürekli artışlar’ ifadeleridir.
Bir ekonomide enflasyondan söz edebilmemiz için
her iki durumun birlikte oluşması gerekir. Dolayısıyla fiyatlar genel düzeyinde bir defaya mahsus bir
artış enflasyon olarak tanımlanamayacağı gibi yalnızca belirli malların fiyatlarındaki sürekli artışlar
da ekonomide enflasyon yaşandığı anlamına gelmez. Bu nedenle, bir ekonomide enflasyondan söz
edebilmemiz için, hem fiyatlar genel düzeyi artacak
hem de bu artış sürekli yaşanacaktır.
Enflasyonun ölçümünde kullanılan birtakım
endeksler vardır. Bunlar?
Bunlar temel olarak Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE)
ve GSYH Deflatörü’dür. Tüketici fiyat endeksi,
hanehalkları tarafından tüketilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının zaman içindeki değişimini ölçen
bir fiyat endeksidir. Tüketici fiyat endeksi, bireylerin ortalama tüketim kalıplarını yansıtan bir tüketim sepeti yardımıyla fiyatlar genel düzeyinde
meydana gelen değişimleri ölçmektedir. TÜFE
endeksinde meydana gelen yıllık yüzde değişim
ise enflasyon oranını gösterir.
Enflasyonun ölçümünde kullanılan bir diğer fiyat endeksi ise üretici fiyat endeksidir. ÜFE, üretimde kullanılan girdilerin fiyatlarında meydana gelen
değişimleri ölçmektedir. ÜFE temel olarak üretim
maliyetlerinin zaman içindeki değişimini gösteren
bir tür fiyat endeksidir. ÜFE’deki yıllık yüzde değişim de yine enflasyon oranını göstermektedir. Ülkemizde TÜFE ve ÜFE, Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK) tarafından hesaplanmaktadır.
Enflasyon hesaplamalarında kullanılan diğer
bir endeks ise GSYH deflatörüdür. GSYH deflatörü kısaca nominal GSYH’nin reel GSYH’ye oranı
şeklinde tanımlanır. Burada nominal GSYH, belirli bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin o yılın fiyatları cinsinden değerini göstermektedir. Reel GSYH
ise belirli bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin baz
alınan yılın fiyatları cinsinden değeri olarak ifade edilir. Buna göre GSYH deflatörü, ekonomide üretilen tüm mal ve hizmetlerin cari yıl ve baz yıl fiyatları arasındaki değişimini gösteren bir endekstir.
Enflasyon çeşitli kriterlere göre sınıflandırılabilir?
Örneğin, şiddetine göre enflasyon temelde üç farklı şekilde kendini gösterir. Bunlar; Ilımlı Enflasyon,
Yüksek Enflasyon ve Hiperenflasyondur. Ilımlı enflasyon, net bir oran verilmemekle birlikte genelde
enflasyonun çift haneli rakamları görmediği ancak
bireylerin alım gücünü etkileyen enflasyon oranı
şeklinde tanımlanmaktadır. Yüksek enflasyon ise
enflasyonun iki haneli hatta bazen üç haneli rakamları gördüğü enflasyon oranını temsil etmektedir.
Dörtnala enflasyon da denilen yüksek enflasyon
dönemlerinde para, işlevlerini önemli ölçüde yitirmektedir. Bu tür enflasyonun yaşandığı dönemlerde, piyasalar işlevini yitirmeye başlar, geleceğe dair
beklentiler ise belirsizleşir. Uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşamış olan Türkiye ekonomisinin özellikle
70’li yılların ortasından, 2000’li yılların başına kadar
yaşadığı süreç yüksek enflasyona örnek gösterilebilir.
Hiperenflasyon ise paranın bütün işlevlerini artık yitirdiği, enflasyon oranının bazı kaynaklara göre yıllık
%1000’in, bazı kaynaklara göre ise aylık %50’nin
üzerine çıktığı enflasyonu ifade etmektedir. Hiperenflasyon durumunda fiyatlar günden güne hatta
aynı gün içerisinde bile artabilmektedir. Enflasyonu sınıflandırmanın bir diğer yolu da
enflasyonu oluşum nedenlerine göre değerlendirmektir. Burada enflasyon türleri belirlenirken,
enflasyonu meydana getiren faktörler göz önünde
bulundurulur. Buna göre enflasyon ortaya çıkış
nedenlerine göre, Talep Enflasyonu ve Maliyet Enflasyonu olmak üzere ikiye ayrılır. Talep enflasyonunda, cari fiyatlar genel düzeyinde, ekonomide
üretilen toplam mal ve hizmetler, toplam talebi
karşılayamamaktadır ve bu da fiyatlar genel düzeyinin artmasına neden olmaktadır. Maliyet enflasyonu ise üretim girdi maliyetlerinde meydana
gelen artışların fiyatlar genel düzeyini arttırmasıyla
oluşan enflasyon türünü ifade etmektedir.
Enflasyonun maliyetlerini incelerken enflasyonun beklenip beklenmediğinin bilinmesi önemlidir. Buna göre enflasyonun maliyetlerini beklenen
enflasyonun maliyetleri ve beklenmeyen enflasyonun maliyetleri şeklinde ayrı ayrı değerlendirmek
daha sağlıklı olacaktır?
Beklenen enflasyon durumunda bireylerin oluşacak enflasyon oranını önceden öngördükleri varsayılmaktadır. Bu durumda
dahi enflasyonun birtakım maliyetleri olacaktır.
Burada öncelikle enflasyonun bir nevi vergi olduğunun bilinmesi gerekir. Enflasyon beklenildiği
oranda gerçekleşse dahi elde para tutmanın bir maliyeti olacaktır. Buna enflasyon vergisi adı da verilir.
Bu özelliği ile enflasyon bireylerin satın alma gücünü düşüren bir tür vergi olarak değerlendirilebilir.
Bu durumda bireyler ellerinde daha az para tutmak
isteyeceklerdir. Bireylerin ellerinde daha az para
tutmak için harcayacakları zamana ve çabaya ayakkabı eskitme maliyeti adı verilir. Bu maliyete ayakkabı eskitme adının verilmesinin nedeni, bireylerin
daha az para tutmak için bankaya daha sık giderek
ayakkabılarını eskittikleri varsayımına dayanır.
Beklenen enflasyonun diğer bir maliyeti ise firmaların fiyat kataloglarını sıklıkla değiştirmek durumunda kalmalarıdır. Menü maliyetleri adı verilen
bu durumda firmalar fiyatları güncellemek için yeni
katalog basımı ve dağıtımı gibi birtakım maliyetlere katlanmak zorunda kalır. Öte yandan enflasyon
beklenildiği oranda gerçekleşse dahi, çeşitli malların
fiyatlarındaki artış nispi fiyatları değiştirerek kaynak
tahsisindeki etkinliği de bozmaktadır. Benzer şekilde
enflasyon vergi sistemini olumsuz etkileyerek yine
kaynak tahsisinde etkinliği azaltmaktadır. Diğer taraftan verginin ortaya çıkışı ile verginin tahsil edilmesine kadar belirli bir süre geçmektedir ve bu süre
tahakkuk edilen verginin reel değerini etkiler. Buna göre verginin tahakkuku ile tahsili arasında geçen zamanda vergi gelirlerinin reel değeri düşer. Bu duruma Olivera-Tanzi Etkisi adı verilmektedir.
Enflasyon beklenmedik oranda gerçekleştiğinde
ise bu saydığımız maliyetlere ek birtakım maliyetler de söz konusu olacaktır?
Öncelikle enflasyonun
beklenmedik şekilde gerçekleşmesi ve bu değişkenliğin devam etmesi, enflasyona dair gelecek beklentilerindeki belirsizliği de arttırmaktadır. Bu durumda enflasyona dair hatalı öngörülerde bulunma
olasılığı yükselecektir.
Beklenmeyen enflasyon temel olarak gelir ve servetin yeniden dağılması yoluyla kişilerin alım gücünde beklenmeyen etkilere neden olur. Örneğin,
ekonomide enflasyon beklentisinin %7 olduğunu
varsayalım. Bu durumda borç alanlar ve borç verenler %7’lik bir enflasyonu göz önünde bulundurarak
anlaşma yapacaklardır. Buna göre %7 enflasyon oranında %3’lük bir reel faiz getirisi öngörenler %10
faiz oranıyla borç vereceklerdir. Ancak enflasyonun
beklenmedik şekilde %10 oranında gerçekleşmesi
durumunda borç verenlerin reel getirisi 0 olacaktır. Yani enflasyon beklenenin üzerinde gerçekleşirse borç verenlerin reel faiz getirisi düşerken, borç
alanlar da daha düşük bir reel faiz ödemesi yaparlar. Dolayısıyla enflasyon oranındaki beklenmeyen
artışlar borçluların lehine alacaklıların ise aleyhine
bir sonuç doğurmaktadır. Aksi durumda ise yani
enflasyonun beklenenin altında gerçekleştiği bir
ekonomide borç verenlerin reel faiz getirisi artar. Bu
durumda da borç verenler kârlı çıkarlar. Bu şekilde
beklenmeyen enflasyon bireylerin gelir düzeylerini
etkileyerek serveti borç alanlar ve borç verenler arasında yeniden dağıtmaktadır.
Beklenmeyen enflasyonun diğer bir önemli maliyeti ise enflasyonun sabit gelirlilerin alım gücüne olan etkisidir. Enflasyon oranının beklenenin
üzerinde gerçekleştiği durumlarda, maaşı beklenen
enflasyon oranına göre önceden belirlenen sabit
gelirli çalışanların reel geliri düşmektedir. Aksi
durumda ise yani enflasyonun beklenenin altında
gerçekleşmesi durumunda, sabit gelirlilerin reel
geliri artacaktır. Bu şekilde beklenmeyen enflasyon
bireylerin satın alma gücünü etkileyerek gelir ve
servetin yeniden dağıtılmasına neden olmaktadır.
Beklenmeyen enflasyon için bahsedilmesi gereken diğer bir önemli maliyet ise beklenmeyen enflasyonun bireylerin arz ve talep kararlarını yanlış
yönlendirmesidir. Örneğin, firma fiyatlar genel düzeyinde meydana gelen artışı kendi ürünlerine olan
talep artışı şeklinde hatalı yorumlarsalar firmanın
arz dengesi değişecek ve hatalı kararlar alacaktır. Bu
durumda firma kendi ürünlerine olan talebin arttığını düşünerek üretimini arttırmak gibi hatalı bir
yola başvurabilir. Çok sayıda firmanın benzer davranışlar sergilemesi durumunda, bu çıktı düzeyini
etkileyerek ekonomide istikrarsızlığa yol açacaktır.
Makroekonominin çalışma alanına giren diğer
bir önemli kavram ise dış ticarettir?
Ülkeler çeşitli nedenlerle karşılıklı ticari ilişkilerde bulunurlar
ve bu ilişkilere dış ticaret adı verilir. Dış ticaretin
oluşmasındaki temel neden ülkelerin farklı doğal
kaynaklara sahip olması ve sermaye ve emek yapılarının farklılık göstermesidir. Bu farklılıklar ülkelerin kendilerine yetecek kadar ürün üretememesi,
bazı ürünlerde uzmanlaşırken birtakım ürünleri
üretmesi için yüksek maliyetlere katlanması gibi
sonuçlar doğurmaktadır. Bu durumda ülkeler üretim avantajlarını da göz önünde tutarak diğer ülkelerle ticari ilişkilere başvurur.
Dış ticaret ithalat ve ihracat yoluyla yapılır. İthalat, yabancı ülkelerde üretilen mal ve hizmetlerin
satın alınmasını temsil ederken, ihracat ülke içerisinde üretilen mal ve hizmetlerin yabancı ülkelere
satılmasını ifade eder. Genel olarak mal ithalatının
mal ihracatını aşması durumu dış ticaret açığı, mal
ihracatının mal ithalatını aşması durumu ise dış ticaret fazlası olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzde ülkeler, diğer ülkelerle yaptıkları ekonomik faaliyetleri sistematik olarak kaydederler. Ülkelerin, belirli bir zamanda diğer ülkelerle yaptığı ekonomik faaliyetlerin kaydedildiği
tabloya ödemeler bilançosu adı verilir?
Ödemeler
bilançosu, temel olarak cari işlemler hesabı, sermaye hesabı, finans hesabı, net hata ve noksan ile
rezerv hareketlerinden oluşmaktadır. Ödemeler
bilançosunun en önemli alt hesabı cari işlemler
hesabıdır. Bu kalem altında yer alan mal dengesi
(dış ticaret dengesi), ithalat ve ihracat dengesini,
hizmetler dengesi ise hizmet gelir ve giderlerinin
dengesini gösterir. Bu iki denge birlikte mal ve
hizmetler dengesini ifade eder ve bu cari işlemler
hesabının önemli bir kısmını oluşturur. Mal ve
hizmetler dengesi birincil ve ikincil gelir dengesiyle birlikte cari işlemler dengesi olarak anılır.
Ekonomilerde tek bir faiz oranından bahsetmek
mümkün değildir?
Kısa ve Uzun Vadeli Faizler
Faiz oranları ile ilgili yapılan ilk sınıflandırma faiz
oranlarını vade yapısına göre ayırmaktır. Faizler vade
yapısına göre kısa ve uzun vadeli faizler olmak üzere
ikiye ayrılır. İktisatta temel olarak vadesi 1 yıla kadar
olan faizler kısa vadeli, vadesi 1 yıl ve daha uzun olan faizler ise uzun vadeli faizler olarak tanımlanmaktadır. Uygulamada genellikle uzun vadeli faiz oranları
kısa vadeli faiz oranlarından daha yüksektir.
Basit ve Bileşik Faiz
Faiz oranları için yapılan bir diğer ayrım da basit
ve bileşik faiz ayrımıdır. Eğer her dönem sonunda
aynı anapara üzerinden faiz hesaplanıyorsa burada
basit faiz söz konusudur. Eğer her dönem sonunda
hesaplanan faiz anaparaya ekleniyor ve bu anapara
üzerinden tekrar faiz hesaplanıyorsa burada ise bileşik faiz söz konusudur. Diğer bir ifadeyle, basit
faizde anapara değişmezken, bileşik faizde anapara
her dönem vade sonunda oluşan faiz getirisi kadar
artmaktadır.
Nominal ve Reel Faiz
Faiz oranlarına dair yapılan diğer bir ayrım ise
nominal ve reel faiz ayrımıdır. Burada nominal faiz
piyasada işlem gören faiz oranıdır. Dolayısıyla piyasada oluşan tüm faiz oranları nominal faizi temsil
etmektedir. Reel faiz ise enflasyondan arındırılmış
nominal faizi ifade eder. Burada reel faiz oranına
ulaşabilmek için nominal faizi fiyat endeksi ile deflate etmek gerekir. Örneğin, ekonomide nominal
faiz oranı %10, enflasyon oranı %8 ise bu ekonomide reel faiz oranı %2 olarak ölçülür.
Faiz oranları ile ilgili yapılan ilk sınıflandırma faiz
oranlarını vade yapısına göre ayırmaktır?
Faizler vade
yapısına göre kısa ve uzun vadeli faizler olmak üzere
ikiye ayrılır. İktisatta temel olarak vadesi 1 yıla kadar
olan faizler kısa vadeli, vadesi 1 yıl ve daha uzun olan faizler ise uzun vadeli faizler olarak tanımlanmaktadır. Uygulamada genellikle uzun vadeli faiz oranları
kısa vadeli faiz oranlarından daha yüksektir.
Bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin o ülke
içerisinde alım satımı istisnai durumlar haricinde
o ülkenin ulusal parası ile yapılır. Ancak günümüz
ekonomileri dışa açık ekonomilerdir ve ülkeler arasında ticari ilişkiler söz konusudur. Ülkeler arası
ticarette ise ödemeler tüm ülkeler tarafından genel
kabul gören para birimleri ile yapılır. Günümüzde
ABD Doları tüm ülkeler tarafından ödeme aracı
olarak kabul gören para birimidir.
Ülkeler arasında ödemeler yapılırken, ödemeyi
yapacak olan ülkenin ulusal parasının ödemenin
gerçekleştirileceği para cinsinden değerinin bilinmesi gerekir. Bu noktada karşımıza döviz kuru
kavramı çıkmaktadır?
Döviz kuru en net tanımıyla, ulusal paranın yabancı para cinsinden değerini ifade eder. Bu tanım döviz kurunun genel tanımlaması olmakla birlikte nominal döviz kurunu
ifade eder. İktisat literatüründe yer alan alternatif
döviz kuru kavramları ise reel döviz kuru, reel efektif döviz kuru ve çapraz kurdur.
Reel Döviz Kuru
Nominal döviz kurunda kur, ulusal paranın
yabancı paraya oranlanmasıyla hesaplanır. Reel
döviz kurunda ise eşitliğe yurtiçi ve yurtdışı fiyat
düzeyleri dâhil edilerek, kur iki ülkenin enflasyon
oranlarından arındırılır. Reel döviz kuru şu şekilde
ifade edilir:
Burada RER, reel döviz kurunu, ER nominal
döviz kurunu (ulusal para/yabancı para), Pd
yurtiçi
fiyat düzeyini, Pf
ise diğer ülkenin fiyat düzeyini
temsil etmektedir. Buna göre reel döviz kuru kısaca, nominal döviz kurunun iki ülkenin fiyat endeksleriyle deflate edilmiş hâlidir.
Reel Efektif Döviz Kuru
Reel efektif döviz kuru (REER), çift taraflı reel
döviz kurlarının belirli bir ağırlıklandırma ile tek
bir endekste birleştirilmesidir. n sayıda ülkeyle çift
taraflı reel döviz kurunu kullanarak reel efektif döviz kurunu şu şekilde ifade edebiliriz:
Eşitlikte wi
her bir ülke para biriminin endeksteki ağırlıklandırmasını temsil etmektedir. Burada
ağırlıkların toplamı 1’e eşittir ve ağırlıklar genel
olarak ülkelerin toplam ticaretteki paylarına göre
belirlenmektedir.
Çapraz Döviz Kuru
Çapraz döviz kuru kısaca iki yabancı ülke parasının ulusal para cinsinden değerlerinin oranı şeklinde tanımlanmaktadır. Örneğin, Euro’nun 5T,
ABD Doları’nın 4T olması durumunda € ve $ arasındaki çapraz kur 1.25’tir. Bu orana Euro/Dolar
paritesi adı da verilmektedir.
Ekonomide politika yapıcılar makroekonomik
sorunlara çözüm ararken çeşitli ekonomi politikalarından faydalanırlar. Ekonomi politikaları temel
olarak ikiye ayrılır. Bunlar Maliye Politikası ve Para
Politikası uygulamalarıdır.
Maliye Politikası?
Maliye Politikası
Maliye politikası toplam talebi düzenlemeye
yönelik, hükümet tarafından uygulanan politikaları kapsamaktadır. Maliye politikası temel olarak
toplam harcamalara odaklanır. Eğer ekonomide
harcamalar istenilen düzeyde değilse hükümet toplam harcamaları ve toplam talebi canlandırmaya
yönelik politika uygulamalarına başvurur. Maliye
politikasının temel uygulama araçları hükümet
harcamaları ve vergilerdir. Hükümet bu politika
araçlarını kullanarak toplam talebe müdahale etmektedir. Örneğin, ekonomide toplam talebin
yetersiz olduğu düşünülüyorsa hükümet kamu
harcamalarını arttırarak veya vergileri azaltarak
toplam harcamaların arttırılmasını teşvik eder. Bu
durumda bireylerin harcanabilir gelirleriyle birlikte
toplam harcamalar artacak, çıktı ve istihdam düzeyi yükselecektir. Toplam talebi arttırmaya yönelik
uygulana maliye politikası uygulamalarına genişletici maliye politikası adı verilmektedir.
Hükümetler zaman zaman toplam talebi kısmaya yönelik politika uygulamalarına da yönelmektedir. Örneğin, ekonomide üretilen toplam
mal ve hizmetlerin toplam talebi karşılayamadığını
varsayalım. Bu durumda ekonomide talep itişli bir
enflasyon görülecektir. Enflasyonla mücadele etmek isteyen hükümet bu durumda toplam talebi
azaltmaya yönelik politikalara başvuracaktır. Burada hükümet kamu harcamalarını kısabilir, vergileri
arttırabilir veya her ikisini birlikte uygulayabilir.
Bu şekilde hükümet toplam talebi baskılayarak
enflasyondaki artışın önüne geçebilir. Toplam talebi azaltmaya yönelik uygulanan her türlü maliye
politikası uygulamaları daraltıcı maliye politikası
olarak ifade edilir.
Hükümetlerin doğrudan toplam talebi düzenlemeye yönelik politikalarının yanı sıra ekonomide
toplam harcamalardaki dalgalanmayı kendiliğinden düzenleyen bazı düzenleyici mekanizmalar da
vardır. Otomatik stabilizatör adı verilen bu değişkenler temel olarak gelir vergisi ve işsizlik ödemeleridir. Gelir vergisi bireylerin gelirleri üzerinden
alınan vergilerdir. Vergi oranlarında meydana gelen bir artış veya azalış bireylerin harcamalarını da
gelirleri oranın da azaltacağı veya arttıracağı için
toplam harcamalarda yaşanacak dalgalanmaların
sınırlı kalmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla gelir
vergisi harcamaları istikrarlı kılarak, toplam talep
dalgalanmalarının şiddetini azaltmaktadır. Benzer
şekilde işsizlik ödemeleri de otomatik stabilizatör
görevi görmektedir. Bireylerin işsiz kaldıkları dönemde işsizlik ödemelerinden faydalanmaları bu
dönemde de harcama yapmalarını sağlayarak toplam talepte yaşanacak daralmanın sınırlı kalmasını sağlayacaktır.
Para Politikası?
Para politikası, merkez bankasının fiyat istikrarı, millî gelir ve istihdam artışı gibi makroekonomik hedeflere ulaşabilmek için para arzını kontrol etmeye yönelik uyguladığı politikaları ifade
etmektedir. Para politikasının temel yürütücüsü
merkez bankalarıdır. Ülkemizde de bu görevi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) üstlenmiştir. Asıl hedefi fiyat istikrarını sağlamak olan
TCMB, hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını da desteklemektedir. Bu amaca yönelik olarak TCMB para arzını kontrol ederek faiz kanalıyla
ekonomiyi etkileme gücüne sahiptir.
Merkez Bankası’nın para arzını arttırmaya yönelik politikalarına genişletici para politikası, para arzını
azaltmaya yönelik politikalarına ise daraltıcı para politikası adı verilmektedir. Merkez Bankası bu politikaları uygularken bazı politika araçlarına başvurur.
Merkez Bankası’nın para politikası uygulamalarında
kullandığı politika araçları temel olarak açık piyasa
işlemleri, zorunlu karşılıklar ve reeskont oranıdır.
makroekonomik değişkenler arasındaki ilişkiler?
Millî Gelir ve Enflasyon
Ekonomiyi canlandırmaya ve millî geliri arttırmaya yönelik uygulanan toplam talebi arttırıcı politikalar
fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturmaktadır.
Toplam talebi azaltmaya yönelik uygulanan politikalar ise fiyatlar genel düzeyi üzerindeki baskıyı azaltmaktadır. Buna göre ekonominin genişleme dönemlerinde enflasyon artmakta, daralma dönemlerinde ise
azalmaktadır. Dolayısıyla millî gelir ile enflasyon arasında doğru yönlü bir ilişki olduğu varsayılmaktadır.
Millî Gelir ve İşsizlik
Millî gelir hesaplama yöntemlerine değinirken,
GSYH’nin üretilen toplam nihai malların parasal
değerlerinin toplamından oluştuğunu ve temel olarak dört üretim faktörünün üretim sürecinde yer
aldığını söylemiştik. Söz konusu üretim faktörlerinden biri de emek faktörüydü. Bu durumda emek
faktörünün verimliliği ve miktarı toplam üretim
miktarının temel belirleyicileri arasında yer almaktadır. Buna göre emek faktöründeki artış üretimi ve
millî geliri artırmaktadır. Dolayısıyla istihdam artışı
ile millî gelir artışı arasında pozitif yönlü bir ilişki
söz konusudur. Bu aynı zamanda işsizlik ile millî
gelir arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu anlamına gelir. Okun Yasası millî gelir ile işsizlik arasındaki ters yönlü ilişkiyi açıklamaktadır.
Enflasyon ve İşsizlik
Millî gelir ve işsizlik arasındaki ters yönlü ilişki
aynı zamanda, enflasyon ile işsizlik arasındaki ters
yönlü ilişkiyi de ima etmektedir. Ekonominin canlanma dönemlerinde işsizliğin azaldığı enflasyonun
arttığı, ekonominin daralma dönemlerinde ise enflasyonun azaldığı işsizliğin arttığı çoğu kez tecrübe
edilmiştir. Buna göre enflasyon ile işsizlik arsında
ters yönlü bir ilişki olduğunu söylemek mümkündür.
Enflasyon ve Faiz
Enflasyon ile faiz arasındaki ilişkinin yönünü
belirleyebilmek için öncelikle enflasyonun kaynağının bilinmesi gerekir. Enflasyon başlığı altında
enflasyonun talep itişli ve maliyet çekişli oluşabileceğini söylemiştik. Burada da enflasyon ile faiz
arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek için enflasyonun
talep itişli mi, yoksa maliyet çekişli mi olduğunu
tespit etmek gerekmektedir.
Eğer enflasyon talep itişli ise burada üretilen
toplam mal ve hizmetler toplam talebi karşılamıyor
demektir. Dolayısıyla burada enflasyonu düşürmeye
yönelik toplam talebi azaltıcı uygulamalara başvurulacaktır. Bu durumda faizler arttırılarak toplam talep
azaltılabilir. Toplam talebin azalması fiyatlar genel
düzeyi üzerindeki baskıyı azaltıcı etki gösterecektir.
Buna göre talep itişli enflasyonda, enflasyon ve faizler
arasında ters yönlü bir ilişki söz konusudur diyebiliriz.
Maliyet çekişli enflasyon ise üretim girdilerinin
maliyetlerinde meydana gelen artışların fiyatlar
genel düzeyini arttırmasını ifade eder. Sermaye en
önemli üretim faktörlerinden biridir ve sermayenin fiyatı faizdir. Dolayısıyla faiz bir maliyet unsurudur ve faizlerdeki yükselme üretim faktörlerinin
maliyetini arttırmaktadır. Bu durumda faizlerdeki
yükselme fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturacaktır. Dolayısıyla maliyet çekişli enflasyonda
enflasyon ile faiz arasında doğru yönlü bir ilişkinin
varlığından söz edebiliriz.
Enflasyon ve Döviz Kuru
Uluslararası ödemeler döviz kuru üzerinden
yapılmaktadır. Döviz kurunda yaşanan artış ihraç
edilen ürünleri görece daha ucuz hâle getirirken, ithal malların fiyatını yükseltmektedir. Bu durum iç
piyasada fiyatlar genel düzeyi üzerinde baskı oluşturarak enflasyonu tetiklemektedir. Dolayısıyla burada enflasyon ile döviz kuru arasında doğru yönlü
bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz.
Öte yandan enflasyonun arttığı dönemlerde,
ihraç edilen malların fiyatları görece artmaktadır.
Bu durumda ihracat hacminin azalmaması ve ülkenin uluslararası rekabetten olumsuz etkilenmemesi
adına döviz kurunu arttırmaya yönelik politikalar
uygulamaya sokulabilir. Burada da yine iki değişken arasında doğru yönlü bir ilişki söz konusudur.
Faiz ve Döviz Kuru
Faizler yükseldikçe sermayenin reel getirisi de
artmaktadır. Dolayısıyla faizlerdeki artış yüksek
reel getirir elde etmek isteyen yabancı sermayeyi
çekmektedir. Bu durumda döviz miktarı artacağından ulusal para değerlenirken, döviz kuru düşecektir. Buna göre faiz ile döviz kuru arasında ters yönlü
bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz.